• büyük fast food zincirlerinden beslenen insanların gerçek anlamıyla "b.k" yediklerini gösteren bir film. karakteriyle sevgimi kazanan richard linklater dan çok cesur ve gerçek bir film.

    filmde çitleri kesilerek özgür bırakmaya çalışılan sığırların dışarı cıkıp kendilerini özgür bırakmak yerine aval aval dolanmaya devam edip o tutsaklığa boyun eğmeleri (alışmaları aynı zamanda) amerikan ve onların dayattıklarıyla yaşan toplumlarin -türkiye dahil- durumuyla (bkz: birebir) örtüştüğünü düşünmekteyim.
  • kesinlikle izlenmesi gereken bir film. boklu hamburgerlerle sınırlı kalmayıp, post-kapitalist amerikan toplumunu ve bu toplumun bireylerinin samimiyetsizleşmiş ilişkilerini, sığırlarınkinden farksız davranış biçimlerini, kaçak göçmenleri, bireysel görünen tüm sefaletlerin ardındaki büyük resimleri, küçük aktivizim-değişim çabalarını ve hayal kırıklıklarını, umursamazlığı, hissizleşmeyi, adapte olmayı öğrenmeyi, simgelerin ardındaki gerçek ve acı anlamları başarıyla, ince ince, kara kara anlatan bir film.
  • izledikten sonra o çok sevdiğimiz ve vazgeçemediğimiz hamburgerleri yemeye devam etmenin mümkün olmadığı film. insanı düşündürten, yer yer midesini bulandıran hatta dehşete düşüren sahneleri var. örneğin sığırların kesiliş şekilleri ve o kanlar ürpertiyor insanı. sonra hamburgercide elemanın hamburgerin içine tükürüşü mideyi alt üst ediyor. fast food kültürüne bağımlı olanlara zorla izletmeli bu filmi.
  • işsizlik, göçmen sorunu, şirket kültürü, ahlak, anarşi (pratik) gibi amerikan sinemasında çok sık bir arada göremediğimiz pek çok tema üzerinden gündelik yaşamın politikasını yapan bir başyapıt.

    senaryosu, oyuncu anlayışı ve yönetimi, müziği ve doğrudan hedefine sistemi alan net bakış açısıyla örnek niteliği taşıyor.
  • başından sonuna kadar kapitalist ataklar gösteren bir film. fast food hiçbir zaman kültür olmadı, olmayacak ama dev bir pazar halini aldı. yabancıların yedikleri boklu hamburgerlerin yanı sıra ülkemizde'de (isim vermeyelim sarı-kırmızı hamburger şirketi) bir hamburger şirketinin de salataları poşetlenmiş şekilde metrobüste yerlerde sevk edilmesi canlı gözlerle şahit olunmuştur.
  • cok fazla mcdonalds ve türevi hazır yağ dolu yemekleri yiyen insanlara sahip ulkeler icin kullanilan tanim.bu adda bir de kitap varmis.(bkz: amerika birlesik devletleri)*
  • fast food mafyasini anlatan* inanmak istemeyecegimiz gercekleri anlatan bir kitap.
  • tüketici olmanın tükenmekle eşdeğer/mümkün olduğunu söyleyen bir film**
  • eric schlosser'in aynı isimli kitabından uyarlanan filmi, 'tape', 'before sunrise' ve 'before sunset' gibi efsane ethan hawke'lu filmlerin yönetmeni, richard linklater yönetiyormuş. bu filmde de delikanlımızı* eksik etmeyen yönetmenimiz, yanına da birer patricia arquette, greg kinnear, kris kristofferson hatta ve hatta avril lavigne kondurmuş. biz daha 'a scanner darkly'nin merakı ve heyecanıyla yanıp tutuşurken bir de bu çıktı başımıza.

    (bkz: http://www.imdb.com/title/tt0460792/)
  • bu filmi almadan önce içeriğini hep belgesel olarak tahayyül etmiştim,
    basbayağı bir hollywood filmi olduğunu anlayınca bayağı bir şaşırmış,
    yine de belgesel izlermiş gibi bakmıştım ekrana.

    food inc. belgeselinde amerikan gıda devlerinin ahtapot kolları beyaz saray'da dahil olmak üzere,
    bütün kamu kuruluşlarında nasıl bir yaptırım gücü olduğunu iyice bellemiştim.

    insanların karınlarını doyurmaları mı yoksa hayal güçlerini beslemek mi daha önemlidir.
    bütün film boyunca aklımda hep şu soru çakılı kaldı,
    hollywood mu daha güçlü yemek endüstrisi mi.
    bu film aşikar ki 7. sanatın fast food'a açtığı savaşın belgesi.
hesabın var mı? giriş yap