• anadolu aleviliği'nde uygulanan bir ceza sistemi.

    eksiksiz uygulansa alevilerin sayısı %95 azalır amk! 18 yaş üstünde olup düşkün olmayan alevi sayısı yok denecek kadar azdır. sünnilerden farkımız şu; onlar düşkünlük adı altında değerlendireceğimiz bu tip davranışların çoğunu gizli saklı yaparken; biz aleviler bu davranışları "size ne, benimle allah arasında, benim kalbim temiz, ben yobaz değilim..." cart curt diyerek açık açık yapmaktadırlar.

    --- spoiler ---

    düşkünlük; kişiye işlediği suçtan dolayı ceza verilerek tarikata alınmamasıdır. düşkün kişi tarikata alınmaz, toplum içine sokulmaz, selam verilmez, alış-veriş yapılmaz. ceme alınmaz.

    birkaç örnek verelim, mesela;

    zina en ağır suçtur.
    yoldan (alevi) olmayanla evlilik, düşkünlüğü gerektirir. yüz kızartıcı suçlarda düşkünlüğü gerektirir.
    hırsızlık yapanlar.
    komşusuna sövenler.
    muhbirlik yapanlar.
    fesat çıkaranlar.
    tarla sınırını bozanlar, komşusunun malına bilerek zarar verenler.
    komşusunun evini veya harmanını kasıtlı olarak yakanlar.
    haksız yere komşusunun malını mülkünü yakanlar.
    nişanlı kızının nişanını bozarak başkasına verenler, evli kadınla zina edenler.
    erkekle livata yapanlar.
    tefecilik yapanlar.
    kumar oynamak suretiyle başkasının malını alanlar.
    nikahlı karısını boşayıp, nikahlı bir kadınla birlikte olanlar.
    kur'an'ın ayetini değiştirip yanlış okuyanlar.
    nefsine uyup kasten adam öldürenler.
    bakire bir kızın zorla ırzına geçenler.
    zorla evli kadının ırzına geçenler.
    musahibinin, pirinin, rehberinin karılarıyla zina edenler.
    allah'ı, peygamberi ve kur'anı inkar edenler.
    yabancı evlilik yapanlar
    vs vs vs ağır suçlar...
    --- spoiler ---

    bunlar sadece girizgah. gerisini artık siz düşünün. bu maddeler eksiksiz uygulandığı an alevilik diye bir şey kalmaz dünyada. maalesef acı ama gerçek bu. üzgünüm.
  • "gerçek alevilik bu değil." tarzında bi söz olmamasının nedeni.*
  • düşkünlük bir ceza sistemidir. alevi toplumunun bunca ağır baskı koşullarına rağmen, birliğini koruyarak bu günlere gelmesinde işlevi göz ardı edilemeyecek bir sistemdir.
  • aleviliğin belki de en az ve en yanlış bilinen toplumsal kurumudur. aforoz ile karıştırılsa da ortodoks inançlarda bağlılarının eylemlerini denetleyen yapılardan ve süreçlerden temelde ayrılır. düşkünlük tespitinin kriterlerine ve düşkün sayılanlara verilen cezaların şiddetine dair bilgilere kolayca erişmek mümkünse de, bir toplumsal denetim mekanizması olarak "dar ve düşkünlük" hakkında aleviliğin kurucu değer, kavram ve ilkeleriyle doğrudan bağlar kuran kuramsal çözümlemelere rastlamak hayli zor.

    bu beklentimi karşılayacak bir çözümlemeye ayhan yalçınkaya'nın alevilikte toplumsal kurumlar ve iktidar kitabında rastladım. yalçınkaya'nın aslen 1994'te tamamladığı bu yüksek lisans tezi (ki bence daha doğru bir başlığı var: "alevilikte toplumsal kurumlar ve öznenin siyasal belirişi") yök arşivinde erişime kapalıysa da sonradan mülkiyeliler birliği vakfı tarafından yayımlanmış. aşağıdaki parçalı alıntı bu metinden olup dipnot numaraları korunmuştur.

