• steinbeck'in yazıya aldığı dramayı, john ford zamanın şartları da göz önüne alındığında müthiş bir şekilde beyazperdeye aktarır. büyük buhran'da çiftliklerini kaybedip göçmen işçi haline geldikten sonra kaliforniya'ya taşınan oklahomalı bir ailenin hayatını ve mücadelelerine tanık oluyoruz.

    motto bellidir; amerikan ruhu asla yenilmez!! evet karakterler zorlu koşullarla karşılaşır ki hayata karşı yenilgiyi kabul etmeden yaşadıklarına katlanırlar ve her şeye rağmen hayatta kalmaları başlı başına bir zaferdir. romanın aksine film daha iyimser bir sonla biter. hayatın önemini ve sevdiklerimizle birlikte ve onlar için yaşamaktan başka bir anlama ihtiyaç duymadığımızı keşfedebileceğimiz gerçek bir destandır. romanı da filmi de ölmeden önce okunası ve izlenesidir. ölmeden önce diyorum çünkü belki de ölümümüz hayata karşı verdiğimiz mücadele zayıflığından olacaktır ki bu filmde bunu nasıl aşmamız gerektiği ilham verici bir biçimde anlatılır.
  • kitabın güzelliğini anlatacak bir kelime arıyorum ama bulamıyorum. muhteşem bir john steinbeck romanı diyelim.

    buradan sonrasını farklı örneklerle yorumlamaya çalışacağım. çünkü steinbeck bu romanı yazdığında, joad'ların dramatik hikayesini okumamızı istemiyor. steinbeck bizden, köylerinde dansların edildiği, başakların altında aşıkların sevişip uzandığı, başlarını sokabilecekleri evleri olan binlerce joad ailesini oki'ye çeviren sistemi sorgulamamızı istiyor.

    dilim döndüğünce yorumlayacağım. tabi adamakıllı bir parça et yedikten sonra. bir koklasanız, ömrünüzde bu kadar güzel kokan bir et görmemişsinizdir. yanında biraz da ılık sütüm var. bugün dükkan ekmeği bile aldım. anne'ye, rozaşarn'a karşı mahçupum. inşallah beni bir yerlerden izleyip kızmıyorsunuzdur.

    tarih 24 ekim 1929. dünya, tarihinin en büyük kriziyle karşı karşıyadır. wall street'te binlerce insan, ellerinde hisse senetleri ile tedirgin, ne olduğunu anlamaya çalışıyordur. bu süreç, binlerce bankanın iflas etmesiyle, milyonlarca insanın bir anda servetini kaybetmesiyle, işsiz kalmasıyla, intiharlarla sonuçlanacaktır.

    bu krizin joad ve joadlar gibi onbinlerce çiftçi ailesine etkisi, bankaların, büyük tarım şirketlerinin mallarına el koymasıyla gerçekleşti. 1920'lerde refah içerisinde yaşayan amerikan halkı, birçok teknolojik gelişmelerin ve hiç sonu gelmeyeceğini düşündükleri üretimin karşısında duramadı. tüketim artmıştı çünkü üretim artmıştı.

    bu dönemde, büyük bir illüzyon baş gösterdi. "borçlanma ve taksit ile ödeme" insanlar, bir otomobile sahip olabiliyorlardı. borçlanarak veya taksitle ödeme yaparak buna ulaşabilmekle yeni yeni tanışan insanlar, elde edebilecekleri çoğu şeye borçlanarak ulaşmaya başladılar.

    "cebimden para çıkmıyor ama elimde yepyeni bir radyo var. borçlanmak harika" söylemleri yayılıyordu. elbette insanlar sadece lüks için borçlanmıyordu. kuraklık nedeniyle o dönemi kurtaramayan insanlar, bankaların eline düşmüştü. bu salgın, onbinlerce aileyi sürgün edecek bir sürecin fragmanıydı. ekim 1929'dan sonra ise süreç tam anlamıyla başlayacaktı.

    büyük bankalar, çiftçilerin mallarına borçlarına karşılık el koydular. bu dönemin en kötü özelliği ise fiyatlar konusuydu. üretim çok fazlaydı ve fiyatlar düşüktü. insan hayatına zerre kadar değer vermeyen, kötülükle dolu bu şeytani takımın tek bir tanrısı vardı.

