• kimdir kezban? hülya koçyiğit. nerededir? kah paris'tedir, kah roma'da... çirkindir, güzelleşir. kendisiyle zorla evlendirilmiş şımarık kocasını kendine aşık eder. bundan ötesi kezban nitelemeleri zorlamadır, yakışıksızdır.

    türkiye'de saray ve çevresi dışında bir kentli kökeni yoktur. burjuvazisi olmayan bir medeniyetin ahvaliyiz, üç nesil geriye gitseniz hepimizin çıktığı delik kerpiç ev. ne sex & city, ne cnbc-e, ne derrida, ne lacan değiştirebilir bu gerçeği. bırakın herkes kendini iyi hissettiği gibi yaşasın... bir grup kadın da kentli olma bilincini nescafe üzerinden tanımlasın. kelebek tokalar taksınlar, imitasyon güneş gözlükleri taksınlar, pop star'da birinci seçilmek olsun tüm emelleri... binbir gece'de döksünler gözyaşlarını. ya da dilerseniz alayını toplayıp, sınır dışı edelim bunları?
  • hem şehirliyim hem entellijansiyam pek yüksek o vakit hemen benzerlerimden farkımı ayırmalı ve bittabiki bunu diğer benzerlerimi aşağılayarak onların taşralı köklerine kezban göndermesi yaparak yapmalıyım düşüncesi ile kendilerini ak koyun ilan ederek diğer koyunları karalamaya başlarlar, kendisi üzerinden ötekileştirmeyi pek severler*.
  • sek kezbandan daha tehlikeli olan tür.

    sek ne ise odur. seki yüz metre öteden tanırsınız, ona göre pozisyon alırsınız, hatta biraz eğlenir iyi zaman geçirirsiniz. bu öyle değil işte. bu sanattan edebiyattan soğutur insanı. bu varsa ben yokum dersiniz. şansa üç beş kitap okumuştur, seni beni beğenmez. hemcinslerine en çok bu çakar, üç tane sanat filmi fazladan izledi diye.

    romantik filmdeki kırmızılı minyon fransız karakter sanabilir kendini. böyle birşey sezerseniz toma'nın olduğu tarafa "ben de sizdenim amirim" diye bağırarak kaçın. ezberi iyidir bunların, bu sayede vay be ne çok şey biliyor dersiniz ama hikaye tabi. bunları atomlarına ayırmak için siyaseti kullanın. babası neyse bu da odur. özgür düşünce farklı açılardan bakış olmadığı için ailesinin ideolojisini ezberlemiştir. o kalıpların dışına çıkmaz, çıkamaz. siz zorladıkça batmaya başlar bu sefer de çirkefleşir. sizi hemen cahil diye yaftalar. tabi yemedi bukowski görünümlü bir tarafları, ne yapsın garibim.

    bunun da alt dalları vardır. kabaca ikiye ayırsak nottingham düşesi modunda olanlar ve sözde marjinal olanlar. bunu da en kısa facebook yardımıyla yapabiliriz. çok eleştiriyoruz ama bazen işe yarıyor hergele. düşes, prenses ve asil kadın temalı bir tablo çizer sizlere. açıkcası ben bu türden pek şikayetçi değilim takılsın öyle. diğeri sözde marjinal ise ısırgandır. rahatsız edicidir. londra sokaklarından fırlamış punkvari tavırlarla siyah beyaz filtrelenmiş fotolarıyla bizlere "ben nuriye değil stacey'im, özgürüm, istediğimi yaparım, bol bol okur sevişir, seni kullanıp atarım" imajı satar ama bu da hikayedir. çünkü gelin görün reelde ablam, muhtarın kızı safiye'den hallicedir.

    sek, eti sayesinde üstün olduğunu, entel versiyon ise sözde kültürel birikimi ile üstün olduğunu sanar. ilgi manyağı olduğunu örtecek şekilde pozisyon almaya çalışır ama patlar. sürekli çakma bir eleştirel bakışı vardır. hiçbir haltı beğenmez, hemcinslerini küçümser. ama ağır biçimde ezbere yaşar. tabi ki eleştiriye gelemez. öyle bir kapasitesi yoktur. mantığı hala ortaokul son civarında olduğu için sen onu eleştirirsen ya kuyruk acın vardır ya da çekemiyorsundur falan filan.

    bazen gerçekten kültürel birikimi olduğunu sanıp ağına düşebilirsiniz, aman diyeyim. komplekssiz sorumluluk sahibi kızın yürüdüğü yoldaki toza kurban olsunlar.
  • entel kezban, bizim kezban ablamızla alakası olmayan bir insandır anlatılanlardan çıkardığıma göre...
    kezban abla çünkü fıstık gibi bir insandır. 55 yaşında olmasına mukabil evlere temizliğe gider, öğleden sonra da bir doktorun muayenehanesinde telefonlara bakar. hoş sohbettir. güleryüzlüdür. akıllıdır ve de yüreklidir. ve iyi yüreklidir. yaptığı işten gocunmaz ve de evini de takır takır geçindirir kimseye muhtaç olmadan.
    şimdi bizim kezban abla, üniversite bitirseydi, kitap okusaydı bol bol, çılgın analizler yapsa ve diyelim makaleler yazsaydı, engin bir kültür birikimi olsaydı, entel kezban mı diyecektik ona? entel kezban dediğimiz şey, bizim ultra okumuş, anlamış kezban ablanın gölgesi altında eriyip gitmeyecek miydi?
    ya da şöyle demeli kestirmeden...
    tamam içeriklerle değil sorunum ama, o tanımları bu başlığın altına gönül rahatlığıyla doldurmak hangi iç rahatlığından kaynaklanıyor? ismimizin pelin olmasından mı? cansu, berk, tuğçe, ebru, koray ve aylin miyiz hepimiz? ondan mı güzeliz? ondan mı kezban bizim için artık, bir isim bile değil. dağın ardındaki öteki.
  • küçücük pipisine sürecek kadar bile aklı ve edebi olmadığı için, yani pipisi bir işe yaramadığı için poposundan tanım uyduranların tanımlarından biri.
  • (bkz: kezban hatemi)
  • pek dindar olmamakla birlikte dinsiz de yapamazlar. hocaefendileri yaşar nuri öztürk ve zekeriya beyaz'dır. allah nasip ederse 45 yaşından sonra hacca gideceklerdir. şu aşamada türban takmayı düşünmemektedirler. ilerde belki.
  • yılmaz özdil okurlar,elif şafağa bayılırlar.
hesabın var mı? giriş yap