• ikinci bi dilin onemini vurgularcasina, mezunlarinin en az ucte birinin yurtdisinda oldugu okulum.. su an oldugum kisi olmamda, en buyuk katkisi olan sey.. sadece bi lise degil, alman kulturune giris dersi.. ne alman lisesi burjuva ukalaligi, ne ieldeki ineklik, tam geyik kafa tatli bi okul..

    iellilere saygim ve sevgim sonsuz olsa da, hayat basarisi denen bisi var ve callilar bu konuda iyi egitim aliyolar.. cuma gunleri taksime yuruyerek giden 15 16 yasinda cocuklar, sonradan gormelerin 25 sonrasi yaptigi gibi icme sicma ortamlari icin yasamiyo.. parayla pasa olanlar bu okuldan cikmiyo..

    herkes kendi ortalamasinda, ama ortalamanin ustunde oluyo.. sesiz sedasiz, almanlara surtunerek yasanan tum callilara selam olsun.. okulunuzun kiymetini bilin.. simdilerde ilk 5te giris puani olarak ileride ilk uce kadar yukselecektir buyuk ihtimalle almancanin onemi kavraninca..
  • akp'nin buraya atadığı müdür hiranur vakfındaki tecavüz edilen ve çocukken evlendirilen kız olayında failin tarafını tutmuş.
    mezuniyet töreninde konuşurken mezunlar da götlerini dönmüşler kendisine.

    videoda öğrencilerin tepkisi görünürken arkada ağır bir şiveyle batı ve kapitalizm eleştirisi dinliyoruz. akp böyle soğuk savaş karikatürü gibi bir şey oldu iyice. nefer diye atadıkları adamlar iki cümleyi bir araya getiremiyor. batı diye bir canavar var onu satıyor millete. yazık.
    doğu almanya'nın polonya'nın romanya'nın bu kepazelikten kurtulması 45 sene sürdü. umarız bizimki o kadar sürmeyecek.

    haber kaynağı:
    https://twitter.com/…esi/status/1664709225992409104

    devamı da burada:
    https://twitter.com/…glu/status/1664703640219668506

    "yetişmiş insan gücünü de sömürmektedir. biraz daha fazla maaş, ve vaat ettikleri konforla tüm dünyanın üretenğ, nitelikli insan gücünün çoğunluğu ülkelerine çekmektedirler. bu gençlerin kendi vatanlarının ve milletlerinin milli ve manevi değerlerine düşman etmektedirler."

    bildiğin politbüro ağzını aynen tekrar ediyor üstelik lise mezuniyetinde niye batı ve kapitalizm karşıtı konuşma dinlediğimizin de bir izahı yok. politbüro diyorum mecaz değil direkt aynısı. bugün yaşı 40'ın üstünde bir doğu avrupalı'ya şu soytarılığı anlatın size tek tek bütün detayları kendi eliyle koymuş gibi sayar.
  • 1992 - 1993 öüğretim yılının mayıs ayında aşağıdaki olay 6 mat a sınıfında yaşanmıştır :

    der zedat, her nedense (muhtemelen abitur kastığından) kardeşleriyle birlikte almanya'dan türkiye'ye liseyi okuması için gönderilmiş bir genç olarak cal'ye nakledilmiştir.
    ancak (kendi deyimiyle) der zedat, türkiye'deki okul koşullarına uyum güçlüğü çekmektedir,
    adeta daha sonra moda olacak entegrasyon sıkıntısını erkenden yaşamaktadır.
    o gün öüğle teneffüsünün sonuna doğru gelir ve arkadaşlarına 'ben öüğleden sonra kalamayacam, gidecem' der.
    'burda öyle gitme yok oolm, çıkamazsın kapıdan' dense de,
    'kapıdaki bizim servisten tanıdık, çantam olmazsa geri gelecem zanır, beni zalar kapıdan bırakır' diye karşı çıkar,
    'ben çıkınca çantamı camdan bana aşağı atarsınızi achtung fertig los' diye de ekler.
    her nedense çantayı okulda bırakma fikri hiç akla gelmez ve 'tamam lan' denir,
    ancak çanta bir kaç dakika içinde artık bir formaliteden ibaret almanca dersine intikal eden sevgi hanım'ın gözü önünde camdan nasıl atılacaktır, tam bir muammadır.
    cağaloğlu'nun işlek ana caddesine bakan cam, sınıfın en arkasındadır,
    dolayısıyla sevgi hanım'ın sürekli görüş alanının içindedir.
    o yıllarda tramvay filan hak getiredir,
    metro, ki biz onu u-bahn diye tanımaktayızdır,
    bizler için k4 kitabında gördüğümüz resimlerden ibarettir,
    memleket bu kadar gelişmiş filan,
    piii,
    hayatta değildir,

