hesabın var mı? giriş yap

  • törensel olandaki şiirselliği verebilen ender şeylerden biri. baştan sona bir ritüeldir pipo ve siz sadece bu ritüelin bir parçasısınızdır.
    size bu ritüeli sıfırdan alıp anlatmak istiyorum. belki yazılanları tekrar edeceğim ama ahengi bozmaması için yapacağım bunu, affeyleyin..

    piponun öyküsü

    iyi bir piponun öyküsü korsika veya küçük asya'da kayalık arazide yetişen bodur ağaçların kökünde bir yumru olarak başlar. iyi bir piponun ağacı sert, gözenekli ve ısıya dayanıklı olmalıdır. ağaç ne kadar yaşlıysa, ondan yapılacak pipo o kadar iyi olacaktır.

    yüz yaşını geçmiş ağaç yumrularından yapılan pipolar en iyileridir. çünkü ağaç kökleri artık yaşlanmış ve olgunlaşmıştır. kayaların içine girmiş olan bu kökler, çıkarıldıktan sonra suda kaynatılarak bitki özünden ve etrafındaki kaya ve toprak parçacıklarından arındırılırlar. bundan sonra kuruması ve yaşlanması için 4-6 yıl saklanır. ustalar, ancak bu işlemlerden sonra pipo yapımına geçerler.

    dikkat, yetenek ve zaman piponun yapımında vazgeçilmeyen öğelerdir. kaliteli pipo için iyi işlenmiş ağaç kullanılması zorunludur. avrupa'daki en iyi pipo yapımcıları ağacı işlerken şu işlemlerden birini kullanırlar:

    1. kalmış olabilecek acı bitki özünü tamamen arıtmak için ağacı kontrollü bir ısı altında fırınlamak.
    2. ağacı bitkisel yağlar içinde kaynatarak tekrar 12 ay kurutmak.
    3. ağacı ısı kontrollü sıcak kum içinde fırınlamak.
    4. ısıtılmış ağaca 2.5 cm kareye 50 kg'lık basınç altında kum püskürterek ağacın yumuşak kısımlarını temizlemek ve piponun dış yüzeyini genişletmek.
    5. ağacı roma yatırarak, özünü ve reçinesini eritmek.

    bu işlemlerden sonra pipoya son şekli elde verilerek cilalanır, parlatılır ve sizin yıllar boyunca keyifle içebileceğiniz pipo hazırlanmış olur. kişinin birkaç iyi pipoya sahip olmasından duyacağı haz kuşkusuz çok büyüktür. pipo içmeye karar verenler işe iyi bir pipoyla başlamalıdırlar.

    yeni bir piponun seçimi

    normal olarak simetrik damar düzeni ve minimal sayıda kum çukurları bulunan, doğanın verebildiğince mükemmel, 1. kalitede bir pipoya ancak yüzde bir oranında rastlanır. arta kalanların tümü 2. kalitedir. bunlarda yüzeysel lekeler ve kum çukurları bulunur. bu çukurcukların bazılarının çok belirsiz olmalarına karşın, bazıları dolgu gerektirecek şekilde büyük olabilirler. ancak bunlar hiçbir şekilde içim kalitesini etkilemezler.

    işlenme yöntemleri aynı mıdır? pek çok firmanın 2. kalitede pipolar için komplike yöntemleri kullanmadıkları doğrudur. zaman içinde 2. kalitede pipolar kırılma açısından daha dayanıklı olmaktadır. ancak avrupa'daki bazı firmalar ağaçların tümünü bir arada işleyip sonra kalite ayırımı yapmaktadırlar. ne kadar fazla para ödersem o denli iyi pipo alabilirim varsayımından hareket etmek son derece sakıncalıdır. önemli olan iyi markaları aramaktır. tütün satan yerler genellikle bu konuda yardımcı olabilirler. bizim görüşümüze göre, doğal veya balmumuyla cilalanmış olanlar vernikli veya boyanmış olanlardan çok daha iyidir. aynı zamanda seçim yaparken piponun hafif olmasına ve filtre sistemi bulunmasına dikkat edilmelidir. ağaç pipoyu elinize alıp tartın, piponun içimini güzelleştiren ağacın yaşlanmış ve iyi işlenmiş olmasıdır. yaşlı ağaç, genç ve yeşil olandan daha hafiftir.

