hesabın var mı? giriş yap

  • coğrafî ve tarihî dokusuna hayran olduğum, bulduğum her fırsatta gittiğim ve güzel anılar biriktirdiğim çanakkale'nin tarihi bir ilçesidir.

    geçtiğimiz günlerdeki ziyaretim esnasında çanakkale'nin bu güzide ilçesinin tarihte ne kadar çok önemli roller üstlendiğini bir kez daha hatırladım. çünkü burası coğrafi konumu itibariyle her daim stratejik bir öneme sahipti. en başta; bizans ve osmanlı gibi iki büyük imparatorluğa başkentlik yapan şehr-i istanbul'un güvende olması için önce gelibolu'nun ve ismini verdiği yarımadanın sağlam ve güvende olması gerekiyordu. ayrıca 17. asır tarihçilerinden safi mustafa efendi de bu ilçeyi ''derya-i sefidin kilidi'' olarak tarif etmiştir. yani akdeniz'in kilidi.

    gün doğarken çektiğim şu hoş fotoğrafı son ziyaretimden bir anı olarak buraya kondurup: (gelibolu iskelesi, ocak 2023) gelibolu'nun önemi özelinde, bizans ve osmanlı tarihinden birkaç kesit sunmaya geçeyim:

    - gelibolu, roma hakimiyetine girdikten sonra da sahip olduğu coğrafi özellikler sayesinde önemli bir ticaret merkezi olma özelliğini korumuştu. fakat bu önemli ticaret merkezi avrupa hunları, avarlar gibi yayılmacı kavimlerin bizans topraklarını istilaya giriştiği dönemde yağmalanıp, tahrip edilmişti. i. justinianus kenti onarıp, surlarla donattıysa da bu tahkim yetersiz kalmış, 7. ve 8. asırdaki arap akınları döneminde kent yine zarar görmüş, emeviler donanmasıyla çanakkale boğazı'nı kolaylıkla aşıp, konstantinopolis'i kuşatmıştı. bu akın ve kuşatmalarda bizans imparatorluğu büyük zarar görmüştü.

    - 10. asırda general bardas phocas, ikinci basileios'a karşı başlattığı isyanda gelibolu'ya hakim olup, boğazı kapatmaya çalışmıştı. fakat imparator, ordusuyla bölgeye gelip isyanı bastırmıştı.

    - dördüncü haçlı seferi esnasında konstantinopolis'e ve trakya topraklarına hakim olan latinlerle iznik imparatorluğu'nun çatıştığı yerlerden biri de gelibolu'ydu. bu dönemde gelibolu latinlerin kontrolündeydi ve iznik imparatorları gelibolu'yu ele geçirip, konstantinopolis'teki latin idaresini kıstırmak istiyordu. bir süre sonra bunda da başarılı olmuşlardı.

    - 14. asrın başında bizans imparatorunun çağrısıyla gelip, anadolu'daki türklere karşı taarruzlar düzenleyen roger de flor komutasındaki katalan kumpanyası'nın harekat üssü gelibolu olmuştu.

    - bizans imparatorluğu'nun iyice güçten düştüğü dönemde, venedik cumhuriyeti ile cenevizlilerin ege-çanakkale boğazı-marmara-karadeniz hattındaki üstünlük mücadelelerinde önemli rol oynayan liman kentlerinden bir tanesiydi. bu mücadeleler esnasında venediklilerin boğazda düzenlediği ablukalar bizans başkentini fazlasıyla zorlamıştır. (13. ve 14. yüzyıllar)

    - 14. asır itibariyle türklerin bizans topraklarına düzenlediği akınlar iyiden iyiye artmıştı. bu dönemde gelibolu, umur bey'in ve karesioğlu beylerinin deniz akınlarıyla bizans'tan koparmaya çalıştığı stratejik bir bölgeydi. yüzyılın ortalarında ise osmanlılar tarafından ele geçirilip, rumeli'ye düzenlenen akınların üssü haline dönüşmüştü. gelibolu'nun kaybı bizans'ta evlat kaybı etkisi yarattı desek yanlış olmaz. ilk başta diplomasi yoluyla defalarca kentin iadesini istediler, başarılı olamadılar. diplomasi yolu kapanınca da bir askeri harekatla kenti ele geçirmeyi başardılar. fakat hakimiyetleri 10 yıla yakın sürebildi. kent tekrar osmanlıların hakimiyetine girdi. osmanlıların bu dönemde kullandıkları askeri üs için (bkz: çimpe kalesi)

