hesabın var mı? giriş yap

  • kimseye su getir bile demeyen insandır. kendi işini kendi halletmeye o kadar alışmıştır ki, birinden yardım istemeyi, hele hele birinden onun yerine o işi halletmesini istemeyi çoktan unutmuştur.

    dahası zamanla birinin dur yardım edeyim demesi ona rahatsızlık verebilir. minnet duyma, borçlu kalma, zahmet verme gibi olacağından, yani böyle düşünüp sıkıldığından, kimseden bir yardım istemez.

    dünyada yükünü kendi omuzlamıştır. mesela halı sahada ayağı burkulur da kimsenin oyunu bozulmasın diyerek, sessiz sedasız kendi gider hastaneye. arabası yoksa bile beni bırakın demez.

    insanlarla sosyal ilişkisi olan ama onlara gerçekten dokunmayan bir insandır bu. sanki, insanlarla haşır neşir olsa, yakınlık kursa, işlerin kötüye gideceğini, kalbinin kırılacağını, onları severse bu yüzden acılar çekeceğini filan düşünür ve insanlara bulaşmamak gerektiğine kanaat getirdiği için, belirli bir ilişki dairesinden çıkmayarak yaşamını sürdürür.

  • son derece akıcı bir dille yazılmış, içinde geçen olayların katlanılmazlığı dışında okuru sıkmayan müthiş bir bir paul auster distopyası. olaylar ve dünya orwell' in 1984 ündeki kadar açık ve net olmasa da distopik romanın mottosunu yeterince sağlayacak kadar karanlık. bir nevi beterin beteri. roman karakteri anna'nın acı çekmekten kurtulmak için güçlü ve yüce bir kayıtsızlığa ulaşma, çevreden soyutlanarak ve acı çekmeyeceği bir yerde yaşama çaba ve düşünceleri son derece güzel ve düşündürücü. bu noktada acılardan kurtulmak için günümüz dünyası insanına bir tavsiye niteliği taşıyor. olay mekan ve zamandaki boşluk romanın bir rüya olduğu izlenimini veriyor. ya da romanı bir rüya olarak görmek tüm boşlukları kapatıyor.
    özeti:
    en kötüsüyle karşılaşmak, imkansızı yaşamak ve direnmek için güçlü yüce bir kayıtsızlığa ulaşmak.

  • ilkkan: ceyhun o kafeyi kendisi açamaz. para biriktirmeyle olacak iş değil. arkasında kesin biri var.

    ceyhun'u görür görmez ilkkan: böyle kimse o ne demiş, bu ne demiş, sen bunlara takma güzel kardeşim. güzel bir şekilde burayı işlet.

    yemin ederim şu muhabbet türk halkının yüzde 90'ını temsil ediyor.

  • iyi bir gulas icin oncelikle iki vazgecilmez malzeme gerekir: iyi et ve szeged kirmizi biberi... szeged kirmizi biberi (bkz: szegedi paprika) yerine tatli kirmizi biber de kullanilabilir ama purist bir yaklasimda iseniz ne yapip edip macaristan'da bez torbalar icinde satilan szegedi paprika bulmak elzemdir...

    ideal et dana etidir, biraz irice kusbasi haline getirilmis antrikot olabilir, bonfile olursa daha iyi olur... bu arada biraz da gerdan gibi etin joleli kismindan el altinda bulundurmakta fayda vardir... ayrica bir miktar patates, ve iyi bir beyaz sarap da gerekir... orta boy bir bas sogan yeterli olacaktir, soganin fazlasi ete tatli bir hava verip bir tencere gulasi rezil edebilir...

    yag olarak geleneksel macar mutfaginda ic yagi, veya kaz (kaz, bildigimiz kaz) yagi kullanilir... genelde dananin sirtindan cikan yagin kullanilmasi iyi sonuc verir, ancak yagi cok dikkatli kullanmakta fayda vardir, sadece icinde etin kavurulacagi kadar yeterli olacaktir...

    patatesleri haslandiktan sonra orta boy kupler halinde dogramak ve nadasa birakmak gerekir... fazla haslamamak da lazimdir, sonra patateslerin dagilmasi sozkonusu olabilir, daginik haldeki patateslerin tabak icindeki goruntusu hic hos olmaz... ayrica patateslerin icinde haslandigi suyun dokulmeyip saklanmasinda siddetle fayda vardir...

