13 entry daha
  • özellikle geleneksel sanatlarda ders gören bir talebenin, öğrendiği sanatı hakkıyla anlayıp başarabildiğine ve de öğretici sıfatını taşıyabileceğine dair hocasından aldığı müsaade, bir nevi takdirnâme. *

    sanatında ehil olan ve mensup olduğu silsileye hürmeti olan bir hoca, icazet verdiği talebesini o yola dâhil etmekle kalmaz, vaktiyle kendi hocasından devraldığı sorumluluğu da bir sonraki halkaya/kuşağa taşıması için teslim eder; bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için o sanatı koruyup muhafaza etmesini ve gelecek nesillere taşınabilmesi için geliştirip yaşatmasını ister. aslında sanatta silsilenin amacı budur; lakin geleneksel sanatların pek çok dalında icazet ve silsile kavramlarının hakkının "ancak üstatları taklit" yoluyla verilebileceği, bu kavramlara ancak o şekilde layık olunabileceği anlayışı hâkimdir. bu durum, özellikle de ebrûda had safhadadır. "geleneksel" diye tabir edilen formların dışında çiçek vs. deneyen, tekneye yeni desenler ve usûller yansıtmaya kalkışan her ebrûcu, camiadan aforoz edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır; en basitinden, türlü dedikoduların ve yaftalamaların öznesi hâline getirilir. aslında bu sanata gönül ve emek veren, yıllarını harcayan günümüz üstatlarının "korumacılık" görevini abartarak keskin kurallar koyması ve sabit fikirli olması, sanatın özünü kaybetmemesi ve yozlaştırılmaması açısından tabii ki -bir nebze- mühimdir; amma velakin, bu yola yeni dâhil olmuş talebeler, ustalar tarafından böyle keskin reddiyelerle dışlanan her denemeye ve yorumcuya bakınca ister istemez şu soruya cevap ararlar: bu sanat, tekneye ve kâğıda ilk yansıdığı gibi kalsaydı; örneğin hatib mehmed efendi hatib ebrûsunu, hezarfen necmeddin okyay çiçekli ebrûları, mustafa düzgünman ise o çiçeklerin daha uygun formlarını deneyip bir yol açmasaydı, bu sanat yerinde sayarak yitip gitmez miydi, tarihin karanlığında kaybolmaz mıydı? dolayısıyla sanatın özüne zarar vermeden ve hürmetsizlik etmeden bulunan ve uygulanan her usûl, bu sanatı daha da kıymetlendirip geliştirmez mi?

    lakin günümüzde bu gibi sorulara cevap aramak yaşayan ustaların gözünde en ağır hadsizlik ve liyakatsizlik sayıldığı için, tartışmalar da kısır döngüye dönüşmüş durumda. hatta belli başlı ustaların tepkisini çekmekten ve dışlanmaktan korkan pek çok sanatçı, gerçeğin değil, güçlü ve baskın olanın yanında saf tutar oldu. dolayısıyla icazet kavramının en mühim tarafı da unutulmaya, kıymetini kaybetmeye başladı. zira bir yerden sonra müşkülpesentliği burnundan kıl aldırmamaya dönüştüren o ustalar, talebelerine icazet verirken, sanatlarından ziyade karakterlerinin bu negatif yönlerini aktarıp örnek olmaya başladılar, sanatın manevi ve ahlâki yönü de en son plana itildi, geleceğe taşınıp miras bırakılacak güzel hasletler bir bir yok olmaya başladı.

    formun kadim üslubunu korumak için kesilen ahkâmlarla ahlâkın inceliğini mahvedip kaybettikten sonra, geleceğe aynı çizgide taklit çalışmalar bırakıp durmanın ne anlamı var? lakin bu mühim noktayı fark edebilmek için önce egolardan sıyrılmak gerek. o da egonun nitelik sayıldığı ve itibar gördüğü böyle bir devirde zor maalesef.

    *edit, ek: "diploma" tanımı bu açıdan bakınca hem yetersiz hem de ruhsuz kalır; zira bu sembolik belgeyi alanlar öyle hemen hoca "sayılmıyor", sanatını öğretebilmesi için mekânlar ve kurumlar tarafından kolay kolay onay görmüyor, "alaylı" yetişmenin geçer akçe sayılmadığı sistemimizde ancak yedek oyuncu ya da sözleşmeli öğretici olarak işini yapabiliyor. tabii suyun başını ve mühim köşeleri yetkisinde tutan "büyüklerin" halefi yahut da öğrencisi olmadığı müddetçe!
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap