• fransız yazar honore de balzac'ın yaratıcı enerjisinin tükeneceği korkusuyla tercih etmediği eylem. balzac için sperm, beynin en saf maddelerinin dışarı atılması, dolayısıyla da potansiyel bir sanatsal yaratı eyleminin organ aracılığıyla akıtılması, kaybedilmesi anlamına geliyormuş. bir gün sevgililerinden biriyle cinsel ilişki esnasında zevkten kendisini kaybedip boşalmış ve akabinde pişmanlık dolu şu sözcükleri mırıldanmış: "bu sabah bir roman kaybettim!"
  • büyük hayranlıklarla okuduğum bir yazıdır.

    --- spoiler ---

    boşalmak
    temmuzdu. sıcaktı. yorgun, sinirli ve yapış yapıştım. eve girdiğimde, buzdolabına bir kurtarıcıya koşar gibi koştum. buzdolabının kapısındaki bomboş raflardan birinde dipdiri duran, gözlerimin içine buğulu buğulu bakarak, beni baştan çıkarmak için hazır bekleyen bira kutusunu bir çırpıda kaptım. sıcaksın dedi bira kutusu. soğuksun dedim bira kutusuna, biraz sonra başına geleceklerden habersiz değildi. çok yorgunum dedim. farkındayım dedi. çok yalnızım dedim. biliyorum dedi. çok üzgünüm dedim. görüyorum dedi. çok bilen bira kutularından nefret ederim dedim. haklısın dedi. elimi bira kutusunun ağzına ezberlenmiş bir hareketle atıp, oracıkta kopardım dilini. dudaklarımın ateşi, bira kutusunun bütün buğusunu çözdü. ben onun son yudumunu ağzıma doldururken, hüznünün çözülmüş buğusu avuçlarıma sessiz sedasız ağlıyordu...

    bira kutusunu usulca çöp torbasına bıraktım. işte şimdi sen boşsun ama ben doluyum dedim bira kutusuna. çöp torbası bir iki hışırdadı, iyi ama dedi, şimdi ben de doluyum naber... gülümsedim. haklısın ama bomboş bir şeyle dolusun dedim çöp torbasına, nabeeer...
    sırıttı, iyilik dedi kanape, nasıl geçti günün. oturdum. yoğun, yorgun, sıkıcı, verimsiz, sıcak ve onsuz geçti dedim. onsuz mu geçti dedi kanape. evet onsuz geçti dedim. ikimiz de derin bir iç geçirdik. uzan dedi kanape, uzan da rahatla, boşalt şu içindeki sıkıntıyı artık...

    uzandım. boşalttım içimdeki sıkıntıyı kanapeye. gülümsedi, işte şimdi sen boşsun ama ben doluyum dedi. haklısın dedim kanapeye, ama sen şimdi bomboş bir şeyle dolusun. gülümsedi. kendini bu kadar boş mu görüyorsun dedi kanape. onsuz olduğumda boş hissediyorum kendimi dedim. sen onsuz olduğunda, aslında ben de boş hissediyorum kendimi dedi...

    sehpanın üzerindeki pakette dilini çıkarmış olarak öylece duran sigara, gel de yak beni diyen orospular gibi gözüme takıldı. sonra elime takıldı, sonra da dudaklarıma... yaktım. yaktı. yandık... içimi duman duman doldurdum sigarayla. dalmışım. izmariti küllükte ezerken, işte şimdi sen boşsun ama ben doluyum dedim sigaraya. sigara gıkını bile çıkaramadan geberdi küllükte. küllük kıkırdadı. ben de doluyum artık dedi. evet ama bir sigara izmaritiyle dedim. o da bir şeydir dedi. evet ama ölü bir şeydir dedim. ölü şeyler de bir şeydir dedi küllük. evet ama ölü şeyler sadece bir şeydir dedim, canlı şeylerse herşeydir. dudak büktü. senin gözünde benim bir izmarit mezarlığı olmaktan başka değerim yok zaten dedi küllük. yok dedim. sustu...