    pipo içimi

    pipo üstatlarının belli başlı tekniklerini öğrenmek pipo içiminden duyulan hazzı arttıracaktır. bu çabalar yinelenen, serin ve kuru içimle ödüllendirilecektir. pipoyu doldurma, yakma ve sıkıştırma inceliklerini kavramak sadece tütünün zevkle içilmesini değil, aynı zamanda piponun da daha iyi yanmasını ve yanık kalmasını sağlayacaktır.

    yeni bir piponun kullanıma hazırlanması

    piponun haznesi su ve bal karışımı ile ıslatılır. bundan sonra yapılan ilk doldurma işlemi kısmi veya tam olabilir. the tinder box, ilk yakışta haznenin çakmak veya kibritten yanma olasılığını ortadan kaldırma açısından, tam doldurmayı önerir. bunun yerine piponuzu içime üç aşamada da hazırlayabilirsiniz. genel olarak ilk beş gün 1/3 oranında, ikinci beş gün 2/3 oranında, daha sonra ise tamamen doldurularak içilebilir. ancak bu beş günlük süreyi ne kadar uzatırsanız, piponuzun uzun ömürlü olmasını sağlarsınız. en önemli nokta tütünün dibine kadar içilmesidir. pipo içimi ağır ağır olmalıdır. gerektiği zamanlarda sıkıştırılıp tekrar yakılmalıdır. pipo çok ısınınca dinlendirilmeli, ancak bundan sonra külü temizleyip, yeniden yakılabilir. piponun ısınıp ısınmadığını yanağınıza değdirerek anlayabilirsiniz. yanağa rahatsızlık veren ısıdaki bir pipo soğuması için kenara bırakılmalıdır. haznenin dibinde oluşan karbon tabakası hedefiniz olmalıdır. bu şöminedeki bacanın daha iyi çekmesini ve tam yanmayı sağlayan ızgaranın işini görür.

    pipo doldurmadaki üç bölüm

    1. tütünü hazneye koyun. tütün seviyesi piponun ağzını geçmemelidir. tütünü hafifçe bastırarak haznenin 2/3 ünü boş bırakacak şekilde sıkıştırın.
    2. hazneyi tekrar doldurun ve biraz kuvvetli bastırarak haznenin 1/3 ünü boş bırakacak şekilde bastırın.
    3. hazneyi tepeleme doldurun ve kuvvetle bastırın. tütünde hafif bir esneklik kalmalıdır. tütünü haznenin seviyesine getirin.

    yakma

    uzun ve ağır ağır çekerek yakın. kibriti ağır ağır tütünün dış kenarlarında gezdirin. bu işleme tüm üst alan yanana dek devam edin, pipoyu ağzınızdan çıkarın ve yanan tütünü hafifçe yanmamış tütünlerin üstüne doğru bastırın.

    tekrar yakış

    ilk yakış, yalancı veya ateşleme yakışı olarak bilinir. bu çeşit bir yanışı güvence altına alır. pipo içiminde nefes alışverişleri ritmik olmalıdır. pipo içiminde küçük bir balonu şişiriyormuş gibi içine üfleyin. bu yöntem piponun dibine tıpkı körüğün demirci ocağına verdiği gibi hava verir. pipoyu ağır ağır için ve yeni piponuzun çok ıslanmamasına özen gösterin.

