• 1 – einstein’ın vahim hatası, nasıl oldu da daha önce hiç kimsenin dikkatini çekmedi, hayret doğrusu!

    gelmiş geçmiş en zeki insan olarak kabul edilen albert einstein, bundan yaklaşık olarak 65 yıl kadar önce, çok ciddi, ama öyle böyle değil, gerçekten de vahim bir hata yapmıştı. einstein’ın bu hatası, sadece, asgari düzeyde de olsa, ona dair bilgi sahibi olanların değil; bilim dünyasının bu en popüler simasının varlığından bile haberdar olmayan geniş yığınların da bildikleri, ve, konuşma ve yazılarında da sık sık referans verdikleri bir lâfının bilimsel gerçekliklerle çelişmesiyle alâkalıdır.

    bana öyle geliyor ki, bu hatayı, 2 kasım 2013, cumartesi gecesi, 21.30 sularında, ilk defa ben fark ettim.
    gelin, birlikte, insanlık tarihinin o önemli anına, yukarıda bahsettiğim o yakın zamana gidiverelim.

    2 - beyoğlu’nda yaptığım kültür performansından henüz dönmüştüm ki…

    beyoğlu, galatasaray, aslı han sahaflar çarşısında yapılan, ve, münadi ve moderatörlerinden birisini olduğum ‘geleneksel gezegen sahaf cumartesi kitap müzayedesi ve kültür performansı’ndan (meraklısı için: işte o kitap müzayedesi ve kültür performansı işte o kitap müzayedesi ve kültür performansı]) dönüşümde; taksim’den ortalama 1.5 saatte gidilebilen, bahçeşehir’in karşısındaki o yeni yerleşim alanlarından birisindeki evimde, 7,000’den fazla kitap ve dergiyle, 300’e yakın film dvd’sinin kucak kucağa olduğu 9.5 metrekarelik home office’ime (kitaplığım, arşivim, yazıhanem, mabedim, birincil yaşama alanım diye de okunabilir) nihayet kendimi atmış, ve, adetim olduğu üzere, bir taraftan internette sörf yaparken, diğer taraftan da, digitürk’ün 200 küsûr kanalı arasında zapinge başlamıştım. bu arada, yarım kalmış bir yazım üzerinde çalışmayı (hala da tamamlayamamama karşın, nasıl bir belânın altına girdiğimi merak eden tıklasın lütfen: bi daha da beynimi pert eden böyle bi yazı yazmam abi) ve müzayeden aldığım kitapları tetkik etmeyi de ihmal etmiyordum tabii.

    işte, ne olduysa o sırada oluverdi: durduk yere, aniden, birdenbire einstein’ın bir lâfı takıldı aklıma ve hemen ardından da ‘ama bu yanlış!’ diye bağırıverdim. akabinde ise, ayağa kalkmış, aslında pek de adım atacak yer olmayan o mezkûr mekânda, kendi kendime yüksek sesle ve heyecanla konuşarak volta atmaya başlamıştım.

    ‘olacak iş değil’ diye söyleniyordum kendi kendime, ‘gerçekten inanılır gibi değil; baksana, einstein’ın farkına vardığım hatalı beyanı, en iyi bildiği alana, dünyada başka hiç kimsenin onun kadar bilgiye ve sezgiye sahip olmadığı bir bilimsel disipline, atom fiziğine ait üstelik’. şayet ilgi alanına girmeyen bir konuda çuvallasaydı üstat, hiç şüphesiz bu durum normal karşılanır, üstünde de fazla durulmazdı. oysa o, insanlığın bakış açısını sonsuza değin değiştirdiği ve nobel ödülüne lâyık görüldüğü sahada, hayatını hasrettiği fizik biliminde yapmıştı bu affedilemez falsoyu.

    bu durumun, ‘dahilerin dahisi’nin yaptığı bahse konu hatayı daha da vahim kıldığını ayan beyan görüyor; ama, aynı zamanda da, o ana değin bunun nasıl olup da farkına varılmadığına bir türlü anlam veremiyordum.

    yerime oturduktan sonra internette yaptığım sörf sonucunda, fark ettiğim şeyde bir hata olmadığı ve 'sezgisel düzeyde kavradığım' hususun, hakikatle tamı tamına mutabık olduğu konusunda tatmin olmuştum. einstein’ın, üstatların üstadı olduğu bir alanda affedilemez bir hataya düştüğü ve bunun da, neredeyse 65 yıldır ortalıkta dolaşmasına karşın, alanın uzmanları da dahil olmak üzere, hiç kimse tarafından fark edilemediği apaçık ortadaydı işte.

    3 - bahsettiğim hatanın, einstein’ın ‘hayatımın en büyük hatası’ dediği şeyle alâkası yok!

    einstein’ın, bu metne konu olan hatasını, onun ‘hayatımın en büyük hatasıydı’ diye üzüntüyle itiraf etiği şeyle karıştıranlar olabilir. aslında, bunların birbirleriyle zerrece alâkaları yok. bir diğer deyişle, birbirlerinden tamamen ayrı mecralara aittir her ikisi de.

    burada minik bir parantez açarak, bu konuya netlik kazandırmaya çalışmanın faydalı olacağına inanıyorum.
    modern kozmolojinin kurucusu olan albert einstein, konunun meraklısının malûmu olduğu üzere, astronom edwin hubble çalışmalarının sonuçlarını bilim dünyasıyla paylaşıncaya dek, ‘statik evren modeli’ni savunuyordu. buna göre, evren, başlangıcı olmayan, zamanda ve mekânda sonsuz olan, durağan karakterde bir entiteydi.

    oysa, onun, teorik fiziğe ve kozmolojiye yaptığı en büyük katkı olan ‘genel görelilik teorisi denklem seti’nin çözümü bunun tamamen aksini ortaya koyuyordu. buna göre, evrenin bir başlangıcı olmalı, ve, üstüne üstlük de, dinamik bir süreç izleyerek sürekli olarak genişlemeliydi.

    rahatlıkla ‘ön yargı’ diyebileceğimiz evrene dair olan (durağan ve sonsuz olduğu şeklindeki) kabulleriyle, bizzat kendisinin yarattığı (evrenin sonlu, dinamik ve genişleyen yapıda olduğunu ortaya koyan) teorik yaklaşımın taban taban zıt olması, einstein’ı adeta paniğe sevk etmiş ve bu sıra dışı insanı, ne yazık ki, önyargısının yanında durmaya ve onu ‘doğrulama’ya itmişti.

    einstein’ın bu açmaza çözüm olarak (ön yargısının adeta esiri olduğunu kanıtlayan bir ruh hali içinde) geliştirdiği teorik katkı, sadece kozmolojide değil, bütün bilimler tarihindeki, üzerinde halâ da mutabakata varılamamış olan, en tartışmalı, ve en paradoksal hususlardan birisidir.

    evrenin durağan ve sonsuz olduğu şeklindeki önyargısını haklı çıkarmak için, o yargısını yalanlayan genel rölativite denklem setine ‘kozmolojik sabit’ denen bir unsur eklemişti albert einstein. böylece ortaya çıkan yeni denklem seti, einstein’ın ‘statik, durağan, zaten sonsuz olan ve bu yüzden de, genişlemeyen ve genişlemeye de ihtiyaç duymayan evren’ kuramıyla uyum içerisindeydi. ancak, hayat, özellikle de onun bilimsel gelişmelere dair olan yanı, einstein’ı, teorisinde yaptığı bu tadilattan çok kısa bir süre sonra, büyük bir şokla ve derin bir mahcubiyet hissiyle karşı karşıya bırakacaktı.

    4 - edwin hubble’ın buluşu einstein’ı abandone etti

    wilson dağı gözlemevi’nde, daha sonra kendi adıyla anılacak olan, döneminin en mükemmel teleskobuyla yaptığı gözlemler sonucunda, hubble, o zamana değin sanılanın aksine olarak, uzayda samanyolu galaksisinden başka, çok sayıda daha galaksi olduğunu ve, (gök cisimlerinin teleskobuna ulaşan ışık tayflarının ‘kırmızıya kayması (redshift) yüzünden de) evrenin de hiç durmamacasına ve büyük bir hızla genişlediğini anladı. gözlemlerini ilmi mecralarda yayınlayan hubble, einstein’ın statik kozmik modelinin çöpe atılmasına yol açmıştı.

    hubble’ın yaptığı gözlemlerin ilmen çok zor durumda bıraktığı albert einstein, evrenin statik olduğunu kanıtlamak adına ‘genel görelilik denklem seti’ne eklediği ‘kozmolojik sabit’ için, işte tam da bu sıralarda ‘hayatımın en büyük ilmi hatasıydı’ diyecektir.

    5 - kozmolojik sabit sakın doğru olmasın?!?

    einstein’ın hayatının gerçek en büyük hatası, ‘en büyük ilmi yanlışımdı’ diyerek öz eleştiri yaptığı kozmolojik sabit problematiği değil, yukarıda değindiğim ve birazdan da ayrıntılandıracağım üzere, bir aforizmasının ilmi gerçekliklerle ters düşmesiydi.

    kozmolojideki son gelişmeler, sadece fiziğin onlarca alt dalında faaliyet gösterenlerin değil, diğer ilmi disiplinlerde çalışan bilim insanlarının da büyük bir heyecanla bekledikleri ve bilimin profesyoneli diyebileceğimiz herkes için gerçek bir ‘kutsal kâse’, ‘kızıl elma’, ya da, ‘vaat edilmiş toprak’ hüviyetinde olan ‘her şeyin teorisi’ne her zaman olduğumuzdan daha yakın durulduğunun işaretleri verir mahiyettedir. uygulamaya sokularak denenmesi, ya da, laboratuarlarda gözlemlenerek sınanması an itibarıyla mümkün olmayan (süper sicim teorisi de dahil olmak üzere, 5 temel varyasyonu olan) sicim kuramlarıyla (string theories), bu 5 sicim kuramının sentezinden oluşan zar kuramı (membran theory), ‘her şeyin teorisi’ne giden yolda atılmış çok önemli teorik adımlardır.

    kozmolojinin, verili aktüel ekollerince, denenip sınanamadığı için, ‘pür teori’, ‘spekülatif teori’, ya da ‘kozmik felsefe’ diye yaftalanan sicim ve zar teorilerinin kimi aritmetiksel modellemeleri, einstein’ın genel görelilik teorisine kattığı ‘kozmolojik sabit’ argümanını doğrular mahiyettedir. bu yüzden de, kimi muteber fizikçi ve kozmologlar, bu durumu ‘albert einstein hata yaptığını sandığında bile, aslında doğru yapmış’ diye şakaya vurmaktadır.

    6 – işte, albert einstein’ın o talihsiz aforizması

    einstein, toplama kampları ve atom bombası trajedilerinden insanlık aleminin yeterince ders almadığına inanıyordu. ona göre insanoğlu; etnik, dini, ideolojik ve kültürel muhtevalı olan sosyolojik hatlar tarafından ciddi manada bölünmüştü. bu bölünmelerle karşı karşıya gelen tarafların her biri de, diğerlerine kaşı çok güçlü önyargılar besliyordu.

    einstein’ın, soğuk savaş döneminin en popüler tartışması olan ‘yeni bir dünya savaşı çıkar mı; şayet çıkarsa, bunda ne tür silahlar kullanılabilir?’ sorusuna verdiği cevap, o sıralarda bu barış yanlısı (spinozacı etik düşüncesini kuşanmış ve içselleştirmiş) bilge bilimciye hakim olan karamsar ruh halini çok iyi yansıtmaktaydı: ‘3. dünya savaşı’nda ne tür silahlar kullanılacağını bilemem; ancak şundan eminim ki, o savaş sonrasında insanoğlunun kullanabileceği yegâne silahı taş balta olacaktır’.

    işte yine o tür tartışmaların yapıldı bir atmosferde sarf ettiği :

    ‘bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur (it is harder to crack prejudice than an atom)’ ifadesi, bu metnin ortaya çıkışının hem temel nedeni, hem rahmi ve hem de ebesi olan bahse konu 'einstein'ın hayatının en büyük hatası' dediğim o malûm olgudur.

    7 – atomu parçalamak çocuk oyuncağıdır; sorun çekirdekte!

    atomların parçalanması, bir diğer deyişle, çekirdekle, onun etrafında bulutsu kümeler (ya da, daha teknik bir ifadeyle, kuantum olasılık hesaplarına uyan istatistiki dağılımlar) halinde yer alan elektronların birbirinden ayrılmaları çok kolay ve de doğal bir süreç olduğundan, her an, çevremizdeki çok sayıdaki atom bu akıbeti yaşar. örneğin, birçok elementin atomları kendi kendilerine bozunup, başka elementlere, ya da kendilerinin değişik izotoplarına dönüşürler. gündelik faaliyetlerimiz sırasında, biz de, sürekli olarak atomların parçalanmasına yol açarız.

    işte size, her günkü faaliyetlerimiz sırasında, defalarca neden olduğumuz atom parçalanmasına basit bir örnek: bu satırları okurken, ellerinizi birbirine, ya da, bu yazıyı size taşıyan cihazınıza sürdüğünüzde, birbirine sürttüğünüz yüzeylerdeki atomlar, bazı elektronlarını yitirecektir. her gün, gerçekleştirdiğimiz faaliyetler sırasında, hem kendi bedenimizdeki ve hem de temas ettiğimiz malzemelerdeki ‘trilyon x trilyon x trilyon x…’ atomun parçalanmasına neden oluşumuzun arkasında çalışan teknik mekanizma, birbiriyle temas halindeki iki farklı malzemenin en dış yüzeylerini oluşturan elektronlar arasındaki ‘elektro-manyetik kuvvet (alan)’ etkileşimleridir.

    öte yandan, atomun çekirdeğini parçalamaksa, hakikaten çok yüksek enerji isteyen, çok teknik, çok pahalı ve çok zahmetli bir prosestir. bu temel fiziki hakikatler ışığında şu hususa kuvvetlice vurgu yapabiliriz:
    einstein’ın, bilimsel gerçeklerle mutabık olmayan yukarıdaki ifadesi, temelden yanlıştır. bu ifadenin doğru varyasyonu ise aşağıdaki gibi olmalıdır:

    ‘bir önyargıyı parçalamak, atom çekirdeğini parçalamaktan zordur (it is harder to crack prejudice than an atom’s nucleus)

    8 – ‘einstein yanılmaz!’ ifadesi de bir önyargıdır

    dillendirmeye çalıştığım bu durumun, 65 yıldan fazla bir zamandır farkına varılamamış olmasını, einstein’ın da şikayetçi olduğu önyargı denen o ‘öğrenilmiş acizlik, öğrenilmiş barbarlık, öğrenilmiş cahillik, öğrenilmiş taklitçilik, öğrenilmiş vasatlık, öğrenilmiş kötülük, öğrenilmiş.....’ halinin, insanoğlunun idrakini teslim alan bir başka numunesine, aşağıda dillendireceğim mahiyetteki bir diğer önyargıya bağlamak mümkündür diye düşünüyorum.

    ‘albert einstein bir dahidir, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en önemli bilimcilerinden birisi, belki de birincisidir. bu düzeydeki birisinin hata yapmasına, hele de, uzmanı olduğu konularda sarf ettiği argümanlarının yanlış olmasına olanak dahi yoktur. bu yüzden de, insanlık camiası, albert einstein’ kalitesindeki kişilerin söylediği her sözü sorgulamaksızın doğru kabul etmekle, bunlardan asla şüphelenmemekle mükelleftir’ şeklindeki bir ön yargıdır yukarıda bahsettiğim.

    ‘einstein yanılmaz, yanılamaz!’ ifadesi, 'önyargılar kümesi'nin bir unsurudur ve, varoluşu doğru anlamlandırmak adına da, diğer önyargılarla birlikte, süratle terk edilmelidir. bir diğer deyişle, einstein dillendirdiği argümanlar da, bunlar hayatın hangi alanına dahil olurlarsa olsunlar, ancak 'bilimsel-metodik şüphecilik' süzgecinden geçirildikten sonra kabul edilmelidir.

    9 – şayet yanılan bensem, o durumda da….

    bu metin çerçevesinde açtığım tartışmada, şayet yanılan taraf bensem, bir diğer deyişle; yanlışlığını ilmen kanıtladığıma inandığım (mantıki kanıtlamasına ise, bu metnin nihayetinde verilen link üzerinden erişilebilecek olan yazımda yaptığım) albert einstein’ın mezkûr aforizmasının ‘ipliğini pazara çıkaran’ ilk kişi olduğum iddiasının temelsiz ve yanlış olduğunu ortaya koyan (ve muteber bir kaynakta yer alan) malûmata erişirsem; ya da, bu metne muhatap olanlardan biri(leri), güvenilir bir kaynağı referans göstererek, mezkûr argümanımı yanlışlarsa; her iki halde de, hiç kuşkusuz, zerrece vakit kaybetmeksizin, okurlarımdan, en samimi duygularımla, özür dilemeye, ve; kapıldığım kibir (yedi ölümcül günahın belki de en sevimsizi olan, o lânet olası ve zehirli hubris) yüzünden derinliklerine doğru yuvarlanacağım kara katran ve sülfür amalgamının kaynadığı cehennemi mahcubiyet kuyusunun dibinden 'bir daha böylesi bir hata yapmayacağım!' çığlığını 'katrilyon x katrilyon x katrilyon' kere atmaya söz veriyorum.

    öte yandan, bu yazının üzerine bina edildiği ve 'bir atomun elektronlarını kaybetmesi, onun bozunması ve parçalanması sürecine tekabül eder' şeklinde olan argüman, yine muteber kaynaklar üzerinden yanlışlanırsa, bu sefer hem okurlarımdan ve , hem de (istemeden ve salt bilime, özgür-eleştirel düşünceye ve yanı sıra da, esasen idollerimden olan einstein'ın bizzat kendisine karşı beslediğim o titiz, dürüst, nesnel, çıkarsız ve önyargısız' sempati adına yaptığım eleştiriler yüzünden), fikri ve manevi mirası hakkında yersiz, mesnetsiz ve haksız soru işaretlerine neden olduğum o bilge bilginin aziz hatırasından 'sonsuz üstü sonsuz (ya da, sonsuz x sonsuz)' kere özür dileyeceğimi beyan ederim. bu özür dileme operasyonunu da, yukarıda tarife çalıştığım özür dileme seansıyla aynı mekânda, yânî, dante'nin ınferno'suna yakışan o 'malûm gayya kuyusu'nda gerçekleştirmeye hazır olduğumun da bilinmesini isterim.

