hesabın var mı? giriş yap

  • günümüz rock müziği dendiğinde akla ilk gelen gruplardan biri imagine dragons. kendilerine geniş ve genç bir kitle oluşturdular. radyolarda sıkça duyabileceğimız single'lar yayınladılar. şimdi de yeni albümleri origins piyasaya çıktı. ben de neler yaptıklarını merak ettim ve bir süredir albümü dinliyorum. imagine dragons kulliyatına hakim olmadan, albümün bana dusundurttuklerini yazmak istedim. tam anlamıyla dışarıdan bakan bir gözle albümü yorumlayacagim. yani biraz ahkam kesiyor oluyorum. kusura bakılmasın.

    girişte her ne kadar "rock" grubu desem de imagine dragons'a şu an için tarz olarak rock demenin bir manası yok. elbette arada kulağımıza elektro gitar ya da akustik gitar melodileri geliyor ama genel olarak bütün enstrümanlar oldukça elektronik. şarkılar melodik ve kavranması kolay. grubun en rock yanı bazı şarkı sözleri ve zaman zaman dan reynolds'ın gırtlaktan gelen vokali. rock olmamaları bir eleştiri değil elbette ama grubun nasıl bir müzik yaptığını tanımlamak için önemli. şunu kabul edelim: bu albüm bir pop müzik albümü.

    albümü çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. bunun da en büyük nedeni genel olarak şarkılarda tutku olmaması. bazı şarkılarda belli bir duygu işlenmiş. mesela kalp kırıklıkları ya da düzene karşı isyan ya da barışa özlem. ama hiçbiri tutkulu bir şekilde yansıtılmamış. bu tutku sadece vokalde değil, düzenlemede, bestelerde ve sözlerde de yeterince yok. her şey belli bir sınır içinde gerçekleşiyor gibi. hani internette "10 dakikada x gibi şarkı yapmak" videoları vardır ya, bunlardan biri eminim ki imagine dragons içindir. vurgulamak istediğin kelimeyi bul, onu nakaratta "it is x" ya da "we are x" olarak kullan ve kelimeyi bol bol tekrarla. bir kıta ve bir pre-chorus yaz. şarkıya ikinci nakarattan sonra ufak bir enstrümantal parça at. sonra nakaratı ufak değişikliklerle bol bol tekrarla. bu formül grup için yeni değil ama believer gibi benzer yapılı şarkılarda en azından bir hırs vardı. bu albümde maalesef bu hırstan eser yok. belki de bu nedenle albümün daha sakin şarkıları daha hoşuma gitti ama bu şarkılar da nispeten sıradan ve albüm sonlarına doğru çok fazla üst üste gelmeye başlıyor.

    albümün açılışını yapan natural bence albümün en iyi şarkısı. beni albüm için oldukça umutlandirmisti. bir kilise korusu gibi başlıyor ve bu tarz, sözlerde geçen cennet, günah gibi temalara uygun. pre-chorus oldukça dokunaklı. nakaratta bağlanırken reynolds, vitesi beşe alıyor ve nakaratta oldukça güçlü bir performans sergiliyor. "you're a natural" id'den bekleyeceğim, slogan bir nakarat. ama şunu da söylemem lazım, şarkıyı daha ilk dinlediğimde sevsem de aklımda kalması için bir süre daha geçmesi gerekti. maalesef bu şarkıdaki duygu yükü diğer şarkılarda pek bulunmamakta.

    yine id ile ozdeslestirdigim garip ses efektleri ile desteklenmiş altyapilardan biri boomerang'ın girişinde karşımıza çıkıyor. neyse ki bu altyapı şarkının ilerisinde kayboluyor. hatta nakarattaki altyapı oldukça kafa dinlendirici ve çok güzel. ama nakarattaki tekrarlar bana çok ama çok yorucu geliyor. özellikle şarkı sonunda daha da uzatılan bu bölümü dinlerken zorlanıyorum.

    albümün söz bakımından en rock şarkılarından biri machine. rutin giden hayatını sorgulayan bir adamın, sesini daha çok yükselterek "ben senin makinan değilim, ben kendim makinayım" diyor. sözler bana yüzeysel gelse de kendimi 16 yaşında bir gencin yerine koydugumda beni en gaza getirebilecek şarkının bu olduğunu görüyorum. beni en çok ilgilendiren kısmı ise gitar solo kısmında grubun neredeyse endüstriyel rock'a dönecek gibi yapması. aslında şarkının sözlerine çok uyacak, klas bir hareket olabilirmiş. ama böyle bir riske girmemisler. yazık olmuş.

