• indirimli 18 tl, tam 30 tl olan biletleri 2022-2023 sezonunda indirimli 30 tl, tam 50 tl şeklinde zamlanmış kurum. insanların ekonomik krizde tiyatroya giderek sıkıntılarını bir kenara bırakmasını, birkaç saat de olsa iyi hissetmesini ve kendilerine yatırım yapmasını sağlayabilecek potansiyeldeki kurumlardan olan türkiye'nin en büyük kültür sanat kurumunun biletlerinin %60'ın üzerinde zamlanması üzücü. tabii ki bunun sorumlusu bu kurum değil; devleti yönetenler.

    devlet tiyatroları'nın daha fazla turne yapması gerektiğini ve daha kaliteli oyunlar seçmesi gerektiğini şu girdide dile getirmiştim: (bkz: #131527568)

    devlet tiyatroları'nın kendine ait bir bilet satış sitesinin olması gerektiğini, seyircilere aracı sitelere komisyon ödetmemesi gerektiğini de şu girdide dile getirmiştim: (bkz: #135182662)

    - bir diğer önerimse devlet tiyatroları'nın kendine ait bir yayınevinin olması. bu edebiyata, okurluğa, türk diline, kütüphanelere, toplumun aydınlanmasına katkıdır. geçmişten günümüze, onlarca yıllık geçmişinde kurumun sahnelediği oyunları ve sahnelemekte olduğu oyunları izleyiciler basılı olarak alabilmeli; dileyen oyundan önce okur ve öyle izler, dileyen oyunu izler ve sonra alıp okur, belki bunun üzerine bir daha izler. oynanan bazı oyunların kitap halindeki baskısı yok ve bu bence bir eksiklik. bilet almış izleyicilere gişe üzerinden ya da yukarıda bahsettiğim site üzerinden oyunlar kitap olarak ve de indirimli şekilde satılmalı.

    - oyunlar eğer kitap olarak basılmamışlarsa ya da özgün adları ile oynanmamışlarsa tanıtım künyelerinde o eserin ne zaman yazıldığı mutlaka belirtilmeli. hele ki yerli bir eserse söz konusu olan, kullanılan dilden eserin politik yaklaşımına kadar birçok şey onun yazıldığı zaman da baz alınarak irdelenebilir.

    - ayrıca devlet tiyatroları'nın çok az temsil verdiğini, çok az çalıştığını düşünüyorum. mayıs sonunda sezon bitiyor ve ekim'le beraber başlıyor. haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında temsil yok (nadiren yaz oyunları oluyor ve genel olarak bu aylarda oyun yok). sezon haziran sonunda kapanmalı ve eylül başında açılmalı. temmuz ayı çalışanların tamamına tatil olmalı, ağustos'tan itibaren yeni sezona hazırlanmalılar (bunun çok zor olduğunu söyleyenler oldu; önceki sezonda yeni sezonun yeni oyunlarının hazırlıklarına başlanarak yapılabilir; en kötü ihtimalle yeni sezonun ilk haftalarında önceki sezonun oyunları oynanabilir yeni oyun hazır hale gelene kadar ama ilk dediğim, yani yeni sezonun oyununa önceki sezonun sonundan itibaren hazırlanmak daha mantıklı ve yeni sezonlar yeni oyunlarla açılınca daha güzel oluyor). sezonda hiç sahneye çıkmayan ya da sadece bir oyunda ve toplamda dört, beş ay sahneye çıkan oyuncular da olabiliyor. bu nedenle temel bir maaş artı sahneye çıktıkça ya da tiyatro çalışanı ise temsile katıldıkça alınacak prim şeklinde maaşlar düzenlenebilir. çalışanların bir kısmı sözleşmeli personellerden değil tamamı kadrolu kişilerden oluşmalı ki bu kişilerin kuruma ve işlerine bağlılıkları artsın, güvenceleri ile kendilerini daha rahat hissetsinler.

    - tatil aylarında, yani devlet tiyatroları sahnelerinde devlet tiyatroları oyunları oynanmıyorken bu sahneler özel tiyatrolara tahsis edilebilir. çok güzel ve kullanışlı, oyun sahnelemenin ve oyun izlemenin keyifli olduğu birçok salonu var devlet tiyatroları'nın.

    - her devlet tiyatrosu şubesinin resmi sosyal medya hesapları olmalı ve bunlar etkin şekilde, düzenli olarak kullanılmalı. buralardan duyurular, oyunlardan fotoğraflar ve video kesitleri, alıntılar, ilginç bilgiler, oyuncu ve yönetmen tanıtımları, oyun hazırlıklarına dair bilgiler vs. paylaşılarak şubelerin sosyal medya üzerinden de izleyicilerle etkileşim içinde olması sağlanmalı.

