• göç kültürünün ülkeye etkisini anlatan müthiş kitap. yasaklanmamış olmasına şaşırıyorum.

    60-70 yıldan sonra ülkede bir s.kimin değişmediğini görmek de şaşırtıyor. inşaat ya resulullah sloganı ile istanbul şantiye haline gelince, köylüler de taşı toprağı altın sloganıyla istanbul'a gidiyor.

    bu yıllarda iç göç zirve yapıyor. bu yıllar aynı zamanda hızlı ama altyapısız, plansız, çarpık kentleşmenin yaşandığı yıllar. kitapta anlatıldığı gibi kent yıkılıp yeniden yapılmaya başlandığında yani yayıldıkça yeni mahalleler ve gecekondulaşma da oluşur. insanların sadece başını soktukları gecekondu mahallesine göçerken yanlarında taşıdıkları ve muhafaza ettikleri kültürlerinin yanında yeni bir kültür oluşur. izleri ve etkisi günümüze kadar süren arabesk kültürü.

    bu eğitimi önemsenmeyen kültürde (kültürsüzlükte) cinselliğini yaşayamayan toplum ya ensest ya da eşcinsel ilişkiye meylediyor. şimdiki esra erol programlarının konusu o zamanlarda da var yani.

    kitapta, menderes hükümetinin bugünün türkiyesinin nasıl prototipi olduğunun anlattıldığı bölümler var.

    "arkadaşlar, her ne pahasına olursa olsun, iktidardan düşmeyeceğiz. hak, hukuk, adalet, demokrasi boş laflar. muhalefetin ak dediğine kara, kara dediğine ak diyeceğiz. muhalefet batıl mı dedi? irtica mı dedi? biz onların burunladığı her şey gibi bunlara da dört elle sarılıp, halkın hoşuna gitmekten çekinmeyeceğiz. bizi biz yapan halktır, muhalefet değil. iktidar onların eline geçse, vallahi tozumuzu attırırlar. onun için bizden olmayan herkesi kendimize can düşmanı bileceğiz, vuracağız, kıracağız, yakıp yıkacağız. ta ki akıllarını başlarına alıp ya bizimle birleşirler ya da mahvolup giderler. başka çaremiz yok. vaktiyle onların bize kullandıkları silahı şimdi biz onlara karşı, onlardan da ileri giderek, zerrece acımadan, gözümüzü kırpmadan kullanacağız.

    halkımıza kahve verme, şeker verme, gaz verme, hatta ekmek verme zarar yok... yeter ki ibadethanelerini onar, radyolarında mevlüdünü, ardından da gümrah sesli duahanlarının kalpleri dalgalandıran seslerini eksik etme"

    çok güzel dalgaya alınmış. millet kuyrukta perişan olurken iktidardakiler bu kuyruk milletin alım gücünü gösterir, havada kapıyor milletimiz ürünleri gibi kontra ataklar mevcut. tanıdık trol zırvaları yani. yine aşağıdakiler birbirini s.kerken yukarıdakiler ihaleyi kapmak için karısını gönderir bakana. yani kimin kimi s.keceğine iktidar karar verir.

