• umberto eco'yu okuyup da anlamayanlar tarafından ısrarla benzetilmesine karşın, aslında umberto eco'nun öyle böyle değil her açıdan zıddı olan bir yazardır bu.

    - umberto eco'nun bilgisi derindir, uzmancadır. dan brown ise sağdan soldan duyduklarını birleştirip kolaj yapmaktadır.

    - umberto eco, entrikalardan oluşan hikaye örgüsünü, tarihsel arkaplanla geçişli ve birbirini destekleyen iki katman olarak görür, sonuç olarak okuyucu sürükleyici olduğunu sandığı bir hikaye okurken aslında çok daha derinlerden bir zaman yolculuğu yapmış gibi olur.

    - umberto eco, edebiyat virtüözüdür. imgeler arasındaki geçişler kayarcasınadır. o kadar beğenilmeyen (bence hakkı yenmiş) baudolino'da dahi ne zaman gerçek dünyayı terk edip "idealar" alemine geçtiğinizi bilmezsiniz. dan brown'da ise sahneler arasındaki ses efektli geçişleri duyar gibi olursunuz.

    - umberto eco, bir göndermede bulunacağı zaman asla ama asla bunun ne demek olduğunu açıklamaz. zaten bunu bilen okuyucuya hitap eder. kör kütüphaneci jorgenin sırrını çözmeyi size bırakır. baudolino'nun yazdığını iddia ettiği şiirlerin asıl menşeini açıklamaz. kapalı oda cinayeti üzerine roman yazar da kavramın yanından bile geçmez. okuyucusunu zeki ve bilgili görür. dan brown ise tam tersine okuyucuyu aptal yerine koyar. kitaplarındaki en baba gizem bile daha yarısına gelmeden çözülmüşken, o hala daha şatafatlı sözlerle sanki şaşırtıyor gibi yapmaya kalkan yeteneksiz bir illüzyoniste benzer.

    -hepsinden önemlisi, can alıcı nokta ise şudur: dan brown'ın söylemi, umberto eco'nunkinin taban tabana zıttıdır. eco'nun ezoterik simgelerden, gizemlerden söz ederkenki alaycılığı, sinizmi, dan brown'da yerini "sazanca" bir inanmışlığa, "yaa bak bu da böyleymiş ha" şeklinde sır kapısı tadında bir ifadeye bırakmıştır. eco'nun anafikri, "sahte gizemlere kendini fazla kaptıran kişinin kendi varlığını kaybedeceği" üzerine dayanmıştır. dan brown ise, tam aksi yönde sürüklenmektedir. eco'nun kahkahalarla gülerek alay ettiği, kıyasıya eleştirdiği bir şeyi temsil etmektedir dan brown. özellikle foucault sarkacı'nın (il pendolo di foucault) sonunu düşünecek olursak, umberto eco'nun o robert langdon denen şahıs eline bir geçse neler yapacağını anlamak zor olmaz...
  • the lost symbol'dan çıkardığım tek sonuç şu: bu adam, wikipedia'da okuduğu her şeye inanıyor.
  • kullandığı kurgu tekniği için (bkz: allah allah kontesi kim sikti)
  • tüm kitaplarını keyifle okuduğum yazar. yalnız ilginç olan şu ki, sorsalar hiçbirinin konusunu anlatamam. bir simgebilim uzmanı, ona yardımcı olan bir kadın, şapeller, müzeler, tablolar arasında bir şeyin peşindeler ama ne? işte o 'ne' kısmı değiştikçe kitap adı da değişiyor.
  • kitap yazarken araştırma yapıyor. biz de türk okuyucular olarak çok seviyoruz adamın zekasını, bilgisini...
    kayıp sembol'ü yazma sürecinde türkiye'ye gelmişti. araştırma yapıyordu. kitap çıktığında keskin bir heyecanla gidip aldım. türkiye'den bahsedeceği yere gelmek için kıçımı yırttım. adam da bahsetti sağolsun. fatih'te bir hapishaneden ve kötü koşullarından bahsetti. başka bi bok yok.

    konuyla ilgili olarak: jackie chan hayranı bir toplumuz az çok. kız da sever erkek de. "altın yumruk istanbul'da" diye film çekti gelip. taksicilerimiz elinde bıçakla "keserim seniiğ" diye bağırıyor.