    biraz önce içtiğim biranın her zamanki gibi hızla idrar yollarıma indiğini farkettim. bekle, işeyip geliyorum dedim kanapeye. tuvaletin lambası bir kaç gün önce patlamıştı. evin tüm pencerelerinden uzakta kalan tuvaletin loşluğunda klozeti seçtim ve sindirim organlarımın işe yaramaz diye kapı önüne yolladığı bira artığını bir güzel boşalttım. pantolonumun fermuarını çekerken, işte simdi sen boşsun ama ben doluyum dedi klozet. pis pis sırıttım. sifona bastım. sifonun tüm gürültüsü arasında sapladım sözcüklerimi klozete. işte şimdi sen de boşsun dedim. hızımı alamadım. sifona dönüp, sen de boşsun dedim. çüküme dönüp sen de boşsun dedim. kör noktasında kaldığım aynaya dönüp sen de boşsun dedim. küvete dönüp sen de boşsun dedim. çamaşır makinesine dönüp sen de boşsun dedim. tuvaletten çıkıp yatak odasına girdim. yatağa dönüp sen de boşsun dedim. mutfaktaki tencerelere, kirli tabaklara ve sağa sola saçılmış çatal, kaşık ve bıçaklara dönüp siz de boşsunuz dedim. çalışma odama gidip bilgisayara sen de boşsun dedim. kütüphanedeki kitaplara, sehpadaki vazoya, yerdeki mindere, minderdeki geçmiş zaman kırışıklarına, geçmiş zamandaki geçmemiş zamanlara, zamanlardaki zamansızlığıma, zamansızlığımdaki uyumsuzluğuma, uyumsuzluğumdaki çocukluğuma, çocukluğumdaki yetişkinliğime...

    acayip dolusun bu akşam dedi kütüphane. evet dedim, bomboşken başladım bu hikayeyi yazmaya ama nedense yeniden dolduğumu hissediyorum şimdi. kıkırdadı. millet yazarak boşalır, sense yazarken doluyorsun galiba dedi kanape. o ne yaptığını biliyor mu sanki diye ekledi sehpadaki sigara paketi. hassiktir ulan dedim sigara paketine, yakarım şerefsizim. sigara paketi sehpanın üzerinde kendi içine kapandı. yine de yaktım...

    telefona baktım. ne bakıyorsun ters ters dedi telefon. bugün ben yokken hiç aradı mı dedim. aramadı dedi. iyi dedim. hem senin cep telefonun var, arasa oradan arar dedi. haklısın ama dedim, nedense beni evden de arasın, evde olmadığımı bile bile arasın, sonra cep telefonumdan arasın, evden aradım bulamadım desin, evden aradım bulamadım derken, o ev lafını evimiz gibi bir vurguyla söylesin, benim içim ısınsın, sanki o benim kadınımmış sanayım, aldanmış olmama boşvereyim, hayal ettiğimi gerçek sanayım, mesela bana kaçta geliyorsun desin, mesela falanca saatte diyeyim, o saate kadar saniyeleri sayayım, saniyeler benim sabırsızlığımı saysın, mesela ona; saatimi sattığım parayla bir demet sarı gül alayım, o bana saatini neden sattın demesin, eylül rengi gözleriyle baksın, gülün sarısı gözlerinde yankılansın, gözleri öpüşlerimde kapansın, mesela kahverengi kahverengi sevişelim, eflatun eflatun kanayalım, mavi mavi konuşalım, mesela gelirken rakı getir desin, buz var mı acaba diye de mırıldanarak düşünsün, üşüsün, acıksın, ağlasın; ısıtayım, doyurayım, güldüreyim, mesela ellerine bir çaresizlik gibi döküleyim, onun için ekmek parası kazanayım, çaresizliklerimdeki bütün şimdiki zamanları öldürsün, mesela alnımı öpsün, dudaklarımdaki bütün aşk cümlelerini çürütsün, ben yeni cümleler kurayım, kuramazsam da götürüp beni dar-ül aceze`ye bağışlasın...

    derin bir iç çekip boşaldın mı dedi salon. hiç ses etmedim. amma dolmuşsun dedi küllük. ses etmedim. sen kafayı yemişsin dedi sigara paketi. doldum dedim. boşal o zaman dedi telefon. nasıl yani dedim. deminden beri seni arıyor dedi, lafını bölmemek için araya girmedim. aldım telefonu. alo dedi. canım dedim. naber dedi. iyidir dedim. yoldayım, on beş dakika sonra oradayım, bir şey istiyor musun dedi...

