• istanbullu alternatif rock grubu http://www.myspace.com/histeri adresinden şarkıları dinlenebilir
  • bir fikrin bilinçdışına represe edilmesi ve diğer fikirlerle bağlantı kurup modifiye olmaması temelini oluşturur.
  • (bkz: #16381182)
  • 2008 yapım yılı ve orjinal adı the children olan (histeriyle ne alakaysa) bir korku filmidir.
    eğer sinema salonunda sadece ben ve arkadaşım olmasaydık korkmazdım, salonun karanlık oluşu filmden daha korkunçtu.
  • orjinal adı what the dead know olan laura lippman kitabı.
  • uç noktalar arasında gidip gelen, yüklenen boşalan duygusal hal. esasında yalnızca duygusal değil de fiziksel de olabilir bu. yani nasıl diyeyim. demeyeyim de psikolojik halini anlamak, elektriksel halini anlamakla mümkün olabilir pekala.

    şimdi hysteresis yazın.

    (bkz: all apologies and smiles yours truly)
  • eski mısır zamanından 19. yüzyıl sonlarına kadar kadınların üreme organlarının bir hastalığı sanılmıştır. eski yunanlılarda histeri ile ilgililenen bir kurum bile var(i)mış.
    özetle rahmin kuruyup hafiflediği ve kadının boğazına yerleştiği takdirde de bunun nefes alma zorluğuna haliyle de histeriye neden olduğu zannedilmekteymiş.
    hippokrates şiddetli bir hapşurma sonucu rahmin eski yerine oturtulabileceğini düşünmekteymiş.
    tabi anatominin ortaya çıkmasından sonra oynar rahim teorisi çökmüş. o ayrı.

    kaynak: margeret muckenhoupt'un bir kitabı
  • müziğin yumuşak, kadifemsi sesinin onu, kendine doğru çekmesine izin verdi ve yavaşça penceresinden loş ışıltılar gelen eve doğru ilerledi. günün bu saatinde -ki akreple yelkovan bile uyumuş olabilirdi şu zamanlarda- bu ıssız yolda ilerlemesi yeterince korkutucuydu ama şimdi bu ev, bütün ürpertisini dindirmişti. ışık bile, sanki müziğin etkisinde kalmışçasına perdenin üzerini kendine pist edinmiş, anlamsız ve eğlendirici figürlerle eğleniyordu.

    tahta çitlerle örülmüş bu hafif eski ama hala sağlıklı görünen evin, kenarları küflenmiş bahçe kapısını yavaşça itti. ürpertici bir şekilde sanki içerden gelen müziğe saygısızlık etmek istemezcesine kapı en ufak bir gıcırtı dahi çıkarmadı. adımlarını mümkün mertebe müziğe uydurmaya çalışarak camın kenarına doğru ilerledi ve bu saygı ritüeli tamamlanmış oldu.

    eve yaklaştıkça insanların gürültüsünü duyacağını düşünüyordu ama tek bir rahatsız edici ses bile duyamadı. sadece o yalın bir müzik sesi... sanki evin çevresinde bir bariyer vardı ve bu bariyeri aşabilecek cesarete sahip bir gürültü yoktu.

    dans eden insanların eğlenceli kahkahalarını duyamamak onu en çok şaşırtan şey olmuştu. benim gibi birini bile kendine ayak uydurtmayı başardı diye mırıldandı" sitem edercesine "benden bile daha odun birilerinin olduğunu düşünmemiştim." yüzündeki hafif gülümsemeden kendini romantik hissetmesi hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. romantik kendinin tadını çıkardı.

    çevresinde genellikle pek konuşmayan, sakin biri olarak tanınırdı. kısa saçları ve her zaman sinek kaydı traş edilmiş yüzü bu ifadesini daha da ciddileştiriyordu. bir tartışmaya girdiği zaman kısa cümlelerle fikirlerini belirtir ve karşısındakinin lafı gereksiz uzattığını fark ederse onun konuşmasını yarıda kesip, aynı şeyi tekrarlamaması için uyarmaktan çekinmezdi. çünkü kaybettiği zamanı kullanabileceği her zaman ciddi bir işi vardı. o her zaman meşgul olanlardandı.