    kimi sevsek sikmeye kalkıyor arkadaş. kural mı bu?
    (bkz: 4s kuralı)

    kartal, soğanlık'mış hapishane. yanlış hatırlamışım. c1b2k3 uyardı sağolsun.
  • bu adam var ya... çocuk kitabı yazsa bu adam,

    cin ali'yi arkadaşı çetin dışarı bir hayvana bakması için çağırırdı.
    cin ali hayvana bakmak için çıktığında çetin'in yerde uzandığını fark ederdi.
    çetin'in güzel, alımlı ve sportif küçük kardeşi kevser cin ali ile beraber yan mahalleye kaçarlardı.
    yolda cin ali ve kevser'e birisi "bilmece bildirmece dil üstünden kaydırmaca bilin bakalım ne?" derdi,
    cin ali ile kevser beraber bu bilmeceyi çözerlerdi...
    sonra cin ali ile kevser'e ne olurdu bilmiyoruz. sanki beraber olacaklarmış gibi ama işte en sonu olduğu için bilmiyoruz.

    bir sonraki kitap: cin ali ve berber fil gizemi!!!11!!
  • popülüst olabilir. ticari olabilir. geçici bir tadı olabilir dediğim yazardır.
    yanlız yine sözlüğümüzde yer etmiş bazı malların "bu ne yaaa, bu kim yaa" tadındaki yorumları için ancak hassiktir lan diyebiliyorum.
    ulan göt al cehennem'i oku bir tane de sen yaz bakalım önümüzdeki birkaç sene içinde. beynini siktiğimin böceği seni.
    hiçbirşey olmasa bile; sanat tarihi, floransa, dante vs. hakkında verdiği ansiklopedik bilgileri bir macera tufanı içinde sana içiriyor mu içiriyor ... sen ne yapıyorsun? bu akşam kara para aşk var di mi ? suratına attırayım senin ben .. siktirgit şimdi
  • kötü bir yazardır. creative writing hocalığı yapıyormuş amherst'te, şaşırdım ben açıkçası. the da vinci code'un ilk paragrafına bakalım mesela:

    renowned curator jacques saunière staggered through the vaulted archway of the museum's grand gallery. he lunged for the nearest painting he could see, a caravaggio. grabbing the gilded frame, the seventy-six-year-old man heaved the masterpiece toward himself until it tore from the wall and saunière collapsed backward in a heap beneath the canvas.

    şimdi - bu açılış sahnesi, bir cinayet sahnesi. heyecan dolu olması gereken bir aksiyon sahnesi bu: katilinden kaçan bir adam, bir kovalamaca var. alelade bir cinayet değil bu, sırrının çözülmesi için kitabı okuyacağız sonuç olarak, değil mi? ama dan brown, bu aksiyon sahnesini alakasız ve de detaylarla boğuyor, aksiyonu öldürüyor resmen. tutmuş ilk cümlede bize jacques saunière'in küratör olarak tanınmış olduğunu söylüyor- adam louvre'un küratörü, adı sanı duyulmamış birisi olacak değil ya? peki, jacques saunière'in küratör olması bize ilk cümlede apar topar anlatılacak önemde midir? o saatte neden louvre'da olduğunu açıklar belki, ama o kadar. gereksiz. "saunière collapsed backward in a heap beneath the canvas" diyor - "in a heap" sözünü görmezden gelsek bile (bir tek kişiden bahsediyoruz zira), felaket bir cümle bu. arkaya doğru düşmüşmüş, zaten başka türlü nasıl yere düşebilir ki? ucuz dizilerdeki göğsüne kurşun yiyip yüzüstü düşen insanlar gibi, duvardan sökmek için zorlanarak çekip de yüzüstü kanvasın üstüne mi düşseydi? hem niye saunière saunière tekrar ediyor ki, başkasından bahsetmedi daha, o birazdan gelecek.