    "kâr"

    kar edemedikleri için, yüzbinlerce ton ürünü denizlere döktüler. gömdüler ya da bozulmaları için depolara kaldırdılar. piyasada arz'ı azaltıp fiyatları arttırırken, milyonlarca insan sefaletin koynunda yatıyordu. işte joad gibi mallarına el konulmuş onbinlerce ailenin, daha sonra kendilerine "oki" denilecek onbinlerce onurlu insanın umutla, "beyaz bir evimiz olacak, tavuk ve domuz yetiştireceğiz, üzümlerden kusana kadar yiyeceğiz" diye yola çıktıklarında durum böyleydi.

    toprağını terk eden bir insan için ufukta ne vardır? belirsizlik, kaygı ve umut. steinbeck, bu üç duyguyu bu kitaba öyle işlemiştir ki belirsizliğe çıkılan yolda kaygılardan tırnaklarınızı yerken zaman zaman umutla dolarsınız.

    roman, tom joad'ın hiçbir şeyden habersiz hapisten çıkışıyla başlıyor. siz de okumaya başladığınızda, aynı tom gibi olanlardan habersizsiniz. buradan sonra, yaşanan yıkımı doz doz veriyor. kitabın bu şekilde yazılması aslında krizin de aşama aşama ve gittikçe kötüleştiğini çok güzel bir şekilde ifade ediyor.

    kriz döneminde milyonlarca erkek işsiz kalmıştır. erkekler buhranlarla, fiziksel ve mental yıkımlarla harap olmuşlardır. bu nedenle toplumda kadınların rolü artmaya başlamıştır. kadınların hemen her konuda fikir beyan ettiği ve sorumluluk aldığı bir dönemdir.

    kitaptaki anne karakteri bu durumu anlatmaktadır. romanda anne, erkeklerine umut veren, onları cesaretlendiren, ortalığı toparlayan bir karakter olarak canlandırılmış. tom joad'ın babasına "ana eskiden böyle değildi, daha sakindi" sözü dönemin kadınlar açısından etkisini anlatırken, babasının tepkisizliği ve öylesine birkaç cümle söylemesi dönemin erkeklerinin de durumunu anlatıyor. betimlemeler muhteşem.

    krizlerin insan psikolojisine etkisi böyledir. bir erkek için en kötü his "işe yaramayan biri" gibi hissetmektir. bu romanda hem tom, hem baba, en baskın şekilde amcaları ve diğer tüm erkekler bu duyguyla boğuşmaktadır. bir çıkış yolu arıyorlar ancak bulamıyorlar.

    yazar, erkeklerin durumunu kitapta çok iyi anlatıyor. kendinizi o çaresizliğin içinde hissediyorsunuz. peki, çaresiz ve işe yaramaz hisseden erkeklerin içinde büyüyen filiz nedir?

    tabii ki "öfke".

    yola çıkarken var olan umut, zamanla yerini çaresizliğe, umutsuzluğa ve nihayetinse öfkeye bırakıyor. yazar, yolculuk sırasında umudun öfkeye evrilişini, cümlelerin arasına büyük bir ustalıkla yedirmiş. o beyaz evlerde tavukların koşacağını hayal eden okur, romanın ortalarında polisleri, bankacıları, zalim çiftçileri katletmenin planlarını yapıyor.

    çok uzattım. anlatacak çok şey var ancak sıkıcı anlattığım için zaten buralara kadar okuyan pek olmayacak. o nedenle şöye bitireyim.

    john steinbeck, bu muhteşem romanında o dönemi ve sistemi anlatıyor, eleştiriyor ve en büyük eleştiriyi okura bırakıyor. birçoklarının kalbinde devrim ateşini yakmış bir roman olduğuna eminim. zira sizi tam bir kapitalizm düşmanı yapabilecek bir kitap.

    kitabın sonu ise, bu dönemi, süreci, o yolculuğu, sefaleti kısacası her şeyi özetleyen muhteşem bir sahne ile bitiyor. yazar, kitabın duygusal olarak en çok yıpranan ama hep "sus artık, ağlama" denen karakteri rozaşarn'a bu sahnede başrol vererek hem rozaşarn'ı ödüllendiriyor hem de bu sefaleti özetliyor. sırf bu sahne için bile okunmalıdır bana göre.

    edit: imla
  • john steinbeck romanı. sanayileşmeyle topraklarından koparılan insanları anlatır.
    sonu fenadır.
  • john steinbeck'in kaleminden çıkmış ve büyük buhran sonrası kaliforniya'da yaşayan işçi sınıfının hayata tutunmaya çalışmasını konu alan romandır. araştırmalarıma göre yazarımız; fareler ve insanlar, yukarı mahalle ve gazap üzümleri ile edebiyat dünyasında kabul görmüş.

