• mevzubahis, thomas bernhard'ın beton'u.
    not: yazı, hemen hiç spoiler içermemektedir. (zaten kitapta spoiler'ını verebilecek pek bir şey yok)

    ve başlamadan: http://www.youtube.com/watch?v=pg3econj5ys
    ve nihayetinde, grapes of butcher'a selamlar.

    ***

    hakkında yazı yazması epey zor. ny times, jargonu bayağılaştırdığı için, bu kitaba ne kadar uyar/uymaz kestiremesem de söylemekten çekinmeyeceğim üzere "sarsıcı" bir kitap beton. birinci nitelemem sarsıcı, ikincisi de, yazın biçimine rağmen alabildiğine 'akıcı'.
    kitap tek bir paragraflık 98 sayfadan müteşekkil olduğundan bir paragraf alıntılama gibi bir lüksümüz yok. zati kitap, başat bir olay da anlatmıyor. ama illa "kitap ne anlatıyor" sorusunu yanıtlamak zorunda kalsam, kitabın anlatıcısının zihnini en yeterli düzeyde özetleyeceğini düşündüğüm şurayı direkt alıntılarım:

    "iki gün sonra palma'da olmayı düşünmek ne kadar olağanüstü ise, gerçekte beni palma'da neyin beklediğini bilmemenin yarattığı korku içimdeki en büyük korkuydu. yok, yolculuğa çıkan, hep aynı yere de gitse ve oradaki her şeyi iyi biliyor ve tanıyor olsa da, hiçbir şekilde emin olamaz, şansım varsa her zamanki odamı alabilirim. şansım varsa hastalığım için tehlikeli olan ilk günleri atlatırım. şansım varsa birkaç gün içinde çalışmama başlayabilirim. yolculuktan önce bavullarımı hazırladıktan sonra ve her şey kapalı bir durum aldığında ve artık geri dönemeyeceğim sırada, böylesi bir yolculukla ilgili doğacak korkunç sonuçlardan korkarım. en çok da her şeyde vazgeçmeyi yeğlerim. o zaman peiskam'ın aylardır düşündüğüm gibi hiç de ürkütücü olmadığını görürüm, olağanüstü, düşünülebilecek her türlü avantaja sahip rahat bir ev olduğunu, hiç de mezarlık izi taşımadığını. o zaman her bir mekanı, her odayı, her bir mobilya parçasını içtenlikle severim ve büyün evi dolaşır her bir şeye sevgiyle doknurum. sonra yorgun argın yatak odamdaki koltuğuma oturur ve kendi kendime, `bütün bu akıl almaz stresi yüklenmenin doğru olup olmadığını` sorarım. ama gitmek zorundayım, dedim kendi kendime. hem de belki son kez olacağı için gitmeliyim. artık vazgeçmemeliyim, kendimi de gülünç duruma düşürmemeliyim özellikle de kendime karşı, kendimi kendi önümde deli durumuna düşürmemeliyim." (sf : 53; vurgular bana ait)

    ***

    paragraftan referansla, üç şeyin üzerinde duralım.
    birincisi, bir şeyi yapmayı istemek (yahut ister gibi yapmak) ve yapamamak. bu, modern insanın başına en sık gelen illet olsa gerek. beni doğrudan ilgilendirdiği için (zira kuzenim, petrucci* gibi gitar çalamayacağım düşüncesiyle gitar çalmayı bıraktığımı söyler), bunu, yine bernhard'dan bir alıntıyla daha da açmak istiyorum:

    "her zaman en tepedekini, en itinalıyı, en esaslıyı, en olağandışı olanı, hem de daima sadece en aşağılığın ve en yüzeyselin ve en bayağının fark edildiği yerde talep etmemiz gerçekten de hasta ediyor insanı. insanı ileriye götürmüyor, öldürüyor onu. yükselişi beklediğimiz yerde çöküşü görüyoruz, umudumuz olduğu yerde umutsuzluğu görüyoruz, kendi hatamız bu, kendi şanssızlığımız." (sf: 55)
    yüzeysel bakış için (bkz: tek sorunun türkiye olduğunu sanan depresif genç)
    daha etkili bir bakış için ise, şöyle diyebiliriz. en sevgili dostu wittgenstein'ı da kaybetmiş olduğundan, artık hayata bir şekilde güdülenme isteği en aza inmiş. 10 senedir tamamlayamadığı çalışması, kitaptaki 98 sayfa boyunca çalışmayı tamamlayabilmek için minimum çaba dışında (birkaç sefer masaya oturmak) çaba harcamaması ve kendi iç sesinde boğulması düşünüldüğünde, hatta ve hatta, anlatıcının kendine yapay amaçlar yaratması (ablasının gitmesi ve çalışmaya başlaması arasında kurduğu irrasyonel bağ) da hesaba katıldığında anlatıcının amaçsız olduğunu düşünebiliriz.

