422 entry daha
  • 26 haziran 2014 tarihli berlin konserlerinden sonra hakkında bir şeyler karalamak istediğim gruptur kendileri. bayağı bi yazıcam sanırım haberiniz olsun. bazen böyle anlatıyorum uzun uzun, çok iyi oluyor. stres falan kalmıyor. dur kahve de alayım.

    öncelikle yazarın profilinden biraz bahsetmem gerekiyor ki yazının meşruluğu hakkında fikir sahibi olun. naçizane ben de dünyadaki bir çok insan gibi bu grupla ilk defa 1991 yılında tanıştım. hem arkasından esen rüzgarı ve o sıralar seattle'da yeşermekte olan müzik akımlarının piyasadaki getirilerini göze aldığımızda, hem de ihtiva ettiği rock'n roll, blues ve vücuttaki tüm hücreleri harekete geçiren inanılmaz yoğun armoniyi göze aldığımızda gerçekten bir daha tekrarlanması çok ciddi ihtimal hesaplarına bağlı olan ten albümünü boş bir 60lık maxell kasede doldurtmuştum (lisedeki sınıf başkanı ertuğ'un tavsiyesidir bunu yapmama sebep sağolsun)
    ilk defa simtel müzik setinin kaset çalarına takıp "once" tabir edilen ilk şarkının çalmaya başladığı o anı asla unutamıyorum sevgili suser'lar. çok yakın bir arkadaşımın bu albümün introsunu ilk defa dinleyen rock'n roll dinleyicilerinin hislerine yönelik çok güzel bir benzetmesi vardır. evinizin önüne asfalt dökülecek de biraz yol toparlanacak diye bekliyorsunuz. ama bir bakıyorsunuz ki asfalt kamyonu yerine godzilla gelmiş. işte albümün ilk şarkısı "once" bu şekilde bir girişe sahipti. hafif tribal bas melodileri tersten çalan gitarlar, o ana kadar hayatınızda duymadığınız kadar güzel bir ses arkadan ninni gibi yavaş yavaş akıyor falan. şaşkınlıktan neye uğradığınızı anlamaya çalışırken stone gossard'ın çok ani gitar riffi ile gerçekten o ana kadar hiç tecrübe etmediğiniz bir yere geldiğinizi farketmeniz çok sürmüyor. ve o ses? allahım o ses?..

    biraz tekrar olacak ama, bu benim hissettiğim duyguları nasıl milyonlarca pearl jam dinleyicisi ten albümünü hayatlarında ilk defa dinlemeye başladıktan yaklaşık 57 saniye sonra (ki bu süre once parçasında vokalin girdiği ana tekabül eder) ne hissettiyse, bu hislerinde yanlız değiller. keza aynı duyguyu pearl jam bir vokal arayışındayken, eddie vedder'in gruba girmek için kendilerine gönderdiği demo kasedi dinlerken grup elemanları da hissetmiştir. nitekim grubun lead gitaristi mike mccready'de de ilk defa eddie vedder'in sesini duyduğunda ağzından çıkan cümlenin şu şekilde olduğunu twenty belgeselinde rivayet eder : "is that real???"

