• 2007 yılıydı yanılmıyorsam. istanbul'da garajistanbul diye bir mekanda koçani orkestar grubunun konseri var, ben de oradayım çok sevdiğim bir arkadaşımla. konser süper, adamlar zaten inanılmaz eğlenceli. istanbul'a dışardan gelen herkesin ilk fark ettikleri şeylerden birisiyle karşı karşıyayım: pek çok tv ünlüsü var etrafta. tanıdık bir kaç yüz, birkaç ünlü işte. yok dream tv'nin viceyi bilmem ne falan da çarpıyor gözüme. o sırada gözüm bir hanımefendiye takılıyor. çok güzel, çok zarif. çalan grubu dinliyor mutlulukla. kim dersiniz? şevval sam. ama nasıl güzel, nasıl zarif. şimdi şevval sam, şevval sam olarak orada durmuyor olsa, belki de bütün geceyi ona bakarak geçirmek isterdim. ama yapamıyorum. aklım 1 dakika içinde bu zarif hanımın kim olduğunu, ne kadar hoş olduğunu ve aynı anda ona bakmamam gerektiğini söylüyor. niye? çünkü bu hanımefendi sarı fırtına metin'in eşi de ondan. 2007'den önce ayrılmışlardı ama benim için hep metin tekin'in eşi işte. bakamıyorum, utanıyorum. benim için beşiktaşlı olmak, şevval sam'ı görünce utanıp başka yere bakmak, süleyman seba'yı her görüşünde duygulanmak, nartallo'nun bile iyi futbolcu olduğuna inanıp onu sevmek, madida'yı ölmüş bir aile büyüğünü yadeder gibi hayırla yad etmek, hiç tanımadığım taraftarları, inönü'yü dolduran adamları her haftasonu evimden izlerken onlarla gurur duymaktır.
  • adetim olmadigi uzere bugun cok hosuma giden bir facebook iletisi gordum ve paylasmak istedim. boyle tanimlar her takim taraftari icin yapilabilir fakat benim kisisel gozlemlerime uyan bir tanim bu. tabi ki istisnalar var. herkes alinmasin.

