hesabın var mı? giriş yap

  • an itibarıyla habertürk'te canlı yayın konuğudur.

    "cami, zalimlerin de mağdurların da sığınabileceği yerdir. çünkü orası hakk'ın evidir... gezi olayları'nda içki içilmiş/içilmemiş tartışmaları yapılıyor. ben olsam, velev ki içildi, caminin mahremiyetini öne çıkarıp bunu faş etmezdim... tarih boyunca kutsal mabedlere kaçan, sığınanlara hiç bir şekilde müdahale edilmemiştir, edilemez de.. bizzat allah'a sığınmış bir insan, suçlu olsa bile kimsenin taarruzuna hedef olamaz... her ne kadar hukuk pratiği bunu imkansız kılsa da bu böyledir.." sözleri kayda geçilmeli....

  • gıda sektörü =

    işler yarı yarıya düştü. sanırım halk tasarruf yoluna gidiyor. yada para suyunu çekti bilmiyorum.

    tek bildiğim elimdeki tüm ürünlere inanılmaz zam geldiğidir. yağdan, bulgura her şeye.

    bazı firmalar mal satmıyor bilerek. aklı sıra malı elinde değerlenecek diye.

    (bkz: zam gelecek diye haftasonu kapatan firmalar)

    şu başlıkta da bununla ilgili yazdım.

  • bir ingilizce öğretmeni olarak hakkındaki tartışmalara müdahil olmak istediğim sistemdir.

    sistem eleştirilerine geçmeden önce dil eğitimindeki durumumuz konusunda biraz bilgi vereyim. yabancı dil eğitiminde ülkemizin durumu tabi ki parlak değil ancak bunda bulunduğumuz dil ailesinin de payı büyük. "alman-fransız çocuklar şakır şakır ingilizce konuşuyorlar, bizde tık yok" demeden önce bizim ingilizce ile dahil olduğumuz dil ailesi konusunda ciddi farklar olduğunu hatırlatmakta fayda var. avrupa ülkeleri arasında cognate dediğimiz ortak kelime sayısı çok yüksek iken bizde o bu kadar fazla değil. bu da bizi avrupa ülkelerine kıyasla dezavantajlı kılıyor. ingiltere'den farklı dil ailelerine aidiyet göz önüne alındığında rakiplerimiz iran, rusya, çin gibi ülkeler kalıyor ve vakt-i zamanında okuduğum bir araştırmaya göre bu ülkelerin arasında durumumuz kötü değil.

    ama sonuç olarak 12 sene gibi uzun bir süreye bakınca ortada bir başarısızlık olduğu aşikar.
    sistemsizlikler ülkesi olan türkiye'mizin, uzak ara en kötü yönetilen kurumu olan milli eğitimin bünyesinde böyle bir sonuç çıkmasına şaşırmak bence abes.
    birkaç madde halinde durumu özetlemeye çalışayım.

    1. bir sene önce ingilizce eğitimi 2. sınıfa indirildi. ilk bakışta çok acayip bir gelişme gibi gelse de ortada şöyle bir durum var. eskiden 5., 6. sınıflarda dörder saat ingilizce eğitimi verilirken malum seçmeli derslere yer açmak için üç saate indirildiler. ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda hepi topu iki saat ingilizce dersi olduğu düşünülünce ingilizce eğitimi ikinci sınıfa kadar indirilse de öğrencilerin eğitim hayatında göreceği ingilizce dersi sayısı sadece 1 saat artmış oldu. yani meb ders sayısını arttırmadan arttırmış gibi yaptı.

    2. bir öğrenci 8. sınıftan mezun olduğunda şu zamanları etkin olarak kullanması bekleniyor.
    simple present, present continuous, will future, going to future, simple past, past continous, present perfect tense.ayrıca envai çeşit modal. in order to, so that/such that/incase vb. yapılar da cabası.ve bunları haftada 3-4 saat ile kazanmalarını bekliyorlar.

    bunun yerine öğrencilere sadece basit simple present,present continuous, will future ve simple past versek. bunlarla bol bol çeşitli cümleler kursalar, mektuplar yazsalar, bunları içeren videolara maruz kalsalar. bol kelime öğrenip bunlar hepi topu 4 zaman içerisinde ama bol bol kullansalar. (ki ben böyle yapıyorum ve öğrencilerim dil bilgisine boğulmamış oluyorlar.ayrıca haftada 4 saat ile perfect tense ne lan?) çok basit konuşmaları öğretsek ama harbi öğretsek. çoğu öğreteceğiz derken boğulmasak.