    yine tarih bilgimizi tazelersek ronald reagan süresince oldukça saldırgan, azılı emperyalist eğilimlere sahip politikasını arkasına alarak ekonomisini büyütüp bir süper güç olduğunu artık bastıra bastıra deklare etmeye çalışan amerika birleşik devletleri, refah dolu da diyebileceğimiz ekonomik ortamında bir yandan da oldukça yavşak bir kültür üretmeye başlamıştı. all night parties, charlie iş başında, alf, yıldız savaşları cart curt. artık dünyanın öbür ucunda olan bizlere bile bu yavşak ve cıvık cıvık amerikan milliyetçisi tavıra sahip perma saçlı mantar gibi üreyen sanatçılardan (poison, motley crue, bon jovi gibi) gına gelmişti. bu kadar da kör gözün parmağı neyse efendim. tabi bu 89 yılının sonlarına kadar süren refah vs. bu ülkenin içinde de bir takım sorunlara (aman aman) yol açmıştı. generation x ismini koydukları, gerçekten ne yaptığını veya ne yapması gerektiğini bilmeyen, fabrikaların, köpek stili tüketimin ortasında kalmış tuhaf bir nesil türemişti oralarda. aynı şekilde bu ortamın en rahat hissedildiği şehir yine microsoft boeing cart curt gibi firmaların arasında kalan ve her daim bulutlu kapalı havasıyla (ki bu hava olayı ingilizlerin müzikte neden bu kadar iyi olduğunu açıklayabileceğimiz başka bir dinamiktir belki de) seattle şehridir. nedense 70 li yılların cihangir'i, 50'li yılların chicago'su, 60'lı yılların londra carnaby street'inde olduğu gibi 90'lı yılların başında da seattle'da her gün 50 tane müzik grubu kurulup dağılıyordu. bu grupların da bir önceki ölmekte olan permalı maymunlardan bir takım farkları vardı. kesinlikle müzik odaklıydılar, kesinlikle görüntü son plandaydı, kesinlikle ne hissediyorlarsa yüz ifadeleri eserin icrası esnasında o şekildeydi, şarkıları genelde umutsuzluk, arayış, kaybolma aile ile sorunlar üzerineydi ve en ama en önemlisi de şuydu ki; çok sinirliydiler. evet inanılmaz sinirliydiler. ve bu siniri her zaman alttan alttan ılık ılık verme taraftarıydılar. şarkılardaki sinir her zaman size uzatılmış dudağınızın ucuna kadar gelen ama asla yutmanıza izin verilmeyen muzlu puding etkisindeydi. odanızda dinlemekte olduğunuz şarkı bittiğinde kendinizi nefes nefese bulmanız ve farkında olmadan balkondan aşağı atmış olduğunuz bir yatak veya kırık bir sürahi görmeniz olasıydı. çok acayipti olm çok.

    işte ten albümü ilk başladığında eddie vedder'in once şarkısında ciğerleri yırtarcasına söylediği şey de tam olarak bizlerin o ergen sinirine hitap etmekteydi : "once upon a time i could control myself!" dolayısıyla bu akımın (ki buna grunge diyoruz) sadece amerika'da değil, elinde üç kuruşuyla öğlenleri simit gazoz almaya çalışıp üniversiteye hazırlanıp mesut yılmaz'dan süleyman demirel'e uzanan siyasi karmaşanın ortasındaki küçük amerika da denilen bir coğrafyada varolmaya çalışıp, bir yandan da karşı cinsi tanımaya çalışmak gibi sorunları olan biz türk ergenleri de etkilememesi için bir sebep yoktu. aynı etki eminiz ki bir milyon yıl başbakanlık yapmış margaret thatcher sonrası ingiltere'de de vardı, güney amerika'da hele fazlasıyla vardı. (an itibariyle arjantin, uruguay vs. hala en çok pearl jam seyircisi toplayan ülkelerin başında gelir mesela.)

    eddie vedder ve saz arkadaşları da aldıkları psikolojik destek ve bazı önlemler sonucu bu akımın bu güne kadar sağ salim gelmiş bir iki grubundan biridir. kabul edelim ki o dönemden bu kadar net tavırla bugüne kadar sağ salim gelebilen başka grup yoktur. (layne staley öldü işte..soundgarden derseniz de biraz susarım da chris cornell'in timbaland ile yaptığı şey hepimizde bir travmaydı kabul edelim :p) bu arada ek bir anektod vermek istiyorum, o da genel geçer kanı grunge akımının temsilcileri alice in chains, soundgarden ve pearl jam denir ya hep. hepimiz biliyoruz ki temsilcilikten ziyade başka grup çıkmadı lan ordan mainstream olacak. sanki yüz grup vardı da bunlar öncüydüler ak. hemşerilik kısmına %100 oturmasa da müzik anlayışı olarak nirvana biraz sayılabilir. stone temple pilots da prodüktörler sağolsun resmen yamadı kendini oraya. alakası yok. bu konudaki son derece gereksiz bir tartışmayı sözlükte stone temple pilots başlığında meraklılar okuyabilir.

