• 94-el-inşirâh

    "inşirâh" açılmak, genişlemek, sevinmek manalarına gelir. duhâ sûresinden sonra mekke'de inmiştir. 8 (sekiz) âyettir. bu sûrede peygamberimizin, çocukluğunda risalete hazırlamak üzere kalbinnin açılıp arıtılmasından söz edilmektedir. ayrıca, onun getirdiği dindeki kolaylıklara dikkat çekilerek allah'a şükretmeye teşvik edilmektedir.

    rahmân ve rahîm (olan) allah'ın adıyla.

    1. biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

    2. yükünü senden alıp atmadık mı?

    3. o senin belini büken yükü .

    4. senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?

    5. elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.

    6. gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

    7. boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,

    8. yalnız rabbine yönel.
  • ruhun yangin merdiveni.
  • düzenli olarak kullandığım antidepresanım.

    (bkz: teselliye inanmıyorum ama bir inşirah var)

    fe-inne maa'l-usri yusrâ...
  • içi daralan, sebebi belirsiz hüzünlere gark olan, görünmez bir elin kalbini, boğazını sıktığını düşünen, o boğazda çözülmesi imkansız kör düğümler taşıyanlarınların felaha, feraha, rahata kavuşması için okunması tavsiye olunan sure.
  • senin için bağrını açmadık mı?
    indirmedik mi senden o yükünü?
    o sırtında gıcırdamakta olan ve sana eziyet eden yükünü?
    senin şanını yüceltmedik mi?
    demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var
    evet o zorlukla beraber bir kolaylık var
    o halde boş kaldığında yine kalk yorul
    ve ancak rabbinden ümit et, hep ona doğrul
  • anlamı çok etkileyici olan sure
  • --- mehmet doğramacı ---

    gün işığına yemin olsun!..
    (duha suresi yorumu)
    hz.muhammed(s.a.v)e ikra’ hitabından sonra bir süre vahiy akısı kesilir. bu süreçte yalnızlık hissi ile mahzun olan allah rasülü, öylesine bunalır ki; kayalıklardan kendini asagı atıverecek konuma kadar gelir. iste böyle bir hal içinde iken önce duha suresi, hemen pesine de insirah suresi inzal olur.
    bazı tefsir alimlerine göre duha ve insirah ayrı sureler degil aslında tek suredir. elmalılı hamdi yazır merhum tek sure olmasalar bile mana olarak birbirlerini tamamladıklarını zikreder. bunalımdan çıkıs vesilesi olan surelerden ilkini gönül penceremizden okumaya çalısalım. degerlendirmemizde rasülullah’ın yasadıklarını yorumlamak gibi bir haddi asma degil, sureden bize gelen hitabı anlamaya çalısmak hareket noktamız olacak.