    camın kenarına yaklaştı ve perdenin hafifçe açılmış köşesinden içeride bir şeyler görmeyi umut etti. hafifçe eğilip, yakaladığı en geniş açıdan içeriye baktı ve beklemediği kadar ilginç bir şeyle karşılaştı.

    ne olursa olsun içeri girmesi gerekiyordu...

    evin kapısına doğru ürkek adımlarla yaklaştı. dikkatini çeken ilk şey eskimeye yüz tutmuş evin görece sağlam sayılabilecek bir kapısının olmasıydı. üzerindeki küfle kaplanmış küçük alanları görebiliyordu, bazı şeyler yok olalı çok olmuştu ama yine de kapının sağlam bir görüntüsü vardı. elini yavaşça kapının kulbunun üzerine koydu. ellerindeki terin metalin üzerine yapışmasına izin verdi ve olacakları biliyormuş gibi kapıyı hafifçe itti. kapı itiat edercesine sessizce aralandı.

    dışarıdan göründüğünün tersine buradan bakınca ev oldukça büyük gözükmüştü gözüne. ürkekliğini atlatıp odaya doğru zeminin gıcırtısına aldırmadan ilerledi. odaya ilk adımını attı ve oraya mıhlanmış gibi kalakaldı.

    bütün vücudunu hissedebiliyordu, herhangi bir organında bir sorun olduğunu düşünmüyordu ama sanki görünmez bir jelin içine girmişti ve bu jeli hareket ettirmek imkansızdı. ağzını oynatabilse belki ses çıkartabilirdi ama şu an için yapabildiği tek şey nefes alıp verebilmekti. onu yapabildiğine şükrediyordu.

    tam karşısında biri duvara yaslanmış -yıkılmış demek daha doğru olur- elindeki şarap kadehiyle öylece boşluğa bakıyordu. bu biri karşı cinse aitti ve kızın göbeğinin üzerinde iz şeklinde kana benzeyen bir sıvı vardı. sanki göğsünün bir yerinden yaradan sızmıştı bütün bu kırmızı sıvı ve öylece süzülüp gitmişti.

    kızın sapsarı saçları, bütün omzuna dağılmıştı. gözlerine görememesine rağmen renklerinin mavi olduğuna dair düşünmeden varını yoğunu yatırabileceği bir bahse girebilirdi. çenesinde akmış rimelin izleri duruyordu. daha önce pembe olduğunu düşündüğü yanakları artık oldukça soluk gözüküyordu. yüzündeki pudra artık daha belirgindi.

    üzerinde, dizlerine kadar gelen beyaz bir elbise vardı, ama o kırmızı sıvının bu elbiseye sızdığına dair en ufak bir belirti yoktu. bütün bu odanın dağınıklığı, hayal kırıklığı ve garip havası o elbiseye bir türlü işlememişti. elbise, altında neler gizlemeye çalışıyorsa bunu çok iyi başarıyordu.

    bir adım daha atmaya çalıştı ama ne kadar uğraşsa da milim ilerlemeyi dahi başaramadı. umutsuzca kıza bakmaya devam etti. en azından böyle bir kızı izleyebiliyor oluşu onu içine düştüğü durumda dahi neşelendirebiliyordu. gözünü kızdan ayırabildiği bir kaç saniye içerisinde odayı incelemeye başladı.

    kızın sağında köşeleri eskimiş ahşap bir masa duruyordu. masanın verniklenmiş yüzeyinin altın sarısı ağacı hala göz kamaştırıcıydı. eskimiş maş müthiş bir yüze sahipti. cezbedici diye iç geçirdi.

    masanın üzerinde birkaç kitap ve defter dikkatsizce dağınık bir şekilde uzanıyordu. içlerinden kırmızı olanın üzerinde birkaç garip figür vardı ama bu açıdan üzerinde neler olduğunu görmesi imkansızdı. öyle bir yerde donup kalmıştı ki önemli detayların hiç birini göremiyordu.

    masanın karşısında, küçük yatağın üzerinde birşey ışıkla dans ediyordu. parlak altın rengi olduğunu tahmin edebiliyordu ama bu odanın aydınlanmasını sağlayan sarı, loş ışıktan da kaynaklanıyor olabilirdi. yatak örtüsü kırmızıydı ama bazı yerleri daha koyuydu, sanki üzerinde kocaman lekeler vardı. kırmızı üzerine daha koyu kırmızı lekeler.

