hesabın var mı? giriş yap

  • unutamadıklarım no:5

    yıl 1998, lise 3'teyim. para biriktirmişim ve playstation alacağım. normalde anadolu çocuğuyuz ama sırf playstation almak için istanbul'a gelmişim. doğubank'a nasıl gideceğim ezberimde. galata köprüsünde yürüyorum. boyacının biri "birader bir bakar mısın" dedi. azıcık istanbul tecrübesi olan birisi boyacıların frekansından gelecek tüm yayınları filtrelemesi ve reddetmesi gerektiğini bilir ama dedim ya, anadolu çocuğuyuz, safız.

    - efendim?
    + ayakkabın çok kirli, gel bi tozunu alayım.
    - yok istemem.
    + ya gel, benden, ikramım.

    tabi tozunu almaz sadece, azıcık da boya sürer. işlem esnasında da hapisten yeni çıktığını, adam bıçaklayıp öldürdüğünü falan anlatıp beni korkutur. ne kadar verdiğimi net hatırlamıyorum ama şöyle söyleyeyim, ayakkabı boyamak 10 tl ise ben 100 tl vermişimdir bu eşkiyaya. her mal gibi beni tartaklamadığı için bir de teşekkür edip yoluma devam ederken ikinci bir boyacı "kardeş bir baksana" diye seslendi. ve arkadan o muhteşem bağırış geldi: "ahmeeet, bırak bırak ben aldım!".

  • türk askerlerinin inanılmaz yalnız bırakıldığı, adeta gözden çıkarıldığı savaş. türkler amerikalıların ve ingilizlerin hatasından dolayı 3 gün boyunca yüzlerce kilometre yolda hiç bir zırhlı desteği olmadan, yürüyerek çekilmek durumunda kalmışlardır. yıllar sonra açıklanan ingiliz belgelerinde, 'türkler onları orada yalnız ve techizatsız bırakmamızdan dolayı bize çok sinirlenecekler diye düşünmüştük. ama hiç bir tepki vermediler' şeklinde geçmiştir bu olay.
    türkler ise bugün bile sözde müttefiklerinin kendilerini sik gibi ortada bırakmış olmalarını tartışmazlar da nasıl kahramalık yaptık, çok kaybımız oldu ama tarih yazdık zihniyetindedirler.
    zaten batı için türkler bu nedenle vardır, asker diye koy bi yere ölsün, sonra kendini kahraman sansın... biz kendi insanımıza ve hayatına değer vermedikçe kimse de bize vermeyecektir değer. ileri olmak ve geri kalmak'ın arasındaki ayrım burada sanırım.

  • her şey bir friendfeed iletisi ile başladı. ne kadar dalga ne kadar gerçek olduğu bilinmez, birisi sözlükte yazılanlardan dolayı iki polisin kapısına dayandığını iddia ediyordu. önce olayın doğrulanmasına çalışıldı. evet olay doğruydu. sonra olayın niteliği anlaşılmaya çalışıldı. klasik olarak dini değerlere hakaret prim yapar mı hocu olayıydı. buraya kadar olay bilindik bir türkiye hikayesiydi, ekşi sözlük hikayesi değildi.

    sonuçta buraya üye olan herkes, asgari olarak okuma yazma biliyor demekti. yazdıklarından dolayı dava konusu olabileceğini ve sözlüğün kendisini legal planda savunmayacağını da biliyor olması gerekti. malum hukuk ilkesi yasayı bilmek mazeret sayılmaz ve bu bir ekşi sözlük yasasıydı. bireysel bir ihbar ve bununla bireysel olarak mücadele etmesi gereken yazarlar vardı.

    burada tek bir gariplik vardı. savcılık entryi silin dediğinde, yazara danışmadan kendi hukuk gücüne güvenerek hayır çekmeyi bilen site yönetimi, yazarın soruşturma konusu olmasında bahis görmezken, hatta reklamım olcak hafız diye avuç kaşırken, iş o yazara durumu bildirmeye gelince kanun boyle yalanına sığınıyordu.

    zaman geçtikçe hikaye garipleşmeye başladı. çünkü bireysel bir şikayet değil belli bir başlıkta yazan yazarlara toplu bir saldırı vardı. sözlük yazarlarının hiçbir haberi olmaksızın sadece sözlük yönetiminin bilgisi dahilinde, bu işlerdeki inatçılığıyla meşhur biri tek tek ihbarda bulunmuştu. yani olay yazan yazarların bireysel sorumluluğu değil sözlüğün kendisiydi. ama karşı taraf kurnazca davranarak sözlüğe yönelmiyor, yazarlar üzerinden dolanıyordu. ki sözlüğe yönelmesi halinde leoparı karşısına alacaktı. malum leopar ve zebra ekmek kapılarına yönelik en küçük bir riskte hemen ayaklanıveriyorlardı.