    neyse ya ne diyorduk bu grubun ciddi ciddi bugüne kadar gelmesinde bir kaç etken var aslında. bunlardan biri neil young. kendilerine şöhret denilen bataklıkta nasıl nefes alınacağını öğreten yaşlı bir rocker'a (bence gereğinden fazla) duydukları saygı kendisini mentor olarak seçmelerine neden oldu. ikincisi de bu başarıyı devam ettirmek istememekteki inatlarıdır. (paradox oldu biliyorum ama açıklayacağım) efendim bildiğiniz gibi müziğin de bazı kuralları var. bazı akor dizilimleri, bazı tekrarlar 7den 77ye herkesi kapsama alanına alır. ecnebiler müzikteki bu kurallar yığınına kısaca catchy thing derler -ki biz de deriz ve geçeriz. ama gerçekten altyapısı çok güçlü gruplar, vokalinden aranjörüne kusursuz müzik profesyonelleri yaptıkları ürünü bu catchy ve basit melodiler üzerine kurarlarsa bunun herkesi esir almaması neredeyse imkansızdır. bunun en başarılı örnekleri olarak ilk aklıma queen geliyor mesela. ultra profesyonel sıradışı yetenekler we are the champions'u stadyumlarda söyletmiştir di mi. ya da daft punk i bile sayabiliriz. bugüne bugün "of aman abi" seslerini alakasız her dinleyicisinden çıkartmayı başarıyorlar. altın kurallardan vazgeçmiyorlar. 4 bar loop koy, akorlar en temizinden akdeniz akşamları tadında basit ve internetten de bulabileceğiniz gibi sırasıyla : (bmdf#me). zaten sanatta başarı bu basitliği kralların diliyle yazabilen usta müzisyenlerden geçer. işte pearl jam aslında temelde (bkz: basically) bundan vazgeçti. düşünün ki muhteşem müzisyenlersiniz (şahsen ben öyleyim hehe) ve ne yaparsanız yapın kahretsin mükemmelsiniz. alacağınız karar bu sanatınıza ve/veya müzik yapmaya kusursuz bir şekilde ve popüler olarak devam etmek ise (the rolling stones'u tenzih ediyorum onlar bir şekilde 50 yıldır devam ediyor.) sonunuz daima bu "sokakta bile dolaşamamak" diye tabir edebileceğimiz şöhretin içinde mevcudiyeti kaybetmek ve muhtemelen kusmuğunuzda boğularak yersiz yurtsuz ailesiz çocuksuz (insanın varoluşu sorgulamaları) bir şekilde göçüp gitmek demek oluyor. çok şükür ki eddie vedder su katıksız bir köylü bir redneck olduğu için bu tehlikeden ödü patlamakta. kredi kartlarından herhangi birinin limitinin şu an bu satırları okuduğunuz mahalleyi satın alabilecek seviyede olmasına rağmen hala elinde defteri şarap şişesi fakirmiş gibi takılmaya çalışması da bir imaj çalışması değil, bizzat kendi içinden gelen bir şey olduğunu 23 yıllık gözlemlerim sonucu rahatlıkla söyleyebilirim. o nedendendir ki ten'den sonra çıkarttıkları tüm albümler sırasıyla bir öncesinden daha az pop (oh be söyledim rahatladım. pop pop pop) temalıdır. hazmı daha zordur. her çıkan albümde bazı insanların "bir önceki gibi değil" demesi bu yüzdendir. zaten grup tarafından amaçlanan da budur. harbi harbi sevenlerimizle başbaşa kalalım hesabı. beste yapım işleri her albümde stone gossard'dan vedder'e doğru kayıyor keza. ben ki o kadar fanlarıyım adamların ben bile sinir oluyorum arkadaş. her albümde dinlerken balkondan aşağı attığım televizyon sayısı bir önceki albüme göre daha az oluyor kardeşim. ben istiyorum ki hep gaz döküp ortamı yakalım. vedder daha fazla horoz gibi bağırsın. nil karaibrahimgil'in grup hakkında dediği gibi "genç erkeğin sesi" olsun. (pearl jam'in maskülen bir grup olduğunu hatırlatmakta yarar var. ama metalci aptal maçolukla karışmasın. bıyık bırakıp, tumblr sayfasında pembe balon resimleri paylaşıp odunpazarı muhtarı gibi ortalıkta dolaşan reklam ajansı çalışanı grafiker profilinden uzaklar demek istiyorum sadece. o kadar. )

    dolayısıyla çok ciddi bir süredir içimde bir kırgınlık söz konusuydu. sonuçta bizi mental anlamda büyütüp bugünlere getirmiş bir kaç kişiden bahsediyoruz. ne olurdu sanki değil mi bir "go." daha çıksa. bir "rats". hayatımda beni melodik anlamda çok net bir şekilde en çok etkileyen şarkıları "restless soul, enjoy your youth like muhammad hits the truth" ile başlayan not for you çıksa değil mi? ama olmaz varsa yoksa ramones. saçma sapan. ama işte aşk nefret ilişkisidir. sürdü geldi bugüne kadar.