    arkasından bir çıtırdı duydu ve sonrada buz gibi bir havanın ensesine çarptığını hissetti. kesinlikle arkasında birileri ya da en azından bir şeyler vardı.

    arkasında bir parmak şıklatma sesi geldi ve bir anda tam anlamıyla özgürdü. hiç tereddür etmeden kıza doğru koştu ve tam ne durumda olduğunu kontrol edecekken kız ortadan kayboldu. belli ki bunların hepsi onu bu duruma düşürmek için oluşturulmuş bir ilüzyondan ibaretti. bunu kimin yaptığını anlayıp yüzleşebilmek için hızla arkasını döndü ve biraz önce gördüğü kızın ona doğru şaşırmış bir şekilde baktığını gördü. beyaz elbise ve kusursuz makyajıyla melekleri andırdığı söylenebilirdi. neler olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.

    korkmuyordu aksine yaşadıklara kıza karşı duyduğu merakı daha da arttırmıştı. aç gözlerle ona bakıyordu. aklından geçen sayısız soruya inat o sadece pür dikkat bu güzelliğe bakmayı tercih ediyordu. kızın yüzü ifadesizdi, ama bakışlarına karşılık verdiği söylenebilirdi. kız yavaşca ona doğru yaklaştı ve elinden tutarak ayağa kalkmasına yardım etti. kulağına belkide dünyanın en yatıştırıcı ses tonuyla iki kelime fısıldada; "benimle güvendesin..."

    kendini bilmediği tenha bir yolun üzerinde yere yığılmış bir şekilde buldu. yüzünün izi çıktığı çimlerin kenarında dikkatsizce yazılmış bir mektup duruyordu. gerçi buna mektup demek pek doğru olmazdı keza yazanın mektubun yıllardır kalıplaşmış düzenine hiç bir şekilde uymamıştı. boşluksuz tamamen doldurulmuş, rengi solmuş bir kağıt parçası. toparlanıp kağıt parçasını biraz dikkatlice incelemeye başlayınca bir şeyin farkına varmıştı. küçük, önemsiz, ilk bakışta dikkat çekmeyen ama ürpertici bir şey. bu yazı ona aitti, aynı üniversitedeki kullandığı yazı. hocanın dediklerini yetiştirebilmek için kağıda bakmadan yazılmış, dağınık, karışık ama içi dopdolu. yazılanları okumaya koyuldu;

    "ellerine dokunduğumda hissettiklerim, elleri o kadar yumuşak ki. ama sesinin yumuşaklığıyla karşılaştırmam bile. ya da karşılaştırsam bile ikisi arasında bir karar veremem. elimi tutup bana bir şeyler anlatması -ki bir şeyler anlatmasına gerek yoktu, boş kelimeler bile dökülse yeterdi- beni dünyanın en mutlu adamı yapmaya yetti. şimdi onun yatağında oturuyoruz beraber ve ben onu izlemeye doyamıyorum. saçlarının sarılığından bahsetmiş miydim? oh, nasılda bahsetmem, affedin beni. ama ondan önce gözlerinin mavi olduğunu belirtmeliyim. siz de insanlığın büyük çoğunluğunun düşündüğü gibi sarışın ve mavi gözlü olanların çok masum göründüğünü düşünüyorsunuz değil mi? evet kesinlikle haklısınız, çünkü şu an karşımdakinin insan olmadığını söyleserdi onun masumiyet olduğu üzerine bir bahse girer ve varımı yoğumu oynardım.

    hah, nerde kalmıştık? evet, saçlarının güzelliğinden bahsedecektim. mükemmeller ve tıpkı hayalerinizdeki gibi uçlara doğru hafif dalgalanıyorlar ve sonunda ufak buklelere sahipler. bunları abarttığımı düşünüyorsunuz belkide ama ben sadece gördüğümü anlatmaya çalışıyorum.