    bismillahirrahmanirrahim:
    1. ve’dduhâ: yemin olsun aydinliga!
    duha kelimesi çogu tefsirlerde “kusluk vakti” olarak çevrilse de kur’anın diger ayetlerine baktıgımızda asıl mananın günesin aydinligi oldugunu görürüz. duha, kusluk gibi geçici bir zaman dilimini degil, tüm gündüze yayılan parlak, daimî günısıgını ifade eder.kur’anda “ey rasülüm, ey nebi, de ki” gibi hitapların hepimize oldugunu hatırdan çıkarmayalım. bunalım içinde daralan allah rasülüne gelen ilk hitabın yeminle ve aydınlıkla olusu, baslı basına bir ferahlama müjdesi!.. ey insan, ey yalnızlık ve hüzün içinde sıkıntılar yasayan kisi; yemin olsun ki sen bu durumdan kurtulacaksın!..yeminle bunun ifadesi mutlak bir kurtulus oldugu gibi, günesin aydınlıgına yemin edilmesi de insanın akıl ve idrak sonucu
    hüsrandan çıkacagına isarettir.
    günes; tasavvuf literatüründe aklı-suuru temsil eder. islam akla hitap eder. aklı olmayanın mükellefiyeti de yoktur. iman nurunu degerlendirebilecek olanlar kuran’ın ifadesi ile ulul elbâb olan temiz-berrak-duru akil sahipleridir.
    temiz akıl; kisilere, olaylara takılan degil, fikirleri ve arka planı degerlendiren akıldır. iman nuru için akıl alt yapıdır.
    iman noktasına gelene kadar akıl gereklidir. aklın kavramakta zorluk çektigi konularda iman noktasına gelinmis demektir ki, burada aklı zorlamayıp, imanın geregini yapmak gereklidir. iman noktasını geçtikten sonra, gene aklı kullanmak gerekir. yani; imanın gerekecegi noktaya kadar aklı kullanıp, ilerleyebilecegin kadar akılla yürüyecek ve iman noktasına ulasacaksın.. burada aklın yapısı dolayısıyla yetersizligini kavradıgın için de “iman”a gerek oldugunu fark edecek ve iman kapısından içeri gireceksin! iman noktası sende açıldıgı zaman, imanın neden, niye ve nasıl oldugunu idrak ettigin zaman;aklını fikrini durdurup; imanının gerektirdigi bir biçimde o fiili ortaya koyacaksın!
    imana dayalı bir biçimde gerekli çalısmaları yaptıktan sonra, gene aklını kullanıp, o imanadayanan olayın hikmetini kavramaya çalısacaksın!… o olayın da hikmetini kavradın mı ,artık imanla akıl kenetlenmis olur ki, onu cinnin ilhamı yada vehim yıkamaz !. senin içinsaglam bir kale meydana gelmistir!(1)
    akl-ı küllün mazharı olan cebrail(a.s)ın mirac hadisesinde öteye geçemedigi sidre noktasından ilerisi hakikat turunu tamamlamak dileyenler-dilenenenler için; askla geçilir.

    askın tezahürü; iki sekilde cerayan eder:
    a- bir kuldan vechini göstermesi.
    b- kul, mahal olmaksızın gönülde duyulan ask.
    içinde, özünde hissedilip açıga çıkaramadıgını karsısındakinde buldugun anda onu sevmeye baslarsın... özünde sevgin kadardır karsısındakine askın!.. çogunlukla karsısındakinden, ondakinin yüzünü göstermesinden gelir sevgi insana!.. bazen de özünden gösterir yüzünü o!… o zaman onlar için derler ki, “allah’a âsık oldu”!.. “kendine seçtikleri”dir sevenleri bir
    çehreden!… özünden sevgiyi yasayanlardır, “mukarreb”leri!… hünerlerini sergilemekiçin yaratmıstır her seyi… sevmek için yaratmıstır sevilenleri!. gözlerinde seyretmek içingözleri olarak yaratmıstır “ask”ı yasattıklarını!.. avam anlamaz ve bilmez bu askı!.
    bunun ask oldugunu!.. oysa gerçek “ask” o’nun atesine pervane gibi atılıp; varlıgını o’nda yitirip; o’nun “bâki”ligini yasattıklarıdır gerçek “âsık”lar!..(2)
    hz. uveys el karani, hz. rabiatül adeviyye(k.s) gibi zevat-ı kirama özünden gösterir yüzünü. hz. mevlana’ya tebrizli sems’ten, yunus’a taptuk’tan, kays(mecun)a leyla’dan göstermistir. kisi diye görülüyor sanılan; aslında duhadır. görünen; gönül aydınlıgıdır.