    filmini de unutmayalım henry fonda abimiz oynuyor.
  • henüz bitirdiğim kitap. okurken acıktım , kamyonun arkasında yolculuk yaptım, çadırda uyudum ve hepsinden de öte umut ettim. her sayfada bir dolar daha fazla kazanmanın hayalini kurdum. o akşam et pişsin istedim. yağmurlar başlayınca sırılsıklam oldum, rutubetlendim. en sonunda rozaşarn bana bakıp gülümsedi sanki.
  • ülkenin durumunu bu kitaba benzetmeye başladım artık, kimse düzgün bir iş bulamıyor bulsalar bile köle fiyatına çalıştırılıyorlar. büyük bir kıtlık var gibi domuz alacak paramız kalmadı.
  • hayatımda ilk defa bir kitabın bitmesini istemiyorum. birkaç sezonluk dizi gibi devam etsin diye az az okumaya çalışıyorum. annem alırken herkesin okuması gereken bir kitap dedi sahiden önceki okuduklarımdan bazıları roman mıydı dedirtti bana. okuyun,okutturun. bankalar ve çarklar arasında ezilen insanlar... okurken bir ara verip charlie chaplin'in modern times filmini izleyin, kitap içinize daha çok sinecek. kaç yıl önceki şeyler bugünü daha aydınlatır belki.
    kitaptan en sevdiğim alıntıyı bırakıp gideyim, siz de okuyun,sevin kitabı *
    "halkın ruhunda büyüyen gazap üzümleri olgunlaşıp ağırlaşıyor ve bağ bozumunu hazırlıyordu."
  • elimden bırakmadığım,merak ettiren,içimi daraltan,canımı sıkan ,gerçekçi anlatımıyla gelecek kaygısı yaşatan, orada buhranın içinde hissettiren kitaptır.her bir karakter başlı başına bir harika olsa da esas takdir ettiğim kadın"ana"dır.adı yoktur onun çünkü.gece yarısı bitirdim ,uykum kaçtı .ama en sevdiğim kitaplar listesine iyi bir giriş de yaptı bu şaheser.
    "gemilerde yakıt diye kahveleri yakalım.ısınmak için mısırları yakalım...ne güzeldir ateşi!patatesleri nehirlere dökelim,aç insanlar toplayamasın diye kıyıya gözcüler dizelim.domuzları kesip gömelim,leş kokusu toprağın içine karışsın gitsin.
    suçun ötesinde bir günah var bu işte .ağlamanın simgeleyemeyeceği bir hüzün var.yüm başarılarımızı yıkıp deviren bir yenilgi var.o verimli toprak,o dizi dizi ağaçlar ,o sapasağlam ağaç gövdeleri ,o olgun meyveler...oyda beri yanda çocuklar pellegradan ölüyor.ölecek de .çünkü portakaldan kar edilemiyor. adli tabipler gelip formları dolduracak...kötü beslemeden öldü diye...çünlü yiyecekler çürümek zorunda.zorla çürütülecek.
    insanlar ellerinde ağlarla geliyor,nehirden patates avlamaya uğraşıyorlar,nöbetçiler de oradan uzak tutmaya uğraşıyor.millet tıngırdayan arabalarla portakal toplamaya geliyor,portakalları üzerine gaz sıkılmış halde buluyor.kazık gibi dikilip patateslerin önlerinden akıp geçişini seyrediyorlar,kesilmekte olan domuzların ciyaklamasını dinliyorlar.hayvanlar hendeğin içinde kesiliyor,üzerleri hemen sönmemiş kireçle örtülüveriyor. portakal dağlarının vıcık vıcık,çürük bir sıvı halinde akşını seyrediyorlar. aç insanların gözlerinde giderek büyüyen bir gazap oluşuyor.ruhlarında yumru yumru gazap üzümleri oluşuyor,büyüuor,ağırlaşıyor,bağbozumuna hazırlanıyor."
    *
  • kitapta steinbeck'in kendinden esintiler sunduğu karakter kanımca papaz casy'dir, ailenin bir süre zaman geçirdiği devlet kampı ise düpedüz sosyalizm metaforudur.
    kapitalizmin insanın doğasında var olduğunu söyleyenler bu kitabı okusun, okusun ki bir daha bu rezil düşünceyi söylemeye utansın.

    hedefine ilerlemeye çalışan bir kaplumbağa üzerinden bile inancı körükleyebilen kitap.
  • az önce bitirdiğim kitap.okurken rus klasiklerinden birinimi okuyorum dedirten kitaptır ayrıca.rus romanlarında ki semaverde çay demleme ritüeli burada kendisini kahveye bırakmış,açlık ve sefalet içinde kazanılan para kumar yerine domuz etine yatırılmış.her sayfası umut ve hayalkırıklığını bir arada yaşattı bana .sanırım biz de o kamyonla beraber yolculuk ettik,aşırı sıcakta yüzümüz kavruldu,kızarmış hamur yemekten içimize fenalık geldi,her gün çadır kurup şilte toplamaktan canımız çıktı,iş bulmak için her kapının ardına kadar baktık.
hesabın var mı? giriş yap