hesabın var mı? giriş yap

  • bu bölümü annemle izledik, ki annem bu diziye sarmayan nadir insanlardan.

    - haha, aa para dağıtan hırsız. bu da iyiymiş.
    + yok anne, o öyle bir insan değil.

    vallahi çıktı bu laf ağzımdan, aklınızı seveyim sizin ya...

  • kızılmaması gereken çiftler.

    genciz, otobüsün en arka sırasına oturan kişilerin karizmatik olduğunu düşündüğümüz ve her fırsatta bu sırayı arkadaşlarımızla beraber işgal ettiğimiz yıllar...daha ses tonumuzu da ayarlayamıyoruz. yaptığımız her espri yüksek ton ve pitch'ten çıkıyor. bazen grupta bir kaç kız oluyor, yüzyüze konuşacak kadar samimi olmadığımız için diğer bir sap arkadaşımıza esprilerimizi baya bi yüksek sesle yapıyoruz ki kız da duysun gülümsesin. hafif bi gülümsesin hemen yavşamaya başlayacağız.

    tabi bu yüksek sesle yaptığımız ve çok komik olduğunu düşündüğümüz esprilerin olgun kişiler tarafından beğenilme olasılığı çok düşük. hadi diyelim beğenilme ihtimali var, yine de adamın tek derdi o olmayabilir. kim bilir kafasında ne fırtınalar kopuyor, nasıl baş ağrısı çekiyor o sıralar. arkasına dönüp hafif bir kızgınlıkla uyarıyor bizi.
    eğer insanlara biraz saygılı bir grupsak sus pus devam ediyoruz yolculuğa, ya da sesimizi kısıyoruz. ama gücünü ergenliğinden alan bir arkadaşımız varsa yanımızda "sanane be, babanın otobüsü mü" diye çemkiriyor belki babası yaşındaki adama. ortam geriliyor.

    işte bazen gücümü ergenliğimden aldığım yıllar aklıma geliyor, bu çemkirmeyi de yaptığımı hatırlıyorum. şimdi utanıyorum. insanların tek derdinin gruptaki kızların dikkatini çekmek olmadığını, çok daha kritik meselelerin insanın kafasını meşgul ettiğini, yolculuğun bunları düşünmek için önemli bir fırsat olduğunu, o yaşlarda yaptığım esprilerin gerçekten de komik olmadığını anlıyorum.

    demem o ki, konuşmadan oturan bu çiftler de yaşayacaklarını yaşamışlar, eleklerini asmışlardır. nezih bi ortamda bir saat oturup beraber kafa dinlemek en önemli ihtiyaçlarından biri olabilir. zamanla onları anlayacak duruma da geliriz belki. yani belki diyorum bak, kesin bir şey demedim.

  • çünkü bir boktan haberiniz olmuyordu ve hiçbir şey bilmemenin getirdiği bir mutluluk vardır. ecnebiler buna ignorance is bliss demişler.

    yaşlı insanlardan çokça duyarsınız "millet kudurdu, kafayı yedi, ahir zamandayız" gibi şeyleri. ama insanlar kudurmadı, insanlar hep kuduruktu, sadece senin bu kudurukluklardan haberin yoktu.

    ---
    burada bir çizik çekip bana atılan taşlara dair birkaç şey söylemek isterim.

    öncelikle internet sen onu nasıl kullanırsan öyledir. ama sen berkecan'ın profil fotoğrafına bakmak için kullanıyorsan internet ondan ibaret demek değildir. interneti iyiye kullanmak da kötüye kullanmak da kişinin tercihidir.

    ikinci mesele, kast ettiğim şey bilimsel bilgi, ve ingilizce söz ile anlatmak istediğim de saf bir cehalet değildi. söylemek istediğim şey dünyada olup bitenlerden daha olaylar olurken sansürsüz şekilde haberimiz olmasıydı.

    devam etmeden evvel bir parantez açıp, internet üzerinden erişebildiğiniz bilimsel bilginin de bütün bir ömür öğrenebileceğinizden daha fazla olduğunu söyleyeyim. insanlığın edindiği bilginin bilmem şu kadarı sadece internette diyerek erişebileceğiniz şeyleri küçümsemek en hafif tabirle gülünç olur. mesela bugün harvard'da bir hocaya mail atıp üzerinde çalıştığı şey hakkında çok ilgili olduğunu söyleyip direkt onun ağzından o konu hakkında bir şeyler öğrenme imkanın bile var. yani ne bileyim bu şeyler nasıl basit veya küçümsenebilir oluyor sizler için, hayret gerçekten. devam edelim...