    görünen; iman nurudur! görünen onun kendini göstermesi oldugu için orada irade-istek-beklenti düser, mıknatısın çekim alanına girmis demir tozları gibi kendinden geçer asık.
    duha; ısık anlamının yanı sıra yine kur’anda “yakıcı atesin harareti” olarak da kullanılır.
    (taha-119) askın yakıcı atesi aynı zamanda arıtıcıdır!.. yandıkça arınacaktır benlik yüklerinden, bukagılarından, kelepçelerinden… ask; dısarıdan bakınca bir birime kölelik gibi görünen ama hakikatte gerçek hürriyetin ta kendisi yegane haldir!..
    nurunu böylece seyrettikten sonra aklın çalısması, gönlün hissiyatı, duyuların harekete geçisi zirvededir artık. açıga çıkan feyzi-enerjiyi ifadede kelimeler iflas eder. adeta fitili ateslenmis gönül füzesi; iç alemini geçmeye, benlik atmosferini delmeye, vahdet uzayında yörüngeye oturmaya hazır hale gelmistir. berrak akıl açıga çıktıgında iman nuru ile bütünlesen insan; bunalımdan kurtulusun ilk sinyalini, ilk ısıgını almıstır artık. isık parladıktan sonra neler olur, devam edelim.

    2- velleyli izâ secâ: yemin olsun sükûna erdiginde geceye!
    geceye yemin edilirken leyl kelimesinin secâ zarfı ile birlesmesi oldukça anlamlı. kur’anın degisik ayetlerinde geçen “gece ile gündüzün pes pese gelisinde düsünenler için ibretler vardır” hitabı dogrultusunda sükuna ermis gece üzerine tefekkür edelim.
    aydınlıgın yerini karanlıga bıraktıgı zaman dilimi gece. gürültü, kosusturmaca, telas içinde akan gündelik hayatın sona erdigi an!.. gündüz; kesreti, gece; vahdeti betimliyor.
    gündüz etrafınız çok kalabalık. gece ise sadece siz varsınız özünüze yönelmis biçimde. gündüz, çalısma ve gayret, gece dinlenme ve sükûn timsali.
    nurun potansiyel enerjisini kusanan insanın, özüne yöneldigi,adeta yeniden sarj oldugu zamandır gece… allah’a yakiyn vesilesi ibadetler için gece yarısı seçilir. gece uyku tutmayan kisilerdir asıklar. mevlana’mız söyle der: ”asıklar masuklarına gece gider insanlargörmeden. sen de rabbine geceleyin git ki, askını doya doya yasa araya kimse girmeden!..”
    temiz aklın iman nurunu degerlendirip kendini fark edecegi zamandır gece. teheccüd vakti, mirac vakti, kadir anıdır gece!.. kur’anın rasülullah’a inzalinin baslangıcıdır.
    acziyetinizi fark edeceginiz, kur’an sırlarını okumaya baslayacagınız andır gece!..
    allah rasûlü muhammed mustafa aleyhisselâm merkezli “din” anlayısına göre “kadr”gecesi anlatımının desifresi, yorumlanması ise ehlullah indinde söyledir: “kurân” ismiyleisaret edilen “sırlar bütününü” ve “özündeki hakikati” (enzalna hu) kisinin, kendivarlıgının “yok”lugunu (leyl) yasadıgı anda, suurunda açıga çıkardık. “kurân ve insan ikizkardestir”, uyarısı hatırlanmalı. bu hakikatin, sırrın (kadr) ne oldugunu bilir misin? kadrsürecinin yasandıgı “yok”luk karanlıgı (gecesi), bin ayda (80 küsur yıllık insan ömrüsürecinden) yasanabileceklerden daha hayırlıdır. melekler (melekî kuvveler-kanatlar bukuvvelerin 2-3-4 yönlü olması) ve ruh (varlıgındaki hüviyetin ”hu” hakikatin anlamı),kisinin rabbinin (esma terkibinin-varlıgını olusturan allah isimlerininin bilesiminin) izni(kapsamı-kapasitesi) kadarıyla, suurunda açıga çıkar; böylece o anda, kendi “yok”luguhissi yanısıra, mutlak var olan “allah”ı hissedip yasar! her hükümden “selâm”ette olarak!.(3)
    * * *
    gecenin ilk anı degil, sükûna erdigi, duruldugu ana yemin ediyor rabbul alemiyn… gökte kamer ve yıldızların da çekildigi, kuranın ifadesi ile “yıldızların battıgı vakte”(tur-49) isaret ediyor. nasıl anlayalım bu vakti? türkiye saati ile 03 suları demek kolay, ya hakikati ne bu saatin?!..
    günısıgı gibi berrak-parlak aklı ile iman nurunu degerlendiren insan, acziyetini fark ederek özüne döndü. duyguyu temsil eden kamerle; rahimiyyeti ile yogurdu düsüncelerini, terkibini olusturan yıldızlarla; esmalarla degerlendirdi manaları… hepsinin hakkını vererek okumaya çalıstı. iste simdi kesrete dair ne kadar mesguliyeti varsa hepsi düstü
    gözünden… dünya, içindekiler, hesaplar, planlar, istekler ne varsa eridi bir bir...