    önemli not

    ilk yakışta meydana gelen külleri atmayın. bunun yerine gevşek külleri hafifçe alın. bunlara eşlik eden yanmamış tütün, piponuzu yeterince içmediğiniz anlamını taşır. piponun dibinde kalan kül kalıntılarının gri olmasına dikkat edilmeli ve karbon tabakasının önce piponun dibine yerleşmesi sağlanmalıdır. karbonlaşan kısım piponun içini kapladıkça eşitliği kaybolabilir. bu durumda konik bir karıştırıcıyla bu tabaka üst kısımdan inceltilip dip kısmında biraz daha kalınlaştırılır.

    yeni bir piponun temizlenmesi

    yeni bir pipoyu temizlerken, pipo temizleyicisinin kullanımına çok dikkat edilmelidir. bunu haznenin dibine kadar iterseniz, karbon tabakası daha oluşmadan sıyrılır.

    piponuzla rahat olun ve keyiflenin

    pipo içiminden duyulan zevkin bir bölümü de kişiye verdiği keyif ve gevşemedir. ağır ağır için ve iyi tütünün tam tadını çıkarmak için acele etmeyin.

    piponun bakımı

    pipoyu en az bir gün dinlendirip birikmiş zift ve nemin kurumasını sağlayın. pipo temizleyicisini nemi emmesi için sapın gövdesi içine yerleştirip bırakmayı alışkanlık haline getirin. pipoyu bıraktığınızda hazne saptan alçakta olmalı, böylece pisliğin akışı sağlanır. iyi, kuru bir pipo daha serin ve tatlı bir içim verir.
    pipolarınızın bakımına aşırı özen gösteriniz.
    piponun sapı veya ucu okside olup grimsi bir renk alınca ağızda acı bir tat bırakır. o zaman '400' lük ıslak bir zımparayla temizlenip tekrar eski rengini alıp parlayıncaya kadar ovulmalıdır. sertleşen, kokulu ve acılaşan pipoları bazı firmalar, kanala kaynamış alkol döküp, birikmiş ziftleri temizleyerek eski haline dönüştürürler.

    pipo içimindeki yaygın problemler

    dil ısırma duygunu yaratan nedir? aşağıdaki nedenlerden bir veya birkaçı bu sonucu yaratmaktadır.

    1. hazne dibinde yeterli veya hiç karbon tabakası bulunmaması, bu piponun ısınmasına, ısınmada dil ısırmasına neden olur.
    2. işlenmemiş, verniklenmemiş veya boyanmamış pipolar. böyle pipolar nefes alamaz.
    3. hazne dibindeki tütünün çok sıkıştırılması. böylece tütünde yanma süresi için gerekli hava boşluğu kalmaz.
    4. meyan, çikolata ve vanilya ile yapay olarak aromatize edilmiş tütünün kullanılması, bunlar piponun dibinde nemli bir kütle bırakarak donarlar.
    5. eşit ve yeterince sık bastırılıp sıkıştırılması.
    6. çok hızlı içilmesi.

    pipo tütünü hakkında unutulmaması gereken noktalar

    tütün zevki kişiye göre değişir. size en uygun olanı bulana dek değişik tütünleri deneyin. yeni bir tütünü denerken, eski tütünün ziftini yakmak için piponun en az 6 kere doldurulması gerektiğini unutmayın. ancak bu aşamadan sonra yeni tütünün gerçek tadını alabilirsiniz.

    tütününüzü rutubetlendirmek için göstereceğiniz özenin karşılığını mutlaka göreceksiniz. çok kuru tütün hızlı ve sıcak içim verir. çok rutubetli olan ise sulu ve acı. tütün torbanıza bir nemlendirici tablet koymanızı öneririz. bu tablet haftada bir suya sokularak ıslatılıp, tütünün içine konur. bu arada sık sık karıştırmak rutubetin eşit olarak yayılması açısından önemlidir.

    tütününüzü nemlendirmek için elma ve patates kullanmayın. bunlar küflenip tütünün acılaşmasına neden olurlar.

  • perpa ticaret merkezi nde yaşadığım fantastik bir durumu anlatmak istiyorum;

    öncelikle perpa dönemin istanbul büyükşehir belediye başkanı bedrettin dalan tarafından, eski perşembe pazarının alternatifi olarak yaptırılmış bir ticaret merkezidir. istanbul avrupa yakasında darülaceze'nin yanındadır.

    arkadaş, bu nasıl mimaridir. yemin ediyorum simülasyonda sıkışıp kaldım zannettim. öyle şeyler yaşadım ki akla ziyan. birkaç tuhaf örnek;

    asansöre binmek için sıra bekledim, bindim ama çıkacağım katın tuşu yok. diğer asansör sanki miraca çıkmış gibi gelmek bilmedi. gelse de istediğim kata çıkıyor mu bilmiyorum. merdivenle çıktım, çok gariptir ama bir kat çıkıyorum üç kat çıkmış oluyorum. iki kat iniyorum bu sefer beş kat inmiş oluyorum.

    dört beş kat çıkıyorum ve ofislerin olduğu bir kata geliyorum. tabii aradığım yeri bulamayıp bir kat daha çıkıyorum ve sürpriz; otoparka girmişim. evet otoparka. neyse bir kat üste daha çıkıyorum ofisler var, sonra bir kat daha çıkıyorum ve sürpriz; yine otoparka gelmişim. matrix evreni gibi bir yer.

    bir yerden geçiyorum yol bitiyor. merdivenden iniyorum yine yol bitiyor, bir yere varmayan yol, bir yere inmeyen merdiven yapmışlar. örnek veriyorum 8. kattan 7. kata iniyorum ama yine 8. kattayım. geldiğim kata geri çıkayım diyorum bu sefer bir bakıyorum 10. kattayım.

    navigasyonsuz ülkeyi dolaşan adamım, yeminle perişan oldum. spor salonuna gitsem bu kadar kalori yakamazdım. allah aşkına biri söylesin bu nasıl bir mimari. kamera şakası niyetine kurulmuş büyük bir plato gibi.

    kızın biri benden yardım istedi, o da kaybolmuş. sonra birlikte tekrar kaybolduk. çıkışı tepeden görebiliyoruz ama oraya varamıyoruz. çok acayip bir deneyimdi.

    (gideceğim yeri arayıp kayboldum amk gelin beni alın diyemedim. sanırım biraz da hoşuma gitti.)

  • hala bazı sayılara doğru diyenlere golü atmıştır.

    bütün ülkeler vatandaşlarına para yağdırırken seninki iban vermiş, salgının ilk günlerinde akp'liler tanıdıklarını karantinadan kaçırmış, ilk günlerde bile sayılar zorla verilmiş, aytaç yalman'ın ölümünü saygı öztürk açıkladı diye kabul etmek zorunda kalmışlar, ilk vakayı sağlık bakanı 11 mart diye açıklamış ancak gencecik bir hemşirenin 7 mart'ta yakalandığı anlaşılmış (maalesef keybettik kendisini :/ ) ve 15 bin umreciye ülkeye giriş izni verilmiş, umrecilere ateş düşürücü verilmiş, gelen tepkiler üzerine mansur yavaş'ın da girişimiyle ankara'da yer ayarlanmış ve o umrecilerden 5 bin tanesi karantinaya alınabilmiş. daha yine ilk günlerde malzememiz yok diyen doktorlar soruşturulmuş ve gözaltına alınmış. hatta bir doktorun meslektaşlarına karşı yaptığı açıklama yayınlanınca başına gelmeyen kalmamıştır.

    bütün bunlar daha sadece başlangıç. 10 nisan'da yaşananlar, istenilen iban, belediyelerin yardımlarının engellenmesi ve banka hesaplarının bloklanması bunları saymıyorum.

    şimdi ibb başkanı diyor ki son yılların ortalamasına bakınca istanbul'da büyük bir ölüm artışı var diyor. nasıl oluyor bu? corona salgını varken veremden mi olacaktı bu yani? işte hep dediğimiz bu zaten, benzer artış diğer şehirlerde de.

    şimdi bunların verdiği sayılara doğru diyorsunuz bir de vah yazık!

  • - ramazan denince aklınıza ne geliyor?

    italyan: pide!
    rus: pide!
    ispanyol: güllaç!
    koreli: nihat hatipoğlu!!!

    adsşlkasşldkadls

  • öncelikle şunu belirtmeli, amacınız öykü yazmak ve dergilerde yayımlanmasını sağlamaksa, kesinlikle 2000 kelime ve aşağısında öykü yazmaya çalışın. günümüzün edebiyat dergileri hatta internetteki edebiyat portalları bile 2000 den fazla sözcük barındıran öyküleri dikkate almıyor. komik mi? evet. trajik mi? ona da evet. kısa öykü olarak adlandırdığımız formun 7500 kelimeye kadar yolu varken günümüz şartlarında kimsenin buna aldırış ettiği yok, biri mizanpaj diyor, öbürü okuma güçlüğü yaratıyor diyor, bir başkası bahane bulamayıp cortazar’ın şu meşhur veciz cümlesini ezbere söyleyip sırtını dönerek kaçıyor. velhasıl kelam, günümüz koşullarında evrensel standartlara uyarak kısa öykü kaleme alan yazar piyasanın üvey çocuğudur. kulağınıza küpe olsun.

    benden evvel entry girenler pek ala tavsiyelerde bulunmuşlar ama kanımca birkaç önemli noktayı kaçırmışlar. evet, doğrudur, öykü belli başlı safhalara ve tekniklere dayanır dayanmasına ancak önemli olan o teknik ve safhaları alaşağı edecek cüreti kazanabilmek ve bu cüretin varlık sebebini makul bir çerçeveye oturtabilmektir. bunun için de okumak yetmez, okumayı disiplinlerarası bir ölçeğe yaymak gerekir. şayet bunu yaparsanız, edebiyata dair bildiğiniz her şeyin paradigmayla bağlantılı olduğunu, esasta edebiyatın çok az kural ihtiva ettiğini (kadim hikâye arketiplerini kastediyorum) görür, size feyz almanız için önerilen ulu yazarların kerametlerinin kendi zaman – mekânlarının dışında çok da haşmetli olmadığını fark eder, vay anasını feyyaz deyip kahvenizi yudumlarsınız.

    bundandır ki tarih karşısında riske girerek muhalifi olmayı tercih ettiğim yaratıcı yazarlık atölyelerinde eğitmenler daha en baştan, atölyelerin iyi yazar çıkarmaya muktedir olmadığını dile getirip sorumluluğu hemen size, cevherinize atarlar.
    lafı gelmişken söyleyeyim. yazarlık atölyeleri kitaplarından yeterince para kazanamayan bazı yazarların piyasadaki yazar olma heveslisi potansiyel kitleden yararlanmak için ışıltılı, dostane bir tebessüm takınarak oluşturduğu çok güzel bir parsa toplama mekanizmasıdır. hem okurla yazar arasında halkla ilişkiler faaliyeti tesis edilir hem yazar kendini ve ismini pazarlar hem de kısa günün kârı para kazanılır. hepsi böyle değil elbette ama büyük bir kısmının var oluşundaki temel faktör bunlardır. atölyelerin faydası nedir? sizi sizin gibi yazar olmaya heveslenmiş, aynı hayallerle yanıp tutuşan insanlarla tanıştırması, okurken farkına varmadığınız bazı yazma tekniklerini öğretmesi. bir de belirtmeden geçemeyeceğim, bazı kurnaz tipler bu tip atölyelere network kurmak için katılarak yazarlarla ahbap oluyor, kendini sevdirerek bazı edebiyat dergilerinde torpille öykülerini yayımlatıyorlar. peki zararı nedir? aristoteles’in poetika’sından (şiir ve tiyatro için olsa da öykü ve roman yazarı için de ufuk açıcıdır) veya ne bileyim raymond queneau’nin biçem alıştırmaları’ndan rahatlıkla öğreneceğiniz şeyler için ayrıca para vermeniz en asgarisi. asıl zarar, uçsuz bucaksız, olanakları sınırsız edebiyatta zihin dünyanızı bir düzine yazarın sınırlarını çizdiği daracık bir alana hapsetmenize, şahıslara ve zamana ait doğruları evrensel doğrular sanmanıza yol açması.