    -"mahalle macinda auta giden topa gol diyen cocuk galatasaraylidir. tamam gol olsun ulan diyen de besiktaslidir. o golse bizimki de gol diyen de fenerbahcelidir."
  • - efendim
    - iyi aksamlar…salih beyle mi gorusuyorum?
    - evet,buyrun
    - merhaba,ben taksim ilkyardim hastanesinden nobetci doktor uygar yorulmaz,bu saatte sizi rahatsiz ediyorum fakat su an hastanemizde bulunan bir hasta var. . kendisi baygin,uzerinde kimlik bulamadik yalnizca sizin kartiniz vardi. acaba hastaneye gelebilmeniz mumkun mu? hastanin durumu pek iyi degil de.
    - tabi gelirim. . peki nasil biri
    - valla 70 yaslarinda olmali,giyim kusamina bakacak olursak sanirim uzun zamandir evsiz diye tanimlayabilecegimiz birine benziyor. . anliyor musunuz. . yani saci,sakali temizligi ve gorunumu pek iyi degil.
    - anladim hemen geliyorum. .
    ………………………………
    kimine gore taksim,kimine gore istiklal caddesi,bana gore de beyoglu denilen yerdeyim. vakit gece yarisini gecmis. kafam atmis,klasik bir haziran gecesi. iki duble yaptim 6-7 turku dinleme suresinde. yapayalniz iniyorum beyoglu’ndan asagiya dogru. mendilci cocuklar,piyangocu amcalar,kestaneciler sagli sollu dizilmisler sokak kenarlarina. biraz vakit gecsin sunlari izleyeyim. . gencler icince sapitmislar yine,kizli erkekli gruba satasan kizsiz grup,abazalik da degil bu,tamamen kiskanclik,laf atmalar sevgilileri kucuk dusurmeler. . nerede kaldi delikanli gencler. . gene kimsenin yemedi yumrugunu kaldirmak,uzlasildi,devriyeye gerek kalmadan.
    yurumeye devam ediyorum,saat de epey kabardi,eve gitmeli,isigi ufleyip zibarmali derken cakir keyif kafamla,kaldirimin kenarinda gozum ilisti bi sarapciya. oldum olasi sevdim ben bu tipleri,takintisiz,alakasiz,dunyasiz tipler,adam gibi isterler sarap parasi var mi diye. somurmezler yani kimseyi,“bi ekmek parasi” diyen duygu somuruleri yok bunlarda. bakiyim bir cebe varsa bozuk veriyim bi sarap parasi diyerekten yaklasiyorum yanina. durum vahim,sac sakal girmis birbirine,egiliyorum.
    - hoopp. abi. kalk usuycen git bi sarap ic.
    iplemiyor,baygin bayik halde suratima bakiyor. . israr ediyorum kalk kalk diye. dizime tutunup ayaklanmaya calisirken pardosusunun onu aciliyor. uzerinde rengi gitmis eski beyaz bir atlet goruyorum. pardosuyu aralayip gogsune dogru bakiyorum,kalp tarafindaki bjk amblemi carpiyor gozume.
    - vay besiktaslisin demek. al simdi sana bi sarap parasi daha.
    korsan da olsa tanirim aslinda butun besiktas formalarini ama bunu ilk defa goruyorum o an.
    - o sadece besiktas formasi degil diyor ilk konusmasinda
    - nerden buldun bu formayi?
    - benim
    - nerden aldin?
    amcam kizdi,sanane der gibi
    - yusuf’tan aldim. tanir misin?
    cani yaniyordu,uzuldum durumuna,keyfim de yok ama,niye sordum bilmiyorum.
    - baba be. arkadas olsana bana,bi meyhaneye gidelim. bir buyuk yapalim senle,bulursak sicak biseyler de yeriz.
    bu sefer salak der gibi bakti,hakliydi ne isim vardi ki evsiz biriyle.
    - iyi dedi gel gidelim.
    epeyce yuruduk,karanlik sokaklardan gecip girdik izbe bir meyhaneye. nerden geldi bu cesaret bilmiyorum,aklima da gelmiyor mekanina goturup gasp yapma ihtimali. aklim formada kalmis,abuk sabuk gittim yine de.
    pek konusmuyor,birinci buyugun son dublesine kadar laf etmedik,sonra konustu;
    - sen de iyi icermissin.
    - cocukluktan be baba.
    ikinciyi actik. kafa epey doldu.
    - kizmazsan sana bisey sorucam
    - kafasiyla ileri geri olur verdi
    - nerden buldun o formayi?
    gene sustu. bir saat konusmadik yine
    - evlat. sene 1967. 25 yasindayim. geceden ciktik yola. deplasmana. bilir misin deplasmani. yollar,o zamanki yollar,git git bitmez. sonra yendik goztepeyi izmirde sampiyon olduk. atladim sahaya,gencecik yeni yildiz yusuf tan kaptim formayi.
    elimde bardak kalakaldim,pat diye anlatti,konusamadim.
    - yaaa dedi. bu forma 28 yasinda.
    kekeledim bir an. nassil nasssil.
    anlatti tum olanlari. almislar maci. tum kara gozuyle almis formayi. sonra ertesi gun geri gelmis mahalleye,sirtinda forma tum havasiyla kosa kosa gidiyormus evine. ogluna gosterekmis. gitmeden deplasmana,7 yasinda oglu kizmis buna,niye goturmuyor beni de izmire diye. oglum diyordu affedicek ona verince bu formayi. eve vardiginda her sey bitmis. gece evleri yanmis,karisi ve oglu dumanlar icinde bogularak can vermisler.
    o gun lanet etmis her seye,vurmus kendini sokaklara.
    biraz toparlandiktan sonra.
    - peki baba nasil korundu bu forma yillarca.
    - bu gun ayin kaci?
    - 4 haziran da 5’i oldu artik
    4 haziran da sampiyon olmus besiktas,o gece kaybetmis ailesini. ve o gunden beri sadece 4 haziranda sirtina gecirmis formayi. kulubesi varmis dolapdere taraflarinda,bir de yatak,orada saklamis yillarca,yirtilmis,sokulmus ama gene de korumus formanin ozunu.
    baba be. surdaki tekelle konusacam,sana gunde 3 sarap alacam,her ay gelip onceden vericem parasini. olmaz dedi aciyamazsin bana.
    cuzdanima uzanip bir resim cikardim. bak dedim benim oglum,gecen gun benden dunyanin en degerli besiktas formasini istedi,aldim bir forma,verdim. ne bilirdim her forma aynidir dedim. senden baba,bu formayi ogluma miras birakmani istiyorum,senden dunyanin en degerli formasini istiyorum.
    - adi ne oglunun?
    - kartal. kartal yusuf aral.
    - oglun icin iceriz sarabi be evlat
    - ama bana besiktasli sozu ver,gunde uc saraptan fazla yok. disardan bulsan da icmeyeceksin.
    mirin kirin etti. soz be dedi. besiktasli sozu.
    - uzerinde ev telefonumun da oldugu kartlardan birini verdim. bakmadan koydu cebine.

