• - iki saattir konuşuyoruz bir kere atatürk demedik abi.
    - hadi ya, oldu mu o kadar?
    - oldu valla ya! aslında ben aksatmazdım, yarım saati geçirmezdim ama dalgınlığıma geldi işte.
    - ben bi ara atatürk kültür merkezi demiştim ama..
    - yok sayılmaz o.
  • kendim şahit olmadım ama ali kırca'nın siyaset meydanında yaşanmış olay. anlatıldığı kadarıyla konuklar, uzmanlar iki saat kadar tartıştıktan sonra, orta yaş üstü bir teyzemiz söz almış ve "iki saattir içimizden biri bile bir atatürk demedi" mealinde laf etmiş konunun atatürkle hiç bir ilgisi olmamasına rağmen. aleyhte argüman için
    (bkz: atatürkün kompliman yapmadığı meslek odaları)
    (bkz: atatürkün söylediği sanılan sözler)
    benzer zihniyeti özellikle devlet kademesindeki birinin konuşma yaptığı bağlamda da görürüz, kişinin atatürkçü olmadığının tespiti babında, konu ne olursa olsun işte 40 dakikka konuştu ama atanın adını ağzına almadı denir. ve ilginç yanı ülkemizde egemen ideolojiye biat meselesi o kadar ciddiye alınır ki, ancak sadece bu tek düzeliğe gıcık olanlar kasden atatürk demeden konuşma yaparlar ve mevzubahis kriter veya önyargı, pratikte doğru sonuçlar vermektedir.
  • - iki saattir konuşuyoruz bir kere atatürk demişiz.
    - demiş miyiz ? eh iyi bari..
    - demişiz tabi abi, aha sayaç burada..
    - bu sayaç ne sayacı böyle ?
    - resmi sayaç bu abi.. atatürk deyince 1 ileri atıyor.
    - işlevi nedir ?
    - dostlar alışverişte görsün..
    - şimdiden 2 tane daha demişiz.
    - neyden ?
    - atatürk demişiz.
    - hakan şükür attı dört oldu.
    - atatürk 4 takiyye 0
    - çok mesajlı olmadı mı lan?
    - olduğu kadar..
  • - abi ondan sonra karşıma aldım, gel şurda doğru düzgün, efendi efendi konuşalım, nedir kardeşim ne istiyosun benden, bir derdin mi var? dedim. "aaabi, yok olur mu ben öyle demek istemedim" diye kekelemeye başlayınca, bak kardeşi...
    - atatürk.
    - hadii, iki saat oldu mu ya? lan daha yarısı duruyor şişenin...
    - sen devam et abi, sonra ne dedi?
  • bu türk tipi gücetapınmacılığın o namütenahi azmini gördükçe kendimi pek tuhaf hissediyorum . türk milleti zekidir, türk milleti çalışkandır gazlamalarının ardına “peki faşizme predispoze bir millet olur mu” sorusu gelsin istiyorum. azıcık sarsılalım. zeki, çalışkan, yurdu demir ağlarla iki ters bir düz ören, ilmikleyen, modernizm illeti ve onun tüm plastik paradigmalarını dünya rekoru sayılabilecek bir hızla nüfuzuna geçiren, o savaşçı-dikkat edin pozitif bir sıfat olarak kullanılmakta kendisi- mağrur, yedi cihana hükmetmiş, öylesine güçlü, konuksever-bu olmazsa olmaz diye ekledim- mallory ve mickey misali asker doğan-katil demedim dikkaayyt- bir milletin faşizme bu kadar alenice göz kırpması çok ilginç değil mi. değil de bunu doğuştan frontal loblarımıza zerketmediklerine göre demek ki ortada ciddi bir motivasyon kaynağı var. öğretilmiş bir faşizm çeşitlemesinin tam göbeğine oturtulan, ilkokuldan başlayarak aynı kemalist paradigmalarla hem frontal hem daha aşağıdaki yumuşak lobları düzenli aralıklarla dürtülen bir milletin, bu ideolojinin en temel dayanak noktalarını içselleştirip vasatın o nalet sinikliği ile nihayetinde faşizme varması meseleyi ilginç olmaktan çıkartıyor.

    fikren derin bir acziyetin pençesinde kıvranan standart/ortalama bir türk insanı da kendi eksikliğini perdelemek için topu ufak bir dokunuşla bütün dünyanın saydığı başkumandanının önüne yuvarlıyor. fikren acziyeti; tutunduğu, dahası zorunda olduğu, kendince büyük anlam ve önem atfettiği hayatının ve onun dinamiklerinin axiology’sini çözememiş, onun kendine olan izdüşümündeki dokunuştan bihaber, o binanın yükseldiği ayakların geldiği manayı, yapısını, işçiliğini, estetiğini kavrayamamış insanın en ufak felsefi soru/sorun karşısında eziş büzüş olması olarak ifade edebiliriz. felsefi sorundan kastım, kierkegaard gelsin “nasıl iyi hıristiyan olunur” desin, sen de ağzın beş karış açık bak değil elbette. bu üzerine benliğini inşa ettiğin sahanın değerler sistemi hakkında bir fikrin yoksa, değeri nesnelleştiremiyorsan, metotların en iptidai vatan, millet, bayrak kombinasyonlarıysa, dönüp kendi içine baktığında, konumlandığın noktanın iç açılarını hesapladığında, kendini deşip, eşelediğinde bana iki saat oldu bir defa atatürk demedik ayarında bir savuşturmacılık, gölgesine sığınmacılık ile geliyorsan, edeceğin kelam bu dar konteks içinde bir uçtan ötekine seksen senedir aynı sığlıkta yuvarlanıyorsa felsefeden kaldın üzgünüm. burada schopenhauer’a kulak verip yapılacak en iyi şeyin yaşama istenciniz reddetmek olduğu sonucuna varırsanız da sorumluluk almıyorum, haberiniz olsun.

    bu ülkede malthus’un aritmerik ve geometrik ortalama temeline dayanan o köhnemiş nüfus teoremi öğretilir de kendisinin ne menem bir insan olduğu anlatılmaz. hazzı, faydayı, refahı bu kadar bencilce bir paradigma ile daima kendine ve zengine yontan adamı bize bu kadar öğretiyorlar. herkes kant ismine aşinadır da alıp okuyacağım desen adam gibi tercümesini bulamasın. iktisat fakültelerinde das kapital, adı arada sırada zikredilen bir kitaptır. bakın okunması mecburi olması gerekeni geçtim ne anlattığı friedman’ın, ricardo’nun sıçtıklarının onda biri kadar bahsedilmeyen bir kitaptır. sosyal bilimlerin kraliçesi gibi bir sıfat ile kendini taçlandıran iktisat neden sana heidegger’den, spinoza’dan bahsetmiyor abi. düşündün mü hiç, merak ettin mi. bak isyan ettin mi demedim farkettiysen.

    ahvalimiz ve şartlarımız buyken ne bekliyoruz sonra bu milletten demiyorum ama bak. ben kabul etmiyorum bize öğretmediler, imkan verilmedi, üniversiteler kalitesiz, eğitim yetersiz sığınmalarını falan. özcesi vasatı seviyoruz biz. yüceltiyoruz milletçe. delicesine bir azimle vasatı ve ona ait normları seviyor, kabulleniyoruz. sanat algımız da, mizah algımız da, felsefe algımız da hepsi ortamalanın lanetine bulanmış durumda. birileri bizim yerimize büyük laflar etsinler, cilalanmış ideolojiler kursunlar, idoleştirilmeye müsait mavi gözlü devler yaratsınlar, kendi ucuz algıları ile hayatı, aşkı, emeği otu boku yorumlasınlar istiyoruz. bize gölgesine sığınacağımız ve huzur bulacağımız adamlar, kavramlar, ideolojiler lazım. varedemiyor, ekleyemiyor ve dönüştüremiyorsan, bundan yoksunsan sana ortalamayı vakumlanmış, ziplenmiş ve afilice paketlenmiş olarak sunduklarında mal bulmuş magribi oluyorsun. hem de mağrip nedir bilmeden.

    okumazan, kurduğun değerler sisteminin içine eğilip bakmazsan, himaye edilmeye muhtaç bir acziyetin içinde rahatsız olmadan kıvranırsan, sana verilenle yetinir, kendine ataerkil kurtarıcı motifleri atarsan ilk önce vasat yeşerir o topraklarda. en tehlikelisi en ortamalama olandır, ondan feyzalandır. vasat bayraktır, vasat millettir, vasat tek adamdır, paketlenmiş ideolojiler, cilalanmış sözlerdir.

    vasatı sindirmekteki azminiz faşizmi bu toprakların mayası haline getiriyor günden güne. bu paradigmayı sarsmadıkça da işte böyle, faşizmin o tuhaf formları ile nice başka adlar altında muhattap olmaya, sevişip kaynaşmaya devam edeceğiz.

    o değil de iki saat oldu bir defa schopenhauer demedik ben ona üzülüyorum.
  • (bkz: zikir)
  • iki saate bir atatürk lafı eden insanın diyeceği söz dizimi.
    her konunun sonuna atatürkü koyup da milli duyguları suistimal etme çabasıyla yapılan konuşmalarda, iki saat içinde atatürk adı geçmeyince söylenebilecek bir kısa yol olsa gerek.
  • 108 dakika felsefesine inanan bireyin serzenişi.

    (bkz: 4 8 15 16 23 42)
  • 9 kasım cumartesi günü süreyya operası' na bale izlemeye gitmiştik. temsil başladığında bir amca ayağa kalkıp "bugün atatürk ün ölüm günü, yazıklar olsun bir istiklal marşı bile okumadınız" diye bağırmaya başlamıştı; ay sahnedeki genç werther şok! prusyalı adam tabi ne bilsin. her neyse amcayı çıkardılar, biz geri kalan zamanda kah bale yaptık, kah atatürk ün ilke ve inklaplarından bahsettik.
hesabın var mı? giriş yap