• gün gelir sevda koyarsa
    soluksuz seni
    gün olur yolun düşerse
    gurbet ellere
    al bu dertten yüreğini
    dalgalara sal...
    kederin büyüyorsa kuytuluklarda
    gidecek deniz yoksa, bulamadınsa
    al bu dertten yüreğini
    yağmurlara sal...

    not: sarkinin vizontele'nin film muziklerinde olmasini yadirgayanlar icin uzucu bir haber vermek isterim ki, sozler yilmaz erdogan'indir.
  • yıllar öncesinin bir hatırasını canlandırdı bugün; yağmur altındaki kısa yürüyüş sırasında; shuffle edilmiş binlerce şarkının arasından pat diye çıkınca...

    ***

    gidecek deniz bulamamak ne demektir? dörtte üçünden fazlası deniz, kalanın önemli kısmı buz tutmuş deniz olan bir gezegenden bahsediyoruz... her bir ayrılığın ertesinde yeni başlangıçlar olacağından emin olan insan aklından bahsediyoruz... gurbete bile olsa bir yola çıktığında, terkedilen mekanın hala arkalarda bir yerlerde varolduğunun bilincindeki insan aklından... hal böyleyken, kim engelleyebilir ulaşmak için yeni denizler bulmamızı?

    bahsettiğim hatıra, üçbeş sene önce kadıköy sahilde rastlaştığım ihtiyardan bir amca. o zamanlar, kadıköy belediyesi, akla hayale sığmayan bir uygulamayla, "balıkçı tekneleri"ni engellemek için, rıhtım boyunca çit örmüştü. bi yarım ekmek alayım diye o tarafa yürüdüğümü hatırlıyorum, karşıma çıkan demir parmaklıklara öylece bakakalmıştım. yanımda belirmişti o yaşlı amca, benim gibi o da izliyordu parmaklıkları, sarayburnu'nu, ve arada denizi. ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yüzünü benden tarafa bile çevirmeyen o ihtiyarın "deniz'i ne diye hapsetmişler ki?" diye mırıldandığını duydum. belki de sadece iç geçirmişti, benim de duyduğumu bilmeden. tam cevap mahiyetinde mırıldanıyordum ki "belki de bizi hapsetmişlerdir, ne belli?" diye, orada olmadığını farkettim. kim haklıydı acaba? deniz mi hapis, yoksa biz mi? hala düşünürüm, cevap bulamam. tek bildiğim: ihtiyar, o çitin aslında "birilerine hapsedilmiş duygusu yaşatmak" için orada olduğunu benden önce çözmüştü.

    şimdi, bu şarkıyla birlikte tekrar düştü aklıma o amca.

    deniz'i bulamamak, deniz'in tutsaklığını kabul etmek aslında; ulaşamayacağına inandırıldığını; bir yerde, kendi tutsaklığını... çit bitiyor az ileride, bak; al bu dertten yüreğini dalgalara sal...

    not: bilenler bilir, balıkçı tekneleri orada balık yapmaya devam etti. parmaklıkların arasından uzatırdık parayı, aynı parmaklıklardan alırdık balık ekmeğimizi. sonra sonra, aralardan, bazı demirler de eksildi, kafayı eğip eksilen boşluktan teknelere atlamaya başlamıştık... şimdi nedir durum, bilmiyorum?
  • yılmaz erdoğan'ın yaptığı en iyi iştir. ama bu türküye sadece feryal öney hayat verebilir.

    "nerden aklıma geldi bilmiyorum herşey olup bittikten yirmi dört yıl sonra... mazide tamamlanmamış ödev kalmasın diye herhalde"

    "al bu dertten yüreğini . . . yağmurlara sal"
  • her dinlediğimde bende delicesine koşma isteği yaratan türkü.
  • her seferinde her dinleyisimde beni kana kana aglatmaya calisan turku; sebepli sebepsiz.
  • yav şimdi sen güzelsin ya şimdi güzel olan bi kişinin karşısında da ele bi güzel kişi olsa belki daha güzel. güzel güzele daha geniş bakar değil mi?

    (bkz: vizontele tuuba)
  • hançer gibi bir etkisi olmakla beraber ağlatıp rahatlamana da sebep olacak bir türkü.
    ve tabi ki feryal öney!
  • yilmaz erdogan'in yazilis hikayesini sade ama derin, en bi icten telaffuz etmesiyle baslar turku:

    mazide tamamlanmamis odev kalmasin diye heralde
  • böğrünüze bir hançer gibi saplanan yalnızlık türküsüdür..
  • "gidecek deniz yoksa, bulamadınsa" diyen kısacık türküdür. girişi, orkestrası, vokali, nesi varsa şahanedir, şaheserdir.
hesabın var mı? giriş yap