    artık öyle bir noktadaki titriyor, kendinden geçiyor… allah hasyeti denilen sey bu olsa gerek! mevcut esmaların açıldıgı an belki de. belki de o güne degin hiç fark etmediklerini fark ettigi an..
    degerli mütefekkir sn. ahmed hulusi vesilesi ile ögrendigimiz bir hadis-i serif vardı: ”herhükmün(ayet-hadis) zahiri, batını ve matlaı vardır!..”
    iste o hiçlik anı, iste o hasyet titreyisi zahir ve batını yasayan kisiye matlaın açılması demek! yeni bir dogus anı gece vakti…manalar doguyor özünüzden, sizden size inzal oluyor ilk defa fark ettiginiz hakikatler…
    * * *
    gece karanlıktır… rabbul alemiyn; hayy esmaını settar örtüsü altında isletir genellikle!..

    bebek doguran rahim, yıldız doguran uzay, su fıskıran magara, tohum filizlendiren toprak hep örtü altında, hep karanlıkta!... vahiy alaca karanlıkta gelir allah rasülüne!

    geceniz sükuna erince erersiniz sırlara… karanlık gibi üzerinize çullanan sıkıntı ve dertler bogacak gibi oldugunda, geceyi kusanırsınız… niyaz eder, el açarsınız alemlerin rabbine!..

    naz u niyaz içinde duygusal yakarısların bittigi, derdin gözünüzden düsüverdigi bir an vardır!
    iste o andır sükuna eren gece!... iste o andır acziyetini fark edis!... iste o andır, birimsel benlik perspektifinden bakısı terk edip açımızı genisleterek rabbul aleminin cilve-i rabbanilerini hayret ve hayranlıkla seyir vakti!..
    yasanabilecek, zevk edilebilecek doruk noktadır orası!... saatler sürsün istersiniz. ama sürmez, bir andır, bir fark edistir gelir geçer! fakat manalar oturdugunda yeni ufuklar açılır bilincinizde. görelim neymis fark edilen?!