    - gelibolu'yu ikinci defa ele geçirme uğraşısı osmanlılara bölgenin stratejik önemini bir kez daha göstermiş olacak ki; kenti ele geçirir geçirmez bir tersane kurup, donanma yapımına koyuldular. diğer yandan asker yetiştirmek maksadıyla acemi ocağı'nı da buraya kurdular. 15. yüzyıl itibariyle gelibolu artık osmanlı devleti'nin bir askeri üssüydü. (bkz: gelibolu tersanesi), (bkz: saruca paşa/@silivrili), (bkz: pençik sistemi/@silivrili)

    - donanmanın teşkiliyle osmanlılar artık denizde de faaliyet göstermeye başlamıştı. çok geçmeden de ege'de venediklilerle karşı karşıya gelmeye başladılar. 1416 senesindeki çalı bey savaşı, osmanlıların denizdeki ilk büyük sınavıydı desek yanlış olmaz. bu savaşta venedik donanması gelibolu'ya baskın düzenleyerek osmanlı donanmasını yok etti. bu zaferden sonra venedikliler değişik tarihlerde yine gelibolu'ya saldırılar düzenledi fakat kenti ele geçiremediler. çünkü kara gücünde osmanlılar daha üstün durumdaydı.

    - 1420'lerdeki düzmece mustafa isyanı'nda da gelibolu başroldeydi. bizans imparatorluğu'nun desteğiyle trakya'da hakimiyet kuran mustafa, gelibolu'yu da ele geçirmişti. fakat söz vermesine rağmen gelibolu'yu bizans'a teslim etmemişti. bu anlaşmazlık sonrasında bizans desteğini kaybetti. kısa sürede de osmanlı kuvvetlerince yenildi. bu isyan döneminde gelibolu'yu yitiren sultan ikinci murat, cenevizlilerin yardımıyla çanakkale boğazı'nı geçebilmişti.

    - 1453'te konstantinopolis'i ele geçiren ikinci mehmet, yeni başkentinin savunmasını daha da kuvvetlendirmek adına çanakkale boğazı'na iki tane hisar inşa ettirmişti. (bkz: kilitbahir kalesi) (bkz: çimenlik kalesi)*

    - 16. asırda haliç tersanesi inşa edilince, gelibolu ikinci planda kalan bir üs olmuştur.

    - 17. asrın uzun soluklu savaşlarından biri olan girit savaşı esnasında venedikliler osmanlı'nın girit'teki kuşatmasını kırmak için ikmal yollarını kesmeye çalışmış, bu esnada da çanakkale boğazı'nı defalarca ablukaya almıştı. bu abluka osmanlı'yı ve payitahtını fazlasıyla yormuştu. iaşede sorunlar yaşanmıştı. abluka kırıldıktan kısa bir süre sonra, bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için, boğazın savunmasını kuvvetlendirmek adına valide hatice turhan sultan'ın öncülüğünde çanakkale'ye iki kale daha yapılmıştı. (bkz: seddülbahir kalesi), (bkz: kumkale)

    - 18. asırda çanakkale boğazı'nı koruyan kaleler bakımsızlıktan harap bir haldeydi. 1770'teki çeşme faciasında osmanlı donanması yok edilince, rus donanması boğaza yönelmişti. osmanlı kuvvetleri bu ilerleyişi güç bela durdurabilmişlerdi. bu bozgundan sonra osmanlı devleti baron de tott'u çanakkale boğazı'nı tahkim etmesi için görevlendirdi. gelibolu, bu dönemde tahkim edilen yerlerin başında geliyordu.

    - 19. asırda gelibolu, osmanlı padişahlarının ziyaret ettiği bir yer olmuştur. ikinci mahmut, sultan abdülmecit, sultan abdülaziz ziyaret eden padişahlardır. bu ziyaretler hem idari, mali, sosyal alandaki yeniliklerin taşradaki uygulanışı görmek hem de boğazdaki tahkimatı kontrol etmek maksadıyla düzenlenmiştir.

    - 20. asır ve patlayan birinci dünya savaşı... bu savaş esnasında itilaf kuvvetlerinin taarruza geçtiği yerlerden biri de gelibolu yarımadası idi. yarımadayı çıkarma yaparak ele geçirmeyi, böylelikle önce çanakkale boğazı'nı, ardından da istanbul boğazı'nı kontrol altına almayı, nihayetinde de osmanlı devleti'ni savaş dışı bırakmayı hedefliyorlardı. itilaf kuvvetlerinin taarruzu sonucunda başlayan savaşlarda osmanlı ordusu destansı bir savunmayla itilaf güçlerini durdurmayı başardı. (bkz: çanakkale savaşı) gelibolu, birinci dünya savaşı'nın da başrolünde yer alan bir yer olmuştur. bir diğer önemli husus da dünya, cumhuriyetimizin kurucusu mustafa kemal atatürk'ün askeri dehasıyla ilk; o, gelibolu yarımadası'nı savunurken tanışmıştır.

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."

  • az once cinli bir i$ arkada$ima yapmak suretiyle bir irki daha bu kli$enin icine bula$tirmi$ oldum pi$man degilim. cok ho$una gitti o da bana aynisini yapti. demek ki biz de ba$ta boyleydik.

  • kaliforniyum, doğada bulunmayan sentetik bir aktinittir. sentetik olmasına rağmen oldukça kullanışlı bir elementtir. nükleer reaktörlerde başlangıç nötron kaynağıdır. yüksek oranda nötron üretme özelliği vardır. bu özelliği, kaliforniyumu önemli elementler arasına alıyor. kaliforniyum, yüksek atom ağırlığına sahip elementler arasında aynştaynyum elementinden sonra gözle görülebilir miktarda üretilebilen ikinci elementtir. dünyadaki en pahalı ikinci madde olduğu belirtiliyor. adını, ilk sentezlendiği kaliforniya üniversitesi’nden alır.
    kaliforniyum, dünyadaki en pahalı ikinci maddedir. cf-249’un mikrogramı 160 dolar, cf-252’nin mikrogramı 60 dolardır. bazı kaynaklara göre de, kaliforniyum-252 izotopunun gramı 27 milyon dolardır diyorlar.

  • iyi bir aile. aksi takdirde sahip olacağınız şey özgüven değil, özgüven kisvesine bürünmüş aşağılık kompleksidir.

  • 6-7 sene once ılık bir yaz akşamında arkadaşımla birlikte arkadaşımın (yanımda olan kişi) evine giderken yaşanmıştır.
    kendime "x" vereyim, arkadaşıma "y", rakıyla imam nikahlı bakkal da "b" olsun.

    y-olum susadım ben şurdan bi su ısmarla (pet şişeyle su içenlere sosyetik dendiği zamanlar)

    (bakkala girilir)
    x: kolay gelsin bi küçük su verirmisiniz?
    b: rakı mı?
    x: küçük su abi
    b: küçük rakı?
    y: rakı mı içsek?
    b: votka da içebilirsiniz
    x: olum bu saatte rakı mı içilir
    y: bira alalım o zaman. bira ver sen bize abi
    b: ben olsam rakı içerdim, kaç şişe vereyim?
    x: ben bira içmem olum
    b: bak arkadaşın rakı içmek istiyo
    x: yok abi su almaya girdik de biz o yüzden
    b: o zaman sana su vereyim, arkadaşın rakı içmek istiyomuş
    y: yok abi bira istiyorum ben
    b: paranız mı yok, ne kadar varsa verin, üstü benden. delikanlı adamlarsınız, rakı için.

  • bariz ironi amaçlı açılmış başlığı ciddiye alıp cevap yazan mı dersiniz, ironidir umarım diyen mi dersiniz, şu sözlüğe girişte bir iq testi şart artık.

    edit: herkes aynı dertten muzdaripmiş anlaşılan, gece yazmıştım şunu 666 fav almış an itibariyle. yönetimde okuyordur umarim :)
    666 bu arada, tırstım.

  • şule: merhaba bişi sorabilir miyim?
    polis: ne var?
    şule:ben behzat başkomiserin kızıyım da telefon hakkımı kullanmak istiyorum.
    polis:behzat kim? soyadı ne?
    şule: ç
    polis:ç ne?
    şule: behzat ç. bende şule ç. soyadımız ç bizim.