• hayatımın bir döneminde ucundan kıyısından döndüğümü düşündüğüm, berrak bir zihnin en büyük hediye olduğunu fark etmemi sağlayan durum.

    benim için çok yıkıcı etkileri olan bir şey yaşamıştım. şimdi mantıklı bir şekilde düşününce olayları daha net görebiliyorum ama o sırada her şey bulanık bir hal almaya başlamıştı. önce yemeden içmeden kesildim. kendime "en son dün sabah bir şeyler yedim" gibi hatırlatmalar yapıyordum. göğsümde öyle sert bir ağırlık vardı ki öğün araları uzasa da fiziksel olarak aç hissetmiyordum.

    bununla beraber zihnim karmakarışık olmuştu. bir yandan yaşadığım olayın gerçekliğini sorguluyor bir yandan da aklımdaki yüzlerce soruya cevap bulmaya çalışıyordum. tüm bunlar olurken insanlarla iç içeydim. herkes bir şeyler konuşuyor, bir şeyler anlatıyordu. ben, onları dinliyor gibi yapıyor ama dediklerinden bir şey anlamıyordum.

    insanlara içinde bulunduğum durumu fark ettirmemek için çabaladığımı hatırlıyorum. tam olarak anlatmak mümkün değil ama sanki o sırada yaşamıyor sadece hayatın akışını birkaç saniye geriden izliyordum. kontrol bende değil gibiydi.

    "ne içindeyim zamanın,
    ne de büsbütün dışında;
    yekpâre, geniş bir ânın
    parçalanmaz akışında."

    bu dizelerdeki gibi farklı bir süreçti. çok zaman aldı ama zamanla geçti. yeniden her şeye eskisi gibi odaklanmaya ve normal hissetmeye başladım. zaman her şeye ilaçmış, zaman her yarayı sararmış...

    eğer hayat karşına kötü şeyler çıkardıysa unutma, bugün çok canın yanıyor ama bir gün hiç acımayacak...
  • kant kadar sıkıcı olayım diyorum, gücüm yetmiyor!

    girizgahım yok.
    bazen o süslü cümlelerin yerine direkt "ulan ne kadar güzelsin allahsız!" diyesim geliyor, hazır gelmişken kaçırıyorum ağzımdan. doktor ilaç yetişmiyor, atım ölüyor, ayağım kırık, uçurtmanın ipiyle bağlı saçım.

    sonra mahkemeye çıktım. hakim sırf aşağıdaki daha aşağılık hissetsin diye kendini yukarıda oturuyor. neden öptün sen bu kadını der demez kırıyor kalemi. son bir sözün var mı deyince "ağzıma sağlık ne güzel öptüm” diyorum (gülümsedin ya şimdi sen; dersin babam yine kapıda, elinde çarpım tablosunu ezberlediğimden çikolata).

    sonra kadına veriyorum hayatında hiç görmediği karayemişi, kırk yıllık lazmış gibi homini hemen atıyor ağzına! zaten dodte olan dudak uyuşarak mosmor oluyor, al sana angelina x 3! sonra niye öptün? acaba? bak edepli süreya'nın edepli eluard'an çevirdiği şiire:

    yavrum bu senin gülüşünün ardında
    bütün sevda sözleri çırılçıplak
    memelerini tutup çıkarıyorlar boynunu
    sonra kalçalarını göz bebeklerini
    sonra ne varsa okşayış adına
    bütün bunları bulup çıkarıyorlar
    seni öptüğüm zaman gözlerinden
    yalnız sen göresin diye
    bu sevda sözcükleri.

    sonra severek ayrılanlar, beni böyle sevciler, elinde telefon düz yürüyemeyenler, yetmez ama evetçiler, yeter ama bananeciler, yiyor ama ne tatlı yiyor keratacılar, hayvanlara zulmedenler, saatlerce birbirine küfür edenler, memleketi sen mi kurtaracaksıncılar, bir türk kaç şuna bedelciler... ayağı kırık ben bir atım, doktor ilacı eksik uçurtmamın.

    delilere aptal dendiği günden beri kimse delirmedi; oysa onlardı aslında umarsız, eşit, mutlu, aşık. onu bile sıradanlaştırdılar. prospektüste atım uçurtma olmuş daktır, saçım kırık vurmuşlar, dozajım ip boynuma.

    gülümse sen ben deliririm
    çamaşırı asarım mesela
    tüm yara izlerimi ütülerim

    rahmine çiçek
    doğur,
    ben ona çişim geldiyi öğretirim.
  • ''her şey ördeklerin kahkaha attığını düşünmemle başladı.