    aksi halde, yani, mezkûr iddiamın yanlışlan(a)maması durumunda; einstein’ın hayatının en büyük ilmi hatası olduğuna inandığım aforizmasının yanlışlığını ilk benim kamusal alana taşıdığım şeklindeki iddiamın arkasında dimdik durur ve onun haklı gururuyla yaşamıma devam ederim.

    hamiş: okunulan metnin üzerine inşa edildiği mantıki zemine dair olan ve yukarıdaki yazıyı tamamlayan bir etüt için: bu metnin eksik kalan mantıki temelleri neymiş bi bakıyım diyen için
  • 1 - ilmi ispat yetmez, argümanınız mantıken sağlam olmalı

    yukarıdaki (1) numaralı bölüm başlığı, spot olması yüzünden, kısaltmak zorunda kaldığım bir ifadedir. onun, meramımı izaha ehil ve mümeyyiz olan tam dillendirilişi ise 'ilmen ispatlamanız, bir görüşe karşı savunduğunuz itirazi (alternatif )iddianızı doğrulamaya yetmez,; bahse konu argümanınızın mantıki temeli de sağlam olmalıdır' şeklindedir.

    einstein’ın ‘bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur (it is harder to crack prejudice than an atom)’ deyişinin, hayatının en büyük ilmi hatası olduğunu ileri sürdüğüm, ve bunu da atom fiziğine yaptığım referanslarla kanıtlamaya çalıştığım metnim (okunan satırların, tıklayarak erişebileceğin bi de öncesi vardı), tartıştığım konunun mantıksal temellerini içermiyordu. linkini verdiğim bahse konu yazımın 'sarkmasından, hantallaşmasından ve daha da uzamasından' korktuğumdan girmemiştim o kanıtlamanın mantıksal uzamdaki ayrıntılandırılmasına.

    ilerleyen satırlarda, bahse konu olan o 'ayrıntılandırılamamışlığı' gidermeye, bir diğer deyişle, yukarıda linkini verdiğim çalışmamın üzerine inşa edildiği mantıki zeminini muhkem hale getirmeye gayret edeceğim.

    2 – formel mantık açısından doğru, bağlamsal bakımdan ise…

    ‘akli alet kutumuzun formel mantık aparatı’ kullanıldığında'bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur'önermesi, hem geçerli (valid) ve hem de doğrudur.

    öte yandan, o argümanın, gerek gündelik bildirişimlerde, ve, gerekse de, daha derin içerikli, teknik ve akademik iletişimlerde dolaşıma sokulan 'bağlamsal' kullanımı söz konusu olduğunda ise, bu önermenin yanlış olduğu görülür.

    niçin böyle olduğunu adım adım ilerleyerek göstermeye çalışacağım.

    öncelikle, gelin; zorluk-kolaylık dikotomisinde mukayese ederek açıklamaya çalıştığımız bu ‘bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur’ vak’asında, işimize yarayacak 'bir mantıki alet (basit bir skala) inşa edelim.

    3 – sadece mantıki bir araç, jacop’un merdiveni değil

    işte o skala:

    1-çok çok kolay
    2-çok kolay
    3-oldukça kolay
    4-az kolay
    5-çok az kolay
    6-çok az zor
    7-az zor
    8-oldukça zor
    9-çok zor
    10-çok çok zor

    bu skala’yı kullanmadan önce, ona dair bazı hususları paylaşacağım.

    her şeyden önce o, 'itibari-öznel-keyfi' bir derecelendirme-taksimatlandırma-ölçeklendirme anlayışına, tamamen kişisel bir ‘eşel’e dayanmaktadır. bu bakımdan da, bu sahada kullanılabilecek olan ‘sonsuz’ sayıdaki ölçekten sadece birisidir.

    isteyen herkes, farklı ölçeğe sahip olan benzeri bir 'ölçme ve değerlendirme aleti'ni yaratabilir. görüldüğü üzere, ben onu 10 basamaklı olarak inşa ettim. bu keyfiyet, onun, hepsi de aynı işi yapmaya ehil olan, 6, 16, 20, 500 , 1.5 trilyon, 135,674,034,342,093,341, ilh... basamaklı olarak kurulabileceğine de delâlet eder.

    bu arada, ‘bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur’ iddiasının yanlışlığını mantıken ortaya koymaya çalışırken kullanacağımız miyarımıza (mihenk taşımız), onun basit bir teknik aygıt olduğu gerçeğini aşan anlamlar ve işlevler de yüklememek icap eder. aksi halde, kullandığımız basit bir merdivene; imanı ve itikadı tam olan 'seçilmiş bir mümin'i, cennete taşıdığına inanılan ‘jacop’un (yakup’un) merdiveni’ muamelesi çekmekle eşdeğer bir aşırı yorum yapmışız demektir.

