• çocukluğum, anadolu'nun güzel şehirlerinden birinde geçti, ciddi anlamda güzel bir şehir. yani en kolay anlatımla; "emekli olduğunuzda yerleşmek için hevesleneceğiniz türden" bir şehirde. şehrin ileri gelenlerinden ya da tanınmış isimlerinden biri olarak büyümedim ben. etrafımızdaki insanlar arasında saygın bir yere sahip olmamızı da mal/mülk değil, ana babamızın mesleğine bağlayabiliyorum, zira ikisi de öğretmendi ve bugünün aksine benim çocukluğumda öğretmenlik gerçekten kutsal bir meslekti. şimdilerde sürekli çemkirilen, niteliksiz insanların "devlet kapısında bir yer" edinebilmek için kapağı attığı resmi dairelerin memurları haline geldi öğretmenler. aralarında gerçek öğretmen olanları bulmak için projektörle dolaşıp aramak gerekiyor.
    her neyse, benim derdim başka.

    yaşadığımız sokakta, dörtyol ağzında bir apartmanın köşe dairesindeydik. köşe dairede daha önce yaşamış olanlar ne denli yüksek bir stratejik öneme sahip olduğunu bilirler. iki ayrı sokakta olan biten her şeyi bilirsiniz dörtyolun köşesindeyseniz. sağda solda ne olursa haberiniz olur, sadece balkonda oturup yarım saat etrafı izlemekle bile bir yıllık malzeme toplarsınız.

    benim çocukluğum o köşe dairede geçti diyebilirim, en azından ilkokul 3. sınıftan sonra. apartman dedemindi, dolayısıyla kendi evimizdeydik hep, alt veya üst katımızda, karşı dairemizde akrabalarımızla komşu olarak yaşadık. o nedendendir ki doktorculuk oynadığım güzel komşu kızları olmadı hiç apartmanımızda.

    aynı sokakta ilkokuldan sınıf arkadaşlarım vardı iki tane, hatta aynı apartmandaydılar, akşamları bir türlü karşılaşamazdık sokakta saklambaç oynarken. onlar ders falan çalışırlardı, ben bisiklet sürer, sokaklarda sürterdim. onlar birlikte doktorculuk oynarlarken (biri kız, biri erkek) ben sokaktaki diğer komşularımızın kızlarıyla yakalamaca oynardım. her neyse, benim derdim bu da değil.

    gülşah, yan sokakta, karşı apartmandaydı, en üst katta. kardeşi vardı benden çok küçük, ama gülşah benimle yaşıt, hatta benden büyüktü. aynı okulda, farklı sınıflardaydık. iyi anlaşıyorduk açıkçası. cana yakındı çünkü, sıcaktı, güleryüzlü, samimiydi. gülşah, ben, oğuzhan, emrah, hatta kardeşim, gülşah'ın kardeşi ahmet falan hep bir aradaydık. bir akşam gülşah'ların apartman boşluğunda şarkı yarışması yapar, bir akşam sakatatçının bulunduğu sokaktaki arsada saklambaca dalardık. onlar ip atlarken araya kaynar sinir ederdik ara sıra, sonra bize de ip atlamayı öğrettiler. ben de gülşah'a elektrik borusuyla kağıttan fişek atmayı öğretmiştim, hem de ucuna iğne koyarak... hatta iğneyi de kirece batırarak. yaramaz bir çocuktum sanırım. rakı şişesine kireç doldurup içine suyu bastıktan sonra kapağını kapatarak boş arsaya bırakıp patlamasını izlediğimi düşünüyorum da, yaramazmışım gerçekten.

    gülşah'ın bana mektup yazdığını hatırlıyorum karşı sokaktan. mahalledeki diğer kızlarla gönderdiğini, çocuktuk o zamanlar, aşk oynardık, arkadaşlık oynardık, evcilik, çocukçuluk... ne ararsan. çocuktuk biz, samimi, yanyana, kardeş gibi. her akşam, ama her akşam gülşah'la aynı sokakta, çocukluk yapıyorduk biz.

    sonra büyümeye başladık, ilkokul bitince iyice ayrılmaya başladı yollarımız. ben anadolu lisesi'nde, o normal lisedeydi. benim artık farklı bir çevrem oluşmaya başlayınca, akşamları sokağa çıkmalar azaldı, azaldı... neredeyse kayboldu gitti. o da büyüyordu zaten, değişiyordu, çocuk değil kız çocuğu oldu önce, sonra genç kız olmaya başladı. ben sınıftaki kızlara asıldığım dönemlerde, onun sınıfındaki çocuklar da gülşah'a asılıyorlardı. akşamları sokakta karşılaşmalarımız iyice azalmıştı artık. haftada birkaç gece görüyordum, onda da eski samimiyet yoktu ve yanındakilerle sürekli fısıldaşmalar vardı.

    gülşah ve ben büyürken yollarımız iyice ayrıldı be sözlük, çok az görür oldum onu. bir ara acid dinliyor, break dance falan yapıyordu. çevresinde asi gençler vardı hep, çok havalıydı gülşah, bense anadolu liseliydim, havaya zamanım yoktu. olsa da bende hava yoktu zaten.

    sonra?

    sonra çok zaman geçti, bir ara sadece bayramlarda ailece ziyarete gittiğimizde, gülşah evde olursa karşılaştık. daha sonra hiç göremedim, cafelerdeydi, sevgilileri oldu sanırım, bilemiyorum. çocukluğumu beraber geçirdiğim, yan yana büyüdüğüm gülşah'ı tanımıyordum artık. tanıyamıyordum ve zaten görmüyordum. sonra?

    sonra ben izmir'e gittim, üniversite müniversite, derken okulun patlaması vesaire derken -şimdi yazarken elim titriyor- 15 sene daha geçti...

