• hani jim morrison'ın şairliğinin hemen arkasından aldous huxley çıkar insanın karşısına.. huxley'i deşerseniz william blake'i bulursunuz. işte blake'in peşine takılanlar da swedenborg'a varacaktır. 1770'ler civarında ölen swedenborg, sivediş bir teolog idi.
  • "beethoven'in armoni saraylarını binlerce notayla ya da mimarların muazzam katedrallerini binlerce taşla inşa ettikleri gibi, swedenborg'un da semavi dünyaları adeta elle tutulur kıldığı bu sayısız ayet külliyatına dalmak isteyene, dante'nin şiiri ancak bir nokta gibi gelir. orada, aklınızın da size her zaman destek olmadığı dipsiz uçurumlara yuvarlanırsınız. evet, oradan sağ salim normal sosyal fikirlerinize geri dönebilmek için gerçekten güçlü bir akıl ve zekaya sahip olmak lazımdır." (seraphita- balzac)
  • kendine bir de -izm yapmış olan insan.
    http://en.wikipedia.org/wiki/swedenborgianism
  • kendi çağının leonardo da vinci’si sayılan swedenborg, isveç’in dokuz dil bilen önemli bir matematikçisi, din bilimcisi ve filozofudur ama belki de en büyük katkısı, kitaplarıyla ruhsal dünyayı tanıtmasıdır.
    1743 yılında, yaşamının ilk bölümünü adadığı bilim alanından mistisizme kayar ve günümüzde hala alanında en etkili eserler arasında sayılan “cennet ve cehennem”, “göğün gizleri”, “son yargı günü” kitaplarını ve benzeri diğer eserlerini yayınlar.
    swedenborg ile ilgili bir çok gizemli söylenti olmakla beraber, en az iki vaka görgü tanıklarıyla kayıtlara geçirilmiştir. ilki, duru görü ile tanıklık ettiği büyük stockholm yangınıyla ilgilidir ve bizzat kant tarafından kaleme alınmıştır:
    “eylül 1757’da, cumartesi günü öğleden sonra saat dörtte ingiltere’den goteborg’a varır. burada mr. william kasl, evine onu ve daha 15 kişiyi davet etmişti. akşam altıda, swedenborg salondan çıktı ve birazdan rengi solmuş ve heyecanlanmış bir şekilde geri döndü. bize stockholm-züdermalm’de korkunç bir yangın çıktığını (goteborg, stockholm’dan 50 km mesafededir), yangının hızla yayıldığını, arkadaşlarından birinin küle döndüğünü ve kendi evinin de tehlikede olduğunu söyledi. saat sekizde tekrar odaya gelerek sevinçle: ‘tanrı’ya şükür, yangın evimden az uzakta söndürüldü.’ dedi.”
    ikinci vaka ise, rus çarının ölümüyle ilgilidir.
  • "insanoğlu aşkı bilir ama ne olduğunu bilmez."
  • «tanrı elçimize göre jüpiterliler, “gölgeler” adını verdikleri bilimlerle uğraşmıyorlar; merkürlüler fikirlerin onlara fazla maddi gelen sözlerle ifadesinden nefret ediyorlar, göze dayalı bir dilleri var; satürnlüler kötü cinler tarafından sürekli olarak ayartılma tehlikesi içindeler; aylılar altı yaşında çocuklar gibi küçücük, sesleri karınlarından çıkıyor ve yürümek yerine sürünüyorlar; venüslüler devasa boylarda ama akılsızlar ve eşkıyalıkla geçiniyorlar, ancak bu gezegenin bir bölümünde iyilik sevgisiyle yaşayan yumuşak başlı bir ahali de var.
    **
    “kuşkularını bağışlıyorum, çünkü kapıma göz kulak olan asıl bekçiyi görmüyorlar.”
    **
    “tanrı tarafından gönderildim; seni, insanlara sözünün ve yaratılarının anlamım açıklamak için seçti. yazman gereken şeyleri sana dikte ettireceğim.”
  • iq'su 205 kabul edilir.
  • 1772 de olmustur. lancisi den oldukca fazla etkilenmistir. hayatini sinir sistemine, biyolojiye, ruyalara, teolojik fazlara adamistir. arcana coelista en basarili eseridir.
  • borges, arthur conan doyle, schopenhauer, goethe, balzac, william blake, dostoyevski, coleridge, baudelaire, ralph waldo emerson hatta kant'ı bile teneffüs zili çalmadan bahçeye çıkarmamıştır.
    bayılınası zır deli. gülmekten öldürüyor beni ama ben mesela öldüm diye başka gezegenlere gitmiyor, ruhlar ve meleklerle konuşuyormuş gibi yapmıyorum.