    3. mâ vedde’ake rabbüke ve mâ kalâ: rabbin seni ne terk etti ne de
    birakti. rasülullah vahyin kesintiye ugradıgı süreçte derin bir yalnızlık duyarak, rabbinin kendini terk ettigi veya darıldıgı zehabına kapılır. bu; rasülullahın yasadıgı bir hal. biz ayetten neanlayacagız?..
    aydınlık misali yeni ufuklar açan aklıyla iman nurunu kesfeden, sonra da özüne dönerek acziyetini fark eden insan, zaman zaman bosluk hissine kapılsa da asıl potansiyelin özünde mevcut oldugunu fark etmeli!.. iste ayette bize bu söyle fark ettiriliyor: ey insan! sen çaresiz, yalnız, garip ve güçsüz hissediyorsun kendini öyle mi?.. rabbin zaten sende!.. hem de öyle bir seninle beraber ki; seni terki yada senden kopmasını düsünmek bile muhal!... nasıl mı? rab ve terkip kavramlarını önce dogru anlayalım:
    "rab" rubûbiyet mertebesi sahibi olan anlamındadır. “rubûbiyet” ise ilahi isimler diyebildigimiz esmâ-ül hüsnâ’nın, hükümlerini âsikâre çıkartma özelligidir. bedendehükmeden, bedeni yürüten, bedeni götüren rab, bu ilâhi isim terkibidir. her birim içinrabbına tâbi olmak, mutlaktır! rabbına tabi olmayan, hiçbir zerre yoktur! her zerre
    rabbının hükmünü yerine getirir. insanın rabbî, kendi varlıgını meydana getiren bu"allah" isimlerinin isaret ettigi ilâhî güçtür! bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sendemevcut! ama senin terkibin bu isimlerin degisik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiillerolarak ortaya çıkısına yol açıyor.(4)
    sen kendini nasıl basıbos, yalnız sayabilirsin ki?... su ayetleri derin tefekkür edenler; hiç de serbest ve kontrolsüz olmadıgımızı anlayacaklar:
    "sizinledir, nerede olursanız olun!"(hadid-4)
    "sizden her biriniz için bir seriat ve bir program meydana getirdik"(maide-48)
    "de ki: tümü de programları [sâkileleri] dogrultusunda fiîller yaparlar"(isra-84)
    "hiç bir canlı yoktur ki, rabbim <alnında> çekip götürmesin!."(hud-56)
    "gerçekten biz, her seyi kaderiyle halk ettik!"(kamer49)
    insan, kendisinin basıbos bırakılacagını mı zanneder.(kıyame-36)
    evet, ey insan, bütün kuvvelerin sende belli bir program halinde yüklü oldugunu ve açıga çıkmak üzere bekledigini fark et!... o kuvvelerin senden ayrı olusunu düsünmen bile sirk!..
    iyi de, ben o kuvvelerimi en kolay ve en çabuk nasıl fark ederim?!.. yada bir baska deyisle rabbimi nasil tanirim?... iste anahtar soru bu!.. rasülullah(s.a.v) ne zaman sahabeye bir soru sorsa onlar cevap vermek yerine söyle derlerdi: allah ve rasulu daha iyi bilir!..
    iste sifre bu cevapta gizli. rabbimi bana bildirecek bir mahal, perdemi yırtacak bir usta, gafletten çıkaracak bir uyarıcı gerek! ayetler o uyarıcıların her devirde is basında oldugunu haber veriyor:
    ”size içinizden, kendinizden rasul yolladık”(bakara-151)"
    biz bir rasûl göndermedikçe, kimseye azap edecek degiliz."(isra-15)
    rasuller; hakikati açıklayan kutlu görevliler her dönemde olacaklar.
    bazen bir mürsidin rahle-i tedrisi, bazen bir muallimin terbiyesi, bazen bir düsünürün paylastıkları ile rasülüm dile gelecek!... dile gelecek ki, özümde örtülü boyut, ”benden içeru ben” açıga çıksın!..
    rabbimi tanımam yeterli mi?.. hakikati kavramama sadece kendimi bilisim yetiyor mu?...
    rabbimden yola çıkıp rabbul alemine varmam için hangi yolu izlemeli, neleri yasamalı, hangi usullerle özüme yönelisi sürdürmeliyim?!....
    notlar
    1- ah’de kavramlar -akıl: http://www.allahvesistemi.org/…edhulusidekavramlar/
    kavramlar/akil/akilveimannasilkenetlenir.htm
    2- sevgi: http://www.ahmedhulusi.org/…nemlikonular/sevmek.htm
    3- kadir: http://www.ahmedhulusi.org/…ular/tanrininkadiri.htm
    4- ah’de kavramlar-rab:http://www.allahvesistemi.org/…edhulusidekavramlar/
    kavramlar/rab/index.htm