    - her ilde devlet tiyatroları şubesi olmalı. kültür sanat etkinliklerinin hiç olmadığı ya da çok az olduğu yerlerdeki vatandaşlar için bu daha da önemli. geri kalmış yerleri aydınlatmak için insanları tiyatroyla da tanıştırmak gerek. mevcut durumda devlet tiyatrosu olmayan illere zaman zaman turneler yapılıyor ama her ilde bir şube olsa çok daha güzel, zengin bir tiyatro kültürü yurt geneline yayılabilir. tiyatro medeniyeti güçlendirir.

    diğer önerilerim için: (bkz: #147951229)

    bonus: kurum ve tiyatro hakkında yapılmış çok güzel bir belgesel için: tiyatro dünyası (2019-2020)
  • camisi imamı dini olan devletin tartışılan kurumları.

    devletin imamı olur ama sanatçısı olmaz. he mi?
  • üst edit: eleştirilerimin bir kısmının ilgilendirdiği bilet satış sitesinin bir temsilcisi ile görüştük. aslında seçilen biletin güncellenmesi sisteminln olduğunu ama yoğunluk kaynaklı sorun olmuş olabileceğini söylediler. ben de tarayıcım hakkında bilgi verdim. tiyatrolar için değiştirilebilir atanmış koltuk konusunda da kendi düşüncelerimi aktarma fırsatım oldu. iyi niyetleri ve servislerini daha iyi hale getirme odaklı yaklaşımları için teşekkür ediyorum.

    ankara'da bilet alabilmek için black friday indirimlerinde lcd televizyonu kapıp kasaya rugby oyunucusu edası ile koşturan bir amerikalı insanı düşürüp elinden televizyonu alacak hırsa sahip olmanın gerektiği, özellikle iki bilet alınacaksa* bir türlü alınmış biletleri sisteme işlemeyen* saçma sapan bilet satış sitesi sayesinde mayın tarlası oynanan günlerdeki "acaba bu boşluk gerçekten boş mu?" heyecanını yaşatmaya devam eden kurum.

    yıl olacak 2020, bu salonların yaklaşık 4 dakika içinde balkon dahil dolduğu yıllardır ortada. diyelim ki geçiş garantili otoyol, hasta garantili hastahane, yolcu garantili havalimanı yapan devletin elinde yeni salonlar yapacak para yok*, üniversitelerle anlaşmak falan bu kadar zor olmasa gerek? ne bileyim odtü kkm falan vardır belki ankara'da?

    açığa alınamayan bilet olayı plansızca "43242 bilet alayım da arkadaşlarım gelmezse iade ederim" diye bilet alan gerizekalıları engellemesi yönüyle güzel, bu gerizekalıları eken arkadaşları yüzünden son dakikada "iptal edenler vardır" diye alınan biletlerin artık olmayacak olması yüzünden üzücüyken sistemin hala "x sayıda bilet istiyorum" seçeneği akabinde tercih edilen sıralamadan rastgele koltuk rezerve edilmiş olarak açılamaması kötü. "bu koltuğun yanını neden seçemiyorum?" diye sayfa yenilediğimde kendimi kıyamet sonrası dünya'nın boş market raflarına bakarken bulmam ve "neyse bu kalanları toplayayım" demem yerine sıraların ortasından başlayarak üçgen şeklinde dağıtmak ne kadar zor olabilir?

    ne zamandır ekleyemediğim bir entry bölümü, debe editi: “gündemden uzak bir başlığa girilmiş kendi halinde bir entrynin debe listesinde yer bulmasını beklemiyordum. ancak bu entrymi bana haber veren” diye başlamak isterdim lakin kimse haber de vermedi, favori sayısı arttıkça şüphelendim *. “hangi entry ile girmişsin?” diyecek kadar debe’ye vakıf, kendisi ile ilgili entry olsaydı (bahsettiği entry için (bkz: #97003928)) selam vermemi isteyeceğini ifade eden fakat bunun için uzaklara ve gökyüzüne bakıp “yok ya, gerek yok, cidden” diyen tinze’ye selam ederim. **
  • bazılarının babalarının çiftliği.
    çok uzun yıllar figüranlık, yardımcı oyunculuk, kuklacılık, ıdıcılık, bıdıcılık yaptım bu kurumda. birbirinden farklı insan tanıdım. memleketteki sanatçı profilinin önemli bir kısmıyla da temasta bulundum.

    bunlardan bir kısmı, kurumun eskisiydi ve tiyatro camiasında herkes onların siyasi dirsek temasıyla kuruma yerleştiğini söyleyip duruyordu. bu eski jenerasyonun başımıza açtığı bela da bitmek bilmedi.

    şöyle anlatayım; tiyatro, babadan evlada geçen bir meslektir. babası işçi olan bir insansanız gene tiyatrocu olabilirsiniz ama itibar görmeniz neredeyse imkansızdır. aristokrat bir aileden gelmeniz ve evinizde fransızca kitapların bulunması, san'at sepet konularında kulak aşinalığı yaşamış olmanız ve hayattan herkesten önce bıkmanız öyle önemlidir bilemezsiniz.

