157 entry daha
  • benim bulabildiğim kadarıyla, türkiye'de, hakkında en özlü ve en kapsamlı harcıalem yazının felsefeci nusret hızır tarafından yazıldığı büyük filozof; ilgili yazıda, nusret hızır'ın da belirtmiş olduğu gibi, yazı, 1956'da yazılmıştır. bu yazıyı tamamlamak üzere, günümüzde, kaan h. ökten'in heidegger'e giriş kitabının "heidegger'in yayınladığı eserlerinin ana hatları" bölümünde yer alan "3. sein und zeit (varlık ve zaman, 1927)" başlıklı yazıyı tavsiye ederim. söz konusu bu iki metin birbirini tamamlar niteliktedir.

    gelelim nusret hızır'ın yazısına (kelimesi kelimesine martin heidegger yazısı (felsefe yazıları'ndan)):
    1 - martin heidegger'in felsefesi hakkında doyurucu bilgi vermek çok güçtür. bir kere, heidegger'in kullandığı terimler kendine özgü olduğu gibi, bu terimler arasında birçokları, düşünüşünün bütün nüanslarını verebilmek için, alman dilinde kendisinin uydurmuş olduğu sözcüklerdir. bunların - çevirisi şöyle dursun - anlaşılması bile çok kere pek zordur. sonra heidegger dolambaçlı düşünen bir kimsedir; bu sebeple de düşüncesinin gidişini izlemek zorluklarla doludur. onu güç bir yazar ve filozof kılan bir üçüncü nokta, henüz yaşamakta olmasıdır (yazı 1956'da yazılmıştır). ölmüş bir düşünürün düşünceleri ya da sistemi, artık ona yeni şeyler katılmayacak, değişikliğe uğramayacak olan kapalı bir bütündür. oysa yaşayan bir düşünür bunun tersine her an - hele felsefede - değişebilir. onun için heidegger üzerine söyleyeceklerimiz, başka filozoflarda olduğundan daha yüksek ölçüde, ileride değişebilecek düzeltmeler gerektirebilecek niteliktedir.
    2 - heidegger, kierkegaard gibi dinli değildir. nietzsche gibi antiteist (tanrı düşmanı) de değildir. ateisttir ( tanrı tanımaz); yani varoluş felsefesi onun elinde, kökenindeki karakterlerinden birini yitirmekte, daha doğrusu bir karakterini yitirip, buna karşılık yeni bir karakter kazanmaktadır. heidegger'in bu tanrı tanımazlığını anlamak için, onun felsefesini nasıl gördüğünü, felsefesine ne ad verdiğini saptamak yeter. heidegger'in felsefesi, kendi düşüncesinde bir fenomenolojik ontolojidir. ontoloji, yani varlıkbilimdir. fenomenolojik bir ontolojidir; çünkü varlığı bize göründüğü şekilde kavramaya çalışır. bunun temelinde şu önerme bulunmaktadır. varlık, görülendir. (burada edmund husserl ile, onun fenomenolojisinin etkisini görüyoruz).
    heidegger'e göre, tanrının var olması için fenomen olarak veri olması gerekir. imdi buna olanak yok. o halde, klasik felsefenin, tanrıyı deneysel olanın üstünde olarak kabul etmesi saçmadır.
    3 - bir adım daha ilerleyelim: varlık nedir? daha doğrusu, var olmak ne demektir? başka deyimle: varlığın, var olmanın anlamı nedir? bu soru geneldir. sorulmasındaki amaç, genel ontolojiyi kurmaktır. bunun için heidegger ilkin şöyle bir ayırma yapıyor: ontolojiyi kurarken iki türlü çözümlemeye gereksinmemiz olacaktır. bunlardan birincisi "existential" çözümleme, ikincisi ise "existentiel" çözümlemedir. (her iki terim arasında şekil bakımından ancak bir (e) ile (a) farkı var). ontoloji asıl "existential" çözümlemedir ki, bize genel olarak var olanın ne olduğunu bildirecektir. fakat "existentiel" çözümleme olmadan bunu yapmanın olanağı yoktur. çünkü bu sonuncusu insanı ele alır. ontoloji ise ancak varlık olarak insanın ele alınması ile başlayabilir. çünkü var olanlar arasında, kendine dönen düşünce (reflexion) sahibi yalnız insandır.