    aynı adresden aynı anda 100 istem gelse ddos saldırısı var diye alarma geçen sözlük yönetimi, aynı adresten peş peşe yazarlarına yönelen bu saldırının, bireysel olarak yazarlarına değil bizatihi kendi varlığına yöneldiğini görmüyor, görmek istemiyor ve hala aynı kavalı üflemeye devam ediyordu. hatta daha da korkakcası bunu o yazarlardan saklıyordu. çünkü o yazarlardan hiçbiri arkadaşları, eşi dostu filan değildi. öyle olsa malum alttan haber uçururlardı yoksa canım. onun yerine her zaman yaptıklarını yapıp peşlerine bir sürü fare takılmasını sağlayacak kaval nağmelerini üflemeye devam ediyorlardı.

    şimdi sayısı bilinmeyen, sözlük yönetimince yasalar böyle bahanesi ile kendilerine haber bile verilmeyen sözlük yazarları haklarındaki ihbara istinaden yapılacak işlemi bekliyor veya beklemiyor. sözlük yönetimi bu yol bir kere açıldığında ve duyulduğunda sözlüğün ağzına sıçılacağını anlamıyor bile. tek bildiğimiz aralarında ssg, kanzuk veya onların sevdiği birilerinin, yani yasaların işlemez hale gelmesini sağlayacak birilerinin olmadığı. ha leopar. onun başlığına yakında sakallı bir abi şu bakınızı verecek:

    (bkz: kuyruğunu tutmadan leopar böyle sikilir)

    benim onbinlerce sıradan sözlük yazarından biri olarak bu hikayeden kendi payıma çıkardığım şu: allahı kitabı tık olan ve kendilerini asgari esnaf ahlakından bile azade kıldıklarını cümle aleme ilan edenlerin tek bir fazla tık elde etmesini bile engellemek. olur ya tesadüfen biri bir konuda gugılda sörç yaparken entarime rastlar da siteyi tıklar diye silerim entarilerimi, canım yazmak isteyince yazarım, eğlenmek isteyince eğlenirim, sıfır katkı maksimum keyif. tıpkı as you like it.

  • yaklaşık 4.5 senedir benim bu kişi.
    aslında her şey kafada bitiyor, düzenli spor da şart tabii.
    sabah 6.15 gibi uyanıyorum. zaman ayarlı kahve makinesi aldım, alarmla beraber kahvem hazır oluyor.
    hızlıca kahvemi yudumlarken akşamdan hazırladığım spor çantamla fitness merkezine geçiyorum.
    bu kısım çok kritik, en az 5 km koşmadan güne başladığımda, gün içinde bitkin oluyorum.
    koşu bandında ter atarken çin ve abd piyasalarında gece neler olmuş hızlıca tahlil ediyorum.
    spor sonrası da vitamin bar'da cornflakes’imi yerken gün içinde atılacak e-mailleri hazırlıyorum.
    saat zaten 8.30 oluyor bu vakte kadar ve ofise geçiyorum.

    güne erken başlamak, zinde uyanmak çok önemli ve tamamen motivasyon meselesi, abartılacak bir durum yok...

    ...demek isterdim ama snooze’un dibine vuruyorum sabahları, neredeyse uyku sürem kadar snooze ediyorum. heil snooze.

    debe edit: yoğun talep üzerine kahve yapan çalar saat

  • izlerken inanamadığım durumdur. üst üste beş haber oldu, akp'yi öven hiçbir cümle olmadığı gibi ince ince sürekli eleştiriyorlar.
    bir örnek vereyim, soylu'nun "kendinize gelin ayıp yahu" dediği kadına şiddet olayları haberlerini verdikten hemen sonra kadın spiker "kendinize gelin demek kolay elbette" dedi ve bu haberin ardından üst üste iki tane kadın cinayeti haberi verdiler. şu anda da kadın cinayeti sayıları üzerine konuşuyor spiker. ilginç bir durum.

  • saldırıyı yapan baş örtülü bir bayandır. ne acıdır ki 15 yıl önce bu baş örtülü bayanın hakları için mücadele eden insanlara da kelepçe takılıyordu. tartaklanıyordu.
    üniversite yıllarımda derme çatma barınaklarda başörtüsü çıkartılır veya peruk takılırdı. yağmurda çamurda içim sızlardı. okul girişlerinde isterlerse arabamda başörtülerini değiştirebileceklerini teklif ederdim. birçoğu reddetmezdi.
    benim gibi muhafazakar kesimden gelen ve sol kesimden birçok arkadaşım başörtüsü mücalesine destek oldular. fakat görüyorum ki üzerinden çok fazla yıl geçmeden mazlum, zalime dönüşmüş. kendisi gibi olmayanı yumruklayabiliyor. birazcık vicdan yahu....

