• nasılsanız öyle yönetilirsiniz
    hz muhammed
  • isyan etmeyip, kabul edilmesi gerektiği gerçeği çok koyuyor bazen bu laf için...

    isyan etmiyorum..
    oy verebilir sıfatını hakedenlerin yarısının oyunu aldıysa bir parti beğenmesem de hükümetimdir.. (ki tc tarihinin en yüksek 5. oy oranını da sağladılar yanılmıyorsam)
    "ben diğer insanlardan üstünüm, okumuşum, bilgiliyim, vizyonum geniş, çağdaşım" diyebilirim.. isyanımı bunlarla deşebilirim, alevlerle korlayabilirim... ama gerçek değişmiyor. azınlık içerisindeyim..
    herşeyin doğrusunu ben bilmiyorum demek ki.. bilsem bile değişmiyor, benim doğrularım halkın yarısını memnun etmiyor..
    "çağdaşım, eğitimliyim, x partisine oy veren insanlardan üstünüm" dememin bi yararı olmadığı gibi son derece antipatik gözükmemi de sağlıyor sonuçta....

    her millet layık olduğu şekilde yönetilir.. ben o milletin bi parçası olmak istemiyorum ama öyleyim..

    hayırlı olsun... isyanınızı kendinize saklayın...
  • milleti oluşturan halkın kalitesi, dürüstlügü, aydınlıgı yada cahilligi ile yönetim şekli arasında bir korelasyon oldugunu vurgular cümle.

    (bkz: halkın sagduyusu)
  • ne sokak röportajları ne de büyük şirketlerin yaptığı anketler... bu halk sadece düğünlerde tanınır.
    aslında kahvehanelerde de neler döndüğünü merak ediyorum ama yine de düğünler gibi etkin sonuç vermez diye tahmin ediyorum.

    işte ben de tam da bu yüzden düğünlere intikal etmediğim gibi mazeret bile sunmam. ancak analık mefhumu gereği evlatlarım iki kuzen görsün, nereden geldiğini unutmasın diye çoook müsaitsem ve aşırı canım sıkılıyorsa gidip ortamların nabzını tutarım.

    yüzyılın felaketi olmuş, ülkenin en önemli seçim dönemi geride kalmış. insanlar sosyal medya üzerinden birbirlerine hakaret etmiş, kalpler kırılmış, eski defterler açılmış, kanamadık yara kalmamıştı.

    düğün evine gittiğimde kimseye selam verme niyetim bile yoktu. çünkü insani bir tepkimde "ulaaan nasıl kıydınız geleceğimize, hiç mi acımadınız, hiç mi korkmuyorsunuz?" diye karşımdakinin boynuna saldırırım diye korktum. genelde kıçı kırık selam verip kimseye sarılmadığıma alışkın akrabalarla kısa bir hasbihalden sonra teyzem tarafından odadan çıkarıldım. "şu kadın" diyor "akp kadın kolları başkanı, gözünü sevem tatsızlık çıkmasın", "senin çağırman sorun değil de benim laf sokmam mı sorun oldu?" cevabıma "ben çağırmadım ki her yere gelir o" dedi. (eyyyy cehaapee! duyuyor musun??)

    düğün alanına gittiğimizde yeterli izolasyon sağlamak için hangi masada oturmalıyım diye göz ucuyla yer ayarlarken ortada kaldım. annemin dünürü var şu yanda. ağzına geleni söyleyip annemin sinirlerini bozan bi kadın. annem, kardeşimin hatırı için mesafe koyamadığından ben koymak zorundayım.

    bu masaya amcamlar oturacaklarmış, yıllardır babamı her türlü sömürüp bi de üstüne emekli primlerini ödetip babam sayesinde emekli aylığına kavuşan amcam evet. babam ilk defa bu seçimde rica etmiş. bu seferlik demiş "o"na vermesen olur mu? eli gitmemiş adamın, günaha girmekten korkup yine "o"na vermiş. babama, ee amcamla nasıl olacak bundan sonra diye sordum. o benim kardeşim, dünya senin bildiğinle sınırlı değil, küssem nolacak dedi. bu masa iptal!

    şu tarafta eniştenin akrabaları oturacakmış. başörtü takmadığım için genç kızlığımı yiyenlerden müteşekkil bir grup şimdi her türlü dekolte ihtimalini değerlendiren devrimci z kuşağı genç kızların danslarıyla coşup fotoğraf çekiyorlar.

    en iyisi dedim, ayyaş dayımın yanına oturayım. o da "bop başkanı olduğunu kendi söylemedi mi bu adam, valla ben ilk günden beri diyom bu adamla olmaz diye, hiç oy vermedim gurur duyuyorum" diye diye başımı şapınca onu da terk etmek zorunda kaldım. giderken "e sen nasıl fanatik şekilde chp'ye bağlıysan, bunlar da öyle, o yüzden aslında birbirinizden farkınız yok" deyip bi tane sandalyeyi sırtladığım gibi tüm ailenin küslüğünü ve kırgınlığını da onurumla yüklenip ormanın yakınında konuşlandım.

    insanlardan uzak güzel kızların bacaklarını seyredeceğim bi yere oturdum. beni gören bi iki kadın bi yandan elbiselerinin yırtmaçlarını kapatarak, topuklarıyla çimenlere bata çıka yanıma gelip çocuklarını emanet edip gittiler bana. evet düğünde çocuk bakıcılığı yaptırılan "o" kadın olmuştum.

    neler görüyorum!!! akplilere instagram'dan saydıran kuzenimin nikahını akpli beldiye başkanı mı kıyıyor? "teşekkürler başkanım, iyi ki geldiniz" dendi. vav!!