    4 - ontolojiye - başka deyimle "existential" çözümlemeye neden insanla - başka deyimle "existentiel" çözümlemeyle - başlamalıyız? bu sorunun karşılığı ve heidegger'in genel olarak felsefe etkinliğinden ne anladığındadır. ona göre, felsefe şimdiye kadar, varlığı kavramak için usavurmaya (muhakemeye), dedüksiyona (tümdengelim), klasik anlamda mantığa başvurmakla düşünüşü kısırlaştırmıştır. böylece varlığı elde edeceği yerde, kupkuru bir soyutlama elde etmiştir. oysa varlık, soyutlama ile değil, onu yaşama ile, canlı bir şekilde görme ile kavranır. insan ise öyle bir varlıktır ki, dediğimiz gibi, kendine dönük düşünceye yetilidir. yani insan, kendinin varlık olarak ne olduğunu üzerinde düşünmekle, varlığın ne olduğunu kavrama işine geçebilen biricik varlıktır. fakat, yineleyelim, bu kendine dönük düşünce, hiçbir zaman bir usavurma zincirlemesi değil, doğrudan doğruya yaşanan üzerine işleyen bir düşüncedir. fakat aynı zamanda bu bir psikolojik içebakış da değildir, "existentiel" bir kendine dönük düşüncedir.
    5 - varoluştan (existence) ne anlayacağız? bu soruya bir dereceye kadar karşılık verebilmek için heidegger'in almanca olup, türkçeye kolayca çevrilemeyen bir iki terimi alalım:
    dasein (aynen çeviri: burada olmak) : insan varlığı demektir.
    seiendes: kaba anlamda var olan, her türlü kavrayıştan kaçan varlık. taş, toprak vb. birer "seiendes"tir, fakat o kendini aşmak sayesinde "dasein" olur.
    sein: en genel olarak, var-olanın anlamıdır.
    o halde, dasein, şeyleri aşıp, kendini dasein olarak ortaya koyar, aynı zamanda da şeylere anlam verir, yani sein verir. insan, şeyin tersine, dasein sahibi ve selbst (kendi) ve ich ((ben)dir.
    6 - insanın özü, onun dasein'lığından ibarettir. burada öz kavramı üzerinde kısaca durmak gerekir. öz, klasik felsefe için, zorunlu bir mantık kalıbıdır. o zaman, şu düşünce akla gelebilir: özü zorunlu olan insan, zorunludur. fakat bu düşünce hiçbir zaman doğru değildir. heidegger'e göre, insan, olmayabilir bir varlıktır.
    dasein, mevcuttur (almanca existiert).
    seiendes, (türkçe söylemek caizse) dır, fakat mevcut değildir.
    demek ki, dasein'a tam anlamıyla mevcut olmak, seiendes'e ise sadece olmak tekabül ediyor.
    7 - insanda da - dediğimiz gibi - bu son iki duruma benzer bir durum söz konusudur. insan hayatı, karşımıza iki aşamalı olarak çıkmaktadır.
    (a) günlük hayat (alltaeglichkeit), (b) kararlı hayat (entschlossenheit). işte böylece döndük dolaştık, soren kierkegaard'a geldik dayandık. çünkü heidegger'in günlük hayatı, kierkegaard'ın estetik hayatına tekabül eder. yani bunda insan, ich (ben) değildir. onun ancak toplumsal işlevi vardır. o bir gezgin, bir tüccar, bir işçi... dir ve sadece budur. hem yalnız başkalarının gözünde değil, kendi gözünde de budur. bu aşamadaki insan, yine insandır, fakat tam hayatını yaşamayan bir varlık, onun için de adsız bir gücün etkisi altında bir insandır; bu güç ona hareketlerini dikte eder (burada hareket, en geniş anlamda, yani hem iç, hem dış hareket olarak anlaşılmalıdır). kararlı hayat, kierkegaard'ın ahlaki hayatına tekabül eder. bu hayata da bir kararla geçilir. bu karar da, kierkegaard'ın bir hayattan, öbür hayata geçişine benzer. insan, bu hayata ani bir kararla ve kültürden, rasyonel düşünüşten vazgeçerek girer.
    8 - bu iki hayatın ayrıntılarına aşağıda girişmek üzere, şimdi şu kadarına işaret edelim ki, bunların kierkegaard'ınkilerden farkları vardır: 1. ikinci, yani kararlı hayat, ahlaki değildir ve ahlak anlamında anlaşılmamalıdır. bu aşama (öteki gibi) ontolojik anlamda alınmalıdır. 2. üçüncü aşama yoktur; çünkü heidegger'e göre din hayatı, günlük hayatın sınırlarını aşmaz. din, insana kendini maskelemek, kendi gerçek durumlarını göstermemek için uydurulmuştur.
