• kanada'ya iltica etmek almanya, franda, hollanda gibi ulkere iltica etmekten daha kolay. bu sekilde gelenlerin anlattiklari hem kendi hem baskalarinin hikayelerinden ozetlersem:

    1. pasaport dairede pasaport cikarilir.

    2. ozellikle istanbul'da sahte pasaport isleriyle ugrasanlara verilir pasaport. bunlar pasaportun uzerine sahte vize vururlar. bu vize illa kanada vizesi olmak zorunda degil. arada transfer yapilan baska bi ulke varsa oranin da vizesi olabilir. eger kanada vizesini hemen alacak birisiyseniz buna gerek bile yok.

    3. ucak bileti (kolay bu)

    4. sonra yolculuk baslar. ama bu yolculuga baslamadan once turkiye'de yapmaniz gereken seyler var. en basta ilticaci oldugunuzu, turkiyede hayatinizin tehlikede oldugunu bi sekilde kanitlamaniz gerekir. o yuzden insan haklari dernegi* ya da hadep gibi dernek/partilere uye olup ordan uye karti alirsiniz. en onemlisi bu derneklerin size "su aclik grevine katilmistir, su gosteri de goz altina alinip iskence edilmistir" diye bi kagit vermesidir. araci falan bulup bunu da 1000-2000 dolara halledersiniz. eger vucudunuzda ne bileyim ameliyat izi falan varsa bunu da gorevlilere iskence izi olarak gosterebilirsiniz. bunun icin de turkiye'de bi doktorla anlasip rapor almaniz lazim. o da parayla tabii. bu kagitlar yaninizda yolcugulugu tamamlayip havalimanina ayak basinca ben ulkemden kactim, hayatim tehlikedeydi diyeceksiniz. ornegin kanada kendisine bu sekilde gelen kim olursa olsun (pol pot-idi amin dahil) geri ceviremez. size iyi o zaman mahkemeniz su gun, kalacak yeriniz var mi diye sorar. sen de ya var ya yok dersin cikarsin havalimanindan pasa pasa. bundan sonra iltica ettigin ulkede artik kurt/ermeni/alevi/suryani ne kadar dernek varsa gidip uye olman gerekir kimligini kanitlaman icin. ornegin kurt dernegine uye olmak oturum iznini almak icin cok onemli. kurtlerden nefret eden nihalatsiz.org otag yoneticisi dahi olsan bu dernege kayit yaptirman lazim. millet de (kanada icin soyluyorum) 500-1000 dolar verip uye oluyor bu dernege. (kurt olup parasi olmayan ve bu yuzden uye yapilmayanlar da var) nese artik tum belgelerle hakimin karisina cikmaniz lazim. hakim soracak neden burdasin diye. artik iyi bi yalan atacaksin. eger baglama calabilen biriysen "ben dugunlerde baglama caliyordum. polisler beni gozaltina alip iskence yapti; tehdit etti" dersin. ya da "ben kurdum, yolda telefonda kurtce konusurken komiser geldi kafama tasla vurdu, kopegimi de tepikledi" de yaratici bi ornek. ve hepsi bi sekilde ise yariyor. ondan sonrasi hakimin takdiri. yani misal sen izmir cesmeli isen ve hakim izmire turist olarak gelmisse daha onceden, fazla da yapacak biseyin yok seni geri gonderecektir. ondan sonra oturumu alinca is bulursun hayatini devam ettirirsin. onune gelen kanadaliya da biz x'ler turkiyede cok kotu davraniliyoruz moduna girersin. kurt derneginden ayrilanlarin ulkucu dernegi kurmasina ne denir bilemem. kanadanin bu sekilde her geleni icine almasi, ama almanyanin hollandanin artik geri gondermesi bu iki avrupa ulkesinin insan haklarina deger vermedigini mi gosterir? yoksa kanadanin safligini mi. ya da genc dinamik nufusa ihtiyaclari var da ondan mi izin veriyorlar. hani biz de genc dinamik nufus sahibiyiz ya. egitimsiz, kompleks sahibi, mafya ozentisi, namus belalisi da olsak.