    o yüzdendir ki, avrupa turumuzun bir durağına da berlin'i ekledik. şahsen amacım ölmeden önce pearl jam'i iyi ya da kötü canlı görmekti. berlin'de onlarca konser verdiklerini biliyordum. bu eski şarkılarından daha az çalacakları anlamına geliyordu tabii ki. ama olsundu. berlini seçtik çünkü bu bir festival değildi. bu bir pearl jam konseriydi. ön grup da yoktu. sadece onlar ve ben. hesaplaşacaktık. berlin onlar için her zaman ayrıcalıklıydı. bir bakalımdı ne olacaktı.

    yarimle kızılay dağıtmış gibi kolumuza taktığımız fitbit'lerimiz artık adımlarımızı saymayı bırakmış "are you nuts?" mesajı çıkarıyordu. airbnb sağolsun kah eroinmanların evinde konaklamış, kah "istanbul neresi", "deveyi nereye parkettiniz" klişelerinde yaşayan organik pizza ile beslenen ailelerin evinde kalmış, ülke ülke dolaşmış takatimiz bile kalmamış bir şekilde en son sabah 4'de pisa havaalanından berlin'e doğru yola çıktık. içimden kendi kendime sorduğum bazı sorular vardı. ya "release" ile sahne alırlarsa? ya o zaman ağlarsam? hani delikanlıydık lan? bi dakka ya? release çalarlar mı ki? çok hazırlıksız yakalanmıştım. ne diyordum lan ben?

    aribnb yine sağolsun bize inanmayacaksınız ama fernsehturm un ikinci katında bir yer bulmamızı sağladı. radyo sinyaline doyduk resmen. damarlarında alman kanı dolaşan ve o sırada panzer kiralamaya çalışan yarimin söz konusu über alles kolundan çekiştirip bavulları atar atmaz konser alanına sürüklemeye çalıştım. konser parkbuhne wuhlheide denilen ormanlık bir alandaymış. bir metro hattında arıza varmış. geri kalan yolu otobüsle gidecekmişiz derken benim de heyecanım artıyordu. çünkü ordan oraya 10 gündür sabah 4'de başladığımız günlük tempomuza devam ettiğimiz bu şehirde, alana yaklaştıkça etrafımda bana benzeyen insanların sayısı artıyordu. artık en son trenden o bahsedilen (ve benim herhalde bizim parkorman gibi bişeydir diye düşündüğüm) ormana indiğimizde resmen ordu gibi bir topluluk olmuştuk ve şarkılar söyleye söyleye ormanın içinden bir yere doğru kalabalığı takip ederek gidiyorduk. yani size çok avam belki de liseli heyecanı gibi gelebilir ama resmen orada ben duygu doluydum be. olm resmen 20 yıl önce yapmam gereken şeyi yapıyordum. tamam biraz gecikmiştim ama zaten yaşıtlarımla beraber pearl jam konserine gidiyorduk lan. boru mu? öyle bir balta girmemiş yere gidiyoduk ki arada "lan konser diye bizi toplama kampına alacaklar galiba" esprileri dolaşıyordu ortamda. yani almanca tabi de yarim çeviriyordu işte bana. (kendisine bu eyleme ortak olduğu ve yaşattıkları için minnetimi buradan tekrar bildirme fırsatını kullanmak istiyorum.) bir kaç kilometrelik bir yürüyüş sonrası işte gelmiştik. çoğunluk benim klonum gibiydi zaten. hiç yabancılık hissetmiyordum. öyle ki kaptırıp "naber lan düdük" diye ensesine tokat attığım bir eleman taşaklarımdan tutup alman milli marşını tersten okuttu. evimde gibiydim.

    normal şartlarda yorgunluktan gebermemiz gerekiyordu. dolayısıyla oturmamız... ama yine çekiştirip kendimizi sahne önüne konumlattım. bekliyorduk işte. anfileri inceliyordum. staff nasıl çalışıyor, bir bilim adamı edasıyla inceliyordum. biri vedder'in şaraplarını getirdi. staff lead inceledi onayladı mikrofonun yanına koydu. bas gitarları önümde belki 5 er defa baştan akordladılar. setlist gözümün önünde 3 kere değişti. yanlış hatırlamıyorsam geç de çıktıları için 3 saat ayakta bir de orada bekledik.