    yazar kısmısı yazacak konu bulamadığı vakit geçmişin koylarına demirler. zira orada her zaman anlatılmaya hazır hatıra kümeleri barınır. önemli olan o koya gidip anlatacak birkaç hatıra seçmek değil, bunu ben dahil sanırım iyi kötü her yazar yapmıştır, mühim olan o koya kazık çakmamak. bilmem, farkındasınız sanıyorum, şu an türk edebiyatının üçte biri, yazarların hatıralarından oluşmakta. hatta birkaç yazar var ki dayısını, dedesini ondan daha iyi tanıdım, çok lazımmış gibi... hatıralar kesinlikle anlatma becerisi gerektirir lakin yaratma kabiliyetini şart koşmaz. bu yüzden kanımca o koyda çok oyalanmayın, yeni kurgular, yeni olasılıklar, yeni zamanlar, mekânlar yaratın.

    ayrıca, anlatacağınız şey üzerinde titizlenmeniz gerekiyor; konuyu en iyi nasıl aktarırım, hangi anlatıcıyı seçmeliyim, flashbackler olmalı mı, karakterlerimin diyalogları nasıl olmalı, kurguyu tersten mi yazmalıyım gibi gibi sorular sormalı, en doğru olanını seçmelisiniz. bazen öyle şeyler olur ki, aynı öyküyü bir değil, iki değil, üçüncü kere yazarken bulabilirsiniz kendinizi. bu açıdan evet, öykü yazmak roman yazmaktan daha zordur zira roman form itibariyle bazı çaresizliklerinizin, gelgitlerinizin üstünü kapatmaya fırsat verir, öyküde ise bu denli rahat olamazsınız.

    ama son tahlilde, şimdi dirilseler ellerini öpeceğim, hayatları boyunca sadece öykü yazmış birçok yazar olsa da, kanımca roman daha meşakkatli ve mukaddestir. zira roman yeni bir dünya, alternatif bir gerçeklik yaratma cüreti olduğu gibi sabır da gerektirir. çoğu insan iki üç sene tek bir metin üzerinde çalışmayı kaldıramaz. ek olarak öykü formunda hangi yazar iyi, hangisi kötü, kim vasat, kim çalakalem, kim mahir karar verirken metnin dışında çok fazla parametre devreye girerken, roman erler meydanıdır.

    yazar mitosu, yazarın ölümü, tolerans kazanımı, postmodernite ile postyapısalcılık hakkında da birkaç şey yazmam gerekir ama entry hayli uzun oldu, kimse okumayacak. başka zamana artık.

    haydi uğurlar ola.

  • puan tablosunu 7 kere açtım baktım. dur gene bakayım, valla lideriz... bi daha bakim, lideriz ya lan.

    alışık diilim pek. normalde şu an izlandaya 6 atsak, andora ona 5 atsa, fransa türev alsa, moldova teğet geçse hesabı yapıyor olmalıydık.

    vay anasını ne güzelmiş böyle be. dur bi daha bakim... valla halen lideriz. ne güzel lan.

  • şuradan görülecek aile ve sosyal politikalar bakanı ayşenur islam'ın açıklaması.

    öncelikle soruyorum neden?
    evlenmeyi düşünmeyen bekar kişiler ne yapacaklar?

    ben evlenmeyi hiçbir şekilde düşünmüyorum. kezâ eskiye göre evlenen kişilerde de önemli derecede azalma var. ben bekar bir birey olarak toplumun yarattığı kalıplara girmek zorunda mıyım?
    birey olarak yaşamayı seçtiğim bir hayatta benim varlığımı nereye koyuyorsunuz?

    evlenmek ve bir aile kurmak, sizin gösterdiğiniz yolları izlemek zorunda mıyım?
    ufak bir ev almayı düşünen bekar kişiler ne yapacaklar?
    her tek yaşayan kişi evinde fuhuş mu yapıyor?

    en önemlisi tek yaşayan insanlar olmazsa o edepli ailelerin erkekleri "ya evin anahtarlarını bana versene haftasonu" diye kime diyecekler?

    madem aile ve sosyal politikalar bakanısınız, 1+1 eve yasak getireceğinize;

    insanlar neden evlenmek istemiyorlar,
    toplumu fuhuşa iten nedenler nelerdir,
    ekonomi nasıl iyi hâle getirilir de insanlar refaha ererler

    gibi sosyoljik ve ekonomik sorular üzerinde düşünün. o zaman zaten böyle şeyler düşünmenize de gerek kalmaz.