    soganlari klasik deyimiyle pembelesene ve kokusu cikana kadar kavurup etleri soganli yagda biraz cevirdikten sonra kirmizi biber ve istenirse bir veya iki dis sarmisak atilir... butun bunlar iyice halvet olduktan sonra iclerine bir kadeh beyaz sarap eklenir ve bir sure cevirilerek kavurulmaya devam edilir... istenilirse cok az un dahi eklenebilir, bir zarari olmaz... ote yandan patateslerin kaynadigi su tekrar kaynatilir, daha once konulmamissa tuz eklenir... kaynadiktan sonra etlerin kavuruldugu tencereye bu su, istege bagli bir miktarda konulur ve patatesler eklenir...

    cok su konulmamasi esastir, ancak cok az su konuldugu takdirde bu gulas olmaktan cikar, macarlarin pörkölt dedigi, bizim tas kebabimiza benzeyen baska bir yemek haline gelir...

    simdi öldurucu kisim... su da eklendikten sonra etin joleli malzemeleri alinir, bir tulbentin icine konur ve tulbentin agzi sikica baglanir... bu sekilde gulasin kivami artarken, nahos parcalar tulbentin icindeki esaretlerine devam edeceklerdir...

    15-20 dakika icinde gulas hazir olacaktir... gulasin yaninda yuvarlak sus biberi tabir edilen agiz yakma konusunda uzerine biber taninmayan kurutulmus biberler kucuk bir tabak icinde getirilir... bu biberlerin ozellikle cekirdekleri ayiklanir, kurumus kabuklari elle ufalanarak gulasin uzerine dokulur... bundan fazla gerekmez, cunku gulasin aci olmasinin hic kimseye faydasi yoktur, bunu pisiren kisi hakaret olarak dahi algiliyabilir...

    gulasin yaninda bulunabilirse egri bikaver sek kirmizi sarap icilirse daha otantik bir yemek olacaktir... baska bir yemek yapilmamasi durumunda daha sonra tokaji aszu tatli sarap icilerek tam bir macar soleni yasanir, fonda sandor deki lakatos'un muzigi esliginde olursa "vay be sanki matyas pince'deyim" diyebilir insan...

  • mantıku't-tayr'dan "kadın ile erkeğin destanı" gelsin o zaman :

    1.bir erkek bir kadın seviyordu ve onu görmek için çok aceleci davranıyordu.
    2.kadının,duvarları yeşil renkli ve temeli sağlam olan evi dicle'nin karşı kıyısında idi.
    3.erkeğin,altın işlemeli, bahçeli ve çatısı lâle bahçesi gibi olan evi ise dicle'nin beri kıyısında idi.
    4.erkek, ırmağın beri kıyısında kaldıysa da kadının aşkı, onun aklını başından almış idi.
    5.erkeğin gönlü,aşk hevesine kapıldıkça dicle'ye girip karşı kıyıya geçerdi.
    6.kadına der ki "bugün gözünde bir leke gördüm.bu leke dün gözünde yoktu."
    7.kadın der ki "artık geçmek için dicle'ye girme ve ömrünün boynunu vurma!."
    8.erkek der ki "ben on senedir bu ırmağı geçiyorum ve dicle'yi bir damla su gibi içiyorum."
    9.ben bir manda gibi her gün suya giriyorken, şimdi neden " artık girme" diyorsun?
    10.kadın dedi ki "ey canım,bu leke benim gözümde on senedir mevcut."
    11.dicle'ye hiç çekinmeden giren ve baktığında, gözümdeki lekeyi görmeyen , aşk idi.
    12.mâdem aşkın bitti, dicle'ye bir adım atarsan boğuluverirsin.
    13.o adam bu sırrı kavrayamadı ve ırmağa girip boğuldu.
    14.insan aşk evine aklı ile girmez ve sevdiğinin kusurlarını görmez.

  • muhtemelen müyap tarafından kapattırılmıştır. fizy'nin engellenmesiyle aklım başıma geldi. hemen gidip bir sürü albüm alacağım.

  • kilise ve cemevleri imkanlarınca mekanlarını başından bu yana depremzedelere açtı ve insanlara yardım etmeye çalışıyorlar.

    video'da konuşan insanların şikayet ettiği ise, bunlar gelenlere insan gibi davranıyor, çevresini temiz tutuyorlar. nasıl bir kültürden geliyorlarsa, böylesi bir şeyi, ancak özel eğitimli insanların yapabilceğini düşünüyorlar. yok, biraz karşındaki insana saygılı davranmayı ögrenirsen yeter, insana insan gibi davranılması gerektiğini umarım ögrenirler.

    diyanetin başından itibaren, tüm personalini ve imkanlarını depremzedelerin hizmetine sunması gerekirdi. bir tek camiden depremzede çocuklara ali babanın bir çiftliği var şarkısını okuyan eski imama rastladım, onu bu eleştirilerden ayrı tutarım.