    ders başlar, der zedat aşağıda çantasını beklemektedir.
    barbaros, sıcak havayı bahane ederek önce oturduğu yerden kalkıp camı açar,
    ve hemen yerine oturur,
    sevgi hanım bu sırada en romantik ses tonuyla yeni çıkan şiir kitabından dizeleri paylaşmaktadır,
    kitabı almanca değildir,
    ders almancadır,
    tahminen sevgi hanımın almancası da pek iyi değildir,
    öüğrenciler türktür,
    zedat'ın durumu ise pek karmaşıktır.
    birden barbaros elini kaldırıp ayağa fırlar ve
    'hocam, mezuniyet balosunda erkekler smokin giyecek diyorlar, ben giymem, penguen gibi gezmem'
    diye çok acayip bir mevzu açar.
    sevgi hanım kadar diğer 6 mat a öüğrencileri de şaşkındır.
    sevgi hanım yarım kalan şiirini bırakıp doğası gereği tatlı talı
    'olur mu yavrum, şık olmak lazım, kızlar tuvaletler, güzel elbiseler giyecek,
    sizler de smokin giyeceksiniz' diye nedense bu topa girer.
    barbarosun 'no smoking' ısrarı giderek sertleşir,
    ve zavallı kadına sonunda 'giymiyceeeeeeeem' diye bağırmaya başlar,
    artık provoke olan sevgi hanım, barbaros'a 'giyeceksin' diye çığırdığı anda,
    barbaros elindeki çantayı hışımla camdan atar ve
    'giymiycem dedim.....!' diye noktayı koyar.
    hemen ardından da 'ya hocam, ne yaptınız, ben sinirlenince ne yaptığımı bilmiyorum' diye
    tüy diker.
    aşağıdan gelen korna sesleri,
    adeta bir gülleci tekniğiyle epey ileri savrulan ve caddenin ortasına düşen çantasını almaya çalışan der zedat'ın aralarından sıyrıldığı arabalardan gelmektedir.
    ve cağaoloğlunda hayat böylece süreer gider....
  • bizim zamanımızda istanbul erkek lisesinin yatılı kızları bizim yatakhanede, cağaloğlunun yatılı erkek öğrencileri ise istanbul erkek lisesinde kalıyordu. yani yatılı öğrenci konusunda hala istanbul erkek ile kardeş olan okuldu. paksüt bizim, sütiş istanbul erkek lisesinindi.
  • ismi olan ama cismi olmayan okulum. kazandığım zaman tebriklerin bini bin paraydı. ama okuduğum yıllarda içi boşalmaya başlamış ve hatta boşalmıştı belki. alman ekolünün yerini yozgat-çorum ekolü almıştı. (herr şahingöz'e selam olsun bu bağlamda) mezunlarının çoğunun almanca bilmediğini gönül rahatlığıyla iddia edebilirim. en azından benim çevrem için doğru bir iddiadır.

    mezun olurken çoğumuzu sprach-diplom sınavına sokmamışlardı bile. zdp'yi verdiler elimize gönderdiler.

    öğrencileri için kötü birşey diyemem açıkçası. hepsi pırlanta gibidir ve hepsi hayatlarında başarılı olmuş ya da olacaklardır. ama bunun sebebi okulun verdiği eğitim değil, okulun ismi nedeniyle parlak çocuklarına tercih ettiren ebeveynlerdir.
  • 1992 - 1993 öüğretim yılının 2. yarısındaki bir pazartesi gününde aşağıdaki olay, cal bahçesinde yaşanmıştır :

    haftanın açılışı yapılmak üzere bayrak töreni kapsamında tüm öüğrenciler bahçede toplaşmıştır.
    kazım öner, hafif öne çıkık çenesi
    ve nah yapmaya ramak kalmış şekilde başparmağını avucuna gömmüş halde
    'yavrum arkada kaynaşma' cümlesini mükerrer şekilde tekrarlayarak
    artık iyice yavşamış olan son sınıf öüğrrencilerini hizaya getirmeye çalışmaktadır.