    filmi de var ama kitapla alakası yok galiba. şu kitabın filmini yapamazlardı zaten.
  • türk sinema tarihinin en çok konuşulan filmlerinden biri. tabii bunun böyle olacağını kırk sene önce seyrettiğimde bilmem mümkün değildi. çocukluk anılarımda o filmden aklımda kalan, beni en etkileyen sahne; köyden kente göçen kızın, babasından bir gün çok paraları olur ise zengin evinde gördüğü saatten almasını istediği andı. seneler geçip çok kanallı televizyonlarımız bu filmi tekrar tekrar gösterdiklerinde filmin öneminin nereden kaynaklandığını anladım. köyden kente göç olgusunu işleyen ilk türk filmiydi . halit refiğ o yıllarda istanbul il nüfusu daha bir milyonu bulmamışken bir şeylere dikkat çekmeye çalışmıştı. film; göç olgusu alt yapısı, konut sorunu çözülmemiş, iş olanakları yaratılmamış bir ilde kendi akışına bırakıldığında ne gibi sorunlar doğurabileceğinin alarm zilini çalıyordu adeta...bugünkü gecekondu sorunu, arabesk yaşam tarzı ve marjinal yollardan kazanç elde etme kapıları ile istanbul o günkü alarm zilinin duyulmadığının bir resmi...
  • nasil da unuttuk, ayni zamanda halit refig'in 1964'de cektigi ulke icindeki goc olgusunu isledigi filmi. cuneyt arkin'in ilk filmi olmasi acisindan da onemli tabii.
  • içinde geçen repliklerden kırk yıl sonra bile bıçkın bıyıklı değnekçinin cüneyt arkın’a söylediği söz tüm hikayeyi; hatta şimdiki istanbul'u özetler.
    “burası istanbul oğlum. allah’ın arka cebinden peygamberi çalarlar da haberi bile olmaz”

    demek ki "nerede o eski istanbul?" diyenler daha da eskiden bahsediyorlar. 1453-54 falan ilk yıllar.
  • film turgut özakman 'ın ocak isimli oyunundan uyarlanmıştır. 1960lı yıllarda anadolu'dan istanbul'a göç eden insanlarımızın yaşadığı ekonomik ve kültürel sorunlar üzerinde durur.

    --- spoiler ---

    hikaye maraş 'tan istanbul'a göçeden 4 çocuklu bir ailenin haydarpaşa istasyonunda trenden inmeleri ile başlar ve ailenin istanbul'da geçirdiği birkaç yılı anlatır. aynı şekilde yine haydarpaşa'da biter. maraş'ta otomobil tamirciliği yapan ailenin işleri kötü gidince istanbul'da yeni bir tamirhane açarak ailecek çalışıp kendilerini kurtarmak amacındadırlar. ailenin 3 erkek çocuğu ve bir kızı vardır. erkek çocuklardan en küçüğü doktor olmak üzere üniversiteye başlar.

    istanbul'a aynı trende geldikleri bir genç (hüseyin baradan ) ile beraber girerler. kayseri'den gelen bu gencin üstü başı yırtık pırtıktır ve ne anne babası, ne de bir varlığı olmadığı gibi trene bile verecek parası olmadığı için kaçak yolcu olarak gelmiştir. ailenin ise bir tamirhane açmak için parası ve birbirlerine dayanarak çalışma planları vardır. üstü başı yırtık pırtık kayserili ile haybeci diyerek dalga geçerler.

    hepsinin istanbul'la ilgili hayalleri vardır. istanbul'a şah olacaklardır. amaç istanbul'a entegre olmak, uyum sağlamak kendini geliştirmek değil de kısa yoldan köşeyi dönmek ve hep hayallerini kurdukları istanbul hayatını yaşamaktır. aslına bakılırsa özellikle babaları olmak üzere çok bilmişlikleri, eğitimsizlikleri ve doyumsuzlukları vardır. haybecinin karşısında akıllı geçinirken daha ilk gün kiraladıkları tamirhaneye gidince dolandırıldıklarını anlarlar. daha sonra küçük bir tamirhane açarlar. ancak ilk günlerden itibaren aile bireyleri dağılmaya başlarlar ve eğitimsiz-doyumsuz bir şekilde büyük şehirde yutulmaya başlarlar.

    ortanca kardeş (cüneyt arkın ) rakipleri olan tamirhanenin sahibinin karısı ile umarsızca yasak bir aşk yaşamaya başlar ve uçkur sevdasına işleri serer, bir süre sonra dükkan iflas eder. büyük kardeş (tanju gürsu ) ise taksici olarak çalışmaya başlar ve bir pravyonda dansöz olarak çalışan sevda ferdağ 'a aşık olur. onun peşinden evi barkı terkeder. hayali istanbullu bir sevgili sahibi olmak iken dansöz seval aslında maraş'taki komşuları örengillerin naciye ismindeki evden kaçmış kızıdır. kız kardeş ahlaksız bir kadın olan komşuları ile arkadaşlık etmeye başlar, daha sonra önder somer ile tanışır, iğfal edilir, kandırılır. en sonunda evden kaçarak kötü yola düşer. ailenin en akıllı ve sağduyulusu olan tıp fakültesine giden küçük kardeş bile bir istanbul özentisi içinde ailesinden utanır ve kız arkadaşına (filiz akın ) anadolu'dan geldiklerini söylemez.

    film boyunca kahramanlarımız aralarda haybeciyi görürler. kendileri gittikçe düşmekte iken haybeci yavaş ama emin adımlarla ilerlemektedir. önce hamallık, sonra otopark kahyalığı, sonra müzayedecilik derken kendisine güzel bir iş kurar ve hatta bizimkileri yanında çalıştırmaya başlar. onlar haybeci sen mi istanbul'da adam olacaksın diye dalga geçerken haybeci her zaman sabırlıdır. bir bina yapacaksan önce alt katından başlayacaksın, basamak basamak çıkacaksın der.

    hikayenin sonunda aile istanbul'da tutunamaz, küçük kızlarının kötü yola düştükten sonra ağabeylerinin takibi esnasında ölmesi ile yıkılırlar. en sonunda filiz akın'ın ailesinin yardımı ile memleketlerine geri dönerek orada yeniden başlamaya karar verirler. doktor olacak nişanlılar ise mezuniyetten sonra kendilerine çok ihtiyaç duyulan anadolu'ya gitmeye karar verirler. film iki nişanlının aileyi maraş'a gidecek trene bindirerek uğurlaması ile biter.

    haybeci de aynı trene biner. ancak artık aralarında çok fark vardır. o sıfırdan başlamış, kendini hayallere kaptırmamış, basamak basamak çıkarak iyi bir iş sahibi olmuştur.
    --- spoiler ---

    filme genel olarak bakıldığında her ne kadar klişelerle dolu ise de istanbul 'a göç edenlerin dramını çok güzel verdiğini görüyoruz. bilgisiz, tecrübesiz bir şekilde büyük şehre gelip hayaller içinde, kısa yoldan zengin olma çabalarının, ekonomiye ve topluma entegre olarak bir katkıda bulunmadan tutup da eğlence hayatına vs.'ye karışmanın sonunun hüsran ve kötü yol olduğu anlatılıyor.

    filmin verdiği mesajlara bakarsak: büyük şehir-endüştrileşmiş ekonomiye entegre olmanın ancak küçük kardeşin yaptığı gibi eğitimle veya haybecinin yaptığı gibi basamak basamak, sindirerek bir entegrasyon olması gerektiği vurgulanıyor. hayaller içinde, eğitimsiz ve doyumsuz kısa yoldan köşe dönme sevdalısı olanların sonunun ise yasak aşklar, gece hayatı ve ahlaksız kişilerin bulunduğu ortamlara düşmekten öteye gidemeyeceğini gösteriyor. buna bir çözüm olarak hikayemizin kahramanı ailenin memleketine dönmesi gösteriliyor. bunu bir yenilgi olarak kabul etmemeleri söyleniyor. amerika sevdalısı aile ve doktor kızları da bir ders alıyor ve eğitilmiş insanların yurtdışına değil de anadolu'ya gitmeleri, orada onlara daha çok ihtiyaç olduğu belirtiliyor.

    etkileyici ve duru bir film, hikayesi ve senaryosu çok güzel. ne eksiği ne de fazlası var. oyuncular çok kaliteli. cüneyt arkın'ı mahcup delikanlı havalarında görmek bile çok güzel. 1960ların istanbul'u, değişik bir atmosfer var.

    kişisel bir değerlendirme yaparsam klişeleri fazlasıyla abartılı buldum. istanbul'a gelir gelmez ailenin bütün bireylerinin alel acele bir doyumsuzluk içinde seks peşine düşmeleri, yasak aşklara, gece hayatına, abuk subuk ortamlara girmesi çok ama çok fazla abartılı. sanki istanbul'da namusu ile çalışan, yaşayan kimse yok, normal insanların, ailelerin bulunduğu ortamlar yok, istanbul'un sosyo-kültürel hiçbir güzelliği yok. herkes bir sapkınlık peşinde koşmak zorunda sanki. öyle ki tıp fakültesindeki çocuk bile özenti içinde, kız arkadaşının ailesi yabancı hayranı, antikalar içinde. diğer kahramanlara da bakarsak herkes kötü: çıkarcı ve çaçeron ev sahibi, kocasının dükkanı iflas etmesin diye cüneyt arkın'ı kandıran gayrımüslim kadın (bunu da abartı buldum. gayrımüslim olması ahlaksız olmasını gerektirmez), yine maraş'tan kaçan naciye illa kötü yola düşmüş, dansöz oluyor, tanju gürsu diyor ki gel evlenelim namuslu yaşayalım, ancak o ben lüks hayata alıştım olmaz diyor, komşuları ahlaksız bir terzi kadın, evin kızı mahallede namuslu bir gence aşık olmuyor da playboy önder somer iğfal ediyor. haybeci de gayet itici, köşe dönücü, çıkarcı olarak resmediliyor. e peki istanbul'daki normal ve iyi vatandaşlar nerde?

    aaaaaa bütün bunları yazarken fenalık geldi valla. hiç mi namuslu ve aklı başında kimse yok bu istanbul'da... bir de tabii sanki anadolu'da hiç yasak aşk yok, hiç kötü ortam yok, kötü insan yok.

    halit refiğ diyor ki: saf ve temiz anadolum. herkes ferdi tayfur 'la köyüne dönsün. masal hayatı yaşasın. buyrun bakalım.
  • 64 yapimi halit refig filmi.

    senaryo halit refig ile orhan kemal tarafindan orhan kemal'in ayni addaki romanindan (62), turgut ozakman'in ocak piyesinden (63), visconti'nin rocco e i soui fratelli (60, rocco ve kardesleri) filminden uyarlanmis.
    donemin sancili, kanli canli mevzusu "goc"; elia kazan'in dumani ustunde america america'si, italyan sinemasindaki taze izler, orhan kemal'in yapitlarinda parildayan sahici pacavrali insanciklar ile gundeme oturmaya baslamisti. gurbet kuslari, buyuk kente gocu yesilcam'da irdeleyen, mevzuya ayna tutmaya calisan ilk yapimlardan biri olmasindan oturu bilhassa klasiklesmistir.

    ekonomik, toplumsal bunalimlardan, darbogazlardan nefes alamaz olup, bir umut istanbul'a goc eden dort yetiskin cocuklu bir anadolu ailesi (maras'tan) yansir perdeye. hayatta kalma, kentte topraga tutunma savasimlari, savruluslari, yanlislari, darbeleri, donusumleri, bozusmalari.

    oyunculuklar oldukca kuvvetlidir. kurgu ve goruntuler de oyle. cuneyt arkin ilk cikisini burada yapmistir. diger esasli rollerde tanju gursu, filiz akin, ozden celik, pervin par, onder somer, sevda ferdag, mumtaz ener, huseyin baradan, gulbin eray, danyal topatan, muadelet tibet, muzaffer nebioglu, mualla surer goze carpar.

    diyaloglarda istanbul argosu, sokak agizlari, edebiyatci eli degdigi belli bir ustalikla kullanilmistir. misal:
    "(...) karsimizda bir tamirci dukkani vardı. rum’du sahibi. panayot usta diyorlardi. heriflerin konusmalarini anlamiyorduk. lakin zorlu bir avrati vardi herifin. ask olsun, hani kitap gibi avrat. oldu mu boylesi olmali. dükkana yemek memek getiriyordu arada bir. bakiyordum. bizim murat da kerizleniyordu bir iki. kerizlenmeyecek gibi degildi ki baba. adı despina’ymisş kaltagin. alttan alta bakiyordu bize dogru. o gun anladim ki avratin gozu bende. yuregim tip etti. (...)”

    senaryoda donem filmlerinin yaygin arizalari, basmakaliplari, ayipli soylemleri, bakislari, elbet artik suyunun suyunun suyu cikarilmis iyice gozumuze sokulmus da oldugundan, gozumuzu kanatir.

    yapim, birinci antalya film senligi'nde en iyi yonetmen, en iyi film odullerini almistir.

    bugunki ufuklardan bakildiginda, buraciktaki meshur (bkz: türkiye'den siktir olup gitmek) mevzusu, yurt disina dalga dalga giden, gitme hayaliyle yasayan, kapagi atip da oradaki duvarlara kafasini carpa carpa berelenen akranlarimiz kardaslarimiz, istanbul'un mevcut vaziyeti, kuresel olcekteki multeci facialari, gocmenlik cikmazlari dusunuldugunde guncelligi, anlamlari somutlanir.
  • göç üzerine yeşilçamda yapılmış filmlerin en yetkin filmlerdendir. 1964’de sanki metin erksan* ile halit refiğ "aga bu senenin en güzel filmini ben yapacağım" der gibi 2 tane usta işi film yapmışlar.

    --- spoiler ---

    bakırcıoğlu ailesi maraş’ta ne varsa satıp savıp istanbula göç eder. trende onlarla beraber gelen kayserili haybeci film boyunca ailedekilere istanbul’da çeşitli yerlerde rastlayacaktır. her göründüğünde ise konumu daha iyi olacaktır. filmde eski vapurlar ile ilgili daha önce dikkatimi çeken bir durumu anlatayım. haydarpaşa garı iskelesi çıkışında 2 tane kapı vardır. kapıların üstünde osmanlıca 1. mevki ve 2. mevki yazmaktadır. bakırcıoğlu ailesi vapura binerken gişelerin o zamanlar mevkiye göre olduğunu görüyoruz.

    devralacakları dükkan yüzünden dolandırılınca istanbul’da sülün osman gerçekliği ile yüzleşirler. istediklerinden daha küçük bir dükkan ile başladıkları tutunma macerası, cüneyt arkın’ın despina, temel gürsü’nun ise seval ile olan ilişkisi ile kötü gitmeye başlar. sadece baba’nın aykata tutmaya çalıştığı dükkanda işler kötü gider ve kapatmak zorunda kalırlar. kemal ise tıp fakülteside öğrenime başlar. istanbullu kız arkadaşı ayla’ya onun gibi şehirli olduğunu söyler. fakat günlerden birgün taksici abisi ayla’yı eve bıraktığı bir gün bütün foyasını ortaya çıkarır. bu arada evin biricik kızı fatma ise şehirli her yolu bilen arkadaşı mualla ile istanbul’da ortamlara akmaya başlar. ağabeylerin baskılarına rağmen erken dönem nuri alço figürü orhan* ile sevgili olur. orhan’ın yüzüstü bırakması ile terk ettiği eve dönemez ve o da maraş’taki komşuları erengillerin naciye gibi kötü yola düşer. ağabeyleri peşine düşerler ve cüneyt arkın’ın sinema kariyerini derinden etkileyen kavga sahnesi olur.

    finalde ise tek kızlarını kaybetmenin ve istanbula yenilmenin verdiği üzüntü ile maraş’a geri döner aile. şah olmaya geldikleri istanbuldan yenik dönerlerken istanbulda kalan kemal ve ayla vapura binmek üzere iskeleye giderlerken kemal kendileri gibi istanbula tutunmaya çalışan bir aileyi görür.

    --- spoiler ---

    gurbet kuşları ve vesikalı yarim o yıllardaki istanbul gece hayatının anlatıldığı ve istanbul’un filmin geçtiği mekandan çok filmin oyuncularından biri olduğu filmlerdir. haydarpaşa garından istanbula baktıkları sahne ve taşralı olduğunu şehirli sevgiliden saklama daha sonra bir çok filmde klişe olacaktır. filmdeki en önemli sahnelerden biri de ailenin okumuş çocuğu kemal’in şehirli sevgilisi ayla’nın evlerinde ayla’nın babası ile yaptığı göç üzerine sohbettir. yönetmen burada göçün yarattığı sorunlar üzerine çözüm önerileri getirmektedir.
  • tanju gursu'nun, bugün artık kullanilmayan pek çok argo sözcük kullandığı film.