    nispeten yorucu iki şarkı sonrası gelen cool out daha sakin, daha kolay dinlenebilir bir şarkı. ama yine id uslu durmamış ve nakaratı "kuğuğuğul oğuğuğut" diye söyleyerek, gereksiz bir numara yapmış. ama gerisi iyi gidiyor. pre-chorus çok iyi. bridge kısmında bir coldplay havası aldım. daha doğrusu albümde genel olarak bir coldplay havası esiyor gibi.

    bad liar da bir önceki şarkı gibi nakarata kadar nispeten sakin giden bir şarkı. buraları dinlemek hoş. nakaratı da fena degil aslında ama düzenlemesinden mıdır nedir bir miktar kakafonik geliyor bana. sözleri "ben seni üzerim kızım" tadında ilerliyor, bu da beni gulumsetti. "üç şeyden korkarım: dürüstlük, inanç ve timsah gözyaşları" gibi beylik beylik lafları duydukça (ki saçma değil mi? timsah gözyaşları yalanı simgeliyor ise adam hem yalandan hem de dürüstlükten mi korkmakta?) şarkı tam bir nargile kafe şarkısı gibi gelse de ama sözler ingilizce, müzik de elektro pop olunca bu his kısa zamanda kayboluyor.

    west coast başlayınca "oh be, akustik enstrüman" dedim ve sevindim. iyi de bir şarkı, sempatik. bad liar'in atarlı havası sonrası sevdiğini sarıp sarmalayan bir adamın aşkını anlattığı bir şarkı iyi geldi. bu şarkının pre-chorus'u da tatlı. ama grup şu nakarat işini bu albumde niye cozememis hiç anlamıyorum. arka arkaya "he he he he he"lerini üstüne "i'll be, i'll be, i'll be, i'll be, i'll be"ler geldikçe içimi afakanlar bastı.

    zero şimdiden radyolarda çalmaya başladı. fena değil. her zaman alıcı bulabilecek, yalnızlığı ile barışık bir gencin şarkısını yazmışlar. nakarat yine azıcık sinir bozucu: "hello, hello, zero, zero, feel, feel, real, real". ama en azından akılda kalmayı başarıyor. ralph breaks the internet adlı film için yazılan şarkı belki filmle daha iyi gidiyordur, onu bilmiyorum. radyoda çıktığında değiştirmeyeceğim bir şarkı ama gidip de kendi isteğimle dinlemem herhalde. ayrıca nakaratı azıcık da olsa price tag'i andırıyor. büyük ihtimalle yukarıda değindiğim tekrarlardan olsa gerek.

    nakaratini beğendiğim nadir şarkılardan biri bullet in a gun. güzel olmuş. nakarati sayesinde benim için en akılda kalan şarkılardan biri bu oldu. hatta ve hatta garip ses efektlerini oldukça tadında kullanmışlar. sözleri genel olarak pek ilgimi çekmedi. hatta girişte rastgele kullandıkları ve şarkıya yedirmeye çalıştıkları roma imparatorluğu göndermelerini gülünç buldum. ancak kendileriyle yüzleşip, "sellout sellout" diye bağırdığı yer hoşuma gitti. eminem gibi iki eleştiriye bir albüm kaydetmek yerine, bu eleştiriyi şarkının bir teması olarak kullanmaları hoş olmuş.

    albümün en zayıf şarkılarından biri digital olsa gerek. yıl olmuş 2018, hala dubstep-vari altyapılar dinliyoruz. şarkı sözleri "machine" misali atarlı ve vurdumduymaz. ama "machine"in sozleri yüzeysel olsa da çok da kötü değildi. bu şarkının sözleri ise oldukça kötü. genel olarak düzenleme de pek hoş degil. her şey içiçe girmiş. bir "they been sayin' the same thing" bölümü var ki buna ayrıca parantez açmak lazım. bir imagine dragons imzası olan sonsuz tekrar döngüsü burada da var. ve elbette bu kısım baştan başa çok bariz bir killing in the name göndermesi (elbette bunun bilinçli bir hareket olduğunu düşünürsek) ama gel gör ki killing in the name, sırtını bazı gitar pedalı efektlerine dayasa da çiğ, direkt ve içten bir şarkıydı. rage against the machine'in de müzik dışı davranışlarıyla da ne kadar sahici olduğunu herkes biliyor. ama "digital"i dinlerken verilmek istenen o isyankar hava, gruptan mıdır, çok da matah olmayan prodüksiyondan mıdır, sözlerden mıdır bilinmez ama çok yapay duruyor.

    albümün güzel ama kolayca unutulabilecek sempatik şarkılarından biri only. kıtalar normal gidiyor. pre-chorus günümüz rap şarkıları flow'unda. nakarati hoşuma gitti. bazı sözler ve cümleler arasında boşluk bırakmaları şarkıya nefes aldırmış. "take me over, i don't wanna wake up" bölümü en çok hoşuma giden yeri oldu. genel olarak duygusuz bulduğum albümde böyle hisli bölümler duyunca çok hoşuma gidiyor.