    şu da gelinin eski sevgilisi ha! bunlar neredeyse karakolluk oldular. benim babam bile araya girmek zorunda kalmıştı. ailecek gelmiş çocuk, anası babasıyla. ee sarıldılar gelinle!! vay aminyum.

    uzaktan insanları gözlerken, hayatta bir araya bir daha asla gelemeyeceğini beklediğim insanların karşılıklı kırıtmalarını seyrettim. nasıl ya? e niye birbirinize ettiniz onca şeyi? niye özensiz davrandınız bu kadar? sonra nasıl oldu da affettiniz birbirinizi?
    affettiniz mi? yoksa üstünü mü örttünüz? düğünden sonra mı başlayacaksınız yine? plana mı sadık kalacaksınız? ha tamam. her şey olması gerektiği gibi ama bi bana anormal geliyor yani? tamam.

    görünmezliğim amcamın dikkatini çekmiş olacak ki çocuklarıma 100'er lira harçlık vermiş. onlar da bana getirdiler. bir amcanın yeğenlerine harçlık vermesi sıradan bir doğa olayı gibi görünse de 37 yıllık yaşamımda tecrübe etmediğim bi şey bu. bugüne kadar elini cebine atıp 5 lira verdiğini bilmem. ama bu sefer farklı. ben ona kızgınım ve o bunu fark etmiş. gönlümü almaya çalışıyor. evet parayla.

    çocuğun elinden parayı çektiğim gibi karşısına dikilip "la sen kendini erdoğan, beni de faizi düşük tutmak inadın yüzünden sıçtığın ekonomiden yiyecek ekmek bulamayıp ağzı kokan fakir mi sandın? 4 fincan kahve parasıyla neyi telafi etmeye çalışıyorsun?" diyecektim ki üşendim. oyuncak standına gidip çocuklara balon ve minik lazer fenerleri aldım o parayla.

    lazerlerimizi, sahnede tüm coşkusuyla dans edenlerin gözlerine gözlerine tuttuk. biraz kızar gibi oldular. dedim çocuklar gözlerine tutmayın, ayıp! bu sefer memelerine ve popolarına tuttuk. çocuklar kıkırdadıkça keyfimiz yerine geldi.

    özensiz, hesapsız, düşüncesiz davranışlarının bedelini ödemiyor insanlar. tekrar yüz yüze bakacağız, dengeli konuşayım demiyor. şu sözlerimin altından nasıl kalkarım, insanların yüzüne nasıl bakarım demiyor. pişman olup geri adım atmak istediğinde ise açık açık konuşmak yerine hiçbir şey olmamış gibi davranmayı seçiyor. herkes alışmış buna, kimseye garip gelmiyor.

    artık bir benim de karar vermem gerekiyor: ya bi ağaç dalına minder atıp insansız hava sahasına geçiş yapacağım, ya da sisteme baş eğeceğim.

    ilk adım olarak tüm birikimimi afrika'da su kuyusu açmak vaadiyle bağış toplayan bir derneğe bırakıp çocuk tecavüzlerine destek olarak mı başlasam diye düşündüm. sonra dedim ki dur bi sakin ol. önce cilt bakımı yaptır, sonra karar verirsin.

    cilt bakımı yaptırdım şimdi, çiçek gibi olmuşum. dönüşte tam tekmil bi spor salonuna yazıldım. bundan sonra toplumsal olaylara ifadesiz, beklentisiz kalıp kendi götümün derdine düşeceğime söz verdim kendime. artık böyle.

    bu mütüş güzelliğim ve taş gibi vicüdüm evdeki kalın perdelerin arkasında heba olup gidecek doğru ama iyi tarafından bakacak olursam, millet memesine kadar güneş lekesi olurken ben beyaz peynir gibi, yapayalnız öleceğim evimde.
  • (bkz: evet)
  • başına ancak "özgür" sıfatı konulursa anlamlı olabilecek vecize.

    yoksa cehennemin dibinden beyaz adamlar tüfekleriyle gelip yakıp yıkıyor, sizi de köle yapıyorlarsasa bu konuda çok suçlu sayılmazsınız herhal.
  • türk milletinin hal-i hazırda doğruluğunu 100% kanıtlamış olduğu söylem.

    biz zaten demokrasiye hazır değiliz, hiç olmadık; ezelden beri görüşlerin değil kişilerin peşinde koşturan kitleler olduk. bu da demektir ki tamamen monarşi ve dikta rejimlerinin hastasıyız içten içe, kabul etmesek de. demokrasiyi bile, o demokrasiyi çekip çevirecek dengede ve ayakta tutacak bir kahraman olmadan yaşayamadık; kanıtı mustafa kemal sonrası türkiye cumhuriyeti tarihinde mevcuttur. özeline inmeye de gerek yoktur, geneli yetmektedir şöyle bir baktığınız vakit.
  • seçimlerden önce "a partisi"ne oy vermeyi kararlaştıran vatandaş, rüşvet alıp "b partisi"ne oy veriyor ve bu seçilen "b partisi"ndeki bürokratlara "kardeşim rüşvet alıyorlar, devletin parasını yiyorlar" diye mırın kırın ediyıorsa en onulmaz acıları bile haketmiş demektir.
  • yamulmuyorsam hegel e ait bir söz. e tabii hz. muhammed'in daha önce yaşadığını düşünürsek hegel ondan apartmış olabilir. churchill de lafı cilalamıştır. celal bayar'a da kaymağını yemek kalmış gibi duruyor.
  • bu sözün en güzel kanıtı 60 yıldır ülkenin anasını belleyen sağ iktidarlarca yönetilen ve hala bu sağ görüşün %70-75 oy oranına sahip olduğu bir ülkedir.

    afrika'da bir yerde var galiba böyle ülke. dilimin ucunda ama çıkaramadım şimdi.
hesabın var mı? giriş yap