    mükemmel bir bakışı var biliyor musunuz? ben hep böyle bakılmasını isterdim kendime. bana istekle bakıyor ve bakışlarında kendimi görebiliyorum. bende ona karşılık veriyorum ve oda benm gözlerimde eminim kendi yansımasını görebiliyor. daha sonra ben benim gözlerimdeki onu, onun gözlerinde görüyorum. sonra aynısı o benim gözlerimde. bunu optikte sonsuz görüntü diyorlar sanırım, 2 aynanın birbirine karşılıklı yerleştirilmesi sonucunda birbirlerini sonsuz defa yansıtması. bence bu sonsuz aşkın tanımı. gözlerde birbirini sonsuz defa yansıtabilmek. gözleri mavi demiştim ya siz en iyisi onu boşverin gözleri sonsuz.

    yanaklarında hafif bir kırmızılık var sanki biraz utanıyor gibi bu halde olmamız. bir yabancının elini tutup bir şeyler anlatmaya çalışıyor. aslında anlattıklarını önemsemediğimi söylesem kesin beni yanlış anlardı. evet, biliyorum sende bunu yanlış anladın. anlattıklarının önemi yok çünkü ne anlatırsa anlatsın ben onu hep dinleyeceğim. yanaklarındaki, o allık inanılmaz yakıştı ona biliyor musunuz? bazı şeylerin hale bozulmadığını anlatıyor bana o allıklar. bazı şeyleri hala çok saf onun. o yüzden yanaklarını bu halde çok sevdim sanırım. dayanamayıp söylüyorum, aslında ne anlattığının önemi yok, seni sonsuza kadar dinleyebilirim. gülümsedi ve yanlış anlamadı. yanakları artık biraz daha al ve ben çok mutluyum.

    dudaklarını merak ettiğini biliyorum. hafif aralık duruyor konuşmadığı zamanda ve kırmızı ruj sürmüş. ne soluk ne de çok parlak rujunun rengi. hafif aralık hali onu inanılmaz çekici kılıyor. üst dudağı yukarı doğru kıvrılmış, aynı balıklarınki gibi. balık ağızlısın diyorum ve gülüyoruz. ne demek istediğimi tam anlamıyla anlıyor, beni balığa mı benzetiyorsun diye itici bir diyaloğa girmiyor. ama ben onu kırmak istemediğimden hemen ekliyorum, balığa benzemiyorsun ama balık ağızlı kadınlar en çekici dudağa sahip kadınlardır. "biliyorum" diyor, balıklarında bunu bilmesini isterdim. yüzüme istemsizce bir gülümseme yayılıyor.

    bence çenesiyle burnu birbirlerinin varlığının farkındalar. uyumlu olabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. neredeyse eşit eğimle kıvrıldıklarını söylebilirim. hatta belki size abartıyor gibi gözükebilirim ama güldüğünde bile eşit derece de bozuluyorlar. uyum belkide güzel kılan ikisini de. uyumlu oldukları için bu kadar güzel gözükebiliyorlar. zaten hep uyumlu çiftleri çok sevmez miyiz? onlar hiç ayrılmasın diye söylenip dururuz, onlar çok yakışıyor.

    duruşu. bence en etkileyici yanı duruşu. duruşundan birazdan anlatacaklarımı çıkardığımı bilseydi benim çatlak olduğumu düşünürdü sanırım. gerçi yanlış anlar dediğim her şeyi doğru anladı. bu yüzden bu konuda şüphelerim var.

    neyse, nerde kalmıştık? hatırladım, sana duruşundan bahsediyordum. ilk demem gereken şey sanırım bana güven verdiği. bunu ilk demek istememin sebebi güvenin hayatımdaki en önemli şey olması sanırım. sırtımı döndüğümde aklıma arkama bakmak istemedim ben hiç. gözlerimi kapattığımda onu görebilirim ne de olsa. yeteri kadar güveniyorsam en azından. ona sırtımı döndüm ve etrafı inceliyormuş gibi yaptım. konuşmasını durdurdu ve kıpırdamadı. sanırım yine ne yapmaya çalıştığımı biliyor. yüzümü geri döndüğümde olanca sevimliliğiyle gülümsüyordu. ne diyebilirim ki sana, döndüğünde gülümseyen bir yüz kadar ne isteyebilirsin?

    duruşundan bahsetmişken, bu kadar dik oturuşu sanırım onu bu kadar korumacı kılan. ne yaptığının farkında gözüküyor, ne yaptığını geliyor. yapabileceği hatalar için bahaneler uydurucakmış gibi bir hali yok, ben buyum diyor adeta, saklayacak bir şeyim yok. halbuki sakladığı şeyleri de kabul etmeye şimdiden bile razı olabilirim. yakınına sokuluyorum daha iyi görebilmek için ve kollarını açıp beni göğsüne bastırıyor. hissediyorum sadece ne olduğunu, neler olabileceğini.

    orda aklıma geliyor bir anda. bu kız tam hayallerimdeki kız sanırım. sanki ben çizmişim gibi. bütün detaylarını ben oluşturmuşum ve şimdi onu karşıma almış neler olabileceğini sınıyorum. öyle bir şey ki, sanki var olan ve seçme şansı olmayan benim, seçtiklerimle tamamlanması gibi. eksik yerlerimin kendi bulduğum parçalarla doldurulması ve seçme şansı olmayan benim artık seçtiğim ben olması. ben benim ve şu andaki ben, olmak istediğim ben. hayatın anlamını buldum sanırım. seçtiğimiz beni oluşturabilmek. ben şu anda seçtiğim benim ve hayat seni anlıyorum diyerek elini sıkmak istiyorum.

    bir anda herşey tozlaşmaya başlıyor ve renkler soluyor. karşımdaki ben şu anda gri bir sis parçasına dönüyor ve yok oluyor. bulduğum şeyi kaybediyorum, ben yine eksiğim.

    histerik olduğumu bahsetmemiştim değil mi sana. evet, yaşadığım her şey sanırım bir krizin parçasıydı ve ben şu anda krizden çıkmak istiyorum sanırım. dışarıdan bakanlar kriz geçirdiğimi sanıyor sanırım ve aslında bir yönden haklılar. bulduklarımı bırakmamak için çabalarımın, çırpınmalarımın hepsi. buldum işte, herşeyin bir anlamı var artık beni rahat bırakın, dokunmayın. titriyorum, kendimi parçalıyorum ama sanırım bu krizi de atlatmak zorundayım.

    yaşadıklarımı hatırlamayacağım uyandığımda. krizin ne kadar korkutucu olduğunu düşünüp duracağım ama bu sefer her şey farklı. krizin geldiği anda elimde kağıt kalem vardı ve şanslıysam üniversitenin bana verdiği alışkanlık ilk defa bu kadar işe yaramış olacak. çünkü notlarımı okumayıp ya da emin olamayıp sınavdan önce hep başkasından alıp ondan çalışırdım. hayatta böyle değil mi zaten, bir güvenebilsek bazı şeylere.

    ben iyice bulanıklaşmaya başladım ve mutlu bir haberim var sana; kalemi elimde hissedebiliyorum. krizlerden artık bu kadar korkmamanı isterdim aslında, çizdiklerinden başkası değil krizlerin. işte gidiyoruz, keşke oluşturduğunu hatırlayabilseydin. bir dahakine daha detaylı anlatmaya çalışırım, gördüğüm kadarıyla hayal güzün kuvvetli ama onu bir görebilseydin..."

    neye uğradığını şaşırmıştı. ne düşüneceğini ne yapacağını bilmiyordu, hareketsizce ve tireyen ellerine aldırmaksızın kağıda bakıyordu. bu durumdan çıkabilmesi saatlerini aldı ve sonunda evine gidebilmek için tekrar hareket etmeyi başarabilmişti.

    yolda biraz tedirgin adımlarla ilerleyen, benzi solmuş birini gördü. yabancı tedirgin adımlarla yanına yaklaştı, titreyen sesiyle sordu: " şu ilerdeki evi görüyor musun? "

    gülümseyerek kaleminin ucunu açtı. yabancının bakışları daha da gerginleşmiş ve iyice tedirgin olmaya başlamıştı. yavaşca elini omzuna koydu ve yatıştırıcı bir ses tonuyla " sakin ol dostum " diye fısıldadı.

    "üniversitede not tutmayı sever miydin?"
  • soft değil, sert polisiye! gerçek psikolojik gerilim sevenlerin hazdan öleceği sinema tadında gerilim romanı. en son tana french ' in şey adlı kitabında bu tadı yakalamıştım.
  • bastırılmış duygulara bağlı olarak ortaya çıkan psikonevroz bozukluk. histerik hasta, ruh sağlığının bozukluğundan habersizdir.
hesabın var mı? giriş yap