    bir bayrak törenine artık son bir kaç kez katılacak olan son sınıf öüğrencileri ise bilhassa kaynaşmış,
    istiklal marşını o yıllarda bile anı olarak anlatılan italyan çocuk koroları tadında sağa sola salınarak söylemişlerdir.
    ancak bu gayet italyan durum,
    gayet türk bazı hocaların dikkatinden kaçmamış,
    içlerinden türkçe öüğretmeni canan hanım,
    'sen sen sen sen sen sen, eeee bir de sennnn' diyerek,
    en öndeki hepsi erkek yedi kaynaşık seçme öüğrenciyi,
    belki de birbirlerinden ayıramayarak,
    sıradan alıp disiplin etmeye götürmüştür.
    büyük kısmı elele,
    hemen hepsi neşe içinde,
    disipline giden bu öüğrencilerin keyfini,
    arabesk filmindeki uğur yücel'in oynadığı karakterin aynısı olan ve cal'nin baş müdür muavini görevini yürüten nüvit'in
    kötücül bakışları bile kaçıramamıştır.
    epeydir kimseyi harcamamış olan nüvit,
    hızla ve hırsla 'verin şunlara kağıt, yazsınlar ifadesini' buyurmuş,
    öüğrencilerin hemen hepsi kağıtlarını almış,
    toplaşıp aynı şeyi yazmak üzere sözleşmiş ve
    'ben bilmiyorum, görmedim, duymadım, bişey yapmadım' mealindeki bir kaç cümleyi karalamışken,
    duyulan bir ses, dikkatleri odanın diğer ucuna çekmiştir.
    ses 'fazla dosya kağıdı olan var mı ?' demektedir.

    diğer altı öüğrenciden ayrılan 'cin' lakaplı küçük devrim'in,
    kendisine ifadesi için verilen kağıdı doldurduğu,
    ikinci kağıdı talep ettiği hemmen anlaşılmış,
    yazdığı ifade diğer altı öüğrenci tarafından incelemeye alınmış,

    'ben yedi yıldır her zaman olduğu gibi bayrak törenine katılmak üzere sıra olmuş,
    hep yaptığım gibi en öndeki yerimi almış, törenin başlamasını,
    müzik öüğretmenimin komutlarını beklemekteydim.
    arkamdakiler, hep olduğu gibi disiplinsizce kaynaşmaktaydılar.
    bense gözlerimi bayrağı taşıyan öğrenciye dikmiştim.
    neden dikmiştim ?
    bayrak ağaca takılır da düşerse, hemen koşup onu tutabileyim diye dikmiştim'
    cümlelerini içeren ifadeyi görünce önce gülmekten yerlere yuvarlanılmış,
    gürültüye gelip ifadeyi okuyan nüvit bile gülmeye benzer gollum bezeri sesler çıkartmış,
    belki de bu hıyarlığın sonucu olarak dava delil yetersizliğinden düşmüş,
    nüvit de zaten görevden kısa süre sonra alınmıştır.
    kendisi'nin nürnberg mahkemelerinden nasıl kurtulduğu halen sorgulanmaktadır.
  • yaptığı her sınavdan sonra moral olsun diye bütün sınıfa mr. bean izleten frau sachs'ıyla, kızları peşinden koşturan koyun kafalı herr schilkesi'yle, sınıfa ve hatta sprachdiplom sınavına bile sarhoş gelme onuruna erişmiş geceden kalma ayyaş herr magnus'uyla, teneffüslerde terör estiren metin keskin'iyle, sürekli değişen müdür ve müdür vekilleriyle, yılların eskitemediği yurt müdiresi tülin hanım'ıyla, binbir türlü fosilleşmiş hayvan figürleriyle ve deney aletleriyle dolu laboratuarlarıyla (hala var mı bilmiyorum), bilumum yerlerde yerleştirilmiş kameralarıyla, her yağmur yağdığında koridorlara adım başı sıralanan çöp kovalarıyla, yürüdükçe sallanan döşemeleri ve bir tekmede dağılan duvarlarıyla bir efsanedir cal...
  • anadolu lehçesi ile ingilizce öğreten hoca irfan uzun u barındırmış okul
    misal :
    ingilizce yazılışı = structure
    irfanca okunuşu = sıtrahçır
  • 1991 - 1992 öüğretim yılının bir bahar gününde aşağıdaki sahne, eskiden kantin olan ve daha sonra küçük bir spor salonuna dönüştürülen, pavyon (!) binasının altındaki kemerli tuhaf galeride, 5 mat a sınfının beden dersinde yaşanmıştır :

    beden dersi için erkek öüğrenciler soyunulmuş,
    eşofmanlarını giymiş,
    yeni spor salonunda bedenci mustafa'yı beklenektedirler.
    (kızlar, maalesef erkeklerin görmediği bir bölgede soyunmuş,
    giyinmiş ve 10 km ilerdeki yemekhanenin altındaki spor salonunda toplaşmışlardır, erkeklerle en küçük temasları olmaması garanti altındadır.)
    erkek öüğrenciler, birbirlerini çeşitli şakalaşamalar,
    itişmeler ve böğürmelerle derse hazırlamaktadır.
    o sırada gerek fiziken (sadece vücut yapısı, sima değil) gerekse tarz olarak badi ekrem'i oldukça andıran bedenci mustafa salona girmiş,
    geçtiğimiz hafta beden dersinde yine bahçede top oynattığı için tartıştığı nüvit'e tartışma sonunda 'ananı skerim' demiş olduğundan ve
    bu 'ananı skerim' artık bahçede top oynanmayacağını güvence altına aldığından salonda yapılabilecek bir spor olarak tramplen atlamayı öngördüğünü söylemiştir.
    gerçekten de salonun bir tarafında, yaklaşık 2 metreye 3 metre boyda ve yerden yarım metre kadar yüksek iki adet büyük minder dikkat çekmektedir.
    bu iki minder bitiiştirilmiş, üzerine kalınca bir şilte serilerek bir arada durma konusundaki iradeleri daha bir artırılmış,
    böylece üzerine düşecek şahısları tutmaları da görece daha bir iyileştirilmiştir.
    bu minderin önüne de güdük bir tramplen konmuş,
    öüğrencilerin bu tramplene koşarak yaklaşıp basmaları ve mümkün olan en artistçe uçuş sonrası bu minderlere inmeleri beklenmektedir.
    öüğrencilere olayı ve kendilerinden beklentisini anlatan bedenci mustafa,
    öğrencilerin yaptığı birbirinden tuhaf flugtag denemelerini görerek çileden çıkmış,
    'olmuyorrrrrrrrrr, olmuyorrrrrrrrrrrr' diyerek öüğrencileri kenara dizmiş,
    'çekilin, gösteriyorummmmm' diyerek gerilmiştir.
    öüğrenciler, tramplene giden koşu yolu boyunca bir koridor oluşturmuş,
    koridorun her iki tarafının bittiği iki noktada kesici ve özbir konuşlanmış,
    bu iki öüğrenci, minderleri bir arada tutan şiltenin uçlarını sıkıca kavramışlardır.
    bedenci mustafa tam gaz tramplene gelmiş,
    çok ciddi bir yüz ifadesi ile havada uçmuş,
    minderlerin üzerine ineceği sırada şilte bir anda kalkmış,
    bedenci mustafa iki minderin ortasına yaklaşık 2,5 metre yukardan serbest düşmüş,
    ve doğrudan zemine çakılmış,
    bunu müteakip anda da şilte hemen üzerine kapatılmıştır.
    bir süre sonra şiltenin altında bir yumru hareket etmeye başlamış,
    yumru dışarı çıkıp bedenci mustafa olmuş,
    kendisi epey acı dolu kıvranan bir sesle ve iki büklüm belini tutarak
    'özbir, seni gördüm, öbürü kimse o da gelsin iki dakka benle karanlık odaya' demiş,
    kesici hemen özbir'in yanını saf tutup karanlık odaya girmiştir.
    -karanlık oda gerçekten karanlıktır, ışık yanmamaktadır-
    bedenci mustafa, cağalkızlarının bale eğitimi alacakları gibi gereksiz ve asla gerçekleşmeyecek bir öngörüyle duvara tutturulmuş
    2 metre uzunluğundaki ve kolum kalınlığındaki cilalı ahşap batonları
    ayağını duvara dayayarak sökmüş,
    sonra da karanlık odaya girmiştir.
    evet, olay tam da böyle cereyan etmiştir....
    ve evet, cal'de hayat böyle sürüüp gitmiştir...
  • 1991-1992 öğretim yılında, 5. sınıftaki ingilizce derslerinin gidişatı aşağı yukarı şöyle olurdu :

    ayşegül hanım : good morning class
    biz öüğrenciler : good morning teacher
    ayşegül hanım : how are you ?
    biz öüğrenciler : fine tanks, and you ?
    ayşegül hanım : thank you sit down..........who wants to come and tell the story ?
    (en önde ayşe parmağını kaldırır)
    biz öüğrenciler : ...
    ayşegül hanım : only one student ? okey, türker, come to the blackboard.
    türker (tereddütsüz, akıcı bir inigilizceyle) : hocam...i have not studied....
    ayşegül hanım : why noot ?
    türker (tereddütsüz, akıcı bir inigilizceyle) : hocam...matematik sınavı vardı.
    ayşegül hanım : okey, minus, sit down....ayşe, tell the story.
    ayşe (apakıcı bir ingilizceyle) : one they there was a revolution in mandanga.....

    (bkz: mandanga)
    (bkz: streamline)
hesabın var mı? giriş yap