56 entry daha
  • bir fark yaratmaya çalışan, kendi içinde mutsuz ve hatta umutsuz bir öğretmenin hikayesi.

    o kadar çok şey var ki yazılacak. zaten albert camus'nun "hiç bu kadar tek parça, aynı zamanda da kendimden kopmuş ama dünya içinde var olduğumu hissetmemiştim" alıntısıyla başladığında anladım öyle böyle bir film olmayacağını ama bu kadarını da beklemiyordum.

    detachment * hissini, dünyanın ne kadar boktan olduğunu bir tokat gibi değil de zehir gibi kanıma enjekte ederek yaşatmıştır. izledikten gerçekten bir süre kendime gelemedim.

    öğrencilerine edgar ellan poe okuyan ve bin dokuz yüz seksen dört'teki çiftdüşünden bahseden bir öğretmen bana kendi eğitimciliğimi sorgulatmıştır. hem çocukluğundan itibare maruz kaldığı bunca iğrençliğe ve etrafındaki bunca şiddet ve velvelenin içinde nasıl bu kadar naif kalabilmiştir bu öğretmen?

    ve elbette benim için filmin en can alıcı noktası. tam olarak bu haliyle düşündüğüm ama doğru kelimelerle bir türlü ifade edemediğim "okumanın gerekliliği hatta zorunluluğu" ancak böylesine çarpıcı ifade edilebilirdi:

    "her gün 24 saat, hayatımız boyunca, bazı güçler, ölene dek bizi aptallaştırmak için sürekli çalışacak. bu yüzden kendimizi savunmak ve bu saçmalığı beynimize sokma girişimleriyle mücadele etmek için hayal gücümüzü canlandıracak, vicdanımızı ve inanç sistemimizi geliştirecek tarzda okumayı öğrenmeliyiz. zihnimizi savunmak ve korumak için okuma alışkanlığı kazanmalıyız."
186 entry daha
hesabın var mı? giriş yap