    tanıdığım bir diğer nesil, memleketin tiyatro okullarından mezun olmuş, devlet tiyatroları'nın açtığı sınava girmiş, bu sınavda kendi okullarında zaten hoca olan genel müdür, yönetmen vb. olan kimselerce sınanmış ve kuruma girmeye hak kazanmıştır. azıcık konuşursanız aynı dönemde işe girmiş olan oyuncular bile birbirleri hakkında "torpil, kayırma" lafları içeren konuşmalar yaparlar. ha bir de bu kurumda kadro almayı başarmış olan insanların ailelerinde eski bakan, bürokrat falan da vardır ve kuruma bileklerinin hakkıyla girmişlerse bile onların da arkalarından atıp tutmakta geri kalmaz kimse.

    bu kurum belli aralıklarla sınav açar ve kadro verir. (yani eskiden öyleydi) ancak memlekette pek çok tiyatro bölümü vardır, bu bölümler yalnızca oyuncu yetiştirmezler, dramaturg da yetiştirirler ancak kurum nasıl dramaturg alıyorsa bu bölümlerden mezun insanlar hep işsizdir. dramaturgların dil bilmeleri önemsenir ve herhangi bir tiyatro bölümünde lisans geçmişi olmasa bile insanlar dramaturg olabilirler. lisans öğrenimini tiyatroyla ilişkisiz yerlerde tamamlamış insanlarla beraber tiyatro bölümlerinden, oyunculuk anasanat dalı haricinde bir daldan mezun olan çalışanları da vardır.

    oyunların broşürlerinde nal gibi dramaturg yazar ve karşısında bir isim vardır ama kurumda dramaturgu çalıştırmazlar. yani oyun üzerinde çalıştırmazlar çünkü yönetmenler "ben zaten yapıyorum bu işi" havasındadır. e dramaturglar da oyun çevirirler(!) ve kuruma getirilen oyun metinlerinin sahnelenebilir olup olmadığına ilişkin rapor yazarlar.

    mütemadiyen "alttan yeni oyun yazarı yetişmiyor" diye çığırtkanlık yapar tiyatro dünyası, ama yeni oyun yazarlarının oyunlarını ciddiye bile almazlar. kurumda bir havuz sistemi vardır. yani oyununuzu değerlendirmeye tabi tutup kabul etmeleri mümkündür, o zaman oyununuz devlet tiyatrolarınca sahnelenebilecek metinlerin arasına girer ama orada on yıldan uzun bir süre bekleyebilir çünkü oyununuzu sahnelemeye gönüllü bir yönetmen bulamazsanız o oyun orada kalır.

    oyununuzun telifini alabilmeniz için sahnelenmesi gerekmektedir. telif dışında gişenin de hatırı sayılır bir miktarını size verirler. ancak yönetmenler neden zaten başarısı kesin olan bir oyunu sahnelemek yerine sizin adı sanı duyulmamış metninizi sahneye koysunlar?

    bir de teknik ekip, sahne amiri vb. vardır ki demeyin gitsin. tiyatro bölümü mezunu olan insanların başvurularını değerlendirmezler ama öğrenim düzeyi en fazla lise olan pek çok insanı istihdam ederler. sonra bu insanları sözleşmeli çalışan tiyatro okulu öğrencilerine yahut mezunlarına amir bile yaparlar. liyakat önemlidir derler ama bu kurumda liyakat sözcüğü başka anlamlara gelir.

    eğer devlet tiyatrolarında çalışmak istiyorsanız sınavlara girmeniz, başarılı olmanız vb. gibi koşulların yanında mütemadiyen her şeyin en iyisini sizin bildiğinizi göstermeniz gerekir, ayakkabı bağlarken bile sanat yapıyormuşsunuz ve bu işin sonunda dokuz kat yukarı sırtınızda piyano taşımışsınız gibi davranmanız, mah mih moh sesleriyle hımlaya hımlaya konuşmanız, devletin sanatçıya değer vermediğini söyleyerek yakınmanız lazımdır.
  • oyun öncesi yapılan "lütfen cep telefonlarınızın kapalı olduğuna emin olunuz" anonsunu değiştirip, "oyun bittiğinde cep telefonunuzu açmayı unutmayın" diyerek kalbimi kazanan cici ve esprili devlet kurumu. keşke her devlet kurumu bu kadar tatlı ve esprili olsa. mesela vergi dairesi.
  • bu tiyatronun seyirci profili sanatın ne olduğunu bilen, karşısında sanat için kendini paralayan insanlar gördüğünde ağzında sakız patlatmaması gerektiğini bilen kitledir. herhangi bir siyasal birlikle örtüşmez.

    batılılaşma ve yüksek sanat kutsanmaz, batılılık tiyatroya gitmek değil, tiyatroyu, baleyi, konseri vs. gerçekten severek izlemek ve takip etmektir. bir türk tiyatro oyuncusunun 150 yıllık tschaikovsky eserini soluksuz oynayabilmesi evet gurur verir ve evet ayakta alkışlanmayı hak eder. tschaikovsky de batılı değildir zaten okumayan bilmez. gecesini gündüzüne katıp, bir oyuna kendini verip seyirciye bunu hissettirebilmek için uğraşan ve bunu çok az bir ücretle yapan insanın oyununa pespaye demek ancak 'zam gelsin ben zaten benzini hep 50 liralık alırım nolacak ki' diyebilecek sığ beyinlerin ürünüdür.

    sıkıldığın oyun olmaz mı? evet olur. edebiyat herkese katlanılabilir gelmez, edebiyat bazen ağırdır. şunu bilirsin ki, oyunda anlatılan hikaye ve oyuncuların hevesi tebriği ve ayakta alkışlanmayı hak eder. anna karenina sonunda intihar ediyor, madame bovary de ölüyor zaten, okuyup kendini sıktığına değmez.

    siz sakızlarınızı birbirinize bakarak patlatın ve tiyatrolardan, sanattan elinizi çekin.
  • devlet tiyatrolarinda oynayan biri olarak kurumun işleyişinden zerre memnun olmasam da gelinen şu durumda "kar amacı gütmeyen" asıl amacı hizmet götürmek olan bir kurumu özelleştirmenin dünyanın en saçma hamlelerinden biri olduğunu düşünüyorum.

    pek çok kişinin sandığının aksine tiyatro, sahnede gördüğümüz şakalı komikli iki üç replikten çok daha ötesidir. tiyatronun asli görevlerinden biri "farkındalık yaratmak"tır. bugün, devlet tiyatrolarının 63. yılında 21 ilde, 56 sahnede, %90 doluluk oranıyla, yılda ortalama 6000 temsil, 600 turne yapılıyor. ankara, istanbul, izmir vs. özel tiyatro alternatifi olan şehirleri geçtiğimizde, bu tiyatro diyarbakır'a, malatya'ya, gaziantep'e, van'a, kısacası elinin uzandığı, sahnesinin olduğu her yere turnelerle oyunlar götürüyor. bu oyunları her temsilde yüzlerce kişiye çok düşük ücretlere ulaştırıyor. bugün van'da töre cinayetiyle ilgili bir oyunun yörenin gençleri üzerinde yaratağı farkındalığa değer biçmek en basit tabirle ahmakçadır.

    bakın, burada okurken 15 saniyeyi aşmadığımız şu birkaç satırdaki hizmetin değeri vatandaş için paha biçilemez niteliktedir. devlet tiyatrosu tam 63 senedir bu farkındalığı yurdun en ücra köşelerine kadar taşıyorken, yarın öbürgün "devlet tiyatrosu her yıl milyonlarca lira zarar ediyor" mantığıyla kurumu özelleştirirsek, sattığımız kurumun bu vb. hizmetleri yüksek maliyetleri nedeniyle yapmaktan kaçınacağı gün gibi aşikardır. atatürk'ün cumhuriyetinin temel direklerinden biri olan "sosyal devlet" anlayışının en temel dayanağı, maliyet değil hizmettir. bu sebeple verilen hizmetin içeriğine bakmaksızın rakamlar üzerinden müdahaleler yapılmamalıdır.

    evet, kurumun işleyişinde ciddi bozukluklar var. olabilir. fakat bu işlerin içindeki herhangi akıl fikir sahibi herhangi birinin bile görebileceği kadar basit değişikliklerle kurtarılabilecek bir kurumda özelleştirme yolunu tercih etmek, bu kararı verenlerin amaçlarına dair ciddi şüpheler uyandırmaktadır.

    basın açıklaması gibi fikirlerimin sadedine gelirsek. devlet tiyatrosunun özelleştirilmesi demek, uzun vadede türkiye'nin kültür ve sanat adına ağır bir darbe alması demektir. ülke vatandaşı olarak buna izin vermemiz ise, yazının geneline hakim olan farkındalığın büyük bir kısmına, önce bizim ulaşmamız gerek demektir.

    yazının son kısmında bugün ismi lazım değil bir mecrada denk geldiğim, devlet tiyatrosu sanatçısı emre başer'in (bu yazıyı yazmama da sebep olan) bir anısınını da şuraya koyayım.

