ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
star gazetesiyle verilen ilk pringles
-
o sıralar leman'da işlenmiş bir konuydu hatırladığım kadarı ile. kozalak tipli bir adam gazeteyi yaymış ve üzerinde pringles yiyordu. yerken de "ulan ne iyi akıl etmişler firingısın yanında gazete vermeyi. yerken yere neyin dökülmüyo" diyordu. bir mehmet çağçağ prodüksiyonu idi evet.
unutmamak
-
zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.
bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. "şef, hadi gel bi bardak çay içelim" dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle "hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?" diye sordum. "yoo, öyle sıkıldım biraz" dedi.
zonguldak' ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. "yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?" dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. "çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor" dedim ben de güldüm.
biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.
on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa' dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin' de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.
"kaç yaşındasın?" diye sordum, "kırk iki yaşındayım şefim" dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. "o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum" dedi. "ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de"
akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. "eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de" dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.
ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.
size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa' ya haksızlık olur gibi geldi.
unutmamak deyince hep mustafa' nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.
yaran başlıklar
kemal sunal filmlerinde natuk baytan ekolü
-
natuk baytan'ın kemal sunal filmlerinde yarattığı ilginç karakterler:
(bkz: dikiştutmaz sabri)
(bkz: sansar selim)
(bkz: gaddar kerim)
(bkz: gardırop fuat)
(bkz: kara erol)
(bkz: karbonat erol)
(bkz: marmara kazım)
(bkz: limoncu şükrü)
(bkz: meyhaneci selami)
(bkz: susta kazım)
(bkz: bombacı niyazi)
(bkz: karamürselli deli hamdi)
(bkz: kız ismet)
(bkz: bombacı mülayim)
(bkz: ayı abbas)
(bkz: amorti kazım)
(bkz: gerzek hamdi)
(bkz: tango necla)
(bkz: düzceli arif)
(bkz: sarı recep)
(bkz: pezevenk malik)
(bkz: urfalı apti)
(bkz: şişçi coşkun)
(bkz: papağan ziya)
(bkz: palabıyık rocky)
(bkz: komodin bahattin)
(bkz: vagon necmi)
(bkz: infocu necati)
(bkz: duba hüsnü)
(bkz: ustura kemal)
(bkz: opel necati)
(bkz: manyak rıfat)
(bkz: kerpeten hüsnü)
(bkz: ahlaksız avni)
(bkz: pilavcı cengiz)
(bkz: barut osman)
asimov cascade
-
rick and morty s05e02'de karşımıza çıkan bir tanım.
bölüm yayınlanmadan öncesine yönelik google'de arama yaptığımızda karşımıza bir şey çıkmıyor. yani pek yaygın olan (ya da en azından var olan) bir kullanım değil.
cascade sözcüğünü ise half-life'ta gordon freeman'ın xen kristalini test etme çalışmalarında ortaya çıkan kontrolsüz ve geri döndürülemez portal açılışlarının başladığı bölüme verilen isimden hatırlıyorum. (bkz: resonance cascade)
--- spoiler ---
r&m'e dönecek olursak, okuduklarımdan asimov cascade ile bölümde de decoy'ların (klon değil haha) birbirini öldürmeye başlaması, bunun geri döndürülemez bir chain reaction'a dönüşmesini tanımladığını anladım.
bir şekilde rick'ler kendi yarattıkları decoy'ların öldürülmeye başladığını fark ediyorlar ve anlaşılan her biri bir asimov cascade oluşacağını varsayarak bir savaşın içine giriyor ve decoy olduğunu varsaydıkları diğerlerini öldürmeye başlıyorlar.
kimin decoy kimin gerçek olduğunu tabii ki bilmiyoruz. bölümdeki rick'lerin de bilip bilmediğini bilmiyoruz, zira her biri kendisinin gerçek olduğunu ve diğerlerinin kendisinin yarattığı bir decoy olduğunu ya da kendisinin yarattığı decoy'un yarattığı bir başka decoy olduğunu (bu böyle gidiyor) varsayıyorlar ve günün sonunda amaç kendi survival'ları için diğerlerini öldürmek.
newsweek burada şöyle bir referans vermiş: decoy'ların kendi survival'ları için diğer decoy'ları öldürmeleri asimov'un 3. yasasına (yani robot'un kendi güvenliğini koruması yasası) uygundur.
özetleyecek olursak, tüm rick'ler kendisinin gerçek olduğunu düşünüyor. kendisinin gerçek olmadığını düşünse bile diğer rick'lerin de gerçek olmadığını düşünüyor. her iki durumda da hayatta kalmak için diğerlerini öldürmek zorunda çünkü asimov cascade başladı ve tüm rick'ler ölmemek için öldürmeleri gerektiğini varsayıyor.
--- spoiler ---
son olarak decoy nedir?
decoy, hayvan avlarken kullanılan av. google'a yazınca çakma ördek fotoğrafı çıkıyor.
teşekkürler.
çocukluk dönemi sanrıları
-
köpekleri erkek kedileri kız sanırdım
spermler arasındaki diyaloglar
-
-olm ben çıkıyorum
-lan manyak herif üzülüyo işte bekle 2 dakka da kıza mahcup olmasın.
8 temmuz 2014 brezilya almanya maçı
-
"brezilya farkı 6 ya indirdi." bu sikko dünyada şu cümleyi de duyduk.
istanbul'da 164 ölüm varken ülkede 92 kişi ölmesi
-
istanbul büyükşehir belediye başkanı ekrem imamoğlu ibb'de bugün rapor edilen bulaşıcı hastalık kaynaklı ölüm sayısını 164 olarak açıklarken, aynı dakikalarda yalancı fahrettin'in ülke çapında ölüm sayısını 92 olarak vermesiyle ortaya çıkan sonuçtur.
edit: her bulaşıcı hastalık covid değildir diye karşı çıkan arkadaşlar haklıymış. imamoğlu az önce ölenlerin hepsinin kara veba kaynaklı olduğunu açıkladı. covid'den 1 kişi ölür gibi olmuş ama suni teneffüs yapıp hayata döndürmüşler.
birden popüler olup her yerde kullanılan kelimeler
umut sarıkaya
-
- pardon siz marjinal şair basri özakıncı değil misiniz?..
+ evet benim de.. ve fakat siz beni nasıl tanıdınız? hiç bir edebiyat dergisine fotoğraf vermem ben...
- orspu çocuğu 3 aydır kiranı ödemiyosun şerefsiz!..
+ ah yitip giden...
bu seçime kadar camide tek fotoğrafın var mı
-
hepimizin de bildigi gibi cumhurbaskanliginda en onemli kriter camiide cekilmis fotograf sayisidir.
t: reis'in hakli beyanidir, olaysiz dagilin simdi vatan haini capulcular.
(bkz: i swear i will call 911)