    aradan 4 ay kadar gecti. arada bir bulusup iciyoruz. her gun uc sarabini iciyor. bulustugumuzda bile ucten baska icmiyordu.
    bir aksam ciktim. koca beyoglu’nu dolastim bulamadim. sordum sorusturdum,kulubesini buldum. etraf cok kotu kokuyordu,yataginda sizmis. kaldirdim. yuzume bakti tersledi beni,defol git diyerek kovdu. baba dedim bisey mi oldu. defol ulan diye ittirdi yine. 3 sarap aldin diye sahibimiz mi oldun. sasirdim kaldim. bir muddet oturdum yaninda
    - forma nerde?
    - yok. bilmiyorum
    - nasil bilmezsin diyerek yapistim yakasina
    - ehh be diyerek basladi kufurlere. napiyim ulan dedi. usudum bir gece yaktim isindim.
    - beynimden vurulmusa dondum. cildirdim.
    - sen dedim adam degilmissin. besiktasli hic degilmissin. sana da ickine de diyerek cikarken kapidan sordu.
    - o sozu tutacak miyim hala
    - tutma dedim. . ic ic geber.
    kizdim sonra kendime,bir forma icin mi yapmistim bunlari. hayir sadece bir forma degildi o. o formada hatiralar vardi acilar vardi. . 28 yasinda bir cinardi o forma. . ve bir besiktas formasi yok olamazdi.
    …………………………………………
    gece yarisi uc filan. istanbul bosalsa da bu beyoglu hic dinmiyor be. kalabaliktan siyrilip vardim hastaneye. . dile kolay tam 9 yil oldu,o olmaliydi.
    demlik bir hastane kokusu,pek aliskin degilim bu havalara,sikinti verir cogu kez,acinin tazelenmesine. hemsireye tarif ettim,doktor uygar beyin hastasiydi galiba diyerekten.
    -evet dedi,1 saat once hastanenin karsisinda yatarken bulmus doktor bey. iceri alip ilgilendi bizzat. su odaya aldilar. . siz burada bekleyin,ben doktor beye haber veriyim
    yok,bekleyemezdim,kizginligim gecmisti ve ne de olsa baba dedigim bir adamdi. iceri girdim. karni sis,kir pas icinde yatiyordu bir yatakta. yaklastim yanina. elini tutarak baba dedim ben geldim. . gozler acildi birden. evlat dedi.
    kalk dedim gidiyoruz,bir iki kadeh atalim. . yok dedi.
    belli konusamiyor,iyice tuketmis yillari,yudum yudum seciyor harfleri konusmaya zorlarken kendini,dikmis gozleri havaya yuzume dogru bakamiyor yine de. dislerini sikarak cekti elini. ortuye uzandi. bir eliyle kaldirmaya cikarirken ortuyu omzunu geriye dogru cekti. simsiki tuttugu beyazligi gosterdi bana. al dedi. ordaydi,ellerinin arasindaydi forma.
    - baba dedim sarildim boynuna. neden ?dedim neden?.
    - gunnn. . deee. uc. saarrap yetm. . e…di … be ev. . lat
    ne demekti bu. . gunde 3 sarabin yetmemesi. tamam ben demistim ama yine de bulurdu sagdan soldan icerdi yine. bu olamazdi ki.
    - nasil?
    - soo. . zz verr. . miss. . tim
    evet soz vermisti,besiktaslilik sozuydu o. ve bozulamazdi. yalan soylemisti bana,ve sozu geri cektirmisti. daha cok icebilirdi.
    artik yikilmisti barajlar,gozlerim dayanamadi daha fazla. elime uzandi. . tum gucuyle sikmaya basladi. gozleri acikti hala ama belliydi. . kalmamisti direnci.
    - evlat dedi. . beeen gidiiii. . yorum. kari. . min yani. . na. oglu. . mun yani. . na. siya. . hi yasarken gor. . dum. sim. . di beya. . za dog. . ru gidi. . . yorum. beyaza…. be…ya. . za ………bey. . a…za.
  • en sabırlı, gururlu ve vefalı taraftar kitlesinin içinde bulunmak demektir

    edit:ne editliycem yaa.. kötüleyin arkadaşım, kötüleyin...
  • uzun uzun anlatılsa da kanımca çok zor anlaşılabilecek olan olgu. ama yine de anlatmayı deneyelim...

    ilk olarak, takım sevmek nereden başlar? tribünde, sokakta, televizyon başında, kahvedeki bütün o insanların hissettiği şey “renklerine vurulmak”tan mı ibarettir? hepsini aynı anda bağırtan, ağlatan şey sadece kaçan bir penaltı, elden giden bir maç, bir tur mudur? insanları gözleri dönmüşçesine sokağa çıkartıp, indirimli hat belediye otobüsünün kapısından sarkarak bayrak sallamaya zorlayan his nedir ki? hangi süper zekâlı bilgisayar, hangi dehâ açıklayabilir bunu?

    peki beşiktaş nedir öyleyse? efsane midir? kupaları müzesine sığmayan, başarıları “tarihe altın harflerle kazınmış”, tün takımlara kök söktüren bir kulüp müdür? başarı ve istikrar âbidesi midir ya da? bunların hiçbirinin gerçek olmadığını biliyoruz. peki, “taraftarı, başarı getirir” tezine ne oluyor o zaman?

    doğru, bu tez vardır, ve çoğunlukla işler de. çünkü takım tutmak, -asla kabul etmeyiz hiçbirimiz ama- biraz da başarı içindir. başka türlü nasıl açıklarsınız, aslında üzerinde hiçbir emeğiniz olmayan şampiyonluklara çılgınca sevinme ihtiyacınızı? yenilmiş takımın sahtekar, en büyüğün taraftar oluşunu? biraz ego tatmini değil mi tüm bunlar? kendine pay çıkartıp, kişisel başarısızlığın ağırlığından kurtulma çabası değil mi?

    ya beşiktaş yine? “hep başarı” mı diyor taraftar? neden birileri hâlâ, bu takım son yıllarda elle tutulur hiçbir şey yapmadığı, şampiyon bile olamadığı hâlde onu desteklemeye karar veriyor? hiç kimse, bir takım barcelona’yı 3-0 yendi diye onu desteklemeye karar vermez. hiç kimse, galatasaray’ı yenip, atatürk kupası’nı aldı diye, o takımı tutmayı düşünmez.