    "only"nin havası stuck ile devam ediyor. bu şarkı için de aynı yorumu yapacağım: sempatik ama kolayca unutulabilir. raynolds, yumuşak ve gırtlaktan vokaller arasında güzel bir denge yakalamış. altyapısı da yumuşacık. melodik ya da söz olarak öne çıkan bir yanı yok.

    albümü de bu yumuşaklıkta, love ile kapıyoruz. all you need is love ile where is the love karışımı bir eser. "digital"daki agresif adam gitmiş, "hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye" diye şarkı söyleyen bir adam gelmiş. yine bitmeyen tekrarları eklemeyi de unutmamış.

    en başta dediğim gibi formüller üzerinden ilerleyen şarkılarla dolu bir albüm bu. bu surprizsizlik de albümü sıkıcı kılmakta. albümün neredeyse 70 dakika sürdüğüne iddiaya girebilirdim ama sadece 40 dakika sürüyormuş. peki iyi yorum yapanlar niye yüksek not veriyor? kanımca pop müziğin enerjisini yitirdiği, rap'in mırıl mırıl ilerlediği bir dönemde, imagine dragons benim ortalama bulduğum şarkılarla bilr öne çıkmayı başarıyor. ana aklımda rock müzik duymak isteyen kulaklar bir id şarkısı çıkınca memnun kalıyor. e adamların, albüm kapakları, imajı falan da düzgün. bunu anlasam da bu albüm maalesef beni çok da heyecanlandiramadi.

    2/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: bullet in a gun, machine, zero

  • dram içerir.
    gönül isterdi '' sadece fazla düşünme sorunu yaşayan insanların anlayabileceği şeyler'' diye bola döke başlık açabileyim. hepinizin malumu yine karakter sınırına takıldım.
    ben de fazla düşünme sorunundan muzdarip olduğumdan acımı paylaşmak, benim gibileri görüp daha normal hissetmek için gündemde bu konuya da yer vereyim dedim.

    1) her zaman, her yerde kafasının içinde konu ve konumla alakasız bir sürü şey vardır;
    en yakın arkadaşın nasıl aldatıldığını göz yaşları içinde anlatırken, sen bir yandan onu dinliyor gibi yapıp bir yandan arkadaki masanın ceviz ağacından mı olduğunu, kahve içmeyi, saatin kaç olduğunu ve aynı anda bir sürü şeyi daha aklından geçirirsin.

    2)pratiktirler;
    hemen her konuda baştan savma bir çözümleri vardır. bira kapağını kilit karşılığı ile açmak gibi harika yöntemlerle hızlı ve bir o kadar da kirli sonuçlar elde ederler.

    3)çok yönlüdürler;
    fotoğrafçı olmaya karar verip bunun için yanıp tutuşurken, bir anda aslında kısa film çekmenin de ne harika bir fikir olduğunu düşünüp bununla alakalı derin araştırmalara girebilirler. odaklanma sorunları hayatları boyunca yakalarını bırakmaz. çevrelerindeki herkes potansiyellerinin farkındadır fakat maymun iştahları yüzünden hemen her şey proje evresinde kalır.

    4)bir dönem gece kuşu, bi dönemse yalnız kurt pozlarına girerler;
    çevrelerindeki kimse buna bir anlam veremez. gecelerin aranan isminden kıvrak bir hamleyle ev kuşuna evriliverirler.

    5)geçmişlerindeki herhangi saçma ve küçük bir hata ansızın akıllarına gelebilir;
    obsesiftirler, gece uyumakta güçlük çekerler ve yaratıcı olmalarına rağmen odaklanma problemi yaşadıklarından bunu üretime dökemezler.

    edit: ''dün gece çok uzun zamandan sonra ilk kez yalnız hissetmedim. teşekkürler herkese...''

    şöyle bir yazarların bulunduğu destek grubumuz var

  • doğa üstü müdür değil midir bilmiyorum ama hayatım boyunca başımdan geçen en ilginç olaylardan biriydi.