    en sonunda abilerim çıktı. baş moda danışmanım eddie vedder 34 numaralı tişörtü ve şortu, stone gossard siyah tişörtü kot, jeff ament da öyle, mike mcready cannnti jilett rocker takımlarını jölesini çekmiş her zamanki gibi çıktılar. matt cameron denyosu ise umrumda değil. çok aşırı mesafeliyim kendisine. çıkışta hiç bir poz, hiç bir afra tafra yoktu. gülümseyerek ve kollarını bağdaştırarak seyirciye şöyle bir baktı eddie. o zamanın durduğu o andan sonraki hayatımın en özel belki de en güzel dakikalarını yazmaya çalışacağım :

    açılış benim içten içe istediğim gibi "release" ile olmadı. evet çok düşük ihtimaldi zaten de. pendulum ile başladılar. ya, şimdi eddie vedder diyoruz sesi çok güzel diyoruz ya. o vokal mikrofondan aracısız direk anfiden kulaklara nasıl geliyor biliyor musun? nasıl biliyor musun? o ne allah vergisi sestir o tarifi imkansız bir şeydir askerlik gibi ya, eğer yaşamadıysanız gerçekten bilemezsiniz. istediğiniz blue-ray e kaydedin, o sesi canlı dinlemek gibisi yok arkadaş. evet yaşlılar biraz, evet ama o kadar da olgunlar ki.