    gerçek ne kadar farklıydı. ben neler hayal ediyor, ama neler yaşıyordum. hayatla sürekli ters düşmek pek de umurumda değildi ama, sanki o benim kadınım değil de ben onun kadınıymışım gibiydik. bana en çok koyan da buydu. mesela sevişirdik, biterdi, saate bakar ve apar topar yataktan kalkıp telaşla makyaj yapar, sonra ayaküstü bir öpücükle beni arkasında bir cam kırığı gibi bırakırdı. tuzla buz olmuş, bütünün neresine ait olduğunu bir türlü bilemeyen, diğer parçasını bir türlü bulamayan, dokunduğu her yeri kesip kanatmaya hazır, kederli ve sahipsiz bir cam kırığı gibi...

    parasız zamanlarımdaki bazı sevişmelerimizin arkasından, o alelacele gitmelerinde, yatağın kenarındaki dolabın üzerine para bıraktığı da olurdu. o zamanlar kendimi bir orospu gibi hisseder, bıraktığı renkli kağıt parçalarına uzun süre dokunamazdım. bu hikayeyi yazdığım bilgisayarım bile onun parasının ipoteği altındaydı. en parasız anımda, bilgisayarımı satarak bazı küçük borçlarımı kapatmayı düşündüğümde, birlikte bir oyun oynamış ve bilgisayarımı onun verdiği para karşılığında sanki ipotek etmiştik. sonunda iki aylık birikmiş kiramla apartman aidat borcumu kapatabilmiş ve yeniden daha sakin bir kafayla yazabilmeye başlamıştım. bunları düşündükçe dolup dolup boşalıyordum. hayat son restimi görmemişti. keşke görse miydi...

    sen herşeyi fena halde dert ediyorsun dedi kanape, bıraksana herşeyi olduğu gibi kendi haline. sesimi iyice yükselterek herşey kendi halinde zaten dedim kanapeye, o herşey kendini bana bir bıraksa ya dedim. anarşi çıkar o zaman dedi küllük. çıkarsa çıkar dedim, anarşi bir hesaplaşmadır, anarşi çıkar ve kendinle hesaplaşırsın, kocanla hesaplaşırsın, karınla hesaplaşırsın, sana dayatılan, yaşamak zorunda bırakıldığın, mutsuzluğun pahasına mutlu etmek zorunda olduğun herşeyle hesaplaşırsın, çocuklarınla hesaplaşırsın, şimdiki zamanınla, gelecek zamanınla, hayatınla ve ölümünle hesaplaşırsın, annenle, babanla, kardeşlerinle, tanrıyla, tanrısızlıkla, toprakla, havayla, suyla; beyninle kalbinle, yollarla, yolculuklarla; sonla, sonsuzlukla hesaplaşırsın. eğer hesaplaşamazsan da hapı yutarsın...

    evdeki herşey son sözüme kahkahalarla gülmeye başladı. gülmeleri uzayınca sinirim bozuldu. ne gülüyorsunuz ulan diye çıkıştım ortalığa. sana dediler hep bir ağızdan. neden dedim. ulan dedi küllük, sen bu hikayeyi boşalmak üzerine yazmaya başlamadın mı. duraksadım. evet dedim. bak dedi, nereden nereye geldi konu, nerede kaldı boşalmak. sinirlendim. boşalıyorum ya ulan dedim. boşalmıyorsun dedi kanape, tersine doluyorsun sen. iyice tepem attı. dolmadan boşalınır mı ulan dedim kanapeye. kanape sustu...

    kapı çaldı. geldi. konuştuk. seviştik. çoğaldık. eylül rengi gözlerinde gül sarıları yankılandı. aldanışlarıma boşverdim. ellerine bir çaresizlik gibi döküldüm. o dudaklarımdaki bütün aşk cümlelerini hep çürüttü. bir daha seviştik. o dudaklarımdaki bütün aşk cümlelerini yine çürüttü. ben hep yeni cümleler kurdum. bir daha seviştik. içine; içinin en karmaşık yollarına bir şelale gibi aktım. işte şimdi sen boşsun ama ben doluyum dedi gülümseyerek. saatine baktı, apar topar yataktan kalkıp telaşla makyaj yaptı, sonra ayaküstü bir öpücükle beni arkasında bir cam kırığı gibi bıraktı, tuzla buz olmuş, bütünün neresine ait olduğunu bir türlü bilemeyen, diğer parçasını bir türlü bulamayan, dokunduğu her yeri kesip kanatmaya hazır, kederli ve sahipsiz bir cam kırığı gibi...