    3. öğretmenlere kızıyoruz ama öğretmenden beklenen o öğrencileri konuşturması değil ki. ben bir köy okulunda öğrencilerime ingilizlerin çektiği videoları izlettim, bol bol listening yaptım. bir gün öğrencilere sobalı köy okulunda whitney houstan'dan i will always love you şarkısını dinlettikten sonra okul müdürüm tarafından müfredatı takip etmem, dışına çıkmamam konusunda tenkit edildim. görev yaptığım bölgede başarısız öğretmen ilan edildim. bunun üzerine ben de dershane öğretmenine evrildim. ezber, test vb. yollara saptım, öğrencilerimin netleri arttı, gördüğüm saygı hayvani boyutlara ulaştı. yani beklenen test, sınav vb. iken öğrenci konuşturmaya vakit harcarsanız okul idaresi, müfettişler, milli eğitim müdürlükleri tepenize biner müfredatta geri kalındı diye.

    4. yine öğretmenlere kızıyoruz ama meb'in umrunda mı? şu anda sınıf öğretmenliğinden ingilizce branşına geçmiş, ingilizce'den bihaber sınıf öğretmenleri çoluğunuzun çocuğunuza ingilizce öğretmeye çalışacaklar.sayıları da 3 bin'in üzerinde. bir tanesi bana gelip "hocam ben tv programmslarını anlattım bugün" dedi. oradan anlayın artık.

    5.dil eğitiminin en kritik boyutu edinim. yani öğrenciyi dile maruz bırakmak. çok sıkışık müfredatlar dahilinde haftada 3-4 saat ile kime neyi edindirebilirsiniz ki?

    6.biraz klasik olacak ama meb kitapları konusunda şikayetimi de belirtmeden geçemeyeceğim. bin tane ingilizce dizi izlerim, hiçbirinde raslamadığım abuk konuşma kalıpları mevcut ama en sık rastlananları ara ki bulasın.
    bir tane dizi gösterin bana "fine thanks and you" geçen. çok mu zor selam kalıplarını çeşitlerini arttırmak. benim öğrencilerim "how are you?" dediğimde "we are great, what about you?" diye bağırırlar karşılık olarak. çok mu zor arkadaş müfredatı yaratıcı ve güncel hale getirmek. daha güncel, daha kaliteli yayınlar var ve bazı veliler de almaya hevesli ama bu sefer de karşımızda; (bkz: okullarda kaynak kitap kullanımının yasak olması)

    7. bu kadar kafanızı şişirmezdim ama akşam aldığım bir telefonun üzerine bu başlığa yazma gereği hissettim. geçen sene 8. sınıftan mezun edip iyi denebilecek bir anadolu lisesine daha yeni yerleşmiş bir öğrencim aradı beni. "hocam bugün ilk ingilizce dersimiz vardı. öğretmen "where do you live?" diye sordu, baktım kimseden ses çıkmıyor ben kalktım "i live in kahramanmaraş" dedim, öğretmen de beni"4 tane 9. sınıf grubunun içerisinde bir tek sen kalkıp cevap verdin" diye tebrik edip sizi sordu. çok teşekkür ederim, sayenizde beni çok sevdi" dedi. tabi gururum okşandı önce ama biraz düşününce halimizin nasıl bir rezillik olduğu yüzüme çarpıldı. en basit cümle be arkadaş. bundan aciziz. en basit cümleyi 9. sınıf öğrencisinden duyunca havalara uçacak kadar aciziz.
    bu kadar rezillikten ne öğrenciler ne öğretmenler tek başına sorumlu sayılamaz, tüm suç bu grupların üzerine yıkılamaz.

