1 entry daha
  • "in inferno nulla est redemptio" düsturunu bir de tasarım açısından incelemek istiyorum.

    tasarımlarla yaşıyor, yaşamamızı anlamlandırmaya çalışıyoruz. örneğin cennet ve cehennem tasarımlarımızı ele alalım; her ne kadar bunlar tümüyle yaşamımızın dışında, ölüm ve sonrasına dair kurgular gibi görünse de, aslında yaşamadaki gücümüzün üretebildiği üst varışlar olmaları açısından tümüyle yaşamanın kendisine yöneliktir. matta incili 10: 28’de "bedeni öldüren, ama canı öldüremeyenlerden korkmayın. canı da bedeni de cehennemde mahvedebilen tanrı'dan korkun."; ya da kuran’da, araf suresi 41’de "onlar için cehennemden bir döşek/beşik ve üstlerinde kılıflar vardır. zalimleri böyle cezalandırırız biz." deniyor. kutsal oldukları düşünülen kitaplar, kutsallıklarını bu şekilde insanlara aktarmak zorunda olduklarının farkında; insanların asla anlayamayacakları cümlelerle bir cehennem ve belli kurallar listesi kapsamında yapılması / yapılmaması gerekenlerin olduğunu dile getiremezler; zaten aktarılması gereken birer bilgi hazinesi olmaktan öteye de bu yüzden gidemezler. bu durumda insanların, örneğin burada adları zikredilen kutsal kitaplardaki cehennem figüründen anlayabilecekleri ile cehennem figürü üzerinden oluşturacakları yeni tasarımların hepsi onu anlamlandırmaya çalışan insanların algı dünyaları kadar olacaktır. cehennem figürü üzerine çekilen filmler, yazılan romanlar, yapılan yağlı boya resimler hep algı kapasitesi kapsamında insani tasarımların sonucudur; ya bu figürler tam anlamıyla anlamaya niyetlendiğimiz "şey"leri tam ifade edemiyorsa? biz böyle bir durumda tasarımımızın yetkinliğinin ölçüsünü bilebilir miyiz? ya da figürleri yargılama ve dahası anlaşılması için yönelinen "şey"ler hakkında şüpheye düşme anımızda bizi tetikleyen asıl yetkinliğin ne olduğunu bilebilir miyiz? böyle bir durumda bizi tetikleyen "şey" ile ilgili de başka bir figür ve tasarım imdadımıza yetişecektir: örneğin "şeytan".

    kaldı ki her figürü tartışmaya açmak, sonuna kadar ya da sonsuz sayıda, sonsuz ölçüde ilerleyecek bir figürler cenneti yaratma telaşına sebep olacaktır; tıpkı burada şu an benim de "figürler cenneti" tasarımına sığınmam gibi. bu sonsuza kadar sürer; ben yapabildiğim kadar "şey"leri onların dışında, onları asla layıkıyla betimleyemeyecek figürlere sığınabilirim; hem de bunu o "şey"lerin gerçekten de doğru dürüst algılanmadıklarını anlamadan; algılanmışçasına yapabilirim. tasarımlarımızda yanıldığımızı anlayamayacak ölçüde ya da daha iyimser bir ifadeyle söylemem gerekirse, tasarımlarımızda hedefi tam on ikiden vurmadığımızı, yaklaşık sonuçlarla tek tek figürlerimizin yetkin olduğunu bile bilemeyecek ölçüde çaresiz kaldığımızı rahatlıkla sezebiliriz. bu, her anlam ve değer için geçerlidir. bizden öncekiler için de geçerlidir; bizden hemen önce yaşamış olanlardan da önce yaşamış olanlar için de geçerlidir; hiç tuhaf değil ki, bizden sonrakiler için de geçerlidir, bizden sonrakilerden sonrakiler için de geçerlidir: yani bizden önce ve sonra, figürler gidebildiği yere kadar, üzerlerinde birer "acaba" ile ortaya çıkarılmayı bekleyen urları taşımaktadır.

    constantine filmine bakıyorum; yoğun bir şekilde cennet ve cehennem tasvirleri, figürleri ve hepsinin bütünü olarak tasarımları söz konusu. john constantine, kösele ayakkabılarıyla suyun içine sokuyor ayaklarını, ellerinde tuttuğu kedinin gözlerine bakarak geçici olarak cehenneme gidiyor; söylediğine göre de kediler "hem orada hem de burada" olabiliyorlarmış (bir şey'in burası için farklı olan bir "oradalık"tan mustarip olduğunu düşünmek!). cehennem, kutsal kitapların söylediği gibi ateş, sıcak, boğucu, içine düşenin kurtulmasına engel olacak, acı çekmesini sağlayacak zebaniler vb. imgelerle dolu. bir sanat eserindeki figürler, yaratıcısının bilgi birikimini gösterir; bu birikimin pınarı gizemsel bir seziş aleminden de payını almış olabilir, tümüyle duyum aleminden de. sonuç olarak elde edilen figürler, bazı hisleri kasıp kavurmaktadır. örneğin "cehennem ateşi" düşüncesi, bu dünyadaki hatalarımızı (günahlarımızı) anımsatırken, zebaniler de bize hatalarımızdan ötürü yaşatacakları "acı"nın haşmetini görünüşlerinde taşırlar, gösterirler. zihnimiz iki figürü yani "ateş" ile "zebani"yi harmanlayarak, yaşadığımız ana belli başlı kurallar aktarmamızı ister; yani bir nevi ders çıkarmamız için figürlere sırtımızı dayamamız gerekecektir; bu da aslında yaşama sarılma halidir. zira insan için, gözü kapalı olduğu müddetçe, gözü açıkken görebileceği hiçbir şey yoktur; ne cehennemi ne de zebanisini görmemesine rağmen, insan onları, onlara ait figürleri düşünerek var eder. bu da, haliyle figürlerdeki anlamların her defasında katlanarak bir sonraki kuşağa aktarılmasını sağlar; zira orjini ne olursa olsun, figürünü kabullendiğimiz her "şey", düşünebilme yetisinden başka yaşamı anlamlandırabilmesi için nedeni bulunmayan bizlere muhtaçtır.

    james hollis'in "the eden project"ini (cennet projesi: büyülü öteki'nin arayışında, tavanarası yay., 2002) düşünüyorum; eser jungçu söylemleri işliyor; yazar, jung'un insanı anlama telaşındaki dili kullanıyor. örneğin şöyle diyor eros’u anlatırken: "bir tanrı olarak kutsal eros, ilişki arandığında en azından üstü kapalı olarak, her zaman mevcuttur; tanrının kendisi unutulmuş, görmezden gelinmiş, çiğnenmiş, değersizleştirilmiş ya da ona çelişkili bir şekilde tapınılmış olunsa da, o her zaman vardır. müzik erotiktir; dua erotiktir; şiddet erotiktir; dil erotiktir... bunları sonsuza kadar çoğaltabilirsiniz, çünkü tanrılar sonsuzdur." (söz konusu metne daha fazla dalmak istiyorsanız: http://jimithekewl.blogspot.com/…jesinden-eros.html ) eros neden her zaman var? neden müzik erotik? neden tanrılar sonsuz? çünkü figürlerimiz nasıl, yukarıda da dile getirdiğim gibi, bize muhtaçsa biz de bir noktadan itibaren, "şey"leri anlamlandırmada onlara muhtaç duruma düşmüş durumdayız; bu durum örneğimizde "eros" simgesinin kutsallığı ve sonsuzluğu üzerinden "şey"leri anlamlandırmak zorunda olduğumuzu gösterir. bu müthiş bir hapistir; yukarıda dile getirdiğim gibi "kendisinden kurtulma şansımızın olmadığı" bir cehennem tasarımına benzer şekilde köşeye sıkıştığımızın resmidir. anlamlandırmada algımızdan ve anlayışımızdan öte bir aracımız yok; elimizdekiyle yetinme mahkumluğunu çekiyoruz. "müzik erotiktir" derken, aslında "müzik" diye bir şeyin olmadığını, bizim bir şeye "müzik" dediğimizi; dahası onu bir de "erotik" kılarken aslında "erotik" diye bir şey olmadığını; aslında bizim "müziğn erotikliği"nden hareketle başka bir üst değeri anlamamız gerektiği aşikardır: tasarımla yaşamak zorundayız!

    tasarım, dilin gücünün yettiği ölçüde vardır. bu cümlemin kendisi de bunu açıkça göstermektedir; "dile güç aktarma" tasarımı olmasaydı, belki ben "dil" dediğimiz şeyin de var olmadığını düşünmeye başlayabilirdim; oysa bu tasarım var ve ben bu tasarım üzerinden hem "dil" hem de "güç" şeylerini var ederek bir üst değere ulaşmış oluyorum: anlamlılık. bu anlamlılık halini cennet ve cehennem tasarımları için de düşünebilirim; örneğin "cehennem ateşi" düşüncesi sayesinde böyle bir yerin varlığını kabul etmiş, dahası şeytanı, zebanileri ve tanrı’yı kabullenmiş olurum. figürlerden diğer figürlere gidiyorum, gitmek zorundayım ve hepsi bir bütün oluşturmak zorunda, yani tasarımı: aslında hiç olmayan bir şeyi, aslında hiç olmadığını bilmeden -ki bildiğimi varsaysam bile, söylemeye gücümün olup olmadığı da müphem-, sanki varmış gibi doğrudan bir figürle değil de başka figürler aracılığıyla var etmiş oluyorum; şu şüpheyi çılgınlar gibi zihnime yediriyorum: ya böyle bir şey var olduğu halde, benim figürlerim (insanlığın yarattığı ve inandığı figürler), onu layıkıyla anlamlandıramayacak ölçüde yetersiz ise? görüldüğü gibi, ben bunun bile farkına varamayacağım için; "şey"in var olmaması halinde bile onu layıkıyla anlayabilmiş olduğumu söyleyemem; dahası "şey"in en azından benim bile anlayabileceğim / kabullenebileceğim ölçüde anlamlı olması gerektiğine dair en büyük kanıtım nedir? kanıtsızlık başlı başına bir çile sebebi; "doğru anlamış mıyım" onu bile bilmiyorum; sonra bir de onun üzerinden inandığım şeyin gerçekten var olup olmadığı üzerine kafa yoracağım öyle mi? bu da tasarımımın bana oynadığı nadide bir oyun olsa gerek.

    cehennemden değil tasarımdan kurtuluş yok.
hesabın var mı? giriş yap