    katili gördüğümüz sahneye bakarsak, "a voice spoke, chillingly close", "on his hands and knees, the curator froze, turning his head slowly", "silhouette of his attacker stared through the iron bars" gibi cümlelerle bezeli. bir ses konuşamaz, bir insan konuşur; bir silüet bakamaz, silüet hem türkçe'de hem de ingilizce'de gölge demektir, hatta tdk'nin tanımıyla "bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle tek renk olarak beliren görüntüsü, gölge" anlamına gelir. donup kalan küratör (evet, yine küratör, kullanacak, tanımlayacak başka kelimesi yok herhalde adamın) başını çeviriyor; nasıl donup kalmak o öyle? başını çevirdiği gibi, silüet'in gözlerini (!) falan, her şeyini renkleriyle beraber ayrıntılı ayrıntılı görebiliyor. bravo dan brown, ne diyeyim? bütün kitap bunun gibi tekrarlar ve hatalarla dolu.

    hadi bu stilin kötülüğünden vazgeçtim, beni rahatsız eden bir kaç şey daha oldu. özellikle the da vinci code'da, yeni hiçbir şey söylememesine, konuyla az buçuk ilgilenmiş olanların daha evvelden bildikleri şeyleri müthiş önemli açıklamalarda bulunuyormuş havasında anlatmasına illet oldum mesela. kitabın sonunu yüz sayfa evvelinden anlamadım, doğruya doğru, ama sonuna gelene kadar resmen her şeyi yüz sayfa evvelinden tahmin edebiliyordum - bu kadar "aman yarabbi, nasıl çözeceğiz bu gizemi?" diye heyecan yaptıkları, anlamak için kitabın yarısından fazlasını harcadıkları şeyleri "ulan hala mı anlamadınız, bir de süper zeki olacaksınız, çözün be! anlayın artık!" diye sinir ola ola okudum ben şahsen kitabı aşağı yukarı yüzüncü sayfadan sonra (hatta belki daha bile evvel). konuyla hiç ilgisi olmamış olanlar için bu söylediğim çok manasız gelebilir, muhtemelen ben de "vay be!" derdim hiç bir bilgim olmasaydı kitabı okumadan, ama... dan brown'a iyi yazar diyebilmem için yazdığı konuda bilgi sahibi olmamam gerekmemeli. kitabın her sayfasından böyle bir snobluk akıyor "yaa, neler biliyorum ben. süper, devrim yaratacak şeyler yazıyorum, mühim şeyler açıklıyorum" dediğini duydum resmen, sinirime dokundu açıkçası. mühim şeyler falan açıklamıyosun gülüm, aynen daha evvel dendiği gibi "oradan buradan duyduklarını birleştirip kolaj yapıyorsun." (calendil, #7444194)
    discovery channel mı, bir kanal program yapmış, katolik kilisesinden 'önemli' insanlarla konuşmuştu, adamlar "ee, dan brown şunu yazdı, şu iddiaları gündeme getirdi. ne dersiniz?" "ohoho, göt oldunuz mu?" havasında sorular sordular, aldıkları tek cevap "... bize ne ki? anlamadım, bizi niye etkiliyor bu, niye göt olalım?" oldu. sahi, niye göt olsunlar ki, onların isa'ya olan inancını niye etkilesin?

    son olarak da, "süper araştırmacı kişilik" diyenlere, buyurun sir ian mckellen'ın ağzından minik bir alıntı:

    --- spoiler ---
    "i did notice one error in the plotting. at the novel's climax, sir leigh teabing uses his id card to reveal his knighthood and so gain privileged access to westminster abbey. uk citizens don't yet have id cards. nor would a knighthood, in my experience, carry any weight with guardians protecting private places."
    --- spoiler ---
  • bu yazarin kitabini okumak, kuralini bildiginiz bir oyunu tekrar tekrar oynamak gibi. sonucta ayni kurgu uzerine oturtulmus farklı esrarlari cozuyorsunuz. sonucta monopoly'nin de kurallari biliniyor ama insan bir kez oynayinca bikmiyor. kitaplari, ayni kurguda olsa bile surukleyici.
  • neredeyse tüm kitaplarının en büyük ve hemen hemen tek olayı en güvenilir yan karakterin aslında şeytanın önde gideni olmasıdır.

    buna rağmen her kitabının arkasında yalaka eleştirmenlerin "wuu kurgudaki dönemeçler beni duvardan duvara fırlattı" gibi abidik tanıtım cümlelerini okuruz.

    ne dönemeçi lan? en güvendiğiniz, hikayeye sonradan dahil olan adam pezevengin önde gideni işte.
hesabın var mı? giriş yap