• herhangi bir gün:
    sabah uyandığımda baş ucumda medeni usul notları duruyordu. hayatım halen o dersteki manasızlığı üzerinde taşıyor olacak ki aradan geçen onca seneye rağmen kaldırmadım onları oradan. öyle dursunlar, o notları gördükten sonra halen daha nasıl oldu da bu yolda devam etme kararı verdiğimi bir kırbaç gibi suratıma çarpıyorlar her gün. en güzeli bu.
  • herhangi bir gün:

    sabah 9.30 duruşması için, mutlaka duruşma saatinden 10 15 dk önce gitme obsesyonumdan mütevellit 9.15 itibariyle adliyedeyim. birkaç avukat daha var benim gibi erken gelmiş, sanki 9.30 dedinmiydi şak, başlayacak duruşma. sessiz sessiz bekliyoruz.

    saat 9.30. gelen avukat: bin - karşılayan hakim: sıfır.
    salon hala kapalı.

    saat 10'a geliyor. salon açıldı, katiple mübaşir bilgisayarı açıyor filan, dosyaları sıralıyor. hakim hala yok.

    10.30'a doğru başlıyor duruşmalar. hakim servisle geliyormuş da, servis gecikmiş filan. iyi madem diyoruz.

    duruşmayı bekliyorum ama daha bin yıl var benimkine, sıramı hatırlamıyorum ama sonlardaydım.

    öğle arasına azcık kala çıkıyorum duruşmadan. bir tek adımı söyleyip çıktım zaten, 2 saniye içindi tüm o bekleyiş. diğer adliyelerdeki işlerime halim kalmıyor. kahvaltı da yapmamıştım zaten duruşmaya koşucam diye. gidip bişeyler atıştırıp ofise dönüyorum. ve bütün gün, eritmeye çoktaaaan başlamış olmam gereken evrak yığınıma öööyle bel bel bakıp duruyorum.
  • herhangi 2. bir gün:

    herhangi bi saatin duruşması. ben yine 10 15 dk kadar erken gitmişim. davalıyım da üstelik. davacı vekilini tanımıyorum.

    listeye koyuyorum bir "b" bakıyorum ki davacı vekilinde işaret yok. zaten ben de sevmem aslında b koymayı, anlamsız bişi çünkü, ama iş olsun. hem nolur nolmaz, belki ben o an orada olamam ve belki mübaşir dikkate alıyordur. hem daha duruşmaya da çok var nasıl olsa. saatim geldi gelmesine ama sıram gelmedi.

    yarım saat geçti, benim sıram hala gelmedi ve davacı hala b'lemedi adının yanını.

    bir saat geçti. geldi sıram.

    "davalı vekili av. dagny taggart geldi, başka gelen olmadı, açık yargılamaya devam olundu. davacı vekilinin gelmediği ve mazeret de bildirmediği görüldü"

    bana bunu yapma! her şeyi yap, cevap veremeyeceğim bi dilekçe koy, bişey yap, ama bunu yapma.

    ben senin açtığın dava için 1 saat beklemişim, sen mazeret bildirmeye tenezzül etmemişsin. yapma bunu. eğer takip etmeyeceksen davayı, bari mübaşire söyle, "davalı beklemesin gelmicem" de. takip edeceksen de ekstrem bişi olmuşsa kalem'i ara bi haber ver. beklerim ben, ya da ben de mazeret verir çıkarım. yaratık değilim, anlarım halden. ama bu ne ya! sen mi yazacaksın bekleyen dilekçelerimi, müzekkere cevaplarımı?

    ya da sana 1 saatlik fatura keseyim.

    noldu, zoruna mı gitti?
  • 11 mayıs 2009.

    büroya uğramadan önce sultanahmet adliyesi'ne gittim. dosyada adı geçen mahmutpaşa'dan bir esnafa hacze gitmek için gerekli imzaları attırıp, izinler alıp, ödemelerimi yaptım. yanıma bir de icra memuru alıp, hacze çıktım.

    esnafa, ''merhaba adliye'den geliyoruz biz. borçlu x nerede'' dediğim anda, etrafımda 20 kişilik bir grup belirdi. çok gevşek olmadan, çok da kasmadan bu işi halletmem öğretilmişti okulda. denilenleri aynen yapmaya kalktım. yükselen sesler içinden çenemin sol kısmına bir yumruk almamla, yere yığılmam bir oldu. araya giren ''kavga ayrıştırıcıları'' sayesinde bir duvar kenarına çekildim. polise haber verdim hemen...