    -----------
    bir anımı anlatmak istiyorum.
    sivas devlet tiyatrosunda idarecilik yaptığım zamanlar...ekbimle turne yollarındayız
    oyunumuz 'duvarların ötesi'
    bizi götüren otobus soforu cok iri,yapılı bir abimiz,hiç konuşmuyor demirden bir çeneye sahip ve oldukca asabi bir yapısı var..
    genelde beraber turneye gıttıgımız sofor arkadaşları oyuna davet eder onlarla beraber oturup ızlerım tepkilerini merak ettiğimden ama neden bılmem bu abiye diyemedim gel izle diye..
    oyun cezaevinden kaçmış bir grup mahkumun rehin aldikları bir kızla birlikte sıkıştırıldıkları bir depodaki gerilim dolu saatlerini anlatir. rehin aldıkları öğretmen kız, bu süreçte onların insan yönlerini de görür, onlara yardım etmek ister.ve oyun boyunca siz dişardakiler sorgularsınız suç ne suclu kim?ceza nedir?toplum suçun neresinde ve suca ne kadar ortaktır!sanatcı arkadaslarım rollerini okadar ıyı yorumlamıskı her ızleyısımde adalet kavramı tekrar sorgulanıyor hayatımda!her neyse lafı uzatmayayım oyuna baslama anonsu verılmeden az evvel sofor abımızı gordum korıdorda ve bırden abı buyur gel beraber ızleyelım dedım ''yok ben anlamam''dedi gulumsedı sıkıntılı bi şekilde sonra bıraz ısrar edınce beraber oturduk bı merdıvene.
    soluksuz izledi hayatında ilk defa tiyatro izliyordu!oyun bittiğinde yanımdan bır hısımla kalkıp cıktı salondan....seyırcı cıktı oyun bıttı dekor yuklenırken sırtıma bır el dokundu dondum bızım sofor abı:)gozlerı yaslı sısmıs aglamis cunku bana dedıkı....
    ben uzun sure mahpus yattım ve hep kendımı sucladım aıleme kustum kendıme kustum ınancım koreldı hep kendıme kızdım ben ıntıhar etmeyı bıle cok dusundum (neden mahkum oldugunu bılmıyorum)dedi.şimdi dedi biliyormusun mudur abi ben kendimi affettim!,su salondan cikinca ben anlatamiyom sana ama sen bilki beni sirtinda kabeye goturmus kadar sevap aldin bilesin dedi ve sarildi aglayarak....saşkınlığımdan ne yapacağımı bilemedim..
    daha sonraları cok gordum o abımızı tıyatroda hemde karısı ve cocuklarıyla....sahi..birini sirtta kabeye götürmek nasil bir sevaptir?neyse viski kadehimi alip barin on tarafina geceyim ben yavaştan....fazlada yer kaplamam nasil olsa yarim porsiyonum ben :)
  • birçok oyun resmen kapalı gişe oynanıyor, yetmiyor hatır gönül sandalye konulup öyle izleniyor, o da yetmiyor es kaza son dakikada bir işi çıkıp da gelemeyenlerin yerine kapıda bekleyen öğrenci, genç ve işin adabını bilen kitleden insanlar oyunun başlamasına çok az bir süre kala koltuklara alınıyor.

    bu kuruma el sürmeyi bırak bunu aklından geçirmek bile sanat düşmanlığı, halk düşmanlığından başka bir şey değil.
  • bir oyuna dahi gitmemiş olanların geleceği hakkında fikir beyan ettiği kurum. ya en azından bir kere git o zaman bir sike de benzemiyormuş de. ama fikrin yok tayyip abi buyurdu diye kraldan çok kralcı olmak için cümle kurma.
  • tiyatro; iş disiplini ve ciddiyeti, kılı kırk yaran detaycılığı, iyi yetişmiş oyuncuları, sinema seyircisinden çok farklı ve nitelikli izleyici profili, bilet alma aşamasından oyun öncesi, esnası ve sonrasındaki tüm ritüelleriyle toplumun genel kültürüne ve estetik beğenisine katkı sunan bir sanattır.
    topluma ve insana ayna tutarak insanın ufkunu genişletip duyarlılığını artıran tiyatro, aynı zamanda eğitim mahfili olarak iş görür.
    kendine özgü büyülü atmosferi ve sorgulama-hesap sorma mekânı olarak tiyatro; genel kültürü artıran, insanı incelten, izleyicisini ruhunu eğiten, izleyicisine estetik duygusu kazandıran bir işleve sahiptir.

    dekor, kostüm, teknik malzeme ve salon giderleri, sahne arkası ekip ve oyuncu ücretleri, turneye çıkıldığında ulaşım, nakliye, konaklama vb. gibi giderleriyle oldukça maliyetli bir sanat olan tiyatronun devlet desteği olmadan ayakta kalabilmesi çok zordur. o nedenle sanat ve kültüre yatırım yapmanın insana yatırım yapmak anlamına geldiğinin bilincinde olan gelişmiş avrupa devletleri sanat ve kültür alanına ciddi destekler verir, bütçeden azımsanmayacak paylar ayırırlar.
    bir dönem devlet tiyatrolarını kapatma aşamasına gelen yunanistan, moskova’nın meşhur bolşoy tiyatrosu'nda kadro daraltmasına giden rusya veya aynı şeyi bin yıllık çin operası’na yapan çin gibi ülkeler devletin kültür ve sanata olan desteğini sembolik düzeye indirmeyi savunsalar da batılı devletler tiyatroya verdikleri desteği arttırarak devam ettirirler.