    "...sonra, dudakları yukarı bükük yüzleri neden beğendiklerini açıkladılar. meğer bu ruhlar duygularını çoğunlukla yüzleriyle belli ediyorlarmış. en çok da dudak çevresini kullanıyorlarmış. ağızlarını asla kapalı tutmuyorlar, her zaman düşündüklerini ifade ediyorlarmış. bu yüzden yüz ifadelerini saklamayarak duyguların serbestçe açığa çıkmasına izin veriyorlar. sinsi olanların vaziyeti başka. onların içsel halleri yüzlerine yansımaz. düşünceleri de okunmaz. hiçbir surette dışsal bir işaret verilmez. yüzleri, her daim gerekli ifadeyi almaya hazırdır. samimiyetin derecesi ağzın gerginliğine göre ve onun çevresine göre anlaşılır. bu bölgeler, örüntülü ve birleşik birçok kas dokusuna sahiptir. bu kas dokusu yalnız yemek esnasında boynu hareket ettirmek için veya konuşmak için yaratılmamıştır, ruhsal düşünceleri ifade etmek için de vardır.

    düşüncelerin yüze yansıma biçimi de gösterildi. aşka dair eğilimler bakışlarda ve bakışların değişiminde, düşünceler ise içsel halin değişiminde kendini ele verir. ne yazık ki burada daha detaylı açıklamaya imkan yok. jüpiter gezegeninin sakinleri sözlü konuşmalardan da istifade ediyorlar. yalnız konuşmalarında bizdeki name ve güç unsuru eksik. iletişimin bir türü diğerini tamamlıyor. yüz ifadesi dili, sözel dile canlılık katıyor.

    başlangıçta tüm insanların yüz diliyle konuştuğunu meleklerden öğrendim. bu dildeki en mühim rolü de kaş ve gözler üstlenmekteymiş. bu iletişim dili diğerlerini önceliyormuş, çünkü yüz zaten bunun için varmış: insanın düşünce ve isteklerini yansıtmaya tasarlıymış. anlaşılan, "gözler, ruhun aynasıdır" deyişi de buradan geldi. ayrıca kadim çağlarda dürüstlük hakimmiş. insanlar korku duyacakları ve yüzlerine yansıtacakları şeyleri düşünmek istemezlermiş. ruhun ve dolayısıyla yüzün tercihleri yüzlerde canlı ve tam olarak yansıma bulurmuş. böylece tüm his ve fikirler tüm çeşitlilikleriyle ve aynı anda herkesin gözü önünde belirirmiş. görmenin duymaya baskın çıkması misali de bu ifade dili sözel dilden etkinmiş. bir yeri görmen başka, dinlemen ve işitsel olarak algılaman başka bir şey.

    ruhlar, bu dilin, o devirde insanların sözel irtibatta oldukları meleklerin diliyle aynı olduğunu eklediler. sonuç itibariyle yüzün konuşması veya yüzün yardımıyla düşüncenin konuşması, melek dilinin insandaki doğal şeklinden başka bir şey değildir. ancak bizim sözel dilimiz öyle bir şey değil. herkes, eski insanlarda sözel dilin olamayacağını anlamıştır. kelimeler, daha başından beri işaret ettikleri cisimlerde bulunmuş olamazlardı ya. kelimeleri öncelikle biçimlendirmelisin ve ancak ondan sonra belli eşyalarla ilişkilendirmelisin. bunun için de belli bir vaktin geçmesi gerek.

    insanın dürüstlüğünü ve açıklığını destekleyen bu ifade dili, belli bir müddet kullanımda kalmış. ama sonra sonra maalesef insanlar bir şeyi düşünürken başka bir şeyi konuşmayı öğrenmişler. bu değişim, insanın kendi yakınını sevmekten vazgeçmesi ve yalnızca kendini sevmeye başlaması sonrasında meydana gelmiş. ardından sözel dil ağırlık kazanmış. kişi ya düşüncelerini ifade etmeyi bırakmış ya da yalan söylemeye alışmış. bu vakitten sonra yüzün iç hali de değişmiş. gergin, kaba, canlılıktan yoksunmuş. yalnızca kendine duyduğu aşkla tutuşan dışsal formu, insanlara canlı gibi görünürmüş. altta yatan cansızlık insanlara saklıymış. fakat melekler içsel bir görüye sahip oldukları için onu rahatlıkla izleyebiliyorlar.

    düşündüklerinden farklı konuşan insanların yüzleri bu değişikliğe uğramış. gizli saklının, kibrin, kurnazlığın ve yalanın sonuçları bunlarmış. ve sağduyu öldürülmüş. diğer yaşamda ise işler başka türlüdür. orada düşündüğünden farklı konuşmaya izin yoktur. kelimelerin gizlediği sahteliği bulmak kolaydır ve her kimde tespit edilirse o anda topluluktan çıkartılır ve cezayı yer. sonra farklı yöntemlerle, düşündüğü gibi konuşması ve arzuları doğrultusunda düşünmesi sağlanır. böylece düşünce bir ve ayrışmaz bir bütünsellik kazanır. eğer iyi biriyse iyiliği temenni etmeli, dolayısıyla iyi düşünmeli ve iyi konuşmalıdır. kötü biriyse kötülüğü temenni etmeli, kötü düşünüp konuşmalıdır. kötülüğün sebebi, cehennemde aşırı bir kötülük olması, yalanı doğurmasıdır; cennette ise yalnız iyilik ve onun yaratımı olan doğruluk vardır."
  • tanrı tarafından hıristiyanlığı ıslah edecek uhrevi bir doktrin oluşturmak için görevlendirildiğini iddia etmiştir. tanrı'nın gözlerini açtığını, istediği gibi cennet ve cehennemi ziyaret edebileceğini; melekler, iblisler ve diğer ruhlarla konuşabileceğini öne sürmüştür.
hesabın var mı? giriş yap