• ben pek içmeyi bilmem galiba. raki masasinda ölen ismet eniştenin ve dahi 44 yaşinda siroz ve akciğer kanseri arasinda kaybolan ali amcanin ve kumarhane masasina rakisiz oturmayan yenişehirli kenan'in ve beşiktaş tramvayi ve yildiz sarayi önündeki naralari hala ortalarda dolanan dedelerin, amcalarin ve suyun öte tarafindan dayilarin, küçükken altina saklandiğim raki masalarinin, halamlarin bahçesinde boynuna ip bağlayip zorla kaplumbağa taklidi yaptirdiğim rakı şişelerinin benden az biraz utandiklarini biliyorum. ama gerçekler böyle, yapacak bir şey yok. şu hayatta bazen yapacak bir şey yok ve ötesini ben bilmem. "yapacak bir şey yok" ve "ben bilmem" demek güzeldir laf aramizda söyleyeyim onu, biraz da yapivermeyin ve bilemeyiverin gözünüzü seveyim ondan diyorum. zaten bildiklerinizi herkesin bilmesine gerek yoktur, numara yapmayin ve görünmeyen yerlerde de yosunlar gibi susmak güzeldir güler abla haklisin da şimdi ben bilmem onu öldüğünde telefonda da diyecek şey bulamadim zaten. ben 2 yaşimdan beri üzüldüğüm zaman susuyorum. ama bunu düşünmek istemiyorum da aslinda "üzerine konuşamadiğin şey hakkinda ancak içebilirsin" diye bir laf gelince aklima, ki kimbilir kimin lafiydi hatirlayamayacak kadar neşeliydim o zamanlar, "içemediğin şey hakkinda da bol bol konusabilirsin" diye lafi tersyüz edip oradan kendime pay çikararak yaziyorum bunu, ama sadece "intihar etmiyoruz o halde içelim bari" demek şık göründüğü için yanip tutuşan ve tesis yokluğundan sanayiden ve kütüphaneden kendine üç beş karakter zimbalayip oralardan çakma bir kişilik bina etmeye çalişanlar arasindan ve intihar etmediği için içtiğini zanneden absolutlar arasindan siyrilarak, assostaki balik çorbasini hatirlayarak ayseller, tezeller, ömerler, tevfikler ve az biraz nazanlar arasindan geçerek bir düğün gecesinin çikişinda düşünüyorum bunlari samimiyim. ha o bahiste konuşmakla içmek arasindaki kendi kendine gelin güvey olma ilişkisinin güzelliğine diyecek yok elbette ve az önce "konuşan arkadaşimizin sözlerine katiliyorum" elbette. ama ama içkiye ve kadehe muhabbet kapisinda bekleyen, selam verilip geçilecek kalender delikanli muamelesi yapilmasi da biraz haksizlik gibi geliyor bana. nihayetinde hep nerede, nasil, kiminle ve kimlerle saçlarin tarümar olduğuyla ilgili meseleler bunlar ve kendini bilmeze kendini kimin ve neyin hatirlattiğini ve kendini bilire kimin ve neyin unutturduğunu düşünmekle ilgili. halinin püsküllerini eliyle koparip "boru otu, boru otu bunlar saklayalim bunlari sonra kaynatiriz" halüsinasyonlari ve boğma rakinin geçtiği imbiğin piriltisi hatirina, o da olmazsa konaklarin gözü, tramvaylarin sesi titrer adina, ama haftada üç gün temizlikçinin geldiği mermer merdivenli apartmanlardan çikip kalabalik kaldirimli sokaklarda boka batmanin güzelliği namina değil be annem, zaten güzel olduğunu anlayacak zamanlar geldiği zaman, için için, için. düşündüğün gibi yaşadiğini sandiğin için değil, yaşadiğin gibi düşünüdüğün kafana dank ettiği zaman için. ötesini ben pek bilmem, berisinde yapacak fazla bir şey yok, kesin bir şey söyleyemiyorum, zaten araya akrabalar karişiyor ama "ne işim var benim bu yaşama fukaralarinin içinde" dilinizin ucuna kadar geldiği zaman, kendinizle sarhoş olmaya az kala, onu demeden için.
    benim canim biber dolmasi çekiyor, üstüne belki iki kadeh incir rakısı.
  • yeri geldiğinde alkol almak anlamına gelen kelime.
    eğer kötü birşeyler olmuşsa unutmak için içersin; iyi birşeyler olursa kutlamak için içersin ve hiçbir şey olmamışsa bir şeyler olması için içersin diye özetler charles bukowski.
  • eskiden anateması varmış. dostlar toplanıp dostluğa içermiş. eskiler toplanıp gidene içermiş. aşkını kaybeden aşkına içermiş.

    bugün daha çok içiyoruz. sebebi de yok sanıyoruz ama var aga. dostluk yok diye içiyoruz, arkasından üzüldüğümüz kimse yok diye içiyoruz, bir gün ölürsek arkamızdan üzülen olmayacak diye içiyoruz, aşık olamayacak kadar çürüdük diye içiyoruz. aslında daha çok sebebimiz var.
  • insanın kendi içine giden yolda elinde asfalt delme makinasıyla ilerlemesine yol açan şey.
  • en güzel mezesi muhabbettir.
  • "içtiğim zaman, sıkıntımın bir anlamı olduğunu sanıyorum. gene anlatamıyorum ama, bu sıkıntının böyle anlatılır bir duygu olması gereğini duymuyorum o zaman."
  • "bence içmek, her gün tekrarlanabilen ve ertesi gün tekrar hayata dönülebilen bir intihar şeklidir." c. bukowski
  • iyi kötü yuvarlanıp giderken güzel. dertlerini ve mutluluklarını anlattığın dostlarınla paylaşırken güzel. ama günlerini atlatmak için yapmaya başladığında iyi değil. sıkmaya başladı artık.

    rahatsızlık verip uyutmayan olumsuz düşünceler bile daha tatlı. realist olmakta fayda var. "içince unutuluyor mu? yok, unutulmayınca içiliyor." siktir amına koyim. hiç bir şeyin unutulduğu yok. bir sabah sonrasına erteliyosun sorunlarını o kadar. peki bu bi marifet mi? tabi ki hayır. bunu bile bile devam etmek daha çok can sıkıcı. altın işlemeli tahtlarında oturup, kaderlerinin önlerine serdiği güzel yaşamı salt gerçek olarak benimseyenler var bi de. iş hayatı çok zor. keşke evde olup film izleyebilseydim. e kurgular da bu lanet varoluş sancısını dindirmiyo ki be güzelim. bu konuyla ilgili öğütler veren sürüyle aforizma vardır eminim. ama artık alıntı olmasın. 'müziğin sesini duymayanlar, dans edenleri deli zannediyor' diyen niçe'nin sesini duymak istemiyorum. kendimiz çizelim kendi yazgımızı. okyanusların en kuytu köşelerinde varlıklarını kimseden nasihat almadan devam ettiren nadide balıklar gibi yaşayıp gidelim modern zamanlar otobanında.

    "ne o boş boş çay iç, anlamsız muhabbetlerle vaktini öldür cafe köşelerinde" diyodum çoğu zaman. iyi de bizim yaptığımız ne lan. içip içip aynı hayalkırıklıklarına dadanmak. bıktım artık umutsuz şarkılardan. hayattaki tek gerçek acıdır. mutluluksa sadece var olmasını umduğumuz hoş bir seraptır diyen schopenhauer bile dindiremiyor artık birikmişliğimi. zihinsel zenginliğimizi ne kadar arttırırsak o kadar mutlu ve huzurlu olurmuşuz. arkadaş canlılığı ne kadar yüksekse, kendimiz olma isteğimiz o kadar azmış. çünkü özgürlük ancak yalnız kaldığımızda mümkünmüş ve yalnız kalmayı istemeyen özgürlüğü de sevmezmiş. ne var yani iki muhabbet özlemindeysek? en yakın dostlarımızla sarhoş olup, seslerimizi birbirine karıştırarak şarkılar söylemek alt-insanlık belirtisi mi schopen?

    sanmıyorum adamım. her ne kadar toplum belaların bir numaralı üreticisi olsa da; sevgi, zamanlar ve boyutlar ötesi bir güce sahip. mutluluk gerçek olmayabilir ama sevgi, acı kadar gerçektir sayın şıvaynşıtayger. çünkü, sevginin mutluluk getirmesi gerekmez. o, sadece vardır. onu gerçekten hissediyorsan sonuçlarının her hali sana keyif vermeli. özlü sözlerdeki gibi; mutsuzluğa da evet demelisin onunla.

    olacağı bu işte sonunda. içinde kaynayan lavları püskürt ve her şeyi yakıp yıkarak daha temiz bir gelecek inşaa edeceğini zannet. geleceğin amına koyim. bizim sorunlarımız şu anda. batıl inançların, körü körüne herhangi bir geleneğin peşine düşenlerin ve sırf farklı bir ortamda doğduğu için karşısındakini düşman belleyen bahtsız ruhların hissettiği kadar kadar yoğun bir umutsuzluk ve nefretle doluyum hayata. madem gelmeyi biz seçmedik bu dünyaya, o zamana sorumlu tutulmamalıyız yaptığımız yanlışlarda. insanlık hali sonuçta. neyse. bütün bunların sonunda tek bir soru geliyor insanın aklına;

    hedef ben miyim tayfun?
  • bu boşlamışlıkla bir bok olacağı yok. hırs yapıp bir şeylerin peşinden koşsan güzel biteceğinin garantisi hiç yok. durum böyle diye hepten yaşamı boşvermemek lazım bunu da biliyoruz elbet. hem ayranım dökülmesin hem götüm sikilmesin diye diye sarhoşluktan başımızı kaldıramıyoruz. hissederken olduğu gibi yazarken de, yazdıklarını okuturken de kafada bir şeylerin belirmesi lazım. hiçbir şeyde mi başarılı olmaz insan. anca bunaldıkça iç. zaman sanki çok değersizmiş gibi günleri atlatmaya bak. gerçekleştiremediğin bir hayale bile sahip değilken hayata küs. kendini etrafındakilerden mental olarak üstün, duygusal olarak düşük gör ama terazilerin kefelerinin değişmesi için parmağını kıpırdatma. eylemsizlik ilkesini sırf işine geliyor diye yılmazca savun ve kütle halinde entry gir.

    bu iyi değil.
  • hatalar bağışlayan suçlar örten padişah'ın zamanında
    hafız, sürahiyle şarap içmekte, müftü kadehle!
    sofi, muhtesibi omuzunda şarap testisini götürür görünce tekke bucağından kalkıp geldi, küp dibine oturakodu.
    seher çağı, pirimugandan şeyh ve kadının ahvalini, onların yahudice gizli gizli şarap içişlerini sordum.
    dedi ki: mahremsin ama bu söz söylenemez. dilini kıs, sırrı gözet, şarap içmeye bak
    saki, bahar geliyor, şarap parası kalmadı. düşün, taşın, bir çaresini bul...
    dertten gönlümün kanı coşmakta!
    aşk, müflislik, gençlik ve ilkbahar...
    artık özrümü kabul et, suçumu kerem eteğiyle ört!
    niceyedek mum gibi dil uzatıp duracak, şikâyette bulunacaksın.
    işte murat pervanesi geldi, çattı;
    aşık, sus artık!
    ey suret ve mana padişahı, senin gibisini ne bir göz görmüştür, ne bir kulak işitmiştir.
    genç bahtın bu ihtiyar feleğin köhne gök hırkasını miras alıncaya kadar sağ ol. felek yok olsa bile sen yok olma!

    (bkz: hafız divanı)
hesabın var mı? giriş yap