    niye öyleyse? başarı arzumuzu bile tatmin edemezken; niye beşiktaş? açıklayabilir misiniz? o bizim süper zekâlı bilgisayar açıklayabilir mi peki? anlamak için, beşiktaş’ı yaşamanız lâzım. bir pazartesi sabahı, kabataş’ta vapurdan inip, beşiktaş’a kadar yürümeniz lâzım. stad yavaş yavaş gözüktükçe, sabahın soğukluğunda, güneşin çabaları bile yetersizken, ısınmanız lâzım. kendinizi engelleyemezsiniz; durup seyretmelisiniz. sağınızda deniz ve dolmabahçe, karşınızda takımınız size bağlayanların en büyüklerinden: inönü orada.

    ya da bir maç günü, sadece yürümek için çarşının içine girmelisiniz önce. tüm dükkânlardan sarkan beşiktaş bayraklarını görüp, takımınızı ve bir semti yaşamanın ne olduğunu hissetmelisiniz. köftecilerin fazla mesai yapışını görmeli, etraftan gelen skor tahminlerini duyup, hepsine kendi içinizden yorumlar yapmalsınız.

    sonra yürüyüşe devam: dolmabahçe. boynunuzda atkınız, bütün o yolu bir anda karşınıza çıkacak olan o mâbedi görme ânını düşünerek katedersiniz. etrafınızda yavaş yavaş stada doğru gelen simitçiler, çekirdekçiler... nasıl bir aidiyet hissi olduğunu bilemezsiniz. bir kişiye, bir aileye ait olmaktan öte birşey bu, siz, bir semte aitsiniz! herşey sizin, ve siz oranınsınız! orada sizi kimse yadırgamaz!

    en sonunda, stada varış. orada, inönü’nün orada durup, kendinizi soyutlayıp bir süre etrafı seyretme zamanı. normal bir zamanda, erkek değilseniz eğer laf atılmadan 1 saniye dâhi duramayacağınız o yolda, ya da herhangi biryerinde beşiktaş’ın, boynunuzda atkınız varken saatlerce dikilseniz bile hiçbir şey olmayacak, sizi koruyacaklarıdr! onlardan birisi olmuşsunuzdur, kimse dokunmaz size. sadece içten bir şekilde bakıp, içlerinden “dünya ahiret bacımsın” diye geçirirler. inanın, orada gerçekten güvendesinizidir.

    ve maç çıkışı, ya da öğlen iş arasında, ara sokaklardaki köftecilere girmelisiniz. kartal heykelleri suratınıza çarpacaktır, evet: orada herkes beşiktaşlıdır. duvarlarda eskinin efsane kadroları, çerçevelenmiş maç biletleri, ve onlarca kartal figürü: her açıdan!

    beşiktaşlı olmak çok çok özel bir şey. özünde sadece beşiktaş’ı sevmelisiniz. yenildikten sonra içinizdeki buruklukla başetmek zorunda olmadığınızı bilmeniz gerek ve de; bu da beşiktaş’a ait bir şey, ve onu yaşamaktan korkmanıza gerek yok.diğerlerinin şampiyonluk öyküleri bile sizi incitmez; sizde beşiktaş ruhu var... aidiyet var... mâbediniz, semtiniz var...

    düşünün: gece. staddasınız. karanlıkta, çimlerin ortasına uzanmış gökyüzüne bakıyorsunuz: beşiktaş’ın gökyüzü. bundan güzel neyin hayali olabilir? beşiktaşınız dışında ne size böyle bir sahip ve ait olma hissi verebilir?...
  • siirt'in pervari ilçesinde öğretmenlik yapan seda bol, beşiktaşlı taraftarlar tarafından organize edilen yardım kampanyası için şunları söylemiş;

    "öncelikle kendi adıma, diğer öğretmen arkadaşlarım adına ve en önemlisi öğrencilerim adına yardım gönderen,gönderemeyen,yüreği bizimle olan herkese teşekkürler...

    30 koliden fazla yardım geldi ve pervarideki bir köy okulu belki de ilk defa bu kadar yardımı görmüştü..
    biz hiç kimseye söylemediğimiz halde koliler geldikçe kaymakamın yardımlardan haberi olmuş..
    bize soruldu ve 23 nisanda dağıtacağımızı söyleyince orada bulunmak istediler...
    kaymakam,belediye başkanı,milli eğitim müdürü,garnizon komutanı ve bir çok yerin müdürü o gün bizimle birlikte oldu,bizimle bu güzelliği yaşadılar...
    keşke sizlerde orada bulunsaydınız ve çocukların mutluluğunu görebilseydiniz..
    bir çocuğun mutlu olduğunu görmek çok farklı bir duygu hele bir de böyle iki dağ arasında çoğu ilçeyi bile görmemiş çocukların bu derece sevindiği görmek çok güzel bir duygu..
    bize ve çocuklarıma yaşattığınız bu mutluluğu keşke sizde görebilseydiniz.
    yaptığınız maddi yardımlar bütün ihtiyaçlarımızı karşıladı ama manevi yardımlarınız çok daha önemliydi..