    bu konuda batılı devletlerin yolundan giden türkiye’de, devlet tarafından önemsenmeyen sinema halk sineması olarak kendi yolunu çizmeye terk edilirken tiyatro, opera ve bale cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren önemsenmiş ve desteklenmiştir. bu desteğin ardında yatan ideolojik nedenleri yok sayamayız elbette. zira tiyatro, bale, opera gibi sanat alanlarına devletin yaklaşımı, eğitim sistemine yaklaşımında olduğu gibi ideolojik bir nitelik taşır. bugün törpülenmiş vaziyette olsa da hem bu sanat alanlarının hem de eğitim alanının “makbul vatandaş” üretimi ile doğrudan/dolaylı ilintili olduğu aşikârdır.
    devlet, kontrolünde bulunan kültür-sanat kurumları aracılığıyla modernleşme ve çağdaşlaşmayı sağlamak, halkın seviyesini, genel eğitimini, dil ve kültürünü yükseltmek, sanat ve estetik duygusunu geliştirmek gibi amaçları ve hedefleri gerçekleştirmek ister. hatta kuruluş amaçları arasına “temel değerler üzerinde doğru yargılara varmak” gibi ulvî hedefler koymuştur.
    ulus devlet olarak kurulan türkiye cumhuriyeti, devlet tiyatrolarını, tebaadan ulusa kulluktan yurttaşlığa giden süreçte yeni bir ulus yaratma ve kültürel homojenleşmeyi sağlama aparatlardan birisi olarak görmüştür.
    örneğin son yıllarda osmanlı ve türk-islam tarihinin öncü şahsiyetlerini işleyen oyunların repertuvarda yer bulmasını hem destekleyenler hem de bu tarz oyunların yoğunlaşmasından şikâyet edenler dt’nin ideolojik-politik pozisyonunu bir anlamda teyit eder. zira iktidarın rengi tiyatronun tercihlerini etkilediği gibi sınıfsal bir imtiyaz olarak alana sahip çıkanların “osmancık, ıv. murat, ya devlet başa ya kuzgun leşe gibi oyunlar yerine shakespeare oyunları veya çeviri oyunlar tercih edilmeliydi.” şeklindeki tepkileri dt’nin kuruluş amacının içselleştirilmiş olduğunu gösterir. nitekim nuri pakdil’in umut adlı derinlikli oyununa gelen eleştiriler yine bu sınıfsal ve ideolojik dışavurumdan başka bir şey değildir.

    “devlete bağlı tiyatro mu olur?”, “sanat bağımsız olmalıdır!”, “bağımsız olmayan, üst kurul tarafından denetlenen, devlet kontrolündeki bir kurum nasıl özgürce eleştirecek, yaratıcı eserler verecektir?”, “sanatçı devlete memur olur mu?”, “memurluk sanatın ruhuna, özüne aykırıdır.”, “devlet sanat yapamaz, sanata karışamaz.” vb. eleştiriler olsa da devlet meseleye bugüne kadar bu gözle bakmıştır. dt bünyesinde cemaatleşmiş, halka tepeden bakan ve kendisine halkı cahillikten kurtarma gibi misyon biçen azınlık bir güruh tarafından tiyatro, bir çağdaşlaşma ve modernleşme göstergesi, batılı olma kulvarı ve üst bir sanat olarak görülmüştür. bu yönüyle de geleneksel türk tiyatrosundan, meddahlık geleneğinden olabildiğince uzaklaşılmıştır.

    devlet tiyatroları 1949 yılında yapılan bir yasayla sancılı ve yıpratıcı süreçlerden geçerek; yorgun, şaşkın ve dümensiz bir biçimde sürüklenerek bugünlere kadar bir şekilde varlığını sürdürdü.
    ancak 1980’lerden beri yönetime gelen sağ hükümetler tarafından yük olarak görülmeye başlanan devlet tiyatroları; küçültülmeye, özelleştirilmeye hatta kapatılmaya çalışılıyor. mesut yılmaz’ın kültür bakanı olduğu yıllarda başlayan bu yaklaşım, 90’larda refah-yol hükümetinde de 2002’den beri ülkeyi yöneten ak parti iktidarında da devam etti. tüm bu hükümetlerin ortak yaklaşımı devlet tiyatroları’nın küçültülerek yok edilmesi yönündeydi. mesut yılmaz’ın yukarıda bahsettiğim devlet tiyatroları’na yüklenen ideolojik misyondan rahatsız olduğunu düşünmüyorum fakat mevcut muhafazakâr hükümetin dt’yi tamamen özelleştirmek isteme düşüncesinin altında yatan nedenler bunlar olsa gerek.
    zira cumhurbaşkanı erdoğan 2012 yılında “gelişmiş ülkelerin hemen hiçbirinde devlet eliyle tiyatroculuk olmaz.” cümleleriyle en şedit tepkiyi göstermiş, devlet tiyatroları’nın üstünde kara bulutların gezindiği ve dt çalışanlarının eylemler yaptığı bir sürecin fitilini ateşlemişti.
    aynı şekilde 2017 yılının mart ayında gerçekleştirilen 3. kültür şûrası sonuç raporunda devlet tiyatroları’nın idari anlamda özerkleştirilmesi, ödeneklerinde de 5 yıllık süre içinde her yıl yüzde 20 oranında kısıtlamaya gidilerek sivilleştirilmesi tavsiyeleri yer almıştı. bu tavsiye sürece yayarak dt'yi yok etmek anlamına geliyordu.
    pek çok konuşmasında özeleştiri sadedinde eğitim ve kültür politikalarında başarısız olduklarını vurgulayan cumhurbaşkanı erdoğan’ın, eğitimi bütünleyen ve kültürü geliştiren bir unsur olarak görülmesi gereken yapıları bir an önce kurtulunması gereken yük olarak görmesi büyük bir çelişkiydi.
    aynı şûrada genel bütçe içinde münhasıran kültüre ayrılan payın en az iki katına çıkarılması kararının alınması da ayrı bir çelişki olarak göze çarpıyordu.
    bütçeye yük olarak görülen dt’nin mevcut durumuyla bile gayet işlevsel iken tasarruf adı altında özelleştirilmesine çalışmak diğer taraftan ise neliği ve niteliği belli olmayan alternatifler için kültüre ayrılacak bütçeyi iki katına çıkarmak bize özgü bir tuhaflık olsa gerek.
    ki “kültür politikalarında başarısız olduk.“ serzenişiyle gözyaşı döken hükümetin 2024 bütçesinde % 0,29 ile bakanlıklar arasında en az payı kültür ve turizm bakanlığı’na ayırdığını ayrıca belirtelim.