    sevgili günlük, bugün fakültedeki icra hocasının ne kadar g.ötveren olduğunu bir kez daha anladım.

    hani dik yakalı kostümler, ellerde klasörlerle koridorlarda havalı havalı koşuşturmalar...
    bağdat caddesi'ndeki bir cafede kahve yudumlarken the times okumalar...
    nerede ulan nerede?..
    it gibi koşturuyoruz sokaklarda...
  • kırk yılda bir duruşmaya girdiğim ektstrem bir gün:

    saat 10.00 daki duruşmaya 9.30 gibi gidiyorum. on yıldır sadece danışmanlık yapıp duruşmaya girmemiş ve dahası adliyenin nasıl bir yer olduğunu bile unutmuş biri olarak, önce bir şaşkınlık geçiriyorum, sonra kendime geliyorum. nihayetinde sirkeci adliyesi hala sirkeci adliyesi yalnızca biraz daha köhnemiş. serbest avukatlık yaptığım günlerim aklıma geliyor, sonra da baro odasının yerini hatırlıyorum (chain reaction), bir cüppe kiralayıp 7. iş mahkemesinin duruşma salonuna yollanıyorum. bakıyorum duruşmalar başlamamış, başlamadığı gibi hakimin annesi hastalandığından öğleden sonraya bırakılmış.

    sonuç: çok afedersiniz ittirikten bi yetki itirazı davası için on yıldır gitmediğim adliye binasına bir gunde iki kere gidiyorum, binanın köhnemişliğine, duruşma salolarının minicikliğine, çöküp duran bilgisayar sistemine, bezgin avukatlara, makineleşmiş hakimlere, adalet sistemimizin çarpıklığına bir kere daha şahit olup kahrolarak, ofisimin güvenli duvarlarına, steril ortamına biraz daha gömülüyorum, kendi hapishanemi kendim yaratarak.
  • sevgili günlük yarın sabahtan şeytanla randevum var. yine birilerinin bişeylerini almış kendi namına satmış.* bedeli de bankadan resmi hesaplarına gelmiş. üstüne üstlük nakliye masraflarını da gider yazmış herifçioğlu. fakültedeyken bir gün şeytanın avukatlığını yapacağımı söyleseler hayatta inanmazdım. zaman, hayat insanı nerelere getiriyormuş onu da görmüş oldum işte. nasıl çıkılacak bu işin içinden bilmiyorum. neyse dinç olmak için erkenden uyumam lazım günlük ama hiç uykum gelmiyor. bari biraz cnbc-e seyredeyim günlük. belkim uykum gelir.
  • (bkz: uyap gitti)
  • sevgili günlük,

    geçenlerde davacı vekili tam 1 saat bekletip, gelmeyip, üstelik mazeret de bildirmediği için bayağı hayıflanmıştım. "bu ne lan" demiştim, "sorsan bi ton şikayet sayar, hakimler şöyle yapıyo katipler böyle ediyo diye, ama daha kendisi saygı duymuyo ki kendi mesleğine!" demiştim aynen.

    müracaat sonrası yenilendi dava, dün duruşması vardı. başka bir avukat geldi, duruşmalara vekil olarak kabulünü istedi. meğer o gelmeyen avukat vefat etmişmiş...

    hay allah dedim. gerçi, gelmediği duruşmadan sonra kendi imzasıyla yenileme dilekçesi yollamış, yani o celseye gelemeyişinin vefatıyla bir alakası var mı yok mu, hasta mıydı hastanede miydi, yoksa hiç ilgisi yok muydu bilemiyorum. ama yine de kendimi iyi hissetmedim.

    bilip bilmeden konuşmamak lazımmış günlükçüm, bu da böyle güzel (!) bi anı.
  • günlük vallahi oturup ağlicam şimdi.

    mission: impossible. şöyle ki, tapu ve kadastroda görünmeyen bir arazinin malikini bulup ondan satın olmaya çalışıyorum.