    4. ve lel âhiratu hayrun leke minel ûlâ: sonrasi, senin için öncesinden elbette daha hayirli olacaktir.
    bunalımdan çıkısın ilk asamasında bütün kuvvelerin potansiyel olarak özünde mevcut oldugunu fark eden insanın, hayata ümitle bakması için sırlı bir gerçek, yemin ve pekistirme edatı lam ile (ve le) seklinde vurgulanıyor: sonrası öncesinden daha hayırlı olacak!..
    zaman zaman yasadıgınız sıkıntı-bunalım hallerini düsünün. üzerinize çöken karamsarlıgın ana nedeni; o anki duruma kilitlenip, ileride gelisebilecek hayırlı olgulara fırsat tanımamanız, ümit ısıklarını kendi elinizle söndürmenizdir. oysa ne insan, ne dünya, ne de evrende mevcut unsurlar hiçbir zaman aynı hal üzere kalmamaktalar. kainat sürekli
    devinim-dönüsüm halinde. “o her an yeni bir sa’ndadir” ayeti baslı basına bir ümit aslında. çünkü hiçbir hal kalıcı degil!..
    sonrasının öncesinden hayırlı oldugu bakısı; hayata tutunmayı, ayakta kalmayı saglayan ciddi bir motivasyon unsuru. çesitli biçimlerde gözledigimiz bir gerçek bu. karanlık-kısıtlı rahimde kordondan beslenmeye nispetle anne sütü, anne sütüne nispetle yeme içme, bebeklige nispetle çocukluk, çocukluga nazaran gençlik daha hayırlı degil mi?.. topraga
    düsen tohuma göre filiz, filize nazaran fidan, fidana nazaran agaç daha hayırlı degil mi?...
    her gecenin sonu sabah, her kısın sonu bahar degil mi?... kainatta sürekli tekamüle dogru yol alan bir akıs söz konusu. öyleyse ümit var olmak gerek!
    -umduguna ermek istiyorsan; ümidinde sabit ol!..
    -geçmis, nasıl bugün hayal ise; bugün de, yarın öylece hayal olacak. öyle ise hayalugruna sonsuz mutlulugu feda etme!..
    -beser gözü ile bakan hayrı-serri, hak gözüyle bakan sonsuz kemali seyreder.(1)
    iste bu bakısı muhafaza etmemiz sürekli ümit halini dogurur ki bu da yasam enerjimizi diri tutar. kur’an bu hale söyle deginir:
    o’na korkarak ve umut tasıyarak dua edin. dogrusu allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (araf-56)
    de ki:"ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü tasıran kullarım. allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. süphesiz allah, bütün günahları bagıslar. çünkü o, bagıslayan, esirgeyendir." (zümer-53)

    allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. çünkü kâfirler toplulugundan baskası allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.(yusuf-87)
    * * *
    allah, hiçbir kula takatinin üstünde agırlık yüklemez. o kullarının aleyhine bir seyi ister mi?
    hayır! basımıza gelen bela ve -bize göre- aleyhimize halleri nasıl izah edecegiz peki?
    aslında her gelisme hayrımıza! olayın aleyhimize veya zararımıza görünüsü, o anki bakıs açımıza göre. insan, günlük hayatın yogunlugu içinde bir an gaflete düsüp ümitsizlige kapılır ve yıkım yasar. iste o an en büyük güç kaynagı; sonrasinin daha hayirli olacagi teminatıdır.
    hakikatte de durum böyle. kur’anda hayatı zikredilen rasül-nebilerin çektiklerini düsünün. onca çile ve ıstıraba ragmen sahil-i selamete çıkmıslar imanlarının verdigi güçle… ilk müminler ve allah rasülünün hayatlarını hatırlayın. agır sınavlara düçar olsalar da yarından ümit kesmemisler. iskenceden hicrete, hicretten fethe uzanan gelisim süreci
    hep sonrasının öncesinden hayırlı olusuna, apaçık-yasanmıs delildir.