    15 sene sonra, geçen hafta gülşah'tan haber geldi.

    evlenmiş, 6 aylık bir çocuğu olmuş sözlük. çocukluğumu beraber geçirdiğim, beraber büyüdüğüm gülşah anne olmuş. ben ona hiç aşık olmadım bak baştan söyleyeyim, o da bana olmadı, yanlış anlama beni. çocukluk aşkımı anlatmıyorum sana. kardeş, arkadaş, yoldaş, ne sayarsan san, onu anlatıyorum. ara sıra kavga edip küstüğüm, kolunu ısırdığım, şarkı yarışmasında sahte oyla birinci seçtirdiğim, bisiklete beraber bindiğimiz, dondurmasını yalayıp kaçtığım gülşah'ı anlatıyorum.

    anne olmuş. şizofrenin biriyle evlendirmişler.
    adam çok dövüyormuş, nasıl kıyabiliyormuş bilmiyorum ama çok dövüyormuş, terk etmiş gülşah, kaçmış. zorla geri getirip koynuna tıkmışlar. sonra çocukları olmuş... çocuğun hatrına katlanmış dayağa, katlanmış, katlanmış... artık katlanamaycak hale gelince, raporlu olan bu şizofrenden bir kez daha kaçmış.

    yine geri götürmüşler biliyor musun? sonra?

    sonra bu şizofren, bir gece, eline aldığı ekmek bıçağıyla, defalarca bıçaklamış gülşah'ı.
    ilk bıçak darbesinden sonra bebeğinin bakıcısına bağırabilmiş sadece "çocuğu alıp kaç" diye. bakıcı kız, çocuğu alıp kaçmış, kurtarmış ama gülşah defalarca bıçaklanmış. şizofren adam, defalarca bıçaklamış gülşah'ı...

    öldü. çocukluk arkadaşım gülşah, öldü. yediler onu, yok ettiler. el birliğiyle yok ettiler. hiç oldu, kayboldu. beraber büyüdüğüm gülşah'ı, gözler önünde, göz göre göre yok ettiler sözlük. neye uğradığımı şaşırdım, mal gibi kaldım. kabullenebildim çünkü hayat bombok, hayat fesat, adi...

    öldürdüler, bir araya geldiler ve uzun süre uğraşıp öldürdüler.

    arkadaşlarla amatör radyo istasyonu kurduğumuzda, telefonla şarkı istemiştin benden. bir kez daha o şarkıyı dinliyorum şimdi. bir hafta geçti ölümünden bu yana, ancak yazabildim bunları. tck 46 ve şizofren raporu sayesinde elini kolunu sallaya sallaya dolaşacak birinin varlığı bir çok insanı huzursuz edecek şimdi ama sen yattığın yerde huzur bulursun umarım.

    çocukluğumu paylaştığım çatlak sesli güzel kız, toprağın bol olsun...
  • bu isimdeki kızların başında gülden bir hare vardır ve gül gibi kokarlar,çok güzel gülerler,geyik yapıyorsam şurdan şuraya gitmek nasip olmasın ...
  • farsça kökenli bir isimdir ve anlamı güllerin şahı değil gül dalıdır
  • bana hayatımın en güzel günlerini, en büyük acılarını yaşatan güzeller güzeli kadının ismi. gülüşü öyle şeyler anlatır ki derinliğinde, deniz kokar teni, meleğim benim, okusan ve anlasan keşke beni, ne çok özledim bir bilsen seni...
  • kemal sunal'ın "ibo ile güllüşah" filmindeki güllüşah ismini akla getiren, çok sevdiğim bir arkadaşımın ablasının da taşıdığı, beğendiğim bir isim.
  • hülya koçyiğit'in baskın erkeklerin ideali olamayacağı o mağrur güzelliğini görüp üstüne bir de levent ülgen gibi içimden "hulyaa, hulyaa" geçirmem sebebiyle gördüğüm yerde iki soluk izlemeden gitmeyeceğim film.

    gülşah'ın balondan sevginin nasıl şişip şişip patlayacağını, aşkın hangi engelleri nasıl aşacağını gösterdiği film.

    duygudan geçemeyen omurga sahibi bünyeler için on dakikalık finalinde aşkın/aşıkdaşlığın
    örgü biçiminin günümüzde ne denli ütopik kalacağını esefle gözlemleyebileceğimiz film.

    en son 4 yaşımdaki kardeşime çizgi film ararken denk geldiğim, abicim bak gemiye binecek,
    trene binecek, gamiyona binecek diye diye güç bela ikna ederek oturup kardeş kardeş
    seyrettiğimiz film.
  • şimdiki adı gülşah alkoçlar olan hülya koçyiğit'in kızının aynı adlı filmi
  • ilk ve tek aşkımın adı.seni seviyorum.

    edit:büyük lokma ye büyük laf konuşma.

    edit:…..…….... ....
  • selim soydan'ın parayı bastırıp hem kızı gülşah'ı * hem de eşi hülya koçyiğit'i oynattığı 1975 yapımı türk filmi. yönetmeni ise orhan aksoy. filmin jönü ise cemil şahbaz. filmdeki müstakbel kaynana neriman köksal, gelin ise nil burak. gülşah'ın dedesini de münir özkul canlandırır.

    gülşah'ın annesi ölmüştür. babası tekrar evlenmek üzeredir ve gülşah için eve gelen dadılar da en fazla bir hafta dayanabilmektedir ona. gülşah , dedesi * ve evin hizmetli tayfasıyla dadıları kaçırmaktadır. böyle böyle giden bir film.
hesabın var mı? giriş yap