    25 yil sonra kanada, abd, avrupa ulkeleri sinirlarini koruyacak biliyoruz ama ortadogu da gelecek sene ne olacagini goremiyoruz. yani 10-15 yil sonra yeni manisa davalari, yeni gozaltinda olumler, yeni iskenceler orataya cikip bu olaylarin kurbanlari gercekten hayatlari tehlikede oldugu icin ulke disina kacmak istedikleri zaman cok gec olacak gibi geliyor bana. ve sirf bu sekilde kacanlar yuzunden 60 yasinda sirket/dukkan sahibi insanlarin "bu yasa geldik, olmeden bi avrupada gezelim" heveslenmeleri konsolosluk siralarina gomuluyor. ya da sik kadar bi avrupa ulkesinden kadikoy buyuklugunde bi baska avrupa ulkesine yilbasini gecirmeye giden genc bi turk "konsoloslugumuz turklere ayri diger vatandaslara ayri prosedur" uyguluyor diye geri cevriliyor. allah kahretsin!

    bi de bu sekilde gidip, uc bes yil calisip ev araba sahibi olan, sonra da agzini kemcute kemcute "ay biz buralari sevmiyoruz. imkanim olsa turkiyeye donerim" diyenlere de sozum*, siktirin gidin.
  • kendi bilgimi ve deneyimlerimi elimden geldiğince anlatmam gerektiğini hissediyorum çünkü görüyorum ki bu konuda insanlar oldukça bilgisiz kulaktan duyma hurafelere inanmaya meyilli. peki bunun sebebi nedir? sanırım bunun tek bir sebebi yoktur ancak en önemlisi iltica eden kişilerin bunu utanılacak bir şey gibi algılamasıdır. böyle algılandığı için de ilk elden kaynaklara ulaşmak mümkün olmuyor.

    mümkün olduğunca ilk elden açıklamaya çalıcağım ama önce bazı şeyleri bilmeniz gerekli. bunlardan en önemlisi iltica etmenin bir yasal hak olduğu. ilgili konvansiyona üye ülkelerden birinin toprağındaysanız, belirlenen şekil ve şartları sağlıyorsanız bu statü kimsenin kimseye bir lütfu değildir. amir yasaların bir emridir ve utanılacak bir şey değildir (yani çoğunlukla). ikincisiyse bir şeyin yasal hakkınız olması o şeyin kolay ulaşılabilir olduğu, insanların yollarınıza gül döktüğü anlamına gelmiyor (yani yine çoğunlukla). bunlar ve benzerlerini yazıda zaten okuyacağınız için çok açmıyorum. bu sebeple buyrun benim hikayeme.

    almanya benim için en başından beri yaşanabilecek en ideal ülkeydi. bunu hem resmi hem de sivil olarak burada bulunduğum sürece (görsel, görsel) yerinde gözlemlemiş hem de dünyanın diğer taraflarında rakip olacak diğer ülkelerle mukayese imkanına da sahip olduğumdan bu sonuca varmıştım. abd, japonya hatta singapur benim kafamdaki bir insanın rakibi olamaz (öznel değerlendirmedir, sizin fikriniz başka olabilir). bu yüzden önce dillerini öğrenmeyi sonra da burada okumayı istedim ama açıkçası burada kalacağımı da çok düşünmüyordum çünkü formasyonumla ilgili işlerin merkezleri ya brüksel ya cenevre ya da londra'dadır. ben de hayatıma bu şehirlerde devam ederim düşüncesiyle pandemi sebebiyle bölünse de burada dil ve yüksek öğrenimimi tamamladım.

    böyle pijama altına sandaletle rewe'de kendime 1,45'lik lazanya alırken telefonum çalmasaydı hayatım aşağı yukarı böyle olacaktı. amsterdam'dan bi iş teklifi almıştım mesela, olmadı çünkü:

    "sen devlet büyüklerine hakaret etmişsin" dedi telefondaki polis. "sen neredesin?" diye sormayı da ihmal etmedi. "her yerde" beni aramışlar. bir tane sahtekara sahtekar demişim. dava etmiş. eminim içinizde yaşayanlar vardır. sallamadım ben de tabii çok. utandım da yani eşin dostun ne davaları var benimki hakaret.

    zaten ne olabilirdi ki? süresi 2023 ocak'ta bitecek pasaportumun yenilenme başvurusunu da yeni yapmıştım zaten. daha bayağııı uzun bir süre türkiye'ye gitmeyeceğim için bekleseydi sahtekar dolandırıcı ve benim vergimle beslenen pezeve...

