hesabın var mı? giriş yap

  • bu etkinin adını ilk defa gündelik bilmeceler isimli tübitak kitabında duymuştum. ama bu etki beni şubat 2005 bilim ve teknik dergisinde gördüğüm manyak fizikçi jearl walker'ın http://www.wiley.com/…005/pdf/leidenfrost_essay.pdf adresinde bulabileceğiniz makalesinin özeti sayesinde etkiledi. jearl hocam bir öğrencinin dikkatini çekmek için bir profesörün yapabileceği en etkili hareketin kendini sakatlama riski olan bir hareket yapmak olduğunu düşünerek ve leidenfrost etkisine güvenerek bir takım deneylere girişmiş.

    bu deneyler 400 derece santigradda kaynayan cıvaya ıslak elini sokmaktan ağzına -200 derece santigradda sıvı nitrojen almaya ve hatta pek bir klişe olan kor üstünde yürümeye kadar değişiyor. gerçi kendisi bir kere dişlerini kaybetme tehlikesi geçirip, bir kere de ayaklarını yakıp bu işlerden elini eteğini çekse de, bunlara zamanında cesaret etmiş olması yeterince etkileyici.

    aslına bakarsanız kendisi ayağını yaktığı gösteride sorumluluğu biraz da önceki deneylerinde göğsünde taşıdığı ama bu kazalı deney sırasında unuttuğu fiziğin temelleri kitabına bağlayarak; mezuniyet programlarının sonunda fizik öğrencilerinin bilime güvenlerini kanıtlamaları için kor kömür üzerine yürütülmelerini şaka yollu tavsiye etmiş. gerçi ben düşünüyorum da tam tersine "ulan şimdi yanlış çıkacak, ayaklarım yanacak" diye korkanların ayakları terleyip bu sınavı aşarlar.

    bu arada bu etkinin adını, öncelikle 1932'de hermann boerhaave fark ettiği halde derinlemesine araştırıp bir makale yazan johann gottlob leidenfrost'tan aldığını da söylemeden geçmeyelim. bir de ütünün ya da tavanın sıcaklığa bakacağım diye biraz acele ederseniz(yani yüzey sıcaklığı 200 derece santigrat civarlarına gelmemişse) parmağınızı çok feci yakacağınızı da küçüklüğünde iki defa ütü bir defa da soba ellemiş biri olarak söylemeliyim.

  • failili yazinca kendi hikayem aklima geldi.
    isteme olduğu gün tam bir faciaydi. hava yaklaşık bin derece, aylardan ağustos. önce eşim ve ailesi evi bulamadi. sonra onlar gelince kahveler yapıldı ve kahve taştı. ateist kayinpederim ve annem tartışti. kayınpederim isterken "allahın emri peygamberin kavli" demeyince, hacı olan annem "sizde allah kitap yok galiba" diyerek meselenin ortasina daldı ; kayinpederimse "genel olarak yoklar zaten" diyerek yangını körükledi. tam tartışma büyüyecekken eniştem "hadi yüzükleri takalim" dedi. yüzük takilacakken elektirik kesildi. mum ışığında yüzük takılırken o zaman ortaokulda olan yeğenim "noluyo amk bu ne kalabalik?" diyerek ter içinde eve daldı.
    sonra elektrik geldi, ikram yapilacakken pasta kuzenimin elinden yere düştü. aksilikler burda son buldu diyorduk ancak öyle olmadı. sıcaktan kayinvalidem koltukta uyuyakaldi. o gece başka bir facia olmadan sonlandi.

    nikah tarihi bulamadığımız için sabahın kör vakti nikah yaptik.*
    dolayısıyla en yakinlarimiz harici kimse yoktu. nikahtan hemen sonra eşimle kavga ettik.

    nasıl başlarsa öyle gidiyor evlilik. evren mesajlari gönderdi ama almadik demek.
    nişanlı olanlara duyurulur.

    edit: sanırım en çok mesaj gelen entryim bu, çoğunlukla sonucu ne oldu diyorsunuz: boşandık sevgili yazarlar.

  • kendini hiçbir şeye ait hissetmeme duygusudur. ne bir siyasi partiye delicesine bağlısındır ne de bir dine. he sorulursa verilecek cevapların vardır bunlara ama çoğu zaman verdiğin cevaplara kendin bile inanmazsın. memleketinin olmamasıdır. doğup büyüdüğün yer, senin için sadece doğduğun yerdir. hatta bazen o bile değildir. üniversite için başka şehire gelirsin memleketini özlemediğini fark edersin. aile sadece; seni doğurup büyüttüğü için, bunca zamandır seninle birlikte olduğu için önemlidir. 2-3 tane arkadaşın dışında hepsi aynıdır senin için. öyle fazla farkları yoktur.

    dinde olduğu gibi kendini bir millete de ait hissetmezsin. yanlış olmasın, hepsine verilecek cevabın vardır mutlaka ama huzurlu değilsindir verdiğin cevaplardan.

    iyi mi kötü mü bilmem ama ben böyleyim. ne din, ne millet, ne siyasi düşünce, ne parti, ne şehir... hiçbir şey... kötü yanı insan kendini bir şeylere ait hissetmek ister, bir şeylere sahip olmak ister. boşlukta gibisindir, sanki ölsen dünya dünya senin eksikliğini hissetmeyecek gibi. iyi yanı ise; her bağlılık aslında bir zayıflık değil midir? kafan rahattır çoğu zaman. sorun edecek pek bir şeyin yoktur. bir şeylere ait olarak nasıl yaşanacağını bilmediğin için mutlusundur da aslında. böyledir işte.

  • - evde tufek bulundurmak
    - bir kadinin o tufegi alarak esine saka yapmak istemesi
    - bir kadinin bir tufegi siradan bir esya gibi koltuga koyup gitmesi
    - bir adamin tufegi eline alip esine ayni mal sakayi yapma geregi duymasi
    - bir adamin tufegi esine dogrultup tetige basmasi
    - evde bulunan tufegin dolu olmasi, ya da saka icin doldurulmasi

    bir nefeste sayilabilecek 7 salak hareket. tanim: toplumun ortalama zekasini yansitan olay.

  • abi anlamıyorum. adamlar %52 türk malı var içinde diyor.

    neyin %52'si. telefonun %100'ünden kasıt nedir?
    her parçayı mı bir mi sayıyorlar? mesela 100 parça var. vida, metal hepsini 1 saydık. 52 parça mı türkiye'de üretilmiş diyorlar...
    ya da telefon toplam 100 gram, 52 gramı mı türk malı?
    yazılım %100'ün neresinde?

    para olarak bakalım, 1 parça ya da 10 gram saydığın işlemci senin en pahalı elemanlarından biri. ram, işlemci, ekran, pil ve anakartı kendileri üretmiyor. ne kaldı ulan geriye?

    yeterli mühendis sayısı var ama ortaya ne çıkarmışlar kimse sorgulamıyor.

    not 1: bir elektronik eşyanın her bir parçasının türkiye'de üretilmesi imkansız. bu hastalıklı düşüncenin aynısı yerli araba muhabbetinde de vardı. %100 yerli olayı ütopya, kabulüm. aynı parçadan milyonlarca üreten firmalardan daha pahalıya daha dandiğini yaparsın. sürüm de ar-ge de onda çünkü.
    kaldı ki apple bile montaj dahil* üretimini dışarı* yaptırıyor.
    ama vestel bastıra bastıra "yerli üretimiz" diyor, yüzde veriyor ki salladığı anlaşılmasın, milliyetçi insanların duygularını kullanıyor sanki. sonra utanmadan "ithal telefonların vergisini arttırın" diye çığırıyor. ama kendisinin montaj için ithal ettiği parçalarla cari açığın yine anası belleniyor.

    not 2: ne kadarı yerli sorusuna bir cevap buldum.
    https://www.dropbox.com/…g/bwtcxncccae3wp3.jpg?dl=0
    elektronik olarak sandığımdan daha çok katkı sağlamışlar. yüzdelik dilimi neye göre belirlemişler hala bulamadım, tahminlere açık. en nihayetinde sonuçlar devlete vergi baskısını gerektirecek kadar "şımarmayı" haklı göstermiyor.