    devlet tiyatroları özelleştirilmeli mi özerkleştirilmeli mi?

    nasıl ki ingiltere national theatre’ı, fransa comedie française’i özelleştirmeyi aklından bile geçirmiyorsa nasıl ki almanya, türkiye’nin kültür ve turizm bakanlığı için ayırdığı bütçeyi tek kalemde sadece devlet tiyatroları için ayırıyorsa bizim devlet tiyatroları’nı ıslah ve ihya etmek yerine özelleştirmemiz ve tiyatroların kapısına kilit vurmamız tiyatro sanatının idam fermanı olacaktır.
    sözün burasında zeynep altıok akatlı’nın bir makalesinde yer verdiği, almanya’nın devlet olarak tiyatroya verdiği önemi gösteren anekdotunu paylaşmakta fayda var. ikinci dünya savaşı’nda hava saldırılarında bombalarla yerle bir olmuş almanya’nın kısa süre sonra avrupa’nın ekonomik açıdan en güçlü devletlerinden biri durumuna gelmesi üzerine, federal almanya’nın ilk şansölyesi konrad adenauer’e, ‘alman mucizesi’ denilen ekonomik kalkınmalarını neye borçlu olduklarını sorduklarında, adenauer şaşırtıcı sanılabilecek bir yanıt vermiştir: “tiyatroya! onun için de her şeyden önce tiyatro binalarımızı yaptık .”

    devlete düşen, devlet tiyatroları’nı kadrosuzlaştırıp içini boşaltmak, sanat alanını çölleştirip yok etmek değil, en temel sorunu politikasızlık olan ve ilkesizlik, plansızlık, yöntemsizlik sonucu gündelik siyasetin oyun alanı haline getirilen devlet tiyatroları’nı çağın gerisinde kalan yönetim anlayışından kurtararak kapsamlı bir reforma tabi tutmak ve tamamen özerk bir yapıya büründürmek olmalıdır.

    bu haliyle dt ne özerktir ne de siyasetten bağımsızdır. zira tek seçici ve yetkili konumundaki genel müdür cumhurbaşkanı tarafından, yönetim kurulundaki sanatçı temsilcisi genel müdür tarafından, edebi kurul’un üç üyesi ise bakanlık tarafından atanır. bir dönem dt genel müdürlüğü yapıp reform çabaları nedeniyle görevden alınan yücel erten’in de dediği gibi, “bu kadar çok atamanın söz konusu olduğu bir sanat kurumu özerktir, özgürdür denilebilir mi?” genel müdür yardımcıları, başrejisör, yönetim kurulu sanatçı temsilcisi, edebi kurul sanatçı temsilcisi, tiyatro bölge müdürleri, başdramaturg, sanat teknik müdürü vb görevlilerin hepsinin bakanın ya da genel müdürün bir sözüyle görevden alınabildiği, aşırı merkeziyetçi bir yapının özgür olabilmesi tabii ki mümkün değildir.
    her an görevden alınacağı kaygısıyla görev yapan bir idarecinin uzun hedefli düzenlemeler yapabilmesi, kalıcı plan ve programlar geliştirebilmesi çok zordur. bu hal ve gidişat göreve gelen idarecileri hoşa gitme refleksiyle hareket etmeye ve siyaset koridorlarında mesai harcamaya itmektedir.
    dolayısıyla demokrasi geleneği olmayan, ideolojik formasyonun dogmalarıyla hareket eden bir sanat mahfili topluma neyi sunacak, toplumda nasıl bir değişime yol açacaktır. bunun en vahim görüngüsü repertuvar meselesinde açığa çıkar. kendini siyasi iktidarın nabzına uygun hareket etmek zorunda hisseden genel müdürler repertuvarı belirlerken suya sabuna dokunmama ve yukarıdakileri rahatsız etmeme yönünde hareket ederler.
    kaldı ki özgür hareket etmek isteseler bile rahat olmalarını engelleyen mekanizmalar da konmuş, elleri kolları bağlanmıştır. çünkü repertuvar seçiminde belirleyici ve onay makamı olan edebi kurul bir çeşit sansür kurulu gibi çalışır ve bu kurulun üç üyesi direkt bakan tarafından atanır. yine yücel erten’in ifadesiyle kuruluşundan itibaren 30 yıl boyunca brecht’i devlet tiyatroları repertuvarına sokmayan, haldun taner’in keşanlı ali destanı’nı reddeden, nazım hikmet’in, orhan kemal’in hatta racine’in eserlerini yıllarca repertuvara almayan bu kuruldur.

    dt kuruluş amacı ve tarihsel serencamı ile “devlet tiyatrosu sakat doğmuş bir çocuktur.” eleştirilerini haklı kılacak hüviyettedir. halkın değerlerine yabancı belli bir kesimin elinde ideolojik amaçlar ve “cahil halkı adam etmek” için kullanıldığı doğrudur. kadrolu pek çok sanatçının yıllarca oyunlarda rol ve görev almadan maaş ve prim aldığı da bilinen bir gerçektir. fakat bunların önüne geçmek hiç de zor olmasa gerektir.
    dt’nin ilk kuruluş amacını ve ideolojik karakterini eleştirsem de dt’nin kapatılma veya özelleştirilme girişimlerinin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum.
    bu kurumlar pekâlâ aşağılamadan, horlamadan, ideolojik aygıt olarak kullanılmadan, ideolojik-kültürel bir imtiyaza dönüştürülmeden kullanılabilir.
    eğiten, farkındalık yaratan, sosyalleştiren, toplumun estetik duygusunu geliştiren bir misyon görebilir.
    kâr amacı gütmeyen, sosyal ve kültürel bir devlet hizmeti olarak toplumun sanatsal ihtiyacını karşılayacak, duygu dünyasını zenginleştirecek bir işlev görebilir.
    batılı oyunlar da, geleneksel oyunlar da, farklı coğrafyalardan oyunlar da sergilenebilir.
    yaratıcı, sanatsal çalışmalar, deneysel işler bağımsız ve özgür bir tarzda halkın değerleriyle barışık olarak da yapılabilir.
    tek veya birkaç kişilik oyunlara bu kadar fazla yer verileceğine bol kadrolu oyunlarla herkese rol dağıtılabilir veya çalışmayanlar emekli edilebilir.
    yeteneği olan herkesin kadro bulabilmesi ve kadrolaşmanın önüne geçilmesi için nesnel kriterler getirilebilir.
    dt’nin sahneleri de özel tiyatroların kullanabildiği yerler haline getirilerek temsil günleri dışında atıl kalmaktan kurtarılabilir.

    devletin yatırım yaptığı en değerli alanlardan biri olarak görülmesi gereken dt’nin, boş koltuklara oynadığı algısının da koca bir yanılgıdan ibaret olduğunu belirtmeliyiz. bilet satışları temsilden 13 gün önce başlayan dt oyunlarının büyük kısmının biletleri internette satış başladığı anda biter. gişe satışından bir buçuk saat önce kuyruğa girildiğinde bile bilet alamadan dönme riski barındıran oyunlar vardır. son yıllardan örnek olarak istanbul dt’den ”profesyonel”, izmir dt’den “yanık” ankara dt’den “joko’nun doğum günü”, “neşe dert aşk” gibi oyunları ve tüm müzikalleri sayabiliriz.
    tiyatro alanında türkiye’de devlet ve şehir tiyatroları ile özel tiyatrolar olmak üzere üç farklı yapılanma söz konusudur. eskişehir ve istanbul şehir tiyatroları ile birkaç prestijli özel tiyatro haricinde hiçbiri devlet tiyatrolarındaki dekor kalitesi, kostüm zenginliği, oyuncu niteliği gibi özelliklerin ve iş ciddiyetinin yanına yaklaşamaz.

    o yüzden ortada aksayan yönleri giderilmesi gereken faydalı, güzel, gerekli bir şey var ve bundan vazgeçilmemesi gerekiyor.
    devletin, dt için ayırdığı birkaç yüz milyon tl’lik ödeneği israfın ayyuka çıktığı birkaç kalemde yapacağı tasarruf tedbiri ile karşılaması mümkündür.
    kültür ve sanatın yük olarak görülmesi büyük bir cinayet olacaktır. kaldı ki halkın vergileri ile ayakta duran bu ödenekli sanat kurumları kâr kaygısı olmaması gereken yapılardır.
    devletin nasıl ki müzeleri, televizyonu, radyosu varsa, devlet nasıl ki eğitime, sağlığa, dini kurumlara yatırım yapıyorsa aynı yatırımı sanat kurumlarına da yapmalıdır. devlet, sanatla bağını kurduğu toplumun bilinçlenmesini sağlayacak, kültürel kalkınmayı tetikleyecek güçlü kılınmış ve özerkleştirilmiş sanat kurumlarını desteklemekle yükümlüdür.
    özel tiyatroların yüksek maliyetlerini bilet fiyatlarına yansıtmak zorunda oldukları bir gerçeklikte alt-orta gelir grubuna ait insanların tiyatro alışkanlığı kazanmasının imkânsızlığı ortadadır. o yüzden dt, uygun bilet fiyatlarıyla alt-orta gelir grubunun salonlarda görülmesini ve sanatın dar bir elit çevrenin kendi arasında takıldığı bir alan olmaktan çıkarak toplumla bütünleşmesini sağlayan bir mahfil görevi görmeye devam etmelidir.
hesabın var mı? giriş yap