    1. tapu'da uğraştım
    2. tapu'nun yönlendirmesiyle kadastro'da uğraştım
    3. tapu'ya geri döndüm
    4. o çaba esnasında oradan emekli olan şimdilerde bilirkişilik yapan bi adamın ofisine gittim. giderken 3,5 attım, ulan bu garip görünüşlü adamın ofisine gidiyorum ya dur bakalım hayırlısı diye.
    5. orada da olmadı, geri gittim tapu'ya. tapu'ya gönderdi çünkü.

    - sonraki bir gün-

    6. tapu beni belediye'ye gönderdi, imar müdürlüğü bilir diye. gittim.
    7. imar müdürlüğü beni planlama müdürlüğü'ne gönderdi. gittim.
    8. planlama müdürlüğü beni tekrar imar'a gönderdi. gittim.
    9. tekrar planlama'ya gittim.
    10. baktım olmuyor, hukuk işleri'ne gittim.

    - sonraki bir gün-

    11. hukuk işleri, imar ve planlama'nın yönlendirmesiyle emlak ve istimlak müdürlüğü'ne gittim. ayrı bir yerdeymiş o, ek binadaymış. aradım biraz. ama çok aramadım neyse ki.
    12. emlak ve istimlak müdürlüğü, diğer 3 müdürlüğün beni yanlış yönlendirdiğini, emlak müdürlüğüne değil emlak şefliğine gitmem gerektiğini, onun da esas binada olduğunu söyledi. gitmedim. hikayemi anlattım, bunu burada çözelim ne olur dedim. yardımcı oldular sağolsunlar, en önemli bilgiyi oradan aldım.
    13. şirkete döndüm.

    şimdi, hala o işle uğraşıyorum. bitmeyecek galiba. gerçi şirketteyim artık, yargıtay kararı filan arıyorum sadece.

    of günlük.

    *
    anaaa... o gün benim doğumgünümmüş be. ne güzel doğumgünü olmuş o öyle. farkında bile olmamışım günümün.

    ne kabustu...
  • günlük, şimdi elektrikli testereyle giricem önüme gelene.

    sabah zaten müdürüm bi sinir etti. müdürüm, evet. barolar birliği disiplin kurulu nal gibi yazmış, avukatlar arasında ast-üst ilişkisi olmaz diye. ama biliyorsun ki tamamen yalan bi karar bu, marabayız biz ücretliler.

    bugün bu karardan adliye'de bir arkadaşıma bahsettim, "kredi kartı aidatının iadesi gibi bu" dedi, "teker teker herkesin başvurması lazım bunun uygulanması için, yoksa baro'nun filan kendiliğinden denetleyeceği bişey yapacağı yok."

    neyse. asabım çok bozuk. herhangi bir özel sektör çalışanıyım çünkü, kendisine emir yağdırılan ve işe en son giren olduğu için en çok rahatsız edilen insanıyım buranın.

    ama dosyam fena gitmiyor, beyanım çok iyi ve kesinlikle hukuki. bilirkişi lüzumsuz bir iş yapmış ama haklı adam, heyet "maksimum sorumluluğu belirle" demiş, bu da belirliyor ne yapsın.

    ama ben çok güzel yazdım. bilirkişi demiş ki, varşova konvansiyonu'na göre, kargo ağırlığı nazara alındığında sorumluluğun sınırı 800 lira gibi bişeydir. ama değer bildirimi var, 100 yuro. benim sınırım budur, bana ne 800 liradan. alla alla! - dedim aynen.

    çok mutluyum, içime çok sindi dilekçe. girdik duruşmaya, sayın başkan davacı asil'e ve vekiline bayağı söylendi: 19 kilo var diyorsunuz, 11bin lira isriyorsunuz, peki içeriği tevsik edebiliyor musunuz? edemiyorlar. oh la la, dosyam karara çıkacak...

    nah çıkar.

    neymiş, kargo içeriği iddia edilen sktim tane pahalı konfeksiyon ürünün değerinin tesbiti için tekstilci bilirkişi incelemesi yapılacakmış.

    yahu ne belli o şeylerin gönderildiği? fatura var mı? yok. tutanak var mı? yok. ee, sonuç? efendim davacı mağdur olmasın...

    he gülüm. sen "100 yuro diye beyan edilen şey için 11bin lira talebin kabulüne hükmedicem" diye bu kadar kasarsan, hiç mağdur olmaz kargo şirketleri.

    bi de tarafsızım demiyolar mı... tilt oluyorum...
hesabın var mı? giriş yap