    söylemek istediğim şey dünyada olup bitenlerden daha olaylar olurken sansürsüz şekilde haberimiz olmasıydı.

    samsun'da bir insanın pompalı tüfekle kendi kafasını uçurduğunu 90lı yıllarda anahaber bülteninde belki 30-40 saniyelik bir başlık altında duyar ve "ah be, vah be" diyip geçebilirdiniz. veya yeni zelanda'da bir delinin bir camiye girip oyun oynar gibi insanları taradığını, evet haber bülteninde belki 2 dakikalık bir haberle bir muhabirin anlatımıyla dinlerdiniz. ve bunların çok da bir önemi olmazdı, çünkü haberin size ulaşma şekli sizi sarsacak şekilde değil.

    ama şimdi o adamın yere saçılan beyin parçalarını hiçbir sansür olmadan görerek alıyorsun o haberi. o delinin insanları tararken gerçekten de oyun oynar gibi hissettiğini bizzat onun kafasındaki kamera sayesinde hissederek özümsüyorsun o katliamı. bunlar çok ağır, psikolojik olarak yaralayıcı şeyler, ve geleneksel medyanın sana istese bile sunamayacağı kadar gerçek şeyler. işte seni mutsuz eden bu saf gerçeklik. içinde yaşadığın balonun patlaması seni dehşete düşüren.

    bunun yanında, bugün esra erol'da, müge anlı'da izlediğin insanlar var ya, onlar işte 90lı yıllarda da vardılar, 1800lü yıllarda da, 1700lerde de... sadece artık yaptıkları iğrençlikleri öğrenmek daha basit bir hâl aldı.

    6 yaşında bir çocuğu evlendirip yıllarca istismar etseler, internet yokken, çocuk bunu normal hayat sanardı. çünkü başkalarının hayatı nasıl çocuk ne bilsin? ve senin o çocuktan hiçbir zaman haberin olmazdı. hatta belki televizyonu açınca "çocuk evliliklerinin sayısı düşmeye devam ediyor" diye habere bile denk gelir, içini rahatlatırdın.

    şimdi buradan da internetin manipülasyona daha açık olduğu mevzusuna geliyoruz. evet daha açık ancak yine ilk söylediğim şeye geliyoruz: manipülasyona gelip gelmemek senin seçimin. internet okuryazarlığı diye bir kavram var, ve internette bunun eğitimleri de var. kendini eğitip doğru bilgiye ulaşmak sana kalmış. daily testicle kaynağından okuduğun yılanların ayakları var haberine inanmadan evvel güvenilir kaynaklara başvurmak senin elinde.
    https://youtu.be/0hxmym4k6w0

    yani özetle, internetle olayları daha olurken en gerçek haliyle görme olanağına kavuştuk. ve her an bir yerlerde bir çirkinlik vuku buluyor. önceden, sen bu çirkinliklerin ana haberde gösterilmesine izin verilen ya da gösterilmeye değer bulunan çok küçük bir fraksiyonundan haberdar olabiliyordun. bu da sana, dünyada olup biten kötülüklerin az olduğu ilizyonu sağlıyordu.

    tabi şöyle bir şey var, bunu akşam bana yazanlardan biriyle konuşurken söylemiştim. insanlara farkındalık mı yoksa mutluluk mu diye sorsak çoğunluk mutluluğu tercih ederdi. çünkü değişim için harekete geçmeye imkanın olmadığında ya da değişim için yapabileceğin hiçbir şey olmadığında farkındalık bir lütuf değil lanet gibidir. bu durumdaysan internetin herhangi bir mecrası sana yoğun bir depresyon pompalar, dizi izlemek bile zorlaşır, dizide fakirlikten kırılan kadın senin hayalini kurup üç yıl biriktirdiğin parayla alamadığın o eski arabayı 500 dolara alır sen kafayı yersin. o diziye ulaşma imkanın olmasa ne bileceksin ikinci el bir arabanın bir yerlerde sadece 500 dolara alınabildiğini.

    ama internet kötü insanlar ya da olaylar yaratmıyor, sadece var olduğundan haberdar olmadıklarını fark etme olanağı sağlıyor. bu da işte ignorance is bliss diyerek özetlemeye çalıştığım durumdu. burada ignorance'ı dümdüz cehalet olarak değil bir bilmeme, farkında olmama hali olarak alıyorum yani.

    mesela sözlük kullanmayın, sosyal medya kullanmayın, haber sitelerini engelleyin. interneti sadece aklınıza takılan şeylerin yanıtlarını alabildiğiniz bir araç gibi kullanın. sadece show haber veya star tv, veya daha da mutlu olmak isterseniz ahaber izleyin, hayattaki tek haber kaynağınız bunlar olsun. insanlarla mesajlaşmayın, sadece arayıp konuşun. garanti ediyorum o özlemini çektiğiniz zamanlardaki gibi mutlu olacaksınız.

    suçlu internet miymiş yoksa olan bitenden haberdar olmak mı? artık size bırakıyorum.