    özetle; bir sonraki anımız bir öncesinden, ahiret hayatımız dünyadan daha hayırlı. ebedi bir yasam nasılsa önümüze gelecek!... her hal yeni bir hale dönüsmede ise, kısacık dünya hayatında üzüntü ve yıkımların açtıgı isyan bataklıgına saplanmaya deger mi?!..

    5. ve le sevfe yu’tiyke rabbuke fe terdâ: rabbin sana verecek de sen rizaya ereceksin (hosnut olacaksin)
    sonraki gelismelerin öncesinden hayırlı oldugu ifadesinden hemen sonra, ”rabbinin verecegi ile rızaya erme” teminatı da yine yeminle, vurgulu biçimde gelmis. rabbinin verecegi nedir? o verme ile rıza nasıl olusur?...
    gün ısıgı misali parlayan idraki sonucu acziyetini anlayan, rabbinin kendini terk etmedigini ve darılmadıgını bilen, sonraki anın bir öncekine göre daha hayırlı gelismelere sahne olacagını ümit eden insan için olusacak durumun adıdır rıza!... bu da öncelikle kendinde mevcut esmaları fark etmek, fark ettiklerinin hakkını vermek, nefsini tanıdıktan
    sonra bütün nefislerde hükmünü icra edenin; her birimin rabbinin; rabbul alemin olan allah oldugunu fark etmekle mümkün. bu fark edisin yasama dönüsmüs hali; allah ahlaki!... nedir allah ahlakı?

    allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak demek, allah’ın varlıklarına bakıs açısıyla bakmaya çalısmakdemek. allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktan mânâ; rubûbiyetin meydana getirdigi sendekirubûbiyet sırlarından, rubûbiyet kemâlinden olusan, “nefis” adını verdigin nesnede, ilâhîhükümlerin mânâsını âsikâre çıkartman demektir! olabildigince allah’ın esmâsı’nın özelliklerini cem edip, o gözle âlemleri ve içindekileri degerlendirmektir!
    oku”yabilirsen ümmül kitabı; “allah” adıyla isaret edilen’in ahlâkıyla ahlâklanırsın!“seriat” dedigimiz ilâhi hükümler bütününe uydugumuz zaman, ”terkibi kayıtlardan”kısmen çıkmıs ve o nisbette “allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmıs” oluruz!. (2)
    rabbul alemini fark edisin esası olarak kur’anı okuyabilme ve ser’i hükümlere baglı kalarak yasamanın temel oldugunu böylece ögrendik!
    bu ayette verme-karsılıksız ihsan etme ifadesine dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
    rabbimiz, bize bagısladıklarını karsılıksız, bedelsiz, beklentisiz vermekte. verdiklerini fark etmek, hakkını vermekse bizi rıza ikliminin hosnutluguna tasır. o halde söyle bir tespitte bulunabiliriz: madem ki ayette “rabbin sana verecek de hosnut olacaksın” buyruldu; rizanin ilk ve öncelikli sarti; vermektir. verebildiginiz, paylasabildiginiz ölçüde
    hosnutluk yasarsınız. vermek-paylasmak, birimselligin dar açısından sıyrılıp, evrensel perspektifle ufkumuzu genisletme vesilesidir. sahiplik duygusu azaptır. paylasmak razı olmayı, razı olmak da cennet bilincini getirir. rızanın zirvesi ridvan’ın cennet kapısındaki melege isim olusu manidar degil
    mi?(http://www.sufizmveinsan.com/…ohbet/tefekkurek.html)
    “muhammedî” anlayıs, en basta insanlarla elindekini karsiliksiz paylasmaktır!.
    elindekilerden çıkar saglamak degil!. iste “muhammedî” anlayısı yeryüzüne yayan veinsanlara bu gerçegi fark ettirmeye çalısanlar, ellerindeki degerleri çevreleriyle karsılıksızyaymaya baslarlar hangi inancı kabul etmis olurlarsa olsunlar,dünyanın neresindeyasarlarsa yasasınlar!.(3)
    bu açıklamalardan sonra ayeti bir de söyle okusam sanıyorum mana sınırlarını zorlamıs olmam: rabbinin sana verdiklerinden sen de ver ki; rizaya eresin!
    kamil manada rıza; allah ahlakı ile ahlaklanma sonucu muhammedi bilince ermektir. bu bilincin gelisimi için neler lazım?
    notlar
    1- dosttan dosta/793-608-501: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dost/
    2- kavramlar/allah ahlakı:
    http://www.allahvesistemi.org/…ak/ahlak_fihrist.htm
    3- paylasmak: http://www.ahmedhulusi.org/…ikonular/yenileyici.htm