    parasızdım. yatağın kenarındaki dolabın üzerine alelacele para da bıraktı. kendimi bir orospu gibi hissettim, bıraktığı renkli kağıt parçalarına uzun süre dokunamadım. kalbimde gelincikler çıldırıyordu. ona ne zaman aşık olsam o evliydi. bu yüzden ben onu gelecek zamanlara adamıştım. kurduğum hiçbir aşk cümlesini çürütemeyeceği gelecek bir zamana...

    kalktım. pencereden dışarıya baktım. dolaba gidip bir şişe kolayı, reklamlardaki gibi diktim kafama. dolup dolup boşalmıştık. kola şişesinin promosyonlu kapağının altında tekrar dene yazıyordu...

    temmuz ortasında, eylül rengi, aysız bir geceydi. ve bu aşk hala onun inanamadığı birşeydi...

    ugur ozakinci

    --- spoiler ---
  • orgazmla beraber erkek cinsel organindan spermlerin firlatilmasi.
  • ici dolu olan nesnenin icindekinin disari cikmasi yoluyla icerigini kaybetmesi. oehh.
  • ugur ozakinci'nin ben bir kiralik katilim adli kitabindan bir oyku:
    ".. telefona baktim. ne bakiyorsun ters ters dedi telefon. bugun ben yokken hic aradi mi dedim. aramadi dedi. iyi dedim. hem senin cep telefonun var, arasa oradan arar dedi. haklisin dedim, nedense beni evden de arasin*, evde olmadigimi bile bile arasin, sonra cep telefonumdan arasin, evden aradim bulamadim desin, evden aradim bulamadim derken, o ev lafini evimiz* gibi bir vurguyla soylesin, benim icim isinsin, sanki o benim kadinimmis sanayim, mesela bana kacta geliyorsun desin, mesela falanca saatte diyeyim, o saate kadar saniyeleri sayayim, saniyeler benim sabirsizligimi saysin, mesela ona; saatimi sattigim parayla bir demet sari gul alayim, o bana saatini neden sattin demesin, eylul rengi gozleriyle baksin, gulun sarisi gozlerinde yankilansin, gozleri opuslerimde kapansin, mesela kahverengi kahverengi seviselim, eflatun eflatun kanayalim, mavi mavi konusalim, mesela gelirken raki getir desin, buz var mi acaba diye de mirildanarak dusunsun, ususun, aciksin, aglasin; isitayim, doyurayim, guldureyim, mesela ellerine bir caresizlik gibi dokuleyim, onun icin ekmek parasi kazanayim, caresizliklerimdeki butun simdiki zamanlari oldursun, mesela alnimi opsun, dudaklarimdaki butun ask cumlelerini curutsun, ben yeni cumleler kurayim, kuramazsam da goturup beni dar-ul aceze'ye bagislasin..."
  • mutlaka uygun bir basligi vardir ama ben usendim arayip bulmaya bunu.. simdi bu hadisenin kizlar tarafindan en miy miy edilen tarafi "erkekler bosaldiktan sonra bizi takmiyor sirtlarini donup uyuyorlar"dir.. tav oluyorum.. erkek oldugum icin olabilir belki ama sonucta tav oluyorum..

    benim anlamadigim nokta takmanin nasil oldugu. sevistikten sonra taraflar birbirini tebrik edip "bravo cok güzel bi bosalmaydi" deyip "hadi simdi degisik bir seyler yaparak sana ne kadar deger verdigimi gostereyim" mi demeliler?

    efendiler efendiler.. seks dediginiz hadise cocuk oyuncagi degil. efor sarfediliyor yahu. su yakmiyoruz!!

    o yorgunlukla o şeyle nasil ekstrem davranislara girebiliriz performans aktorumuyuz yahu..

    bosaldiktan sonra erkeklerin kizi takmamasi siradan bir olay haline gelmeli tam tersi toplum tarafindan ayiplanmali bence. hatta takan erkeklerle konusmamaliyiz..
  • kadin yaparsa fetish olur bu hareket kimilerince.
  • hayat saçıp can verdiğini hissetmek olduğu zaman anlam bulan, mitolojik bir tanrı gibi hissettiren eylem.
  • güzel türkçemin canını seveyim.
    tam karşılığıyla ifade edilen eylem.
    hem gerçekte hem mecaz olarak
    hem bedenen hem zihnen.
hesabın var mı? giriş yap