    ----------
    ortodoks inançlardan aleviliği ayırt eden ve kimilerince “sol” nitelikli olarak görülen en önemli kurumlardan biri, dar kurumu ve onun yol açtığı düşkünlüktür. ortodoks inançlar için nihai yargı yeri tanrı divanıdır. referans noktası, kıyametten sonra kurulacak divan olduğu ölçüde, kullar kıyametin ardından o divanda yargılanarak aklanacak ve ödül olarak cenneti kazanacak ya da aklanamayacak, cehennemle cezalandırılacaklardır. oysa alevilikte böyle bir referans sözkonusu olmadığından, öbür dünya ya da kıyamet sonrasında görülecek bir hesap da yoktur, hesabı soracak olan da. hesap bu dünyada, bizzat insanlar içinde ve insanlar tarafından görülecek ve kişi aklandığı ölçüde toplumsal alanda kalabilecek ya da tersine, toplumsal olandan dışlanacak, düşkün edilecektir. bu anlamda, alevilik için önemli olan, bu dünyada insanlardan rızalık alabilmektir. bu anlamda alevi kişi, bu dünyada “ölmeden önce ölmek” zorundadır.207 ölecek ve topluluk huzurunda yeniden varolacaktır. topluluğun rıza vermesi, tümüyle bu dünyanın tarihsel koşullarıyla ilgilidir ama temel dayanak noktası, hakikate ilişkin mutlak değerlerdir. rıza vermemekle, cem erenleri kişinin kendileri üzerinden hakikate ulaşma yolunda bir dolayımlama yapmasını önlemekte; deyim yerindeyse, tarihsel gerçeklik ile hakikat arasında bir köprü olmaktan vazgeçmektedir. düşkün edilen, dünyaya ve bu dünyanın tek geçerli gerçek olarak kabul ettiği koşullarına teslim edilmektedir. ancak, aynı gerçeklik topluluğun da gerçekliğidir. dolayısıyla kişi, topluluğun tarihsel gerçekliğinden de düşkün edilmektedir. yani, topluluğun iki düzeyli bir yaşama pratiği yoktur. bundan ötürü, düşkün olanı tarihsel gerçeğinden kovduğu halde, hakikate çağıracağı ya da tersine, hakikatinden kovup tarihsel gerçeğini paylaşabileceği bir zemini yoktur. bu ikisi içiçe geçtiği ölçüde, düşkün edilen, ikisinden de dışlanacaktır. s.84 s.85

    ansiklopedik anlamıyla düşkün, “yol terbiyesine aykırı davranan, suçlu kimse”208 olarak tanımlansa bile, burada suçluluk, gündelik yüklemlerinin yanı sıra, şimdiki zamana, tarihsel koşullara teslimiyet anlamına da gelmektedir. gerçeği mutlaklaştırmış, hakikati unutmuş, dönüşümü ve oluşumu göz ardı etmiş kişidir düşkün. çünkü, suçlu olan kişi “ben” diyerek, benliğe teslim olmuştur. suçu her ne olursa olsun, benliğini mutlaklaştırmadan bir suç işlemiş olamaz. örneğin, “ben” demediğiniz sürece, birini öldüremezsiniz. çünkü aleviliğin metafiziği içinde, yok oluş anlamında bir ölüm yoktur. yalnızca dönüşüm vardır. öldürme eylemini gerçekleştirebilmeniz için, yok olma anlamında bir ölüme ve öldürmeye inanmanız gerekir. bu inanışın altında yatan temel kabul ise, tarihsel gerçekliğin tek geçerli gerçek olarak alınmasıdır. tarihsel gerçeği tek geçerli gerçek olarak almak, sonsal olarak, kendi gerçekliğini tek geçerli gerçek olarak almak, yani “ben” demektir. dolayısıyla, “ben” diyen kişi, hakikatle bağı, şöyle ya da böyle kopmuş kişidir. bu bağ koptuğu anda, cem de aradan çekilmektedir. s.86
    [....]
    düşkünlük ve buna yol açan görgü, dar süreci suç ve ceza mantığıyla sınırlı kalınıp, toplumsal işleviyle ele alınırsa, kolayca bir tür yargılama süreci, bir mahkeme gibi değerlendirilebilir. hatta bunu bir tür halk mahkemesi sayan yaklaşımlar da vardır.214 fakat bana göre, bu süreç sırf suç ve ceza mantığı içinde kavranamaz. görgü ve dar süreci, yargılamayı aşan bir biçimde, kişinin nefs içinde olup olmadığını sorgular. ya da, başka bir ifadeyle, darın sorguladığı kişinin kendi nefsiyle kurduğu ilişki biçimidir. “benlik alevi-bektaşi düşüncesinde şeytanlıktır. sıradan bir muhabbette bile, ‘ben...ben’ diyenler yadırganır. kendini bilen birisi, ağzından kaçırır da ‘ben’ derse, ardından ‘benliğe lanet’ diyerek pişmanlığını dile getirip, özür diler.”215 s.89