    (bkz: alarga)
    (bkz: kayorto)
    (bkz: gavlamak)

    ***

    evin kızı * ile orhan'ın * mualla ablanın * partisinden çıktıkları ev bugün istanbul nişantaşı'ndaki valikonağı caddesi 153 numarada bulunuyor.
  • film, günümüz koşullarında diyalogları ve akışı ile aslında dalga geçilecek seviyede ironi içermektedir. bununla birlikte, kurgu ve oyunculuk açısından özellikle günümüze kıyasla yüksek bir noktadadır.

    örneğin cüneyt arkın'ın ilk filmi olmasına rağmen klark çekmeleri ve mimikleri harikadır. belli ki doğal bir oyuncu yeteneği var olduğunu ve enerjisini hemen göstermiş. keza tanju gürsu'nun da oyunculuğu ayrı bir seviyededir. bana göre tanju gürsu türk sinemasının en underrated aktörlerinden biridir. duygularını seyirciye bu derece yansıtan başka bir oyuncumuz var mı? ben karşılaşmadım. resmen güldüğü sahnelerde gülüyor, kızdığı sahnelerde kızıyorsunuz. yine o yıllarda çömez zamanlarını yaşayan filiz akın, günümüzden bakıldığında adı daha iyi konulan "yaşam tarzı ülke gerçekleri ile çelişen istanbul kızı" rolünü enfes şekilde oynamış. anne-baba şehirli doktor, abisi amerika'da yaşayan doktor, kendisi tıp eğitimi alan ve muhtemelen kolej mezunu bir hekim adayı ama açık bir şekilde alt sınıfı temsil eden kemal'e (özden çelik) kendini beğendirmek için kemal'in ailesi ile tanışmaya giderken başını örtüyor ve üzerinde son derece sakil duran hareketlerle anadolulu kız taklidi yapıyor.

    kurgu ise o yıllara göre rakipsizdir. orhan kemal'in senaryoya elinin değdiğinin en büyük göstergesi filmin kurgusudur. haybeci karakteri ile karşılaştırmalı olarak ve açıkça izleyiciye verilen mesaj olsun, seval'in (sevda ferdağ) ortanca erkek kardeş murat'a (tanju gürsu) aslında naciye olduğunu anlatırken ki trajik diyalog olsun, filmin final sahnesinde kız kardeş fatoş'un (pervin par) ailesinden göreceği hem psikolojik hem fiziksel şiddet yerine intihar etmeyi tercih etmesi olsun... şimdi için bile toplumsal sorunlara parmak basmak adına ilmik ilmik işlenen harika bir iş olmuş. eh o yıllardaki toplum yapısı sebebi ile mesajların kör göze parmak sokulacak şekilde verilmesi de beni yukarıdaki sebeplerden dolayı rahatsız etmiyor doğal olarak.

    ekonomik, toplumsal, demokratik ve değersel sorunlarımızı aynı anda '60'ların başlarında çözmeye başlayabilseydik yunanistan, ispanya, güney kore... gibi eminim memleket çok ama çok farklı bir seviyede olacaktı. çünkü açıkça belli ki, memleketin entellektüel seviyesi o yıllara göre çok ama çok geride, neredeyse çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya. halit refiğ ve orhan kemal'in film özelinde temas ettiği sorunlara istinaden teşhisler kesinlikle doğru imiş ama sonuçları bizi bambaşka bir noktaya çıkardı.

    günümüzde de bu tip net toplumsal sorunlara parmak basan kaliteli yapımların çıkması dileği ile..
  • final sahnesindeki tanju gürsu-cüneyt arkın boğuşması, arkın'ın aksiyona olan yatkınlığını ortaya çıkarmış ve sanatçının kariyerini derinden etkilemiştir.
hesabın var mı? giriş yap