    gronikos çayı'nın üzerindeki saçma sapan bir köprüde sigara içerken, suyu izliyordum. su pisti, bulanıktı. hemen yandaki lunaparktan gelen çığlık sesleri, birbirinin aynısı şarkılarla karışıyordu. çığlık sesi. gondol sallanıyor. çığlık sesi. kamikaze dönüyor. yanımdan insanlar geçiyordu. sanki onlar yerinde duruyor da, ben aralarından geçiyormuş gibi hissettiğimde bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim. korktum. ölesiye korktum. o kadar büyük bir korkuydu ki; koklayabiliyordum onu. tadabiliyordum.

    sonra rahatladım. birden rahatladım. raftan bir kitap alırken, üstündeki kitap hemen düşer ya; işte o boşluğun hemen dolması gibi, güldüm. kahkaha atmaya başladım. hiç hareket etmeden yanından geçtiğim insanların bana baktığını hissettim. ama umursamadım. ve o anda...

    ve o anda, çayın üzerindeki ördekler gülmeye başladı. kahkaha atıyorlardı. onlar güldükçe ben daha çok güldüm. resmen birbirimize gülmeye başladık. ''tamam!'' dedim. kendimi çok iyi hissetmiştim. birden. bir anda. izmariti ördeklere fırlatıp koşmaya başladım. arkamdan gülmeye devam ettiler.

    koşuyordum. koşuyormuş gibi hissetmiyordum. sanki dünya altımdan kayıyordu. hatta ben koşmasam dünya duracakmış gibi hissediyordum. hayır, hissetmiyordum. biliyordum. dünyayı ben döndürüyordum o anda. eğer dursaydım; yer çekimi yok olur, dünyadaki her şey, insanlar, arabalar, sular, ördekler, havalanmaya başlardı. önce mutlu olurlardı. uçmak herkesin hayali. fakat sonra tedirginlik başlardı. insanlar sevdikleriyle el ele, göz göze atmosferden çıkardı. biraz da tüm bunlar olmasın diye; koşmaya devam ettim. mutluydum. hem de çok. kafeler sokağını geçip evime vardım.

    kapıya sertçe vurdum. seda kapıyı açınca, ona sarıldım. ''seda!'' diye bağırdım. ''ördekler kahkaha attı bugün!'' gülmeye başladı. sonra kendimi odamda buldum birden. seda, şişmiş gözleriyle bana bakıyordu. ''niye böyle yapıyorsun?'' dedi. ''ben ne yaptım ki?'' dedim. ''uyu biraz, lütfen uyu biraz. söz, yarın her şey düzelecek'' deyip ağlamaya başladı. ben de buna anlam veremeyip yatağa uzandım. ama uyumadım. uyursam, dünyadaki herkes benimle birlikte uyur, bir daha da uyanmazdı. tek başıma kalırdım. yaşam sona erebilirdi. bu yüzden tavana bakıp, ördekleri düşündüm sabaha kadar.

    hava aydınlandıktan bilmem kaç saat sonra, seda beni birine götürdü. gömlekli biri. aklımda sadece, onun gömlekli biri olduğu kaldı. karşısına oturttu. ismimi sordu, biraz sohbet ettik. notlar alıyordu. ''ördeklerin sesinin gülmeye benzediğini mi düşünüyorsunuz, yoksa onların güldüğünü mü?'' diye sordu. cevap verdim.

    sonra kendimi birden, bir şehirlerarası otobüsün önünde, bir dinlenme tesisinde çay içerken buldum. çay güzeldi. hava soğuktu fakat üşümüyordum. seda'yı karşımda sigarasının dumanını üflerken fark ettim. ağzından çıkan duman bitmiyordu. ''üflüyorsun ama duman bitmiyor.'' dedim. ''soğuktan.'' dedi soğuk bir sesle. tabi ki yalan söylüyordu. çok sigara içtiğini söylemiştim önceden hep. al işte. şimdi de bitmiyordu. ciğerinde biriken bütün duman, çıkmaya başlamıştı işte. ''bırak artık şu sigarayı, dumanını içinde biriktiriyorsun.'' dedim. ''lütfen...'' dedi, bu sefer üç noktalı bir sesle. hareket vaktinin geldiğine dair anonsu duyup otobüse yöneldik. ben otobüsün ön kapısından içeriye girerken, o dışarda kaldı. muavinin ona ''lütfen biraz daha sessiz olabilir misiniz, otobüsteki yolcular da tedirgin oldu hanımefendi...'' dediğini duydum. verdiği cevabı duymadım. içeriye girdi. yanıma oturdu. elimden tuttu. ''hayatım, her şey bitecek. söz veriyorum sana.'' dedi. ''duman bitmiş. demek ki; çok birikmemiş. içmeye devam edebilirsin'' diye cevap verip güldüm. ağladı.