  • engelle engelle bitmeyen numaralardır.

    tamam hayır işi yapıyorsunuz anlıyoruz. internetsiz ev kalmasın diye çalışıyorsunuz ama yetmez mi? her gün arıyorlar. birisini engelliyorsun öteki numara arıyor.

    bir bitmediler.

  • yüksek hızlı bağlantı teknolojisi. her jenerasyon bir önceki jenerasyona göre farklı yeteneklerle geldi; temelde frekans başına düşen bit sayısı arttı denebilir(1g'de sadece ses ve mesajlaşma vardı, 2g ile daha çok bilgi taşınabilir oldu ve wap geldi, sonra 3g'de daha fazla kapasite ile video izleme mümkün oldu vs..). böylece daha yüksek bantgenişlikleri taşınabilir hale geldi.
    ancak tek başına daha yüksek kapasite bir işe yaramıyor. kapasiteyi sağlayan operatörün erişimden para kazanabilmesi için erişimin üzerine katma değerli hizmetler sunabilmesi gerekiyor. bugüne kadar youtube'dan kesintisiz 1k* video izleyebilmek en büyük katmadeğerdi. kurumsal müşteriler için e-mail erişimi vs gibi konular sadece erişim gerektirdiği için kurumsal çözümler yoğunluklu olarak hacim bazlı tüketim paketlerinin önüne geçemedi.
    4g'de operatörlerin hizmet verdiği frekanslar dolmaya başladıkça da yeni frekanslar ve frekans başına taşınabilecek bilginin artması gerekliliği çıktı ortaya.
    5g'de bireysel kullanıcıları yakalayan teknoloji yine video olacak gibi gözüküyor. sadece video'nun uygulama alanları genişleyecek; sanal gerçeklik veya arttırılmış gerçeklik bugün 5g'yi kurup çalıştıran ülkelerde ilk örnekler olarak piyasaya çıktı. sanal marketlerde almak istediğimiz ürünleri evin içinde koymak istediğimiz yerde gerçek boyutu ile görüp yakışıp yakışmayacağını anlayabileceğiz mesela. böylece marketlerde iade üründen kaynaklanan ek işler ortadan kalkmış olacak.
    bireysel kullanımda çok önemli bir senaryo da oyunlar; telefonda oynanan oyunlar bugün çok yüksek görüntü işleme kapasitelerine ihtiyaç duyuyor. bu da terminallerin** pil ömründen yiyor. oyun oynarken ihtiyaç duyulan kullanıcı girdilerini merkezi bir işlemcide çalıştırıp terminale cevap olarak hareketli video gönderebildiğimiz durumda uçtaki işlemci ihtiyacı azalıyor ve bulut bilişimin en başından beri vaad ettiği, sadece hızlı erişim sağlayan ucuz terminalleri mümkün kılıyor*.
    yukarıda bahsettiğim bütün video senaryoları düşük gecikmeli bir altyapı gerektiriyor; bu da 5g mimarisinde edge computing olarak beden buluyor.
    katmadeğer yaratabilmek için bireysel müşteri dışında farklı dikeylere de dokunabilmek gerekiyor. dikeylerin operasyonel teknolojilerinden* anlamak önemli. ancak bugün zaten ulaşım, finans ve diğer dikeylerde bu firmaların ihtiyaçlarını anlayan firmalar mevcut. bu firmaların da dahil olduğu bir ekosistem yaratmak, farklı hizmetler sağlayan firmalarla ortaklıklar kurmak gerekiyor. bu ortaklıkları da ancak açık arabağlantılar* mümkün kılıyor (bu ortaklıklar sadece ticari değil yani). open api'larda, sinyalleşme için kullanılan ve telekomünikasyon dünyası dışında bilişim dünyasının da anlayabileceği protokollerin kullanılabilmesi önemli**(yoksa open olmuyor zaten).
    işte 5g bütün bu katma değerli hizmetleri ile birlikte geliyor. sektörde dile pelesenk olmuş uzaktan ameliyatlar ve sürücüsüz arabalar için öncesinde cevaplamamız gereken çok fazla etik ve felsefi soru var. bunları günümüz filozoflarına bırakalım irdelesinler. biz gelecekte insanların nasıl daha mutlu olacağını konuşalım.