    ikincisi: bahaneler/vesileler üretmek.
    üstte de dediğim gibi, aslında ablası ile mendelssohn çalışması arasında bir korelasyon yokken, kitabın ortalarında yaptığı arkadaş ziyareti ile benliğinin (yalnızlığını aklına getiren anlatıcı bunalır ve eş-dost ziyareti kurgular) arasında bir korelasyon yokken ve tüm toplumla ilişkisi, hizmetçisi ile kısa süreli konuşmalarıyken; anlatıcının kendi kendini, "manevi baskı"ya inandırmaktaki başarısıdır bahsettiğim.
    anlatıcının, hayata bakışında objektifliği tutturamaması ayrıca zikre değer. ablasının yaşantısı hep bir küçümseme ile anlatılırken, kendi üşenikliğini bir 'onaylama' tonundan naklediyor bizlere sevgili rudolf'umuz.

    üçüncüsü, düşünmeye olan samimi inanç, (veya eyleme geçişten zinhar kaçmak)
    bir şeye başlamadan, o şeyde ne kadar başarılı olacağını filan öngöremezsin. anlatıcının tüm kitap boyunca yaptığı, düşünce-seli ve iç-telkinlerle "ne olduğunu" ve "ne olacağını" aramak. aramayı, kendini ikna edici sonlandıramayınca da "üşenmek" ve "vazgeçmek."
    bu tip bir yaşam tarzının çok dışında bir şey yaşamıyorum açıkcası. zaten, bu yüzden, "kitap, bu kadar sarsıcı ve bu kadar insanı anlatıyor" diyorum.

    ***

    gelelim, beton metaforuna.
    en dikkate değer şey; metaforda dahi, anlatıcımız "edilgen" durumda. yazarın hayatına 'uzaktan' dahil olmuş birisi, betona çakılıyor, buna mukabil anlatıcımız '26 saat uykuya dalıyor' hatta bunu da kendiliğinden yapamıyor, 'uyku ilacı' ile yapıyor.
    anlaşıldığı üzere, anlatıcımızın aylar sonra evden uzaklaştığında tekrar aynı yere seyahat ediyor olmasının nedeni "zavallı" hayat yaşayan kadına acımak ve kendini rahatta hissetmek. fakat bu defa mezarlıkta anlatıcımız, betona çakılmış eşi'nin yanında tanıştığı kadının da ismini gördüğünde, evvelden hissettiği "acıma duygusu ve zavallılık" gibi kabulleri sarsılıyor.
    kendisi, anlamsızlığı sona erdirebilecek kabiliyete sahip olduğu halde, (kitabını tamamlamak, intihar etmek vs.) cesaretsiz olması..
    işte, rudolf'un, daha hayata gelirken çakıldığı -asıl- beton bu.
  • polimerik bir malzemedir. su ve kum ile temas ettiginde polimerizasyon islemi baslar ve reaksiyon hizi zamanla cok yavaslayarak sonsuza kadar devam eder. zamanla karisim icinde polimerizasyon devam ettikce polimer miktari dolayisiyla betonun dayanikliligi artar. o nedenle eski betonu parcalamak yeni betonu parcalamaktan daha zordur.
  • isadan önce 300'lerde romalilar napoli yakınlarında pozzouli diye bir yerdeki yataklardan çıkardıkları ve pozzuolana adını verdikleri bir volkan külünü suyla karıştırarak bugünkü betona çok yakın bir harç yapıp kullanıyorlardı. pliny 1 ölçek kireç ve 4 ölçek kumla ve vitruvius 2 ölçek pozzolana to 1 ölçek kireçle karılan harçları rapor etmiş. iç yağı, süt, kan ve yumurta bağlayıcı ve sertleştirici olarak katkı kullanılan maddeleriydi. http://www.auburn.edu/…bsc314/timeline/timeline.htm
  • beton hazırlanması her ne kadar çok kolay gibi gözükse de (çimentoyu, taşı, suyu karıştır gitsin) nazik hesaplar isteyen, deney sonuçlarını seven ve kendine sevecen davranmayanları üzen bir yapı elemanıdır..meraklandınız di mi? hemen açıklıyorum:

    bilindiği üzere beton temel olarak üç elemandan oluşur: çimento, agrega ve su..suyun ne olduğunu biliyoruz ve çimento ile agreganın ne olduğunu anlatmakla uzun uzadıya uğraşmayacağım, bakınız diye bir şey var..

    neyse efendim geleyim merak konusu haline gelen bir kaç detaya..

    --öncelikle betonun ileri zamanlardaki mukavemetini en çok etkileyen ve inşaat mühendisliği öğrencilerini yapı malzemesi sınavlarında en fazla rahatlatan (bilinemeyen sorularda kullanılmak üzere elde bekletilen önemli bir silahtır, çünkü beton dedin mi bu oran her yola uyar) su/çimento oranından bahsetmek istiyorum..su çimento oranı çok iyi ayarlanması gereken bir orandır ve kendileri etkili su içeriği/çimento kütlesi'nden hesaplanabilir..su çimento oranı betonun ileriki yıllardaki mukavemetine, iç çatlakların oluşumuna, kıvamına, kabarcıklanmaya vs. vs. etki eder..önemlidir yani..

    --ikinci olarak agreganın dane büyüklüklerinin dağılımına değineceğim..dane büyüklükleri umursanmaksızın rastgele koyulan bir agrega ile hazırlanan beton ileriki zamanlarda ciddi sorunlar oluşturabilir..nasıl mı? örnekle açıklıyorum..şimdi düşünelim ki betonumuzu tamamen büyük danelerden döktük, büyük danelerin ara boşlukları fazla olur bu yüzden de çoğu yerde eğer vibrasyon da yapılmamışsa beton aralara sızamaz, böyle olunca da betonun içinde gizli boşluklar ve çatlaklar oluşur ki bu da çok tehlikelidir..geliyorum demeyen kazadır..ne yapmalıyız peki? yapacağımız şey uygun dane boyutlarını uygun oranlarda karıştırıp ondan sonra betonu dökmeliyiz..zahmetli gibi gözükebilir ama önemlidir..

    --bahsetmeden geçemeyeceğim bir de alkali silika reaksiyonu var..onu da bakınız özelliği ile hallettim idare edin..

    --ayrıca son olarak da belirtmek isterim ki, betonun içine türlü etkiler için (sülfür, donma etkisi vs.) çeşitli kimyasallar da eklenebilir..

    böyle işte.daha bahsetmediğim neler var neler..beton deyip de geçmeyin, inşaat mühendislerinin çocuğu gibidir o..koçum benim.
  • hacimsel olarak % 65-70 agrega, %10 çimento ve %20 su (gerekirse %1 katkı maddesi) dan mürekkep yapı iskeleti.betonun basınç mukavemeti oldukça yüksektir.ancak çekme mukavemeti basıncın yaklaşık 10 da 1i kadardır.bu farkı örtbas etmek için betonun içine donatı denen çelik konur.o zaman çekme mukavemetini bu çelikler karşılar.

    betonun birçok sınıfı ve kıvam düzeyi vardır.mesela c20 denen betonun karakteristik dayanımı (fck) 20 n/mm² dir.
    yani 1 milimetrekarede 20 n/mm²lik basınca mukavemet gösterir.
    kıvam dereceleri ise k1, k2...k5 dir.yani slump deneyindeki çökme miktarı betonon kıvamını gösterir.
    en yaygın olanı k2 dir..
  • “basit bir malzemedir. katı, farklı, cesitli buyukluklerde genellikle plutonik (feldspato-silis yada ferro-magnezyen) yada tortul-kalker kaynakli, inorganik mineral agregaların sulu bir cozeltide tutulan sentezlenmis coklu-baz alkalin ve alkoloid silikatlarin ve diğer amfoterik oksitlerle sacilarak birlikte cokelen bilesenleri olan bir matrikse gomulmus heterojen yapıda bir sistemden olusmustur, bu matriks surekli ve birlikte var olan bir dizi kristalin, amorf ve kripto-kristalin hallerden gecerek baslangicta gitgide artan ayrismaya, hidrasyona, yeniden cokelmeye, peltelesme ve katilasmaya musait durumdan termo-allotriomorfik degisime ugrar. sistem ilk birlestiginde gecici olarak plastik kivamdaki halinde onceden belirlenen kaliplara konularak sonunda katilasarak insan yapisi goreceli olarak gecirimsiz ve basinc, cekme, kayma ve bag gerilimlerini iletebilen faydali kapasiteye sahip dayanikli bir insaat malzemesi temin eder.
    betonu yalnizca biraz cimento ve suyun, bir kac tas ve kum ile bir karistiricida harmanlanmasi olarak düsündüyseniz cok ayip. “

    bu alintiya benim cevirim pek guzel olmadi, ingilizce asli daha guzel:

    “what is concrete
    concrete is a simple material. it consists of a heterogeneous system of solid discrete, gradiently-sized inorganic mineral aggregates, usually plutonic (feldspatho-siliceous or ferro-magnesian) or sedimentary-calcereous in origin, embedded in a matrix compounded of synthesized poly-basic alkaline and alkaloidal silicates held in an aqueous solution and co-precipitate dispersion with other amphoteric oxides; this matrix being originally capable of progressive dissolution, hydration, reprecipitation, gelitinization and solidification through a continuous and coexistent series of crystalline, amorphous, colloidal and crypto-crystalline states, and ultimately subject to thermo-allotriomorphic alteration. the system when first conjoined is transiently plastic during which stage it is impressed to a predetermined form into which it finally consolidates, thus providing a simple man-made constructional material relavitely impermeable and with useful capacity to transmit compressive tensile shear and bond stresses.
    shame on you if you thought concrete was just a bit of cement and water, a few stones and sand all bunged together in a mixer.”

    c and ca conference and training center dan alinti.

    alternatif bir ceviri ornegi google translate ten geliyor:

    “beton basit bir malzemedir. bu ayrik, gradiently kati inorganik maden buyuklukler, genellikle derinliklerinde kayalasmis boyutlu karmasik sistem olusur (feldspatho-silisli veya demir-manyeziye) veya tortul-kaynakli bir matris polikultur sentezlenmiş ve karmasik temel alkali ve alkaloidal silikatlar katistirilmis calcereous yapildi bir sulu cozelti ve isbirligi icinde diger amphoteric oksitleri ile dagilim acele, bu matris aslinda ilerici dagilmasi, hidrasyon, reprecipitation, gelitinization ve katilasma ve kristal, kolloidal amorfus ve kripto-kristal devletlerin surekli ve bir arada var olan dizi, ve sonucta yetenekli olmak termo-allotriomorphic degisikliklere tabi. sistem zaman ilk transiently plastik olan sirasinda onceden belirlenmis kurma etkilendim bir sahne conjoined da sonunda, boylece basit bir adam saglayarak yapiyor-insaat malzemesi relavitely gecirmez ve yararli kapasitesi sikisma gerilme kesme ve bag vurgulayan iletimi yapilan yapistirin.

    kendinden utan eger somut dusunce cimento ve su, birkac tas ve kum biraz birlikte bir karistirici olarak bunged oldu.”

    son cumle sahane…
  • toprağa "ana" diyorsak, betona da "baba" denmeli. çağdaş dediğimiz büyük şehirlerimize baktığımızda betonun toprak üzerindeki baskısını görürüz rahatlıkla. sanki bütün insanlar toprağı görmekten usanmış, onu gizlemeye çalışıp, üzerini medeniyet unsuru saydığı betonla kapatmaya çalışıyor. kadınların "ayıp"larını erkeklerin örtmeye çalışması gibi, toprağı da beton örtmeye çabalıyor. ilerleme ve daha sağlam yapılar meydana getirme çabamız, düşüncemizin yanında kalplerimizi de katılaştırıyor, üreticilikten uzaklaştırıyor. toprak ve ürünleri ise sadece betonlarımızı süslemek için kullanılıyor. sıcak, yumuşak ve yağmur sonrası cennet kokusu dağıtan topraklarımızı, soğuk ve ürkütücü betonlara feda ediyoruz. "topraktan geliyoruz" sözü tartışıladursun, kesin bir şey var ki o da topraktan kaçışımız. kalplerimizin samimiyete değmesinden korktuğu ve mutluluğu riyada aradığı gibi ayaklarımızın da toprağa değmesinden korkup, geri kalmışlık korkusunun sıcağını betonda soğutuyoruz. oysa toprak başta da söylediğim gibi dişidir, üreticidir, nimetimizdir. ataerkil toplumların bunu anlaması uzun sürebilir.
  • beton gibi muhteşem olasılıklar sunan bir malzemeyi biz öyle hoyratça kullandık ki, kentlerimiz beton çöplüğüne döndü ve bir yerden sonra haliyle malzemeye nefret gelişti. halbuki malzeme değil, niteliksiz tasarımlardı suçlu olan. betonla yaratılmış ne muhteşem yapılar var.

    tabii geri dönüşümü çok zor olduğundan beton gerçekten malzemenin hakkını verecek nitelikli tasarımlarda kullanılmalı.
  • kum, çakıl, cüruf, kırılmış taş, çimento, su gibi maddelerden yapılan ve her türlü yapı işlerinde kullanılan bir karışımdır. çok eski zamanlardan beri kullanılırdı. betonu hazırlamak için bir ölçü çimento, iki ölçü kum, üç ölçü de çakıl veya kırılmış taş alınır. ayrıca betonun döküleceği yere göre içine cüruf karıştırmak mümkündür. ev inşaatında kullanılan çimentonun bir metre küpünün ağırlığı 75 kg. kadardır. beton suyla karıştırıldıktan iki - üç saat sonra donmaya başlar. döküldüğü günden 28 gün sonra hemen hemen en fazla dayanıklılığını elde eder. donarken, şiddetli soğuklardan çok zarar görür. basınçlara karşı dayanıklılığı çok fazladır.

    kaynak: http://www.nedir.com/beton#ixzz4g5lrrp7y
  • günümüz siyasal islamcısının putu olmuştur.
hesabın var mı? giriş yap