    rıza halinin olusumu, daha dogrusu hakikatimizi fark edisimiz için gerekli safhaları duha suresinden ilhamla okumaya devam ediyoruz.
    önceki satırlarda, özüne yönelen insanın suurundan aldıgı aydınlatıcı etkilerin duha, acziyetini hissettiginde yasadıklarının sükuna ermis gece olarak isaret edildigini tespit ettikten sonra, terkip-rab kavramlarının önemine vurgu yaptık. bu terimler anlasıldıgında terk etmeyen, darılmayan, bizden uzak olmayan rabbimizden aldıgımız güçle, öncesininsonrasından hayırlı oldugu ümidi içinde, onun bize bahsettigi kuvvelerden azami ölçüde
    vermek-paylasmakla rızaya erilecegini fark ettik. simdi muhammedî bilincin gelisimi için nelerin, nasıl olusacagını su ayetlerden okumaya çalısalım:

    6. elem yecidke yetîmen feâvâ: seni bir yetim olarak bulup da barindirmadi mi?..
    bu ayet ve devamındaki iki ayette ve-ce-de kökünden bulmak fiili ile sorular soruluyor. bir yetim olarak bulup barındırmak, yol bilmez bulup hidayete kavusturmak, yoksul bulup zengin kılmak ifadelerinde ana eksen; ve-ce-de fiili.
    ve-ce-de fiili ile bu soruları soran; el-vâcid olan rabbul alemindir!.. nedir vâcid esmaının manası?
    el-vacid: bulan, açıga çıkaran, yok iken varlık sahnesine süren, öne çıkaran demek! bu öylesine bir bulus, öylesine bir veris ki; ne bagıslarsa bagıslasın varlıgından hiçbir sey eksilmeyen mutlak zatın ihsanı!..
    el-vâcid ismi; tasavvufun ana gayelerinden vücûd bahsinin alt yapısı sanki. öyle bir varlık ki; vermesi ile eksilme yada çogalma söz konusu degil. zatından baskası yok ki; dısa dogru bir çıkıs yada içe dogru alıstan bahsedilsin! vacibul vücûd olan rabbul alemini, vücûd bahsi dogrultusunda açıklamaya girismek bizim haddimizi asar. iyisi mi ayete dönelim.
    “seni bir yetim olarak bulup da barındırmadı mı?” yetim; babasını kaybetmis kimse. rasülullah dogmadan önce yetim kalmıs. baba; insan yasamı-gelisimi için ana dayanak, temel sıgınak. babasız hayata atılmak baslı basına mahrumiyet demek!..
    dayanak ve sıgınakların faydalı oldugu kadar, perde ve gevseklik vesilesi oldugunu hiç düsünmüs müydünüz?... sürekli ardında güvence-dayanak hissedenler yeni arayıs içine girme ihtiyacı duymayacak, saglanan imkanları tepe tepe kullanmaya devam edeceklerdir.

    atılım göstermeleