hesabın var mı? giriş yap

  • bir şey satın alırken bunun kendi kararımız olduğu ön yargısıyla alırız ama bu bilinçaltına yerleşen reklamların verdiği emirlerden başka bir şey değildir. kapitalizm budur ve ben çok severim. yani zengin olsam ben çok güzel kapitalist olurdum. tabi kapitalizme kırgın olduğum anlar da vardır. buna brad pitt - ikea ilişkisi kafadan birinci sıraya girer. "ikea hiç mi paran yok!! oynatamadın brad pitt'i reklamlarda, o kadar aşağılamıştı filmin birinde mobilyalarını. birbirlerini dövdükleri bir filmdi. bas parayı kölen olsun brad" diye teessüf ederdim.

    meğer ikea'nın brad pitt'e boydan girdiği durumlar da yaşanmış. intikamını almış. alır, zengin olan unutmaz.

    angelina jolie ile boşanma sürecinde bir koltuk çıkarmış. sırt sırta yerleştirilmiş iki kişilik modüler kanepenin yanında "ayrılıklar olur" başlıklı bir yazı yazarak vermiş reklamı. kanepenin "kişiselleştirilmiş bir oturma çözümü" sunduğunu, "herhangi bir ünlü ilişkisi için mükemmel" olduğunu yazarak devam etmiş.

    görsel

    kuzeyin soğuk esprileri bununla bitmemiş tabi o dönem. norveç havayolları da brad pitt boşanınca "brad bekar" sloganıyla los angeles'a uçuşlarınızda bizi tercih edin demişler. adamlar oslo'dan brad pitt'in bulunduğu los angeles'a indirimli uçuşlarla ilgili reklam yayınlamış.

    görsel

    brad kardeş işte zenginler böyle. senin en hassas durumun olan boşanma sürecinde bile ekmeğinin peşindeler. herkes kuralına göre oynamış işte oyunu. ünlü düşünür cem yılmaz ne demiş: beni övme bana para ver. (tüm sistemi tek sözle açıklamış cem yılmaz)

  • adamlar haklı bence çanakkale'de zafer kazanan bu uğurda silah arkadaşlarını kaybeden askerlerini şehit veren mustafa kemal bile diyor ki sizin evlatlarınız artık bize emanettir..
    düşmanını bile bu şekilde sahiplenen bir liderden evinde oturup diriliş izleyen gruptan oy toplamak için bu sözleri söyleyen bir lidere sahip olmak zor bir durum malesef...

  • bu akşam iş çıkışı markete uğradım. balık reyonu göz kırpınca bir dilim somon ve salata malzemelerini kapıp geldim eve.
    balıklar fırına girerken daha bir duble rakı koyayım dedim kendime. salatayı yaptım, peyniri çıkardım. sonra kendime, evime, burada geçirdiğim her bir güne kadeh kaldırdım. hayatımda en az balığın yanındaki rakı kadar güzel olan ne varsa onların şerefine kadeh kaldırdım.
    yalnız değilim, mutsuz değilim... güzelliklere içelim dedim bugün de...

  • keşke debe olan entyler editlendikten sonra debelikleri düşse de bu gereksizliklerden kurtulsak. editini entrynin başına koyan adam bile var:

    (bkz: #51830848)

  • ekonomik yapıyı devletlerin etkisinden mücerred kılıp piyasayı rekabetin yönlendirmesi temeline dayandıran 2.dünya savaşı sonrasının etkin ekonomi modeli diyebileceğimiz neoliberalizm paylaşım ve üretim modellerini etkilediği için toplumsal yapıları da dönüştürmeye başladı. demografik yapıyı tüketim esasına göre dizayn eden bu dönüşüme sosyoloji literatüründe "gentrification"; ismi veriliyor. türkçeye ise mutenalaştırma, seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, sıhhileştirme, mahremleştirme, centrifikasyon, jantileşme, kibarlaştırma gibi isimlerle çevrilmiş durumda. ama en yaygın olanı kendi içinde bir ironi barındıran "soylulaştırma"; sözcüğüdür.

    peki nedir soylulaştırma, soylulaşan nedir, neden birilerini soylulaştırılma ihtiyacı duyulmuştur?
    soğuk savaşın ilk dönemlerinde dünyanın bir kısmı sosyalist rejimlerle,diğer kısmı ise basit kapitalizmle idare ediliyordu. hatta sosyalist blok ülkeleri diğer ülkelerin kapitalizminin marksist teoride olduğu gibi geçiş basamağı olduğunu düşünüyorlar ve sosyalist enternasyonallerinde bu geçişi hızlandırmanın hesabını yapıyordular. ama neoliberal ekonomi modelinin global açılımı birdenbire bu işleri tersine çevirdi. çünkü kapital sahibi kitle paravan şirketlerle üçüncü dünyada üretim işini ucuza getirmeyi başarmıştı. bu ülkelerde avrupa ülkelerinin işçilerininki gibi elde edilmiş haklardan, sendikalardan söz edilemeyeceği için düşük ücretlerle ve kötü şartlarda işçi çalıştırmak mümkündü. üstelik bu ülke yönetimlerinin serbest sanayi bölgeleri oluşturarak postmodern gettolar meydana getirmesi bu işi daha da kolaylaştırmıştı. bu modeli benimseyen büyük firmalar zamanla avrupa ve amerika'daki fabrikalarını kapattılar. daha sonra da üretimle değil marka satışı ile ilgilendiklerini deklare ettiler. nitekim bu model daha sonra ilk kez "nike" tarafından denendiği için "nike tarzı üretim modeli"; olarak adlandırıldı.

    avrupa'da ve amerika'da fabrikaların kapatılması ise iki önemli sonucu beraberinde getirdi. biri işçi sınıfının hizmet sektörüne yönelmesi, diğeri ise insanların ürettiklerine göre değil tükettiklerine göre tanımlanmasıydı. ilki müstahdemlerin çalışma ortamlarını ayırarak sendikalaşmanın, ortak platform oluşturmalarının önünü kapattı. ikincisi ise toplumdaki sınıf sisteminin değişmesine, orta sınıfın eriyerek alt sınıfa iltihak etmesine sebep oldu. alt sınıf ve üst sınıf arasında makasın açılması zamanla suç oranının ve toplumsal huzursuzluğun artmasının başlıca nedeniydi. tüketen kesimin "normal" olarak tanımlandığı sistemde tüketemeyen kesim, yani "anormaller",hem görüntüyü kirlettiği, hem suç potansiyeli taşıdığı için(!) önce ötekileştirildiler, sonra yok sayılmaya çalışıldılar. işte şehirdeki bu dönüşümün ilk basamağını soylulaştırmadır.

    sosyo-kültürel açıdan bozulmuş, çöküntüye uğramış, dolayısıyla fiziksel çevresi de bozulmuş alanlarda, özellikle de tarihi kent parçalarında sosyal yapının ıslah edilmesi şeklinde tanımlanan soylulaştırma bir tür toplumsal mühendislik işlemidir. tüketim toplumuna katılamayan bilhassa tarihî kent parçalarına yerleşmiş göçmenlerin ve fakir yerli halkın şehir dışına yerleştirilerek yerlerine zengin, tüketebilen kitlelerin yerleştirilmesi pratiği insan sorunsalı atlanarak hazırlanmış ticari bir organizasyondur. şehirleri yaşanılan yerler olarak değil pazarlanan yerler olarak betimleyen neoliberalizm,vitrini en göz alıcı şekliyle dizayn etmeyi umduğu için mutsuz(=fakir) insanları veya köhne yapıları tasfiye etmenin yolunu aramıştır. hak sahibi olmanın kuvvetle orantılandırıldığı bu sistemin insanları çarkın işlemesi için üzerine düşeni yapacaktır. yani neoliberal dinin katedralleri olan alışveriş merkezlerinde satın alma işlemiyle ibadetlerini yerine getirecek, böylece üretilen yeni malların tüketimi için zemin hazırlayacaklardır. markalaşma ise bunun toplumda içselleşen bir statü olmasını kolaylaştıracaktır.

    kent sosyolojisinde chicago ekolü'nün temel sloganlarından olan toplumsal dönüşme kendini mekânda yansıtır önermesine tersinden bakıldığında, mekânda meydana gelen dönüşüm de toplumsal yapıda farklılaşma yaratacaktır. böylece soylulaştırılan bölgede suç oranının azalacağı iddia edilmektedir. öte yandan fakirlere kamu eliyle yeni yaşam alanları sunularak durumları düzeltilecektir. devleti ekonomiden soyutlayan neoliberal düşüncenin fakirlere kamu eliyle kaynak sunmaktan söz etmesi kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. öte yandan şehirden soyutlanan fakir halkın ekonomik hayata nasıl entegre olacağı ise ayrı bir soru işaretidir. suç oranına gelecek olursak, evet chicago'da suç oranı azalmıştır, hapishanelere mahkûmların sığmadığını hesaba katmazsanız tabi...

  • bugun bir kebapcıdan duydugum soz. yolsuzluk bu kadar sefilce ve salakca savunulamaz herhalde.
    sonra devam ediyor:" demirel, ozal, mesut yılmaz, ciller... hepsi yediler sanki onlar yemedi mi abi?"

    iyi de onları da siz sectiniz zaten be abim...

    ecevit yedi diyebiliyor musun??

  • yıl 2012 brent petrol 120 dolar motorin 4 tl
    yıl 2022 brent petrol 120 dolar motorin 30 tl

    sorumlusu, nass diyerek hem faizi, hem ithalatı, hem cari açığı, hem dış ticaret açığını, hem cds'i hem de enflasyonu aynı anda coşturup ekonomiyi batıranlardır.

  • cumhuriyet tarihinin en büyük vurgununu yapan adamın karısı.

    ebru gündeş, az önce programda "dilerim bu kara günler çabuk geçer çünkü çocuğumun incinmesini istemiyorum" dedi. her birinin cebinden 3221 tl para çalınan seyirciler, alkışlarıyla destek oldular.

    bu ülkenin başka bir noktasında ise maviş eşme'nin 40'ı çıkmamış oğlu ayaz, camı olmadığı için çerçevesi naylonla örtülen odada zatürreden öldü. eşi askerde olan maviş hanım'ın arkasında maddi destekçi kimse yoktu, her yoksula yetişemeyen devlet onlara da yetişememişti çünkü beslemesi gereken çok yandaşı ve kaçırması gereken milyon dolarları vardı.

    eminim maviş hanım da oğlu ayaz incinmesin isterdi.

    http://www.radikal.com.tr/…_zaturreden_oldu-1167883