  • (bkz: sen de bizim sinirimizi bozuyorsun)

    kazandim diye ekrana cikip aciklama yapiyorsun, yetmiyor istanbul'un her kösesine """tesekkürler, gönül belediyeciligi kazandi""" diye afis astiriyorsun.

    sen kazandigini neye dayanarak ilan ediyorsun?

    hepsini gectim, koskoca ülkeye senelerdir yöneten partisiniz. secimlerin güvenligi sizde, genel baskan yardimcisi türkiye'nin en saibeli secimi oldu diyor.
    daha önce de kandirilan siz, secimlerde güvenlik saglamasi gereken ve zafiyeti var diyen de siz. bu ne perhiz bu ne lahana tursusu?

    asil sizler türk miletinin sinirlerini bozuyorsunuz.

  • "kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. insan hayatı, bir tür hata olmalı."

    schopenhauer böyle der, o zaman mutlulukla aptallık arasında bir bağlantı mı vardır diye aklımızda soru işareti oluşturan bir önermedir bu.

    eğer mutluluk gelecekse uykuyla birlikte aptal olmayı kim takar ki?

  • aynı şeyi ev sahibime yapmıştım ama o doktor değil* whatsapp üzerinden kira pazarlığı yapıyorduk yazışarak, ben her hitabımda "siz" yazdıkça o ısrarla "sen" diyor, en son "senin dediğin gibi olmuyor" diye yazınca hemen telefondan aradı gerildiniz sanırım diyor, yoo dedim sende nerden çıkarıyorsun böyle şeyleri diyerek ardından yalancı bir kahkaha patlattım. bir daha asla sen demedi.

    size "sen" dilini kullanan kim olursa olsun "siz" dilini kullanmayın, başka dillerde olanlar o dilin kullanıcılarının sorunu, bu dilin nezaket kuralları var ve nezaket karşılıklı olursa bir anlamı olur...

  • basit anlamda tanımlamak gerekirse; piyasada fiyatları etkileyebilecek herhangi bir bilginin yasal olmayan yollarla elde edilip, bunun ticraetinin yapılmasıdır.

  • kendisine çarpıp kaçan iş adamından şikayetçi olan izmirli hurdacı bir abimizin sözleri bunlar. iş adamı uzlaşma talep etmiş, hüseyin abimiz para istememiş, 100 tane çocuğa mont talep etmiş. sözlerinin tamamı ise şöyle;

    "günde ortalama 20 tl kazanıyorum. allah bin bereket versin. bugüne kadar haram lokma yemedim. kazanın olduğu gün, sobada yakmak için bir şeyler toplamıştım. karşıdan karşıya geçmek için kaldırımın kenarında bekliyordum, yoldan geçen araç el arabama ve bana çarptı. çarpan kişinin yardım etmek için durmaması beni çok üzdü. ancak sonradan metin bey’i dinleyince, olayın istemeden olduğunu anladım ve ‘kazadır, insanlık hali, hepimizin başına gelebilir’ dedim. uzlaştırmacı canan hanım bana haklarımı anlatınca, şikâyetten vazgeçmek için metin bey’den para değil, 100 çocuğa mont bağışlamasını istedim. hakkım olmayan bir parayı, onun gönlünün rızası olmadan alsaydım, bunun günahını taşıyamazdım. 3 kız evlat büyüttüm, yoksulluğu iyi bilirim. şimdi 100 çocuk sıcak monta kavuştu. bundan güzel bir şey var mı?"

    ilgili haber;100 çocuğu ısıtan kaza

  • evde erkek varken kadının doğurması.

    edit: baslik basa kalmis.
    ilk entryde bir erkek kisi hanim arkadasi ile yemege cikmis. erkek garson siparis almaya gelince, masadaki hanim kizimiz siparisini vermis, bizim erkek kiside dosemis entry. aklimda boyle kalmis.

  • protesto eden kişinin “ufak tefek sabıkası olanları da işe almıyorlar.” beyanıyla ekrem imamoğlu’nun ne kadar doğru bir iş yaptığını tescil ettiği eylem.