  • ilk kimin aklına geldi bu yalan acaba ? adamı tebrik etmek lazım. bu kadar insana kendini inandırdı ve ülkede kötü olan her şeyi bu yalana bağlattı.

  • ekonomi uzmanı değilim,hatta sözelciyim. bir sözelci gibi anladığım ve öyle anlatacağım durumdur. azıcık uzun olabilir ancak yormayacak diye düşünüyorum.

    öncelikle dolar veya euro artmıyor. tl değerini ve itibarını yitiriyor. bunu bilelim.

    bilmemiz gereken ikinci şeyse doları birilerinin artırmadığı. yani bazıları sanıyor ki trump'ın önünde düğmeler var. adam kafasına göre dolar yükseltiyor. "ver papazı.", "vermem." al sana 4,80... "veriyor musun?", "vermiyorum!", "al ulan 5.40 yaptım!"

    böyle bir dünya yok.

    şimdi gerçeklikle kucaklaşalım. tl değerini, itibarını yitiriyor dedik. liranın değeri ülkenin değerine bağlıdır. ülke itibarsızlaşır, güvenilmez olursa lira da onu temsilen düşüşe geçer.

    bir mahalle örneğinden yola çıkarak anlatalım:

    diyelim ki ilimizde bir banka açılışa özel çok düşük faizli krediler verdi. mahallemizde herkes bu kredileri alıp bankanın verdiği dolarları cebine doldurdu. komşumuz ali amca bu paralarla evine iki kat daha çıktı. aysel teyze tarlasını genişletip ektiği ürünleri çeşitlendirdi. haydar abi küçük bakkalını markete çevirdi. biz de itibardan tasarruf olmaz diyerek gösterişi sevdiğimizden evimize kocaman avizeler aldık. ortalık pırıl pırıl. efendim kalktık en lüks mutfak tezgahını, dolapları, çekyatları aldık. ne bileyim ailemiz 4 kişiydi ama 12 kişilik masa aldık. hatta çok güzel garaj yapıp içine güzel bir araba koyduk vs.

    mahallede herkes evimizi parmakla gösteriyordu. "vaaay şunlara bak, eski evden eser yok. maşallah iyiler ha!" diye bize imreniyorlardı.

    aradan zaman geçti. banka dedi ki eh hadi bakalım şimdi taksitleri almaya başlayalım.

    ali amca evine iki kat çıkmıştı. karısı "ne yapacağız, evimiz var..." diye dırdır etmişti ama ali amca bunları kiraya verdi. krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor. ali amca kafası çalışan adammış. ali amca güvenilir. ali amca adamın dibi.

    aysel teyze tarlayı ve ürünlerini genişletmişti. aysel teyzenin ürettiği sebze, meyve arttı. daha çok kazanır oldu. aysel teyze krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor. aysel teyze güvenilir. aysel teyze kral.

    haydar abi market sahibi olmuştu. satışı birken on oldu. hatta ikinci marketi açmayı düşünüyor. haydar abi krediyi gelire çevirdi. şimdi bankaya rahat rahat ödüyor.haydar abi güvenilir adam. kafası çalışan adam.

    banka bizden parasını istiyor. bizim ailenin reisi avizeler aldı, lüks eşyalar aldı. ancak gelirimiz hiç artmadı. hanım ve küçük çocuk böyle cillop gibi eşyalarla yaşarken çok mutlulardı. ancak büyük çocuk hep nasıl ödeneceğini düşünüyordu. ileride zorluk çekeceklerini söylüyordu ancak anne ve baba "buna iyilik yaramaz." diyordu. "eskiden beton zeminde oturuyordun odanda, şimdi parkede gidiyorsun hala beğenmiyorsun." diyorlardı.

    eskiden herkes bizim evi beğenirken aslında hazır yiyici olduğumuz ortaya çıktı. mahallede bir itibarımız kalmadı. kimse bize güvenmiyor. bizim aile reisi "param var." dese de mahallede artık ne parasının ne sözünün kıymeti var. aile reisi evdekiler mırın kırın edince "en güzel eşyalarda oturuyorsunuz halen nankörlük ediyorsunuz!" diye kızıyor. çocuk "baba neden bizim hiç paramız yok?" dediğinde aile reisi en güzel evin onlarda olduğunu ve bu yüzden komşuların onları çekemediğini söylüyor.

  • bu istikrarını koruyabilirse aşağı yukarı 2 yıl sonra sıra bana da geliyor hayırlısıyla...