    üniversitede 2 ev arkadaşımla birlikte büyükçe bir evde kalıyorduk. ortak projeler, grup çalışmaları derken normalde evimizin boş kaldığı nadirdi. gelenimiz gidenimiz yatılımız hiç eksik olmuyordu. o hafta ev arkadaşlarımdan biri memleketine gitti, diğeri de grup ödevi için başka bir arkadaşının evinde çalışıyor. ben de evde yalnız başıma arkadan bir film açmıştım ve çizim yapıyordum. saat gece 10 civarı olması lazım. birden gözlerimi açamayacak kadar halsiz hissettim ve o saniye uyumakla bayılmak arasında kafamı masaya koyup biraz dinlenmek istedim. filmi de durdurmamıştım, muhtemelen 1-2 dakika içinde gözümü geri açarım diye düşünmüştüm.

    arkadaşım eve dönerken aramış, anahtarı evde unuttuğunu, evde olup olmadığımı teyit etmek için aradığını 10-15 dakikaya geleceğini söylemişti. tamam evdeyim zaten çizim yapıyorum gel açarım kapıyı dedim.

    eve dönerken yol üzeri parkta yatan yaşlı bir kadın görmüş. kadın memleketten geldiğini ama çocuklarının onu eve almadığını sokakta yatacağını söylemiş. bizimkinin hemşerisi diye kıyamamış, gel teyze bizde kal bu gece diyerek almış kapıya getirmiş. aklınca cevap points alacak. kadının kendisi de üstü başı da çok çirkindi ve leş gibi kokuyordu demişti sonradan. arkadaşım da gördüğüm en titiz insandır belki, kesin kadın evden gidince 40 gün ev temizlettirirdi bize. sağ kalsaydık…

    neyse kapıya gelince aşağıdan 3-5 kez basıyor zile. açmayınca banyoda olabileceğimi düşünüp bekliyorlar kadınla kapıda. sonra hem telefonumdan arıyor hem de zile basıyor bir yandan ısrarla. 15 dakika bekledik kapıda diyor. sonra birden korkmuş acaba düşüp bayıldım mı, maket yaparken sprey kullandım da ondan mı zehirlendim acaba diye. yaşlı kadına korktuğunu kapıyı açması için polisi arayacağını söylüyor ve kadın o saniye gerek yok ben uğraştırmayım sizi diyerek bir hışımla ayrılıyor oradan.
    elini zilin üzerinden kaldırmadan tüm apartmanı ayağa kaldırmak pahasına basıyor düğmeye. o sırada tam polisi arayacağı sıra kapı açılıyor. muhtemelen komşulardan biri dayanamayıp açtı kapıyı, bizimki ben açtım sanıyor. geri dönüp kadına bakınıyor çağırmak için ama daha birkaç saniye geçmeden köşeyi dönüp gözden kaybolup gittiğini görüyor.

    asansörün bizim katta durduğunu asansör kapısının açılma sesinden anlayınca uyandım. sanki 15 dakikadır apartmanı inleten o zil sesini, kulağımın dibindeki telefonu ve titreşimi duymayan ben değilmişim gibi o saniye kalkıp kapıyı açtım daha zil çalmadan. bir de espri yapıyorum aymaz gibi "bak daha zile basmadan açtım kapıyı" diye. ev arkadaşım şaşkınlık ve şok içerisinde giriyor içeri, haliyle sinirlenmiş biraz dalga geçiyorum diye. bir şey anlatmadan geçiyor odasına. bakıyorum telefonda onlarca cevapsız arama var ve filmin de yaklaşık 15 dakikasını kaçırmışım. uykuya dalmışım ona sinirlendi demek diye düşünüp filmi geri sarıp devam ediyorum çizime.

    sanırım bir akşam sonrasıydı televizyonda haberler açık ve birlikte yemek yiyoruz salonda. bizimkinin lokması ağzından kaşığı elinden düşüyor bir anda. yüzüne bakıyorum beti benzi atmış, bembeyaz kesilmiş. ne oldu diye soruyorum ama gözleri ekranı eritecek gibi keskinleşiyor habere bakarken. hiç unutmuyorum o haberi. “3 kişiyi öldüren katil zanlısı adam, kadın kılığında yakalandı. üzerinde cinayet bıçağıyla, seçtiği yeni kurbanını takip ederken yakalandı" diyor…

    sonra arkadaşım bana sarılıp ağlamaya başladı. o gün bana kapıyı nasıl olup da duymadığımı sordu. iyiki açmamışsın diye tekrar tekrar sarıldı. oysa hiç fikrim yok, bir anda gözlerimi açamadım, kapattım ve uyumuşum. hayatımda hiç kendimi kaybederek ölü gibi uyuduğumu bilmem. o gün o on beş dakika dışında. normalde çıt sesine bile uyanırım, tilki uykusu gibi hafiftir uykum ama öyle bir dalmışım ki belki de ikimizin de hayatını kurtarmışım farkında olmadan. üzerinden çok yıllar geçti ama bu olay aklıma geldikçe hala ürperirim.

  • bugün 4 yediğinde takımını terkeden yarın 4 kilo aldığında seni de terkeder. unutma, en güzel beşiktaş'ın çocukları sever.

  • aşık olduğum kızla evlenmek istedim. hem annem hem de babam karşı çıktı, annem üzüntüden hastanelere düştü, babam resti çekti evleneceksen beni hayatından sil dedi. sonra ne mi oldu? tek başıma düğüne gittim, tek başıma “erkek” tarafı olarak düğünümde buruk bulundum.

    zaman geçti, şimdi annem eşimin yanından ayrılmak istemiyor, çok güzel geçiniyorlar, özürler dilenildi, pişman olduklarını söylediler ama benim o dönemde yaşadığım kötü günlerin izleri hala kalbimde bir yara olarak kalacak.

    o dönemde akıl danıştığım kişilerse bana ne tavsiyede bulundular biliyor musunuz?

    -aman haaaa! anneni üzersen ömür boyu yüzün gülmez! sakın evlenme, o kızı bırak gitsin.

    o gün güçlü duramasam, aşık olduğum kızı kaybedecektim. şimdi hem annem hem de çok sevdiğim eşim var.

    o yüzden, duygularınızı, anne sütünün önemini, anne bedduası gibi konuları güzel aşmaya, en önemlisi de “cehalet gözyaşı görürseniz” daha da iradeli durmaya gücünüz yetmezse, hem eşiniz hem de anneniz tarafından ezilen bükülen biri olup çıkarsınız.

    dik durun.

  • mansur başkan'ın açıklamasına göre athena ankara'daki konser teklifini bir şartla kabul etmiş ve o şart da aldıkları paranın tamamını mehmetçik vakfı'na bağışlamakmış. istanbul'daki durumu bilmem ama ankara'da durum böyleyken farklı olduğunu sanmam.

  • dün gültan kışanak'ı konuk ettiği programında yüzünde güller açmaktaydı. karşılıklı acaba yarınki nevruz mesajı ne olacak? ayy çok heyecanlı diye konuştular (izlediğim 10- 15 dakika boyunca). gültan hanım'ın yüzündeki gurur ve nereden nereye geldik duygusu hakkında bişey yazmak lazım mı bilmiyorum. ben şirin hanıma yoğunlaştım.
    hani insan hayvan kesilmesine dayanamaz ama et yemeğe bayılır. mesela ben balık tutmaya kıyamam ama çinekop çok severim. bu kentleşmenin sanayileşmenin falan bize kazandırdığı bir riya olsun. ya da özümüzden koptuk mu diyelim. ağız tadıyla bir tavuk bile kesemiyoruz. o dehşeti yaşayıp, şükredip allah ne verdiyse yiyip hayatımıza geri dönemiyoruz.
    kendisinde bu tarz bir kopukluk var bence kürt siyasi hareketini demokratik, özgürlükçü ve heyecan verici bulmasından kaynaklanıyor. heyecanla mesajını bekledikleri kişi gültan hanım için belli ki önder. ama o kişi aynı zamanda türk ordusuna düşman diyen, türkiye devletini düşman olarak gören, bunu da saklamayan bir kişi. öcalan'ın şimdiki barış güvercini halleri pek çaktırmıyor olabilir ama eski görüntülerinde açık ve net düşman diye bahsediliyor türkiye devletinden. böyleyken böyle yani. şirin hanım devleti pek sevmiyor diyeceğim. evet devletin bayılacak bir tarafı yok ama başka devlet de yok.
    kendi budunuzun kesilmesine dayanamıyorsunuz, bakamıyorsunuz. zaten siz şiddete militarizme falan da karşısınız. sonra biri o budu size demokrasi sosu ile pişirip getiriyor. ne kadar hoş, adamlar bunu otuz yılda pişirdi, helal olsun diyorsunuz. karşılıklı heyecanla bakalım menüde daha neler var falan diye konuşuyorsunuz. bence olayın kendisi böyle bir çarpıklık, anlamıyorum.

    edit: imla

  • namaz bir kenara, hayatinda oruc tutmamis arkadasima "yeryuzu iftari"na saygidan oruc tutturmus adamdir. gerisi yobaz akp'lilerin fasa fisosu.