    4 – sokratik sorgulama tekniği, varoluşa içkin olan gizli cevapları ortaya çıkarır

    artık, sokratik sorgulamayla adım adım ilerlemeye hazırız.

    soru 1: einstein, mezkûr iddiasını dillendirirken, ‘bir önyargının parçalanması’nı, yukarıdaki skalanın hangi basamağına yerleştirmiş olabilir?

    cevap 1: ifadesini alabildiğine ve olabildiğince kuvvetlendirmek adına, onu 'çok çok zor' basamağına yerleştirmesi en akli tercih gibi gözükmektedir.

    s 2: einstein’ın, 'çok çok zor' basamağına yerleştirmesini akli bulduğunu söylediğin ‘bir önyargının parçalanması’nı kıyasladığı ‘x olgusu’, bahse konu skalanın hangi basamağını hak etmelidir ki, mezkûr argümana muhatap olan zihinlerde maximum tesir yaratılmış olsun?

    c 2: iddianın inandırıcılık dozunun ve onun üzerinden elde edilmesi amaçlanan toplam tesirin maximizasyonu için, bu basamak tercihi 'çok çok zor' seçeneğinden yana kullanılmalıdır. bir diğer deyişle, albert eisntein’ın, ‘çok çok zor’olduğuna bizi ikna etmeye çalıştığı ‘bir önyargının parçalanması’nın bu vasfının sahicilik kazanması için; onun kıyaslandığı olgunun da ‘çok çok zor’ olduğuna, ortalama insanın algı dünyasının rahatlıkla ikna olması gerekmektedir.

    s 3: ‘atomun parçalanması’, yukarıdaki skala'da ‘çok çok zor’ basamağında ikamet etmeye lâyık bir doğa fenomeni midir?

    c 3: bu tartışmaya kaynak olan ve, yazımın girişinde de linkini paylaştığım ilk metnimde ayrıntılarıyla dillendirdiğim üzere, buna verilmesi gereken cevap çok nettir:

    hayır!

    zîrâ, ellerimizi birbirine sürttüğümüzde; telefonumuzu ya da dizüstü bilgisayarımızı tuttuğumuzda; bir yere oturduğumuzda; bir taşıma aracına bindiğimizde; çocuğumuzu ya da yeğenimizi omuzlarımıza, ya da kucağımıza aldığımızda; bir eşyayı diğerinin üzerine, ya da bitişik nizamda olmak kaydıyla, yanına koyduğumuzda; extradan bir kaynak harcamaksızın, bahse konu nesnelerin malzemelerinin en dış yüzeylerini oluşturan 'katrilyon x katrilyon x...' atomun elektron kaybetmesine, dolayısıyla da, onların, kısmen de olsa, parçalanma sürecine girmesine yol açmışız demektir.
    bu durumda da, burada 'atom parçalanması’ olarak tarif ve tavsif edilen, ve; atomların, en dış yörüngelerinden başlayarak, elektronlarını kaybetmeleri ve bu suretle de, tedricen 'bozunma' fazı yaşamaları şeklinde tezahür eden doğa fenomeninin, skala'nın 'çok çok kolay' basamağına yerleştirilmesi icap edecektir. işte bu yüzden de, ‘atom parçalanması’, einstein’ın sözüne muhatap kıldığı bizleri, ‘bir önyargının parçalanması’nın ‘çok çok zor’olduğuna ikna edebilecek bir kıyas nenesi değildir.

    s 4: einstein’ın, ‘bir önyargının parçalanması’nın ‘çok çok zor’olduğuna muhatabını ikna etmeye çalışırken, kıyas nesnesi olarak ‘atom çekirdeğinin parçalanması’nı tercih etmesinin, aslında bu olgu (‘atom çekirdeğinin parçalanması’) skalada ‘çok çok kolay’ mevkiini hakkettiğinden, yanlış olduğunu; einstein’ın bu argümanında kullanmayı tercih etmesi gereken seçeneğin ‘atom çekirdeğinin parçalanması’ olduğunu iddia ederken, sence mantıklı bir argüman mı inşa etmiş oluyorsun?

    c 4: evet, hem mantık ve hem de atom fiziği açısından doğru ve geçerli bir argümandır benim einstein’ın argümanı yerine önerdiğim argümanım. yukarıda linkini paylaştığım yazımda, atom fiziğine yaptığım gönderme, argümanımın fizik ilmi açısından geçerliliğine; onun fiiliyatta gerçekleşmesinin ‘çok çok zor’ oluşu ise, einstein’ın, ‘bir önyargının parçalanması’nın ‘çok çok zor’ olduğuna muhatabını ikna edebilmesi için ihtiyaç duyduğu uygun eşdeğerlikli mukayese nesnesine karşılık geldiğine işaret eder.

    s 5: fizik denilince ilk ala gelen isim olan einstein’ın, böylesi bir hatayı yapmış olması nasıl açıklanabilir?

    c 5: ‘atomun parçalanması’nın ‘çok çok kolay’, ‘atom çekirdeğinin parçalanması’nın ise ‘çok çok zor’olduğunu çağdaşları arasında en iyi bilen bilim insanı olan einstein’ın, bu hatasının arkasında nasıl bir mekanizmanın çalıştığını anlayabilmek için, mümkün (ve tabii ki, her biri de benim hayalhanemin mahsulü olan) devam yolarını alt alta sıralayacağım:

    a-einstein bu lâfı, aşırı meşgul, çok dalgın ya da epeyce yorgun olduğu bir sırada söylemiş, bilahare, yaptığı hatanın farkına vardığındaysa, iş işten geçtiğini, o yanlış ifadenin gündelik konuşmalarda sık sık referans verilmeye başlanan çok meşhur bir aforizma halini aldığını görmüş; akabinde de, türklerin ‘galat-ı meşhur, lügat-ı fasihten evlâdır’ sözünün trankilizan (yoksa uyuşturucu mu demeliydim?) tesirine teslim olarak, mezkûr deyişinin, yaygın kullanımda olduğu ‘galat’ haliyle tedavülde kalmasına göz yummuştur.

    b-einstein, bu yanlışını düzeltmek için epeyce uğraşmış, ancak, onun bahse konu her düzeltme teşebbüsü, ‘iyi para kötü parayı kovar’şeklinde özetlenebilecek olan ‘gresham kanunu’nun izdüşümü sayılabilecek bir sabotajla etkisizleştirilmiştir. buna göre, bahse konu aforizmanın halk indindeki her dillendirilişinde, onun ‘atomun parçalanması’ şeklindeki ‘galat’ı, ‘atom çekirdeğinin parçalanması’ şeklindeki doğru formunu, beşeri bildirişim uzayının dışına sürmüştür. oldukça uzun bir süre boyunca giriştiği düzeltme faaliyetlerinde zerrece olumlu mesafe kat edilmediğini gören einstein, en sonunda, argümanının yanlış dillendirilişinin zaferini kabul etmek zorunda kalmıştır.

    c-einstein, halkın, ‘atom çekirdeğinin parçalanması’nı telaffuzda zorlanacağını bilecek denli tanıyordu ortalama insanı. bu yüzden de, mesajının olabildiğince çok insan tarafından kavranması adına, ‘taammüden hata’yapmış; bahse konu doğru ifadeyi, telâffuzu daha kolay olan ‘galat’ı ile, yânî, ‘atomun parçalanması’ ile değiştirmiştir.

    d-einstein, ‘amaaan sen de, sokaktaki sıradan insan için ha ‘atomun parçalanması’ demişsin, ha ‘atom çekirdeğinin parçalanması’, ne fark eder ki?’ diyerek ‘seçkincilik’ yapmış, bir diğer deyişle, halka azıcık tepeden bakmıştır.

    e-hiçbiri. doğru cevap; aslında einstein’ın böyle bir sözü hiç söylemediğidir. her ne kadar o sıralarda internet denen‘spekülatif kozmos’ yoksa da; eisntein döneminde de, bir taraftan çağın ruhunun, imkânlarının ve ihtiyaçlarının doğurduğu, diğer taraftan da, dönüp kendisini ortaya çıkaran koşulları ve vasatı besleyen ‘yalan haber, asparagas, spekülasyon, sansasyon, magazin üretme’ işlerine odaklanmış çok sayıda kişi, kurum ve çevre vardı. mercek altına aldığımız söz, işte böylesi dinamiklerin uydurup dönemin en muteber bilginine yamadığı ‘çakma’ bir aforizmadır.

    s 6: tekrar başa dönüp sormak istiyorum: bir ifadenin formel mantık bağlamında doğru olması, onun 'bağlamsal-içeriksel-anlamsal düzeyde' de kullanışlı ve faydalı olmasına neden olmaz mı?

    c 6: hayır, olmaz; niçin olmayacağını, dünyanın bütün coğrafyalarındaki akademyaların ‘mantık 101’ müfredatında, kendisine mutlak surette yer bulan ‘demirbaş’ bir ifade ile cevap vereyim:
    ‘bütün evlenmemiş insanlar bekârdır’

    bu ifade, formel mantık bakımında hem doğru ve, hem de geçerlidir. ancak, bahse konu bildirim, onu 'bağlamsal-içeriksel-anlamsal düzeyde'incelediğimizde, ilâve bir bilgi içermediğinden, yânî, informatif olmadığından; faydasızdır, gereksizdir, kullanışsızdır.

    mantık ve felsefenin rafine diskurları ve kendilerine özgü müfredatları, resmi tarihçilerin icat ettiği 'almanlar yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık', ya da 'amerikalılar kazandığı için, biz de kazanmış sayıldık' gibi sakillikleri nasıl reddediyorsa; ‘bütün evlenmemiş insanlar bekârdır’ şeklindeki totolojiler de, (doğru içerik, ek malûmat, bilinenin sınırlarını genişleten bilgiler sunmadığından), gündelik hayata dair olan bildirişim ve iletişim kodlarımız tarafından reddedilir ve faydalı konuşmaların parçası olduğu ‘lâkırdı evreni’nden dışlanırlar.

    5 – sünnetçinin vitrinine çalar saat koymasıyla, bu yazının vitrinine (başlığına) wittgenstein'ı çıkarmam aynı şey mi?

    bu metnin başlığında wittgenstein adının geçmesi, ‘sünnetçinin vitrinine çalar saat koyması’na asla ve kat'a benzetilemez.

    yazım 'yazar, metnini okutmak için, wittgenstein'ın fikri ve manevi mirasını hoyratça ve kurnazca sömürerek, ucuz bir pazarlama hilesine baş vurmuş; bunun, o hikâyedeki izbe taşra kasabasının sünnetçisinin başvurduğu 'ucuz' çalar saat numarasından ne farkı var ki?!?' ' mealinde hesaba çekildiğinden dolayı atmadım (5) numaralı ara başlığı. ola ki 'bir molla kasım çıkar ve sigaya çeker onu' diye, 'önleyici tedbir' almaya çalıştım.

    çalar saat, o malûm hikâyede, sünnetçi vitrinine, yaratıcılık krizi (ya da 'fırlamalık' patlaması) yaşayan sünnetçinin çaresizliğinin (ya da kurnazlığının) nişanesi olarak girmiştir. wittgenstein isminin bu yazının vitrininde (başlığında) yer alması ise, onun mirasının ve logic espirisinin, bu metnin bütününün satır aralarından bize mütemadiyen fısıldıyor ve mantığın kodlarını dikte ediyor oluşundandır.

    başka bir deyişle, çalar saat ,o sünnetçi için 'çiğ ve basit' bir reklâm ve propaganda unsuruyken; bu yazı için wittgenstein, asli bir temel koyucu ögedir. işte bu yüzden, bu yazının başlığına en çok da wittgenstein ismi yakışıyor bana kalırsa.

    imdi, yazımın başlığından, onun içeriğine doğru dikey bir geçiş yapıyor ve 'apaçık bir hakikattir ki, ortalama insan (sokaktaki yurttaş, average people) asla bir wittgenstein değildir; zîrâ, onunla, biz 'sıradan faniler' arasındaki fark dereceye değil, mahiyete dairdir!' deyip, vakit kaybetmeksizin ekliyorum: 'bu yüzden de, önermelerin, iddiaların, argümanların, bildirimlerin formel mantık açısından doğru olması tabii ki 'gerek şart'tır; öte yandan, ‘içerik, muhteva, bağlam’ bakımından ‘kullanışlı, informatif, bilgilendirici, faydalı’ olması ise çok daha önemlidir 'yeter şart'tır.

    ‘bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur' ifadesinin yanlış, 'bir önyargıyı parçalamak, atom çekirdeğini parçalamaktan zordur' iddiasının ise doğru oluşunun mantıki zemini, bana göre, işte böyleyken böyledir.
  • haberturk.com tadinda sadede gelen cikarim. ilk uc paragraf aslinda ayni millet. 4 ile baslayin okumaya.
  • özür dileyerek; (bkz: özet geç piç)
  • (bkz: dostum çok sıkıcı adammışsın)

    bu adam kesin oglen biri kendisine gunaydin dediginde "ohoo oglen oldu ne gunaydini tunaydin tunaydin" falan diyodur. karikaturu de vardi da bulamam simdi amk içim bayildi zaten.
  • sonradan matematiğe merak salmasıyla başlayan hata.
hesabın var mı? giriş yap