    kendimi telefona konuşurken buldum bir takside. annemin sesini duydum; ''oğlum, nasılsın oğlum...kıyamam oğluma...iyi misin yavrum...geliyorum yanına oğlum...''

    renkli birkaç tane hap içirdiler bana. uyudum. renkli birkaç tane hap içirdiler bana. uyudum. renkli birkaç tane hap içirdiler bana, uyudum. hep uyudum.

    uyandığımda; kendimi hiç bilmediğim bir yerde, beyaz çarşaflı bir yatakta, ilaç kokan bir odada buldum. mutlu değildim artık, ama mutsuz da değildim. dümdüz bir çizgide ilerliyordum sanki. acı yok, neşe yok, hüzün yok, gülmek yok. ama ördekler? onlar vardı işte.

    bahçede seda'yla oturuyorduk şimdi de. ''gözlerin hep kızarık senin bu aralar.'' dedim.''alerjin mi var?'' ağlamaya başladı. ''nasılsın?'' diye sordu. ''ben ne desem ağlıyorsun. artık herkes, ben ne desem ağlıyor!'' diye bağırdım. ilaç kokan odama koştum. bu olanların tıpatıp aynısı birkaç gün daha oldu.

    bir hafta sonra, yine bahçeye çıkarıldım. orada beni ziyarete gelmiş seda adında biriyle tanıştım.beni tanıyormuş gibi davranıyordu. her şeyimi biliyordu. neyi sevdiğimi, neyi sevmediğimi. yanında da ellili yaşlarda bir kadın vardı. gülümseyerek boynuma sarılmıştı. boynum ıslandı. yeni tanıştığım kız, onu tanımadığımı söylediğimde bembeyaz oldu. çok üzüldü. ''niye üzülüyorsunuz?'' diye sordum. ''beni tanımıyor musun artık, beni tanımıyor selma teyze...'' dedi. ''sizi tanımadığım için neden bu kadar üzüldünüz ki?'' dedim. ''benim tanımadığım insanlar hiç üzülmez bu yüzden. mesela yolda yürürken gördüğüm kişiler, onları tanımadığım için hiç üzülmedi. ama ben biraz üzülürdüm. izin verirseniz, uyumak istiyorum...''

    o tuhaf yerde her gün biriyle tanıştım. hepsinin ismini unuttum. her gün aynı soruları sordular bana. hepsine cevap verdim. her gün seda'yı ve annemi bekledim. gelmediler. en sonunda bana ''deli'' dediler; buna da en çok, ördekler güldüler.''
  • sakinlikten olur. fazla sakinlik delirmektir.

    şantiyenin ortasına fırlayıp gırtlağımı yırtana kadar bağırmak istiyorum. ne diyebileceğimi hiç düşünmedim. sanırım yaralı sığır gibi "aaaaaaaa" diye bağırırım. hesaplar, bi sürü rakamlar. hepsinin belasını versin. hele para. hele ölçü birimleri. nefret ediyorum her santimine ayrı lanet. ofis malzemeleri. zımbalar. tel mel bok püsür bi sürü. renkli renkli kalemler. canım sıkılıyor bu kadar rengi içinde yeteri kadar rahat sıkılamıyorum. istediğim gibi deliremiyorum. gömlek kot pantolon. yırtıp atasım kendimi donla duvardan duvara vurasım geliyor. iyice rezil olmalı. öyle bir kaç gün yetmez, sonraki nesillere kadar anlatılmalı. döktükleri betonun mastarını gidip bozasım geliyor. dört duvar siktiri boktan bi konteyner ofisi, bıraksalar ellerimle parçalarım.

    trafikte bir anda el frenini çekip bütün seyir halindeki arabalara saldırmak geliyor içimden. küfür etmek istiyorum. bi levye alıp bütün bu araba camlarını aşağı indirmeli. şangırtı şungurtu birbirine karışsın. herkes kornalara bassın ortalık tam tımarhaneye dönsün. benzin döküp yakalım yolları, arabaları, insanları, kıyafetleri, büfeleri, benzinlikleri. ağaçlara dokunanı sikerim. bi gölgesinde oturan olur. oturup uzaklarda birini düşünen olur ellemeyin ağaçları. siz yanın. beni de yakın.

