5 entry daha
  • beyaz...
    garp'ta medeniyetin saflık, temizlik, el değmemişlik, taptaze bir başlangıç sembolü. şark'ta ise, meselâ japonya'da, harakiri namzetlerinin tören kıyafetlerinde olduğu gibi, matem rengi. fakat, usul usul yağıp da çocukluğumuzun unutulmaz sabahlarında uyanır uyanmaz bizi yumuşacık sarıp sarmalayan karbeyaz'ın, o kusursuz ve de klasikleşmiş tarifini, herman melville usta moby dick"te yaptı; işi bağladı. beyaz üzerine çeşitlemelere, göz kamaştıran bir katkı, o gün bugündür yok, olamadı!

    ilk, ve gönlümün tek kedisi, bembeyaz samur kürklü ankara'lı "beyza"nın ilk kocası, benzersiz güzellikteki van yakışıklısı "karbeyaz" ve ikisinin huysuz ve de hırsız, âfet-i cihan kızı "aşkım" hariç... ama, bu iki güzel, aslında tabiatın şaheserleri idi, biçare insanoğlunun bu konuda bir katkısı yok idi.

    tabiat bir yana...

    kerim tekin, ki o da estetik açıdan bir başka tabiat harikası idi, "karbeyaz" diye bir şarkı okudu ve ölümün benzersiz tanımını yaptı:
    karbeyazdir ölüm, ellerinden gülüm.

    bırakın öbür milletlerin halk edebiyatlarını, asırlardır, sevdikleri uğruna ölüp ölüp dirilen, ölümlerden ölüm beğenen bizim halk ozanlarımız, o nihaî varış noktası için böylesine dupduru, sevda yüklü bir isim bulamamışlardı. sevdiği için, ölmek değil yaşamayı yeğleyen benim gibiler dahil, herkesin o an ölesi geldi.

    inanmıyorsanız, sizleri şarkı ile başbaşa bırakayım.

    "hasret...
    vuruyor gecenin koynunda,
    anılar vuruyor gözyaşlarıma.
    çılgın bulutlar dönüyor başımda
    uykusuz geceler kapımda
    yıkılsa dünya, kıyamet kopsa
    ylne de vazgeçmem, ölürüm derdimden.

    karbeyazdır ölüm,
    ellerinden gülüm
    yine yoksun diye, düşmanım her güne
    dursun dünya, dönmesin sensiz
    yaşatmasın of,
    allah'ım sensiz."

    (söz/ müzik: tayfun duygulu-beste duygulu)

    neydi, bu şarkıyı böyle insanın ruhunu kanırtırcasına mühim kılan? demek istediğim, ölümün "pîr ü pâk" tarifinden gayrı?
    üstelik, yeni sürgün bir fidan kadar taze idi, bu sözleri kalbimize akıtan. güftenin sahibi -kalemine sağlık- tayfun ve beste duygulu; ancak, yeryüzünde -tanrıya şükür- "yorum" diye bir şey var!. ve, kerim tekin, bacak kadar boyuna rağmen - annesi yaşında bir hatun olarak, bunu rahatlıkla söyleyebilirim- sesi, sevgi titreşimleri dolu, yüreği tertemiz, yetenekleri akıl almaz bir yorumcu idi.

    her şarkı söylediğinde tam 12'den vuran bu genç adam, üç yıl önce, afyon/ sandıklı'daki kültür ve sanat festivali'nde hayranlarına konser verdikten sonra, özel otomobili ile, rivayet odur ki bir yakınının düğününe yetişmek üzere giderken; bir süt tankeri, iki kamyon, bir ticarî taksi ve kerim'in arabasının hacamat olduğu bir garip trafik kazasında, bu allah'ın cezası dünyaya veda etti!. sebep? afyon-sandıklı karayolundaki asfaltlama çalışmaları nedeniyle yola dökülen mıcır. ne diyeyim ki, çaresizlikten? "dünyanın tüm mıcırları tepenize yığılır inşallah"tan gayrı?

    mıcırların son verdiği hayat nasıl bir şeydi, biliyor musunuz?

    nasıl anlatmalı? can yoldaşı zerrin özer'in "paşa gönlüm" klibini hatırlıyor mısunuz? hani, nilüfer, sezen aksu, aysel gürel ve de dj bülent, kıvırcık dünya şirini köpeği ve daha pek çok dostunun katıldığı, o pek neşeli, şıngır mıngır, baştan ayağa muhabbet dolu klip. birkaç sene aradan sonra, bizi türkiye'nin en güçlü sesi ile buluşturmuştu.

    işte, bu klipte, gitar çalan bir delikanlı vardı. "delikanlı" dediğim, her türlü mahalle raconunun dışında, düzgün, yüzü ışıl ışıl bir genç adam anlamında. yüzünden etrafa "iyilik" saçılıyordu, yaptığı işten pek mutluydu, o an sanki sadece gitarı ve kendisi vardı. bunca şefkat dolu heyecanın ardında, çok sevdiği ve sesi ile milyonları fetheden bir hanıma duyduğu sevginin yattığını, daha sonra öğrenmiştim.

    bir söz var, ünlü "braveheart" (cesur yürek) filminde, büyüyünce iskoçlar'ın millî kahramanı olacak, "cesur yürek"delikanlının babası william wallace'ın ifadesi:
    "herkes ölür...
    ama, çok az insan gerçekten yaşar."