    kaymakamın hangi takımlısınız diye sorduğu bütün çocuklar beşiktaşlıyım cevabını verdi o ayrı bir güzellikti zaten..
    dün de öğrencilerimi ilçeye getirdim ve hepsi gönderilen kıyafetlerden giyinmiş gelmişler...

    iyiki beşiktaşlıyım, iyiki sizlerin arasındayım ve iyiki öğretmenim...
    ve siz; yanımızda olduğunuzu hissettirdiğiniz için,çocuklarımın bu denli mutlu olmalarını sağladığınız için,böyle bir yüreğe sahip olduğunuz için iyiki varsiniz..."

    http://img21.imageshack.us/img21/4701/sl371078.jpg
    http://img21.imageshack.us/img21/6554/sl371085.jpg

    düzce kartalları darülaceze'ye ziyarette bulunmuşlar;
    http://www.duzcebjk.com/portal/resimler/akc9.jpg
    http://www.duzcebjk.com/portal/resimler/akc12.jpg
    http://www.duzcebjk.com/portal/resimler/akc62.jpg

    çarşı kıbrıs kan bağışı kampanyası yapmış;
    http://img256.imageshack.us/…g256/9500/43935873.jpg

    "ülkemizin en doğusunda van'ın bahçesaray ilçesine bağlı elmayaka köyü ve elmayaka ilköğretimokulu'na ülkemizin heryerinden, sizlerin göndermiş olduğu malzemeleri yardıma ihtiyacı olanlara büyük bir sevinçle ilettik..." haberiyle duyurulan bir yardım kampanyası düzenlenmiş;
    http://img178.imageshack.us/…8/2456/dsc02201yg0.jpg
    http://img378.imageshack.us/…8/1156/dsc02209it2.jpg
    http://img178.imageshack.us/…8/2255/dsc02217rm9.jpg
    http://img356.imageshack.us/…9104/elmayaka25qe5.jpg

    van'ın esenler mahallesinde yaşayan; yoksul insanlarımıza ve bölge okullarına yönelik bir kampanya düzenlenmiş;
    http://img509.imageshack.us/…p1010756800x600lo7.jpg
    http://img509.imageshack.us/…p1010777800x600tw7.jpg
    http://img79.imageshack.us/…/p1010884800x600ze9.jpg

    taa almanyadan, çarşı berlin adını alıp kütahya/tavşanlı'nın karapelit köyü ilköğretim okulu öğrencilerine kırtasiye ve giyecek yardımı yapılmış;
    http://img19.imageshack.us/…mg19/7645/carsi0025.jpg
    http://img149.imageshack.us/…mg149/3294/berlin1.jpg

    gene van'da şehit ibrahim kara oğlanoğlu ilk öğretim okulu öğrencileri ve ailelerine kartal yürekli kardeşlerimizin gönderdikleri hediyeler dağıtılmış.... bu böyle uzar gider....

    beşiktaşlı olmak emek verildikçe güzelleşir. beşiktaşlı olmak, beşiktaşlı olanların bugüne kadar yaptıklarıyla gurur duyup ele geçirilen her fırsatta küçükte olsa üstüne birşeyler katmakla anlam kazanır. beşiktaşlı olmak sadece beşiktaş taraftarı olmak değildir. beşiktaşlı olmak ta içinizde biryerlerde hissettiğiniz, keşke yapabilsemlerle, elimizden gelselerle geçiştirdiğiniz şeyler için bir adım atmaktır. beşiktaşlı olmak gözlerde bir damla yaş, kalbimizde bir aşk değildir sadece. beşiktaşlı olmak bir umuttur, birşeyler yapabiliyor olmaktır. büyüğünden küçüğüne çabalamaktır, özveridir. siyahın beyazın gölgesi altında bu amına koyduğumunun hayatında "ben birşey yaptım" diyebilmektir.

    sizde "birşey yapın". beşiktaş sizinle daha güzel. beşiktaşlı olmak "birşey yapınca" daha güzel.

    siyah ve beyaza olan tarifi imkansız sevdam için ne kadar gurur duysam az.
  • 3-4 yaşlarındaydım, babamla evde ufak topumla yalandan paslaşıyorduk.
    ikimizde beşiktaştık. babam dedi ki, '' iki beşiktaş olmaz, sen başka bir takım ol ''
    ''ne olayım '' dedim. ''eskişehir de doğdun mesela eskişehirspor ol '' dedi.
    ''yok '' dedim, çocuk aklımla ismi hoş gelen '' şekersporlu olayım '' dedim.
    1 dakika geçti geçmedi, dedim ki : '' banane sen başka takım ol, ben beşiktaş olacağım ''
    babam güldü, ikimiz de beşiktaş olduk.

    biraz büyüdüm, ali metin feyyaz dönemini yaşadım. şapkasıyla eve döndüğünde babamın gülen yüzünü yaşadım, beşiktaş kaybettiğinde akşam yemek yememesini yaşadım, eve gazete alınmamasını yaşadım.

    beşiktaş göğüste bir sancı gibiydi.beşiktaş gerçekten bir aşk gibiydi.beşiktaş daimi bir gururdu kalpte taşınan, daimi bir savaş yarasıydı belki de.
    büyüdükçe, bağımsızlaştıkça, maçlarına gittim, çok ağladım, üzüntüden ya da sevinçten.
    çok ağladım ama.