    9 - günlük hayattan kararlı hayata her zaman geçilebileceği gibi, günlük hayattan öteki hayat gözlemlenebilir de. sonra, günlük hayatta bir takım pratik etkinlikler vardır. bunlar gösterir ki, şeyler, araç olarak kullanılmaktadır. bu pratik etkinliklerin olup bittiği bir çevre (umwelt) vardır. ve bu çevre içinde şeyleri araç olarak kullanan bu hayat, çıkarlar hayatı olup, aslında anlamsızdır. burada boş merak, boş laflar geçerlidir. daha doğrusu, bu hayatta önemli olan, varlıktan çok, sözcüklerdir.
    fakat bu günlük hayatı daha derin olarak yaşamak da var. o zaman, varlığın belirli bir anlayışı (verstehen), bir yorumu söz konusu olur (aşağı türden olunca, bu hayatta asıl varlığın herhangi bir yorumu söz konusu değildir). birinci aşamanın bu yüksek derecesinde, bazı ciddi sorunlar vardır. bunlar; bilim, felsefe, din sorunlarıdır. fakat birinci aşamanın hangi derecesinde olursa olaun, şeylere anlam veren insan, şeylere bu anlamı o şekilde verir ki, bu sayede kendi varlığından kaçar. örneğin felsefedeki realizm-idealizm sorunları, varlık bakımından yapay olan bir takım "konstrüksiyon"ları meydana getiriyor, fakat bunların aslında varlığı insana, yani insanı kendisine maskelemekten başka bir ödevi yoktur (heidegger'in o ünlü metafizik düşmanlığı işte budur).
    insan kararlı hayata geçince "endişe'yi" (angst'ı) kabul eder. burada heidegger'in önemli bir kavramlar çifti üzerinde durmalıyız. kavramlardan biri angst, öbürü furcht'tur. angst ile furcht'un her ikisi de bir türlü korkudur. biz bunları türkçede ayırabilmek için angst'a tasa, endişe, furcht'a korku diyeceğiz.
    korkunun belirli bir konusu var. oysa endişenin böyle bir konusu yok. endişe'de o zamana kadar alışık olduğumuz çevre, korkunçlukla dolar, kendi varlığımızın sallantıda olduğunu, "hiç'e" doğru gittiğini duyarız ("hiç" de heidegger'in başlıca kavramlarından biridir).
    10 - "endişe", "hiç'in" yaşanmış deneyidir. endişenin belirli bir konusu olmamasıdır ki, ona ontolojik önemini vermektedir. çünkü endişe, sadece "hiç'in" yaşanması olduğundan, varlığın yaşanmasıdır. çünkü mevcut olmak - existieren - sözcüğün sözlük anlamıyla ex-istere, yani fırlamaktır. nereden fırlamak? "hiç'ten" (ex nihilo)! fakat bu, varlığı "hiç" meydana getiriyor demek olmadığı gibi, "hiç" varlığın nedenidir de demek değildir. onun demek istediği şudur: "hiç", varlıkbilim bakımından varlıktan önce gelir. ama buna rağmen, "hiç" etkindir (aktif). bu etkinlikle, heidegger felsefesinin en güç anlaşılır noktasına değinmiş oluyoruz. "hiç", varlık bakımından ne anlamda etkindir? bunun cevabı, şu kısa cümlede toplanmıştır: "das nichts nichtet". nichten fiili almancada yoktur. bunu ille aynen çevirmek istiyorsak, biz de bir fiil uydurarak: "hiç hiçiyor!" diyeceğiz. bu da; hiç varlığı içten kemiriyor diye yorumlanabilir. fakat bu yorum, heidegger'i bütün nüanslarıyla vermekten çok uzaktır.
    11 - her insan endişeyi tanır. günlük hayat, yukarıda başka sözcüklerle dediğimiz gibi, ondan kaçar, onu maskeler. kararlı hayat ise onu bekler. demek ki kararlı hayat için, açık görüşlülük, hatta kahramanlık gereklidir. kahramanlığa erişmiş olan insan görür ki, "insan" varlığı:
    (a) "tasalı'dır", yani daima tehlikede, daima "bahis konusu"dur ve belki hiçbir zaman erişemeyeceği mümkünlere yönelmektedir.
    (b) "olumsal'dır" (kontingent), yani olmayabilir'dir. çünkü "hiç'in kendisini kalbinde taşımaktadır.