    sakin kala kala delirdim.

    onu anla, buna empati yap, onu kırma, bunu gocundurma, öbürünün insan içinde moralini bozma, o geçiş dönemindedir, bu hastadır, bu ustadır, bu aileden, bu eski tanıdık, bu daha yeni tanıdık. yettiniz lan eh.

    oturup iki satır kitap okusan, hepsini deliler yazmış bunların. aşk, sevgi, vatan, drama, trajedi, cinayet, siyaset, tarih, strateji, bilmem ne. kim okur bunları kim niye yazar. hepsini yakmalı. önce parçalayıp sonra yakmalı hem. satırı okunmamalı. televizyonu kırmalı. o filmler esas onlar deli işi. balkona çıksan aynı. koltukta otursan aynı. mutfak, banyo, yatak odası hepsinin üzerine basıp çiğnemeli.

    insan başınıza ne yarattıysanız, ne uydurduysanız başta o para hepsini yok etmeli.

    bu seslere alıştırdınız, susturunca beceremedik doğru düzgün terazide yaşamayı. delirdik. çünkü insan en çok sakinlikten delirir.
  • "bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü çaba sarfettiklerini kimse bilmez."
    demiş camus.
    biraz delilik iyidir. biraz akıllılık da iyidir. orta yolu bulacaksın. hepsinden biraz biraz. tadında bırakacaksın.

    biraz deli olacaksın ki normalken göremediğin şeyleri görebilesin, sonra o fark ettiğin örüntüyü akıllı beyninle işleyeceksin. böylece deli yanlarından da faydalanabilirsin.

    biraz deli olacaksın ki arada bir saçmalayacaksın. temiz bir format çekmiş olursun ki akıllı haline döndüğünde yeniden inşaya başlarsın.

    biraz deli olacaksın ki çok üstüne geldiklerinde kaçarlar. sonra güzel bir oh çekersin, bir süre uğraşmazlar.

    biraz deli olacaksın ki arada aklının da kıymetini bilirsin. aklın da deliliğin kıymetini bilir.

    biraz deli olacaksın ki arada kendini de özlemiş olursun. geriye döndüğünde şöyle bir arınmış olursun.
  • başka çare kalmadığında yapılabilecek en akıllıca şeydir.
  • bir olma biçimi.

    - deli olma(k)

    çocukken insanlar bir anda deliriyor sanırdım. mesela sabah şahane bir kahvaltı yaptın, ortalama bir ruh halindesin, işe gitmek için evden çıktın, trafiğe karıştın. hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ve hop, ofise varamadan delirdin. mail gelmiş, proje bitmemiş, o saatten sonra sana ne? delirdin sen.

    veya biriyle tartıştın, hem de saçma sapan bir konu yüzünden. mesela turşu limonla mı olur sirkeye mi? çok sinirlendin, beynindeki "delirmeyi" önleyen el freni fazla zorlandı, piston aşağı indi ve çat! "beni delirtme" diye bağırırken bir anda delirdin. o noktadan sonra bizzat kendin kornişonsun.

    son birkaç yıldır gözlemlediğim kadarıyla işin aslı öyle değil, insanlar genelde yavaş yavaş deliriyor.

    yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi

    belgesellerde olur ya, seri katiller yakalandıktan sonra komşularıyla röportaj yapılır, dehşetle izleriz. genelde şöyle şeyler söylerler:

    - çok sakin biriydi, çekingendi. evde 268 ceset sakladığına inanamıyoruz.

    birçok insan bu röportajdaki komşu olmaktan korktuğunu söylese de, bence hepimiz aslında bir anda delirip komşuları jülyen doğrama fikriyle dehşete düşüyoruz çünkü bunu engellemek için yapabileceğimiz hiçbir şey yok.

    ama boşuna korkuyoruz. genellikle delirme süreci hayata yayılıyor, sindire sindire deliriyoruz. hem zaten delilik olsa duramazdık, anksiyetedir o.
  • her sey ustunuze gelir, herkes size bagirir, "neden bunu boyle yaptin?" "neden sunu soyle yaptin?" "beni seviyor musun?" "bugun suraya gidelim mi?" "sinavin nasildi?" "islerini bitirdin mi?" diye ustunuze gelir ve siz hareket bile etmeden, sinirlenmeden sadece bir gulumsemeyle karsilik verirsiniz, tatli bir huzur duyarsiniz, eliniz titrer, zamanla bir ritm tutturur, bir müzik duyulur önce uzaklardan sonra daha yakin... sicacik, bir seyler akar icinize; sesler, sorular duyulmaz olur, dunya, sorunlar gorulmez olur... yuzunuzde bir gulumseme, icinizde sicacik bir huzur, kafanizda tatli bir muzik ve ritminizle uzaklasirsiniz... uzaklasirsiniz... uzaklasirsiniz... ta ki kimse size ulasamayana kadar, yuzunuzdeki gulumsemeyi silemeyene kadar... ta ki guvende olana kadar... ve dunya yok olana kadar...

    hosgeldiniz...
  • çok zor bi olay değil aslında.

    1. aşama - yanımda kimse yok. ben buradayım. yanımda birini hayal etsem nolucak ki.
    2. aşama - yanımda kimse yok. ben buradayım. yanımda birini hayal ediyim.
    3. aşama - yanımda kimse olmayabilir. ben kesin buradayım. yanımda biri olabilir.
    4. aşama - yanımda tam olarak biri yok. ben hala buradayım.
    5. aşama - ben buradaysam, bence yanımda biri de var.
    6. aşama - buradayız.
    7. aşama - karnımız acıktı.
    8. aşama - eheh sen de mi evden sıkıldın?
    9. aşama - bi dışarı çıkalım lan dimi?
    10. aşama - gülüşmeler.(yolda kendi kendine konuşuyor.)
  • sizin de kafanızın içinde küçücük karıncalar dolaşıyor mu? sanki sırf düşüncelerinizi darmadağın etmek ve o anınızı sikmek için. sanki birilerinin parayla tuttuğu kötü adamlarmış da dertleri günleri sizin kafanızın içiymiş gibi. 'siz hele bi ağlayın da ne sebeple olursa olsun’un adamları. 'siz bi üzülün de ne şekilde olursa olsun’un yaverleri. küçücükler ama bir de. şudur, diye parmağımla gösteremediğim yerlerde dolanıp, burası, diyemediğim yerleri yakıyorlar.

    düşünmenin hiçbir faydasının olmadığı anlarda, bu küçük yaratıklarla verdiğim savaşı kaybedecek gibi olduğumda dayıyorum ağzıma şişeleri. kafamın içi de ağzım yüzüm midem her yerim de ıslanıyor, ne güzel! aklımdan geçen ne varsa, ipin ucunda balon gibi, hem bana bağlı hem de özgür gibi uçuyor böylece. kolaya kaçan ve nihayetsiz çözümlerin insanıyım ve bunun çok çok farkındayım.

    delirmek isterdim eskiden, şimdi sadece normal olmak, ortalama bir insan kadar hissetmek, ortalama bir insan gibi yaşamak ve ortalama bir insan gibi evlenip ortalama çocuklar doğurmak istiyorum. ortalama bir şekilde ölmek istiyorum. ne çok acıklı, ne çok berbat. sabrım sınanmadan, beklemek gerekmeden, hepsi hepsi bir çırpıda olsun. insanlardan bazen feci sıkılıyorum çünkü, uzun uzun tüm bunları yaşayarak iyice çirkinleşmek istemiyorum. bu gariplikler, saçmalıklar biraz daha sürerse hepten bozucam halihazırda bozuk ağzımı.

    hep hayatın sillesini benden çok yemiş, sevdiğinde benden daha çok sevmiş, üzüldüğünde benden daha çok üzülmüş ve ömürleri boyunca beni gamsız tanımış insanlarla uğraştım. onların annesi olmaktan kendim büyüyemedim. büyümenin nasıl bir şey olduğunu bilemedim. oysa büyümeyi hep çok istedim ve koskoca kadınların sevimli gözükmek için o bebek sesiyle konuşmalarından falan işte artık ne varsa böyle hepsinden nefret ettim. hissettiğim en net nefret de budur. oysa koskoca bedenimin içinde öyle ufağım, öyle çok sarsılıyor ve sağa sola çarpıyorum ki. sonra vay neden böylesin. anlatamıyorum, boş laflara malzeme oluyorum ya bazen, üzülüyorum aslında. hey, aslında hiçbir şey sandığınız gibi değil. hiç olmadığım ve olmayı sürdüremeyeceğim biriyim şu anda. bunun böyle olması veya olmaması nasılsa kimsenin umrunda değil diye susuyorum. susmayı seviyorum. susmayı sevdiğim için derdimi anlatma kabiliyetimde senelerdir bir ilerleme yok.

    o küçük karıncaların da ta amk tamam mı?
hesabın var mı? giriş yap