    ardından sırasıyla low light, nothingman ve in my tree geldi. gayet tıngır mıngır gidiyorduk. açıkçası in my tree özelinde konuşursak en favori şarkılarım olmadığını itiraf etmeliyim. ama o kadar tatlı gidiyordu ki. hepimizin eli ayağına dolaşmıştı. arada eddie vedder'de daha önce belirttiğim gibi "berlin'de kaç kez çaldık..27 oldu mu?" gibi bir şeyler söyledi. sonra ne olduğunu anlamadım ama birden hakikaten ilk tokadı yedim. 5. şarkı olarak go'yu aniden girmeleriye benim krize girip zıplamaya başlamam, sonra aslında herkesin kendini kaybetmesi ve sahne önünün bir hortuma dönüşmesi bir oldu. işte oradaydım. go yu dibimde çalıyorlar biz de yapmamız gerektiği gibi kopernik modeli önce kendi etrafımızda sonra da alanın etrafında kontrolsüz bir şekilde dönerek pogo yapıyorduk. alman ayıları ve biz çıldırmış gibiydik. hiç durmadılar "why go" girdiler hiç durmadılar "do the evolution". arada ellerinin arasından kız arkadaşı kayıp giden bir adama şahit olduk. sonra corduroy girdi. neyse şunu girdi bunu girdi hepsini sırayla yazmayayım. ama 2000 yılında danimarka'da verdikleri konserde izdihamdan 8 kişi ölmüştü hatırlarsınız. kariyerlerinin en travmatik günü olduğunu kendileri de belirtir ki hala ve hala ciddi travma yaşadıkları aslında gayet belli. resmen bazı şarkı aralarında eddie vedder mikrofonu bırakıp bazı yerlere bakıyor. seyircilere iyi olup olmadıklarını sorup geri dönüyordu. belki 10 kez şöyle bir şey yaptık: vedder şarkı bittiğinde üçe kadar sayıyor, biz de topluca 3 adım geri gidiyorduk ritm eşliğinde. ki ön tarafta kalanlar ezilmesin. inanılmaz bir aile babası hali tavrı gelmiş adama. "iyi misiniz çocuklar, ezilen yok değil mi?" gibi. açıkçası ben tabii ki bugüne kadar grubun tüm elemanlarına eşit mesafedeydim. her biri (matt ibnesi hariç) benim için analiz edilmesi gereken ayrı birer karakterdi. enstrümanları ayrı ayrı dinlemeye analiz etmeye çalışmak bir yana, youtube vs. gibi ortamlarda da izlerken gözüm ister istemez eşit zaman ayırırdı hepsine şarkıya göre. ama canlı izlerken itiraf edeyim genç kızlar gibi bu vedder'den gözümü ayıramadım arkadaş. bu performanstan teknik olarak çıkarttığım iki sonuç var. birincisi eddie vedder kadar (sesini geçtim) işine saygılı ve içten bir insan bulmak imkansız. ikincisi de enstrümanlarına bu kadar hakim bir kadro bulmak imkansız. hata manyağıyım şahsen ama tek nota atlamadılar, tek falso çıkmadı, tek bir teknik problemle karşılaşmadık. grubun diğer sahne arkası ekiple iletişimi resmen inanılmaz. ışıkçı ile bile senkron ve sürekli iletişim halinde adamlar bunlar. neden bilmiyorum bir de bir ara "let stone sing" diye bağırmaya başladık. gelenek mi yeni çıkan bir şey mi bilmiyorum stone gossard söylesin bir şarkıyı diye ısrar ettik. eddie ise "ya siz olayı yanlış anlamışsınız" diye cevapladı. konserde bir de küçük bir kız vardı babası kulaklık takmış getirmiş. sanırım matildaydı adı. ona hep beraber merhaba dedik. başka başkaaa.. ha evet porch. bilirsiniz porch eddie'nin koptuğu şarkı genelde. evet hani gossard'ın "bir gün bi yerden düşecek kafasını kıracak ve bütün müzik kariyerimiz orada son bulacak" dediği şarkı. son zamanlarda pek oraya buraya tırmanmıyordu biliyorsunuz. ama ben varım diye herhalde bu sefer porch'da set'in tepesine tırmandı ve oradan söyledi. ya 40 yıllık dinleyicisiyim ve o an o adamın aurasını (ki belki enerji bile harcamıyor bunun için) anlatmakta zorlanıyorum. resmen oynadı bizimle. bir ara "hayat çok garip, ne getireceğini bilemiyorsunuz. bugün varız belki yarın yokuz. ama şu an buradayız ve bu güzel gecede buradasınız siz de. çok teşekkürler" dedi resmen duygulandım lan. bu yaşta "blood" söyledi bir de. ben 10 saniye söylemeye kalksam yoğun bakıma kaldırılırım yeminle. mike mccready yine yerinde duramadı. tek başına bir grup zaten kendisi. jeff zaten tanıdığım adam clayton ile birlikte en iyi bas gitarist. deli adam. usta resmen. yaşar usta.. klasik van halen, neil young ve ramones coverlerini da yaptılar. lukin (off), rearviewmirror (aman), crazy mary (oy) derken o tarifi çok zor konser 3 saate yakın bir süreden sonra bitti. tek tek vedalaştık koklaştık sahnedeki ebeveynlerimle. çok rahatlar, çok profesyoneller. gün sonunda diyebilirim ki kesinlikle ve kesinlikle yüzü geçkin konsere gitmişimdir. en ama en iyisi teknik/duygu-yoğunluk ve sahne hakimiyeti bakımından pearl jam'in yanına yaklaşmayı rüyalarında dahi göremezler. açıkçası buna ben bile çok şaşırdım ki evet. rüyalarındaki rüyalarında bile göremezler.

    konser bittikten sonra 50bin klonumla birlikte tren istasyonlarına dogru gece 1de geri yürüdük orman içinden. ne kadar yorgun olduğumuzu tahmin edebilir misiniz bilmiyorum ama unutamayacağım bir başka bir şey daha var ki dönüş treninde herkes bağıra bağıra present tense söylemeye başladık. tanıyan tanımayan herkes sarmaş dolaş. gerçekten bu dünyayı gerçekten yaşanabilir bir yer yapabilecek potansiyel bir güç varsa o da müzik. her dinden her ulustan yüzlerce insan deli gibi yorulmuş, tek bir itiş kakış ve terslik dahi olmadan tek bir vücut present tense söyleye söyleye şehre geri döndük o trenle.

    valla buraya kadar okuyan olduysa tahammülü için ayrıca teşekkür ediyorum. sadece bir buçuk ay önce yaşadığım ve benim için oldukça özel günü bir muhabir edasıyla paylaşmak istedim.

    sözlerime grubun israil yanlıları(?) tarafından boykot edilmesine neden olan eddie vedder'in israil işgaline ve kıyımına verdiği tepkiyle son vermek istiyor iyi geceler diliyorum : http://www.youtube.com/watch?v=bxw5kmxx6a8
230 entry daha
hesabın var mı? giriş yap