    tasavvufta insanın ruhsal boyutunu oluşturan töz, benlik olarak tanımlanan nefs dört derecelidir. nefs-i tabii, nefs-i nebati, nefs-i hayvani ve nefs-i insani. nefs-i insani hem bedenle, hem ruhla ilgilidir. çünkü beden tek başına nefs-i hayvaniyle ilgili alanı oluşturur. ruh ise bu nefsin özüdür. kısaca benlik, nefs dediğimiz şey “bir varlığın, kendisinden ayrı bir varlık olarak algılanan manevi gücü, ruhudur.”216

    ortodoksiye göre, insan hem bedensel anlamda, hem de ruhsal anlamda (ya da bilinçlilik anlamında) bir varlıktır. bu iki varoluş birbirine karşıt olarak konumlanmıştır ve uzlaşmazlar. “bu karşıtlıkta insani olan aklımızdır, bedenimiz ise hayvani yanımızı simgeler, dolayısıyla ruh bedene üstündür.”217 beden ruhun hapishanesi durumundadır. ruh ancak bu hapishaneden kurtulabildiği ölçüde tanrı’yla ilişki kurabilecektir. bunun yolu da bedeni sıkı bir biçimde denetlemekten geçmektedir. geleneksel ortodoksi, buradan hareketle en başta cinselliği denetlemeye girişir. çünkü beden en temel iki özelliğiyle öne çıkmaktadır: cinsellik ve yemek. bu iki doyum biçimi sıkıca denetlenmelidir. islam ortodoksisi, hıristiyanlıktan farklı olarak, bu iki doyum biçimini kötülemez. aksine, varlıklarını, giderilmesi gereken gereksinimler olarak onaylar. bunlar giderilmelidir ki kul, bunların bağlayıcılığından kurtulup tanrı’ya yönelebilsin. ancak bu, bedenin hakkını teslim ederek onu düzenlememek anlamına gelmemekte, tersine onu sıkıca düzenlemek anlamına gelmektedir. şehvete esir olmamak için, denetim zorunlu koşuldur. dolayısıyla, ortodoksi içinde kişi, benliğinden kurtulabilmek için bedenini düzenlemeye giriştiği anda, tersine benlik kazanır. bir ruh olarak, referansı tanrı olmak üzere, kendisini öne çıkarır.218 s.90

    heterodoks bir inanç olan alevilikte ise, ruh ile beden arasında bir karşıtlık sözkonusu değildir. beden varoluşun formudur ve varlığın özü hakikattir. ancak, hakikat kendisini bedenleme aracılığıyla var kılar. dolayısıyla beden bir hapishane olmaktan çıkar. belirlenip düzenlenecek bir şey değil, tersine, hakikatin insani gerçekleşmesiyle ortaya çıkan düzenin kendisidir. onu bizatihi bir düzen olmaktan çıkaran şey, ruh ve bedeni ayrı ayrı ele almaktan kaynaklanmaktadır. bu ilişki biçimi, ister istemez ruh-beden çatışmasını gündeme getirecek ve bunun sonunda da kişi, kaçınılmaz olarak benlik tuzağına düşecektir. çatışmadan ruh üstün olarak çıkarsa, bedensel varlığı yadsıyacak, tersi durumda bedensel varoluşun özü yadsınacaktır. ama her durumda kişi hakk’a asi olacaktır.