    (c) "kabahatli'dir". normal anlamda kabahatli değil, fakat metafizik elemle doludur. yani insan sonlu bir varlık olduğunun bilgisini bir yaşantı olarak içinde taşır.
    kararlı hayatı seçmiş olan insan için, sakin olmak imkansızdır. o zorunlu olarak mutsuz bir varlıktır.
    12 - heidegger'de de, kierkegaard'da olduğu gibi, bir türlü öznel kategoriler vardır, şu kadar ki o kierkegaard gibi bunlara kategori demez. bu kategoriler şunlardır:
    (1) acuna atılmış olmak, acunda olmak (geworfenheit, in der weltsein). bununla dış acunun varlığı sorunu kastedilmiş değildir. bu sorun, heidegger'e göre uydurma bir sorundur ve onu günlük yaşamın üst derecesi gerçek bir sorun sayabilir. fakat insan gene de, varlık olarak, bir acunla ilişkide bulunan bir varlıktır, ama bu ilişki, günlük yaşamın sandığı gibi bir uzay ilişkisi değil, ontolojik bir ilişki, varlıkbilim ilişkisidir. yani onun acunla ilişkide olması, onun varlığını oluşturan bir öğedir. acunda bulunmaklığımız, duyarlığımızın kaynağıdır. işte almanca dasein sözcüğündeki "da" (burada) anlamı budur. acuna atılmış olmanın nedeni nedir? bunun nedeni yoktur. biz salt raslantı sonucu bu acuna atılmışızdır.
    (2) ölüm: ölüm öyle bir varolma tarzıdır ki, insan onu doğar doğmaz üzerine alır. ölüm varlığın tümüdür. insanın bir takım olanaklara doğru atılımlarda bulunduğunu gördük. ölüm, bu atılımlar toplamının altına çizgiyi çeker, fakat varlığı da ortadan kaldırır. insan, ölüme en yüksek olanağa yönelmiş olarak yönelmiştir. ( heidegger'in deyimi ile zum-tode-sein). ölümün de nedeni yoktur. o sadece bir olaydır. insan bu olayı kabul eder, fakat yapay olarak ona sebebiyet veremez (freiheit zum tode).
    (3) zamansallık (zeitlichkeit): insan zamansal bir varlıktır. buradaki zaman, fizik zaman değil, ontolojik zamandır. yani insan, zaman içinde değildir, zamansallaşma sürecinin ta kendisidir. bu zamansallığı şöyle anlamamız gerekir: insan etkin olarak dağılan varlıktır, daha doğrusu varlığın etkin olarak dağılmasıdır. işte bu etkin dağılma, zamansallıktır. ve bu varlık, tabiatı gereğince, kendisinin dışına çıkar (ausser-sich-sein), vecd (extase) haline girer. burada da extase, sözcüğün sözlük anlamında, ex-tase (dışarıya koyma) olarak alınmıştır.
    (4) özgürlük: (a) insan, acuna atılmış olmasını ve ölümü, yani halini, üzerine almaya, kabullenmeye hazırdır, (b) insan geçmişe bakarak, gelecekteki olanakları seçmekte özgürdür.
    13 - heidegger'in felsefesinin ana çizgileri, yukarıda mümkün olan en kısa şekilde anlatılmıştır. fakat biz bugün, bu felsefe işte bundan ibarettir diyecek durumda değiliz; çünkü heidegger yaşamakta ve felsefesini kurmaya devam etmektedir. böyle olması da doğaldır. çünkü anlatılanlara dikkat edilirse, hep insan söz konusu olmuştur. oysa yukarıda demiştik ki, insan çözümlenmesi, yani "existentiel" çözümleme, asıl "existential" felsefenin ancak girişi olabilir. heidegger şimdiye kadar bu sonuncuyu, yani felsefenin asıl merkezini oluşturması gereken bölümü tam ve tutarlı olarak vermiş değildir, fakat çalıştığına ilişkin bazı işaretler vardır. bir felsefe hakkında kesin bir söz söylemek için, bu merkezi bölümü beklemek, ya da böyle bir bölümün hiç verilmeyeceğini anlayıncaya kadar beklemek gerekir.

    kaan h. ökten'in bahsettiğim ilgili yazısını başka bir entride vereceğim. nihayet daha sonra da (üçüncü bir entride) ben bütün bunlardan ne anladım, onları yazacağım.

    (bkz: martin heidegger/@invulnerable)
200 entry daha
hesabın var mı? giriş yap