    işte bu delikanlı, kısacık ömründe, sahiden yaşamış biriydi.

    ve, bu tâbir ona hiç yakışmasa da, "haince" ve çok erken "veda" etti...
    tıpkı, kendi şarkısında olduğu gibi...

    bu haince veda niye?

    haykirsam dünyaya

    "bu haince veda niye?
    çok sevmiştim ölesiye.
    ateşlerinde hicranım, yandım kavruldum.
    hüzünün denizinde, kaybolup gittim yar.
    tuzaktı aşkın bana,
    kandım kahroldum,
    canımın baharında,
    yok olup gittim yar.
    bu gidişi aklım almadı;
    yüreğim yine yarım kaldı.
    canımın baharında,
    canımdan oldum yar.
    haykırsam dünyaya
    aşkımı bir solukta...
    sen de mi çekip gittin,
    bunu ben hak etmedim.
    hani?...
    sensiz bir hiçim demiştim ya?"

    (söz: cenk bütünley; müzik: yusuf bütünley)

    niye "haince"?
    şu nedenden... gençliğimi, kişiliğimi idrak ederken, onlarla birlikte yoğrulduğum çok değerli insanları yitirdim. barış manço, kemal sunal gibi... hepsi, birer dünya vatandaşı, evrensel karakterler idi. 57 yaş nedir ki? çok erken gittiler. ancak, bu fâni dünyadan gitmeden, kapasitelerinin ne olduğu ve daha neler yapabilecekleri konusunda bizi yeterince, haberdâr etmişlerdi. yaşasalardı, kat be kat, daha çoğunu da gerçekleştirirler, dünyaya parmak ısırttırırlardı; ömürleri vefa etmedi.

    kerim tekin ise, çok başarılı ama daha her şeyin başında idi; kendi "hayat projesi"ni tamamlamadan gitti. magazin haberlerinin ucuz manşetlerindeki gibi, herhangibir yakışıklı "pop" şarkıcı değildi. iki nedenle. bir, herhangi bir, eli yüzü düzgün "yakışıklı" değildi. günümüzde boylu poslu, kaşı gözü yrinde herkese yakışıklı deniyor. geçiniz... tanrı biliyor, kerim olağanüstü güzeldi. bir erkeğin gözleri, ancak bu kadar anlamlı yüklenebilir; kaşları ancak böylesine kemân olabilir. bu da, hiç mühim değil. çünkü, sahiden güzel erkek, kişiliğinin oturması zaman aldığı için, ancak 40 yaşlarında ortaya çıkar. yüzüne, gözlerine baktığınızda, size bir şeyler ilham eden, kişiliğinin derinliklerini hissettiren, erkek, sahiden "güzel"dir.

    kerim tekin'in yüzü, inanılmaz ilhamlar veriyordu; dopdoluydu. yetenek + sevgi taşıyordu. yapabileceği kucak dolusu iş vardı. belki çok bencilce gelecek ama, ben ondan hayatımı süslemesini bekliyordum. o malzeme, onun o güzelim kişiliğinde mevcuttu. öldüğü an, o malzeme yok oldu. onca yanışım, bu yüzden.

    eminim, kendisine yönelik onca hayran oluşu da pek güzel taşıyacak, pek güzel ürünler verecek, tüm hayatı bopyunca, onu takdir eden herkese, "iyi ki böyle biri var..." dedirtecekti.

    olmadı...

    yok olan, sâdece, çok genç yaşta, çok titiz bir heykeltraşın elinde yontulmuşcasına özenli bedensel estetiği değil, ruhunda gizlediği güzellikler idi.

    öyle bir güzellik ki, son klibinde, onulmaz aşkın özlemimi dile getirdiği akşamlar kadar
    baş öndürücü idi.

    akşamlar....

    "akşamlar, akşamlar,
    gelmeyin üstüme.
    güneş doğsun artık,
    vurgunum ölesiye.
    yalan mıydı gönül sözün?
    bu kadar kolay mıydı?
    karşımda duran deli divane yüzün
    karşında duran devasız gönlüm.
    beni benden alan,
    canıma can katan.
    bu can sana kurban,
    dayanamam...
    yanıyor yüreğim,
    sığmıyor bedenim.
    beyhude geceler,
    soluyor güllerim.
    beni benden alan,
    canıma can katan
    bu can sana kurban,
    dayanamam.
    ömür gelip geçiyor,
    hasret kapımda...
    zamansız sevda değil damarlarımda.
    yaram derin,
    çaresizim,
    son akşamımda...
    bahtsızım, devasızım,
    sormayın bana."

    (söz/ müzik: zeynep türkeş, volga tamöz)

    "beni benden alan, / canıma can katan, / bu can sana kurban, / dayanamam..."

    bilemiyorum, sahiden âşık olup da, bu sözlerdeki çaresizlik içinde gizli gücü, kendini alabildiğine verişi -hayatında, bir an dahi olsa hissetmemiş - biri olabilir mi? insan, yüreğinden ancak bu kadar zarif vurulabilir!

    ama, kerim tekin, zâten, dile getirdiği her şeyi aşk'la söyledi.
    onsuz dünya, çok dar....

    --------------------------------------------------------------------------------
    jülide ergüder 02 temmuz 2001, pazartesi
225 entry daha
hesabın var mı? giriş yap