    farklı bir halet-i ruhiye beşiktaşlı olmak, anlatılabilecek gibi değil. diğer takımların taraftarları bunu anlamıyorlar biliyorum, ancak beşiktaşlı olan insan anlar bu söylediğimi, gerçekten farklı bir his, bambaşka bir duygu.
    maç yokken, alalade bir iş gününde mesela, inönü'nün yanından geçerken, boş stada gözler dolu dolu, ışıl ışıl bakmak var mesela.
    mabed, demek var oraya, kalpten, ciğerden.

    hayatın tüm oyunlarından sıyrılırken, bir tek beşiktaşı bırakmam demek var. asla bırakmam. küme düşse bırakmam. ölsem dönmem demek var.
    kalp sancırken bile bunu söylemek var.

    iliklerine kadar titreten bir sevgi var insanı. gerçekten var.

    ''ölürsem tabutuma beşiktaş bayrağı sarın '' demek var mesela.
    ölen babayı tabutuna beşiktaş bayrağı örterek uğurlamak var ebediyete, perdenin öte yanına, kardeşle beraber, boynumuzda beşiktaş atkılarıyla.

    ne de olsa kalubeladan beri beşiktaşlı olduğunu söylemiş adam, nasıl geldiyse öyle gitmesini izlemek var.

    bir miras gibi de değil, bir aşk gibi, bazen karşılıksız bir aşk gibi göğüste taşımak var o sevgiyi.

    futbolu sevmeyenler, anlamsız bulanlar, başka takımların taraftarları bunları anlamayacaklar, komik bulacaklar, ancak kardeşlerim anlayacaklar beni.
    hiç tanımadığın insanlara ''kardeşlerim '' hissi ile yaklaşmana sebep olan durum beşiktaşlı olmak.

    bir umudum sensin anlıyor musun ?
    demek. hem de başka pek çok umudun varken. hayat güzelken.

    herkese nasip olmaz
  • besiktasli olmayan fakat o takimda oynayanlari bile icine ceken bir olgudur besiktasli olmak, kara kartal'in kanatlari altinda olmanin guvenidir besiktasli olmak, ve en onemlisi siyah beyaz forma icin ter doktugun sirada bu guveni hissetmek hatta o kartalla beraber ucmaktir besiktasli olmak. tuttugun takima karsi oynarken bile bu sevgi ustundur, cunku bilirsinki eger o takimda oynasaydin ayni sevgiyi bulman zordur. bu sebepler yuzunden degerini bilmek lazim besiktasli olmanin.
  • gercekten besiktasli olmak'la ilgili bir sey var.... bakin size bir hikaye anlatayim, annemin hikayesi:

    sene 1950'ler... rahmetli anneannem ailenin dominanti ve hasta galatasarayli. butun dayilarim ve teyzem de oyleler. hala da oyledirler... annem 6 numara, en kucuk. o da kaderini kabul etmis gorunuste, galatasarayli olacak. 10 yasinda falan, bir gun dayim besiktas-galatasaray macina gidiyor, findik fistik satip yolunu bulmaya ve bu vesileyle takimini desteklemeye. anneme "sen de gel, bana yardim edersin hem mac acilisini yaparsin" diyor. o zaman biz seref stadi 'nda oynuyoruz, hani simdi ciragan kempinski oteli'nin oldugu yer... maci besiktas 1-0 kaybediyor. mac cikisi dayim tezgahi anneme emanet edip galatasaray taraftarlariyla sevinmeye gidiyor, annem de onlari izliyor. o da gs'li olacak ya.... fakat gs'liler sevinirken arkadan besiktasli taraftarlar gorunuyor. maci kaybetmisler ama gururla yuruyorlar, hoplayip ziplayip satasan galatasaraylilara bakmiyorlar bile. gorsen sanki maci kazanan kendileri, oyle yuruyorlar. annem bunlari gorunce "iste bu" diyor, "benim takimim bu, obur ziplayanlar, garabetler degil". yenildiginde de dahi gururla yuruyen, beraber yuruyen rakip takim seyircisini dahi dagitan durusuyla besiktas taraftari... seneler sonra besiktasli bir adamla evlenip besiktasli cocuklar doguruyor, onlarla maclara gidiyor, besiktasli olma'nin ne oldugunu ogretiyor... reha muhtar'a dahi sevgiyle baktiran acayip bir sey bu... -dayimlar cok dalga gecer bunla "esegi getirip ustune siyah beyaz ortu sersem 'ne guzel kisrak' diyeceksiniz" der-

    2000'lerle birlikte besiktasli olmak cok yara aliyor, bizler ogrendiklerimizle karin doymaz zannediyor ve o galasaraylilara, fenerbahcelilere benzemek istiyoruz. 20 subat 2011 besiktas fenerbahce maci'nda ben de butun yadsinamazligiyla musahede ediyorum (bkz: #22264420). ama son olaylar vechesinde ben ozumuze donmeye basladigimizi da goruyorum. yeni neslin ne oldugunu bilmediginden icini doldurmaya calistigi besiktasli durusu butun vakariyla battigi atlantis derinliklerinden dev bir ada gibi yukseliyor. bu bize yeter.

    (bkz: baskasi olma kendin ol)
  • çok uzun ama çok güzel bi hikayeyle paylaşmak istedim beşiktaşlılığı, gerçekliği belli değil, ama internet mahsülü bi yazı işte..medya kartalları na aitmiş, elimde olsa linkini vericem ama bulamadım nette ..üşenmeyip okuyun derim..

    mehdi

    istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına
    yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de
    yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan
    yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin
    ilk test yeri yine bu otogardır.

    öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
    ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
    çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
    fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını
    kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
    uzatıp bağırdı.

    "22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans
    yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
    muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam
    "yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu
    bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama
    artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü,
    ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı
    gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı
    buyur etti içeri, otobüs yola düştü.

    22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu.
    yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının
    mıydı?"

    adam düşündü uzun uzun,
    "mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
    " kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, "
    mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.

    adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.
    sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.

    " kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam,
    "tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
    "yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
    yolcu.
    "kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
    "ya nasıl" dedi yolcu..

    uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.

    mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt
    koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca
    bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
    olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın
    sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı,
    topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize
    katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.

    anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine
    gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında
    jandarma o
    defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
    defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir
    sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya
    attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler
    içinde kaldı.
    ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler
    yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme
    yapıyorudur diye
    düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.
    işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.

    koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara
    sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası
    varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa
    kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates
    çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş
    buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin
    altı çizilmişti.

    ilginç gelmişti bana mehdi.

    bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri
    arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür
    etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.
    havalandırmada yolumu kesti.

    "sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik.
    "kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
    "vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi.
    "peki anlat o zaman" dedim.
    "kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
    "söz" dedim.

    eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
    derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
    kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
    yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
    maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım.
    motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş,
    nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
    semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu
    sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim,
    çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç
    olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
    kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis
    varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
    koşuyor.

    girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala
    bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım,
    elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
    bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.

    çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
    minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
    çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
    kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette
    çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan
    biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü
    bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size
    dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne,
    dağıldı ağzı burnu.

    apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile,
    kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
    teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi
    verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
    oturdu
    karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim.
    koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten
    laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.

    diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
    davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl
    giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre
    hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan
    mahkemelere çıkartıldım.

    konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş
    derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya
    başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama
    yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.

    bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık
    oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk
    subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı,
    bıktım, ağzımda diş kalmadı.

    otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya
    kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir
    vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı.
    hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi
    oysa.

    çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons
    yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de
    oynayan filmi
    kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.

    mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu
    yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri
    dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
    bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben
    kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk
    geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar
    çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi
    seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
    metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu
    bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
    yapılacaktı geceyarısı.

    okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara
    yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak
    cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma
    gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek
    kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem
    diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
    tıkadım.

    " bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana
    kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine
    kuruludur. benlik, bencillikten türemiştir. teori diye tanımlanan hareket,
    insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete
    saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada
    bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. teoride yenik düşmek, eğer
    teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. ben sevdalarıma hiç
    yenilmedim"

    sessizlik oldu. kulaklarımı diktim sessizliğe. felsefenin temel
    ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. işıklar söndü,
    herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. birkaç gece geçti.
    koğuş sorumlusu mehdi'yi istedi yanına. ajan olup olmadığını dışarıdan
    sorgulamıştı. hiçbir kayıt yoktu. direk sorgu yapacaktı. havalandırma
    sırasında ben, mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı mehdi.

    "peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir
    aşka bağlayıp nasıl sonladın mehdi " dedi koğuş sorumlusu.

    "siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi mehdi ve devam etti.

    " yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik
    veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. hayatı eğrisiyle
    doğrusuyla yaşadık dibine kadar. ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği
    doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
    olduk. bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. şimdi siz
    başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil
    kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. peki
    kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz.
    veya bu coğrafyada
    yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu mehdi.

    ben yanılmıştım. üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum,
    makalelerim çıkmıştı dergilerde ama mehdi'nin beşiktaşlılık üzerine yaptığı
    küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı
    olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde mehdi o bize biraz sığ ve argo
    jargonu ile
    beşiktaşlılığı anlattı. o zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük
    burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, beşiktaşlılık
    felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. şimdi
    anlayabiliyorduk mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan,
    seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde beşiktaş bu
    kadar sevebilmesini. çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı
    yakıyordu ve bağlıyordu beynini.

    82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. kararı çıkan kendi memleketine
    yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.
    mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar
    hale gelmişti. çok idam vardı ve mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.
    bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan beşiktaş şampiyonluğa
    koşuyordu.

    akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken mehdi bir an önce
    spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.. yaza doğru karar çıktı, devlet
    düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti
    mehdi'nin. hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici
    sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. bu tam bir yıkımdı. mehdi'yi
    sakinleştirmek için yanına gittim. zaten sakindi ama hüzünlüydü.

    "şimdi olacak şey mi bu müebbet. yani ben bir daha hiç beşiktaş maçı
    seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi mehdi ve devam etti.

    "birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. o benim sevdiğimin farkımda
    bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." mehdi
    sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.. yüzünü anlattı, ellerini anlattı,
    gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. beynimde
    zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne.
    söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, mehdi'nin kızına.

    karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. artık buralarda
    kalmasının anlamı yoktu. nakil istedi. hemde kimselerin tahmin edemediği
    bir yere, eskişehir'e. ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. ama
    beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul
    etti,
    bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti.
    giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan es-es deplasmanına giden
    çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.

    otobüs geceyarısı samsun otogarına girdi. uykudan ağırlaşmış gözlerde
    bir hüzün vardı. bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.

    yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve
    şoförlerin masasındaydı artık. biran önce otobüse dönüp mehdi'yi dinlemek
    istiyorlardı.oysa mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine
    cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.

    "sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.adam kaldığı yerden
    devam etti.

    bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. üçer beşer yıl yatıp
    çıkacaktık. bu sevince birde beşiktaş'ın eskişehiri 3-0 hükmen yenip
    şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu
    kutlamak için eğlence tertip ettik. bir hafta sonra bende ayrıldım
    oradan.bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. ama eskişehir' den
    inanılmaz haberler geliyordu. kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.

    mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa
    merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler
    gönderiyordu bana. ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık,
    karalanmış ve silinmiş şekilde. silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu
    yine.küçük bir isyan var diye duyduk eskişehir'de. içim içimden gitti
    mehdi dedim. birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi
    sonraları. ben tahliye oldum. mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile.
    eskişehirdeki isyanı o başlatmış. o yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.

    avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi.
    çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. mehdi'yi bulamıyordum.
    arkadaşlarını buldum, beşiktaş'ta. onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.
    birden karşıma o çıktı. o kız. mehdi'nin sevdiği kız, mehdi'yi sordu.

    büyülenmiştim. konuşamadım bir süre. bir muhallebicide oturduk, uzun
    uzun anlattım ona olup bitenleri. ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.
    sık görüşmeye başladık, bir süre sonra mehdi'den çok birbirimiz hakkında
    konuşmaya başlamıştık.

    adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu
    bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. otobüs
    karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı vakfıkebire
    ulaşmışlardı.adam devam etti, "onunla evlendim. beşiktaş'ta ev tuttuk.

    mehdi'den haber yoktu. işsizdim. zor geçiniyorduk. özal zamanına çabuk
    uymuştu koğuş arkadaşlarım. reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular,
    hepsi yolunu buldu. mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. hani o benlik
    bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. nerede kalmıştı o yüce teoriler. hepsini
    bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta,
    adını koymakta tereddüt etmedik.

    " mehdi"

    onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. tribün tayfası olmuştum, bir iş
    buldum sonraları.kalem katipliği gibi birşey belediyede. yıllar geçti,
    mehdi'den haber yoktu. kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. ama
    ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım.yıllar geçti aradan. bu sene bir
    maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür
    gibi oldum sanki . saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,
    yetişemedim. o muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. tekrar aklıma düştü
    mehdi.

    araştırmaya koyuldum ve buldum onu. dosyasını çabuk çabuk okudum.
    mardinde, antepte, bingölde yatmış. hastalanmış. yaralanmış. önceden suç
    işlediği maddeler avrupa birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla
    suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada rahşan hanım affından salıverilmiş.

    demek doğruymuş, oymuş. sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.
    bulamadım. ta ki geçen haftaya kadar.

    uyku çökmüştü otobüse.. artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.

    ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu artvin. adam yorgunluktan
    kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.

    geçen hafta iki polis geldi evime. polis gelince bir korku aldı beni ,
    mahpusluktan kalma alışkanlıkla. bir kağıt tutuşturdular elime. istinye
    devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. ne için diye sordum, tesbit
    dediler. ceketimi aldım çıktık. hastanenin bodrum katına indirdiler beni.
    morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg
    bekçisi beni. çarşafı kaldırdı, yatan mehdi'ydi. öylesine yaşlanmış,
    saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.

    "başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,
    kardeşinizmiş, allah sabırlar versin"

    morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. yıllardır aradığım adam
    karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . evrakları hazırladılar, işlemleri
    yaptırdım. ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. doğum yeri
    gözüme çarptı mehdi'nin. artvin. ertesi gün onu artvin'e götürüp gömmeye
    karar verdim.

    "peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da"dedi muavin.

    "yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya
    girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.

    artvin otogarına girdi otobüs.. omuzlar üzerine alındı mehdi. yukarı
    mahallede bir camiye götürdüler. otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam
    sordu, "nasıl bilirdiniz?" hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.

    yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla
    mehdi. ama aşkı hiç ölmedi. istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir
    örümcek ağıdır. ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.. parası olmayanların
    kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur
    burası.

    hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata
    sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır..

    kaynak : medyakartalları

    yazarı : bilinmiyor
hesabın var mı? giriş yap