    sorunun çözümü beden ve ruh ilişkisinin karşıtlıklar biçiminde kurulmamasında yatmaktadır. ilişki biçimi değiştiğinde, kişi için önemli olan oluşun kendisi olacaktır. ruh ya da beden tek başına merkez olmaktan çıkacaktır. onların söyleyeceği şey, sürekli bir oluş içindeki hakikattir. oluşun bilincine varan kişi, bir yandan kendi benliğini fark ederken, öbür yandan bu benliği oluş içinde kavrayacağından mutlaklaştıramayacak ve “ben” diyemeyecektir. bunun getirisi ise suç ya da günah gibi kavramlardan uzaklık olacaktır. çünkü bunların en temel nedeni karşıtlıklar mantığıdır.

    alevilik içinde kişinin bir kez oluşun farkına varması ve oluşu bilmeye talip olduğunu beyan etmesi yeterli değildir. çünkü söz konusu olan, bir kere olup biten bir oluşum değil; başı ve sonu olmayan bir oluştur. bu oluş, bir yandan kendini tarihsel gerçeklik içinde ifade etmekle birlikte, öbür yandan onunla sınırlı değildir. dolayısıyla kişi, tarihsel gerçeklik içinde kaldığı sürece, hakikate yönelik olarak adımlarını denetlemek ve beyanını yinelemek zorundadır. dar ya da görgü geleneği, işte bu oluşa katılma arzusunun tarihsellik içinde süreklilik kazanmasının ve bunun ancak diğer insanlarla ilişki içinde gerçekleşebileceğinin ifadesidir.

    sonuç olarak dar, aşk arzusunun beyanıdır. tarihsel gerçeklik içinde oluşa katılmak, oluş içinde kaybolmak, oluşa dönüşmek arzusunun beyanı. ancak, bu beyanın anlamlı olabilmesi için ilk adım, karşıtlıklardan kurtulmak; suç ve borçtan hâlâs olmaktır. s.91
    ----------
  • genellikle namusla alakalı konular üzerinden işletilen bir olgudur. örnek vermek gerekirse musâhiplik müessesesi çerçevesinde bağlı olan ailelerin bireylerinin birbirine ilgi duyması önemli bir düşkünlük gerekçesidir.

    yanlış bilinenin aksine de bir meclis toplanıp sen düşkünsün, sen değilsin falan demez. köy topluluğu zaten mevzuya vâkıf olduğu için kişi direkt cemden dışlanır ve cemevine giremez.
  • aleviliğe yakışmayacak davranışlarda bulunan, dinini felsefesini hiçe sayan kısaca ''satan'', sünnilerin peşinden giden kişilerin dinden çıkarıldığı ugulamaya verilen isim.

    (bkz: düşkün)
  • arzu arzunun arzusuymuş*. sevilme şansını beklemeden bodoslama arzulamak ne peki?
    düşünce düşüncenin* düşüncesiymiş*. düşümce, düş, düşüş, düşnemek, düşkünlük ne peki?
    ne bezginlik hepsi!

    [zahitlikten de vazgeç, saflıktan da. dert lazımdır, dert. iş, düşkünlüktedir.

    kimin derdi varsa, dilerim dermanını bulmasın. kim derde düşer de derman ararsa, dilerim gebersin, yaşamasın!]feridüddin attar - mantıku't-tayr

    (bkz: düşkün/@ibisile)
  • "alevîlik’te yolun erkân ve âdâbına karşı işlenen, toplum adına dede tarafından cezalandırılması gereken suçluluk hali."
  • duskun olma durumu.
  • (bkz: bağımlılık) (bkz: bağlılık) (bkz: hayranlık) (bkz: alı$kanlık)
hesabın var mı? giriş yap