    aradan zaman geçti. "davet" geldi. konsolosluğa gittim. düsseldorf konsolosluğu. ulan daha önce evrak teslim ettiğimde dikkatimi çekmişti. konsolosluk binasına bahçeden dümdüz giriyorsun (yani o ana kapıyı aştıktan sonra) ama çıkarken stad turnikesi gibi boy yüksekliğinde turnike var. hala öyle. bir garip düzen. çıkarken sıra bekliyorsun.

    elimi kolumu sallayarak girdim. sıramı bekledim. eski pasaportu memura verdim. teşekkür etti. yeni pasaportu uzattı. "alın" demedi. ekrana baktı. yüzü değişti. yeni pasaportu uzattığı elini geri çekti. eski pasaportumu deldi ve bana yukarı çıkmamız gerektiğini söyledi.

    ben de tabii tam olarak sizin şu an baktığınız gibi adama bakakaldım. hayatım pasaportumla geçtiği için herifin az önce yaptığı şeyin anlamını biliyorum ama duruma yabancılığımı atlatamıyorum. 2. kattaki müdür mü şef mi ne cinsel organımsa bey bana bir şeyler anlattı. hakkımda yakalama varmış (hakaretten?) o yüzden böyle oluyormuş (böyle olmak: kendi devletimin konsolosluğunun yabancı bir ülkede pasaportumu imha etmesi). istersem geçici pasaport verirlermiş, ben teslim olurmuşum (hakaretten?) sonra konsolosluğa gelip pasaportumu alabilirmişim süreç bitince.

    24 milyon 500 bin liralık soru: peki ben pasaportum olmadan düsseldorf konsolosluğuna nasıl geleceğim?

    böyle sesler falan uğultuya dönmeye başladı. ikinci dönem için berlin'den ev kiralamam gerek mesela pasaportum yok. itf londra'da staj yapıyorum pasaportum yok. hatta şöyle diyeyim. buradaki eş dost "evlenelim gitme" dediler ama evlenemiyorum bile, pasaportum yok. oturum iznim 8 ay daha var ama benim planım 18 ay daha uzatıp (gerekli koşulları taşıyordum) bura üzerinden iş bakmak desem o da değil çünkü vizem de uzatamıyor çünkü, evet, pasaportum yok.

    o anda hepsini bilmesem de dev sıçtığımı anladım ve odaya sığamadım biliyor musunuz? nefesim kesildi "bir tane sahtekarın babasının şahsi çiftliği mi burası? kumpas mı kuruyorsunuz?" diye sorabildim ve son cümlem de "o zaman yazılı bir belge verin pasaportumu deldiğinize dair" oldu. ona da "yapacak bir şey yok" deyip cevabını verip beni sepetlediler.

    yalnız çıkarken, hiçbir şekilde tarif etmeyeceğim bir konsolosluk çalışanı koluma girip sessizce "bak sen dönme bence avukatın varsa o halletsin" dedi. "sen buradan hallet işini." pasparildak ve tek aidiyeti izmitli olmak olduğu belli olan bir tip olarak gördüğü için (beni alan örgüte ben üye olmam gerçekten) acıdı herhalde.

    el elde baş başta, delik pasaportumla çıkış kapısına yollandım. adam boyu turnikeler varlık sebeplerini anlatmış ve üstüne dalga geçiyormuş gibilerdi.

    sonrası şok tabii. önce okula söylemem gerekti çünkü kanıt yenileyeceğim ama ne yok? biliyorsunuz. orası bi delirdi. itf'te staj yapıyordum, onlara da söyledim, onlar da delirdi. "uluslararası bildiri yayınlayalım" dediler. tim diye bir abi. abd'li. adamın aklı almıyor tabii bu kadar uyduruk bir gerekçeyle bana bunu yapmaları. dedim "abi bakın bu olayın bana anlatılan kısmı küfür. koskoca itf'i bu işe sokmayalım". hem ülkenin sicil kaydına böyle sk sok, bir tane ortaokul mezunu sahtekarın kişisel mevzusunu sokayım istemedim. hem öyle bir şey yapacak olsam zaten almanya pen üyesi bir yazarım. o kanaldan da şamata yapardım.

    ama hala anlamıyorum tabii. berlin'e geldim. okul başladı. ilk dönem 1.3, 1.6 olan notlar oldu sana 2.3, 2.6. ya bu şundan önemli. ben hayatımda hiç inek olmadım buradaki hocalar (ümit akçay hocam hariç, asds) bende bi potansiyel gördüler. hayal kırıklığına uğratmak istemedim. bunun gerginliğini yaşadım. onlar da sağ olsun alman streotipinin en keskin özelliği olan "mazaret ne bilmeme" özelliğini kullanıp asla acımadılar. onlar da anlamıyor tabii. sınıfta babasını kgb'nin kaçırdığı belaruslu çocuklar var, onlardan bile mağdur olabildim bir anda (evet "babamı kgb kaçırdı abi" diye anlattığında ben de çocuğa "olm ne kgb'si la?" diye sordum. belarus'ta hala kgb'ymiş onun adı).

    sonra buradan bir gazeteci abi aradı. bir avukat varmış. bu işlere bakarmış. çok da iyiymiş hatta o kadar iyiymiş ki türkçe biliyormuş. o'nun "türkçe biliyormuş" demesine bakmayın. c2 konuşuyor adam. bu yüzden türk müvekkillerini de önce tanıması gerekliymiş. "tanışalım" dedim. "öyle değil kitaplarını okuması lazım" diye yanıtladı gazeteci abi. kendisi de haberlerini, sosyal medya iletilerini, hakkındaki haberleri göstermiş mesela. "racon" buymuş. beni de benden önce belgeler, haberler, metinler vs. üzerinden öğrenecekmiş ve "tamam" derse kaybettiği dava yokmuş zaten. ben hala yanlışlık olduğunu düşünüyorum. ulan hakaret ne bari gerçekten bir şey yapsaydım?

    bütün belgelerimi, belgesellerimin linkini, aklınıza gelebilecek her şeyi dosyaladım. iki kitabımla beraber avukat beye teslim ettim.

    tam bir hafta sonra telefonum çaldı. alman hocamdan gözlerimle dilenerek izin isteyip telefonu açtım.

    "kardeşim ne yapıyorsun? nasılsın?" diye sordu avukat bey. ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyi olabileceğimi söyledim -çünkü aşırı saçma bir şekilde aklıma ilk gelen şeylerden biri berbat alman dönerine mahkum olduğum ve bir daha asla karadeniz döner'de döner yiyemeyeceğim olmuştu- ve avukatım olmasından çok da ümitli olmayarak kendisinin hatrını sordum.

    "iyiyim. teşekkür ederim. gördüğüm hem en ilginç hem de en sağlam dosyalardan birine sahipsin. avukatın olmamı kabul eder misin?" dedi. "aslında biliyor musun? bence senin en geç 2020 sonunda hapiste olman lazımdı. ilk kitabın zaten böyle ama ikincisi tek başına seni dünyanın her ülkesine kabul ettirebilirmiş. sendika var, mobbing var, işinden kovulma var, eylem var, miting var" (hepsi belgeli çünkü) diye devam etti. aslında bayağı övdü falan da ama o beni toplamak içindi muhtemelen. yanlış ya da eksik bir şey söylemek istemiyorum. sonuç olarak avukatım olmasını tabii ki kabul ettim. ama bu aynı zamanda artık geri dönüşü olmayacağı anlamına geliyordu. rahatlama değil çok tuhaf bir gerginlik yaşıyordum. yani bu benim avukatın bunları sayarken duyduğu şaşkınlığı ben duymuyordum. akape öncesini görmüş biri olarak bunlar zaten benim normalimdi de, yani içinde 10 yıllık abd vizesi dahil, kanada'sından çin'ine elli mühür olan bir pasaportu (hala da tam olarak bilemediğim) uyduruk bir sebeple yok etmek nedir?

    "hay amına koyayım" dedim içimden. "bi mülteci olmadığın kalmıştı, o da oldun be".

    buraya kadar okuyanlara teşekkürler ama bunları yazmak beni hem kafa hem de gerçekten fiziksel olarak yoruyor. bu yüzden kalanına sonra devam etmek istiyorum ve özür dileyerek izninizi rica ediyorum.

    gideyim tam bir mülteci gibi sarma sigara yapayım da içeyim.
  • çok garip bir durum var, mükemmel başarılı olsanız bile, bin takla atıyorsunuz yabancı ülkeye giderken, ama siyasi suç işleyin, tertemiz bir şekilde avrupa vatandaşı olabiliyorsunuz.

    (bkz: bir garip olay)
  • cinsel yönelim nedeniyle yapılacak olan başvurularda hangi belgelerin toplanması gerektiği net olmayan durumdur.

    tayyip erdoğan’ın ve türk halkının lgbt bireylere karşı açıkça nefret durumu var iken bunu belgelerle nasıl kanıtlayacağız acaba ?

    bir de iltica kabul olduktan sonra temizlikçi vs olarak mi hayata devam ediyoruz ? sonuç olarak üniversite diplomalarımız ya da belgelerimiz yeni devlet için yok hükmünde.
  • "ilticâ, bir yere sığınmadır. sığınılacak tek güvenli liman allah'tır. gönlümüz, dünya meşgalesi ne kadar çok olursa olsun, her daim yârimiz olan rabb'imizde olmalıdır."

    lan belki ben ateistim diye iltica başvurusunda bulunucam. şimdi ne diye allah'ı karıştırıyosun işe?*
  • artık yavaş yavaş düşünmeye başladığım eylem, etnik kökenim de biraz karmaşık zaten ordan prim yaparım belki. bu olaya çok hakim biri varsa, süreç nedir, nasıl başlıyoruz, nasıl bitiriyoruz falan beni biraz yeşillendirip, bilgilendirirse sevinirim.
  • sürgündür... eşini sevdiklerini burada bırakmaktır.. kamplarda kalmaktır.. bilmediğin insanlarla mecburi yaşamaktır.. başka bi dili öğrenmeye ordaki hayata uyum sağlamaya çalışmaktır. aklında hiç yokken gitmektir.. mecburiyetten gitmektir.. düşüncenden dolayı seni mahkum etmek isteyenlere belki de direnmektir. oturumunu ne zman alacağın belli olmadan kamplarda beklemektir.. sevdiğini eşini yanına alabilmek getirebilmek içn dayanmaktır.. büyük bedeldir.. çalışman bile yasak olmasıdır... iki kuruş kazanmak için gizli gizli çalışmak zorunda kalmaktır.. ve evine memleketine çok çokk uzun yıllar sonra anca kısa süreliğine oraları tekrar görmeye gidebilmektir.. belki de hiç gidemeyip görememektir.. bir yandan da onurdur.. düşünceden pişman değilsindir gitmişsindir pişman değilim demişsindir sürgün olurum ama pişman değilim... bir pişmanım desen.. pişmanlık yasasından faydalanmak istesen her şey bitecek ama bunu yaparsan kendini affetmeyeceksindir.. bu yüzdenn direneceksindir onurun için...
  • yatarak yaşama şekli. bir akrabamız var, eşi dolayısıyla gelişmiş bir ülkeye iltica etti, kendisi eğitimsiz, tek kelime yabancı dil bilmeyen, açıktan zar zor lise bitiren bir tip. kocası da aynı şekilde. bize zulüm ediyorlar hodo hodo diyerek iltica ettiler. gel gelelim anlamadığım konu, iltica ettikleri devlet bu gereksiz, kendilerine hayırları olmayan tiplere ev verdi, ceplerine harçlık koydu, bir de bana diyor ki, "faturalarımızı biz ödüyoruz" yok onu da ödeme. zaten cebine koyduklari harclikla ödüyorsun. ne kocası ne kendi çalışıyor, bir de gittiği ülkede çocuk doğurdu.
    aynı ülkeye kariyerinde gelişmiş, aranılan bir türk vatandaşı gitmek için işyeri daveti aldı, dil sınavına girdi, bir sürü aşamalardan geçti, yani ülke işine yarayacak, çalışacak, vergi verecek doğru düzgün insanları zorlarken "bono zolom ediyorlar" deyip kıçından zulüm uyduran abuk subuk insanlara nasıl kollarını açıyor anlamıyorum. he zulüme uğrayan vardır ben, tanidigimda şahit olduğumu yazdım, zulüm falan yoktu.
  • unakıtanın güzel başını tayyibin göğsüne yaslayıp ağlaması gibi birşeydir.
  • şiir ve roman okuma, film izleme özgürlüğüm elimden alınıyor diye yapılabilir. ben ülke olsam, bunları yapan insanlara gözüm gibi bakarım. bu konuda şikayeti olanın sorununu hemen çözerim. norveç, kanada filan değil de, yunanistan nasıl yunanistan? aynı kültürün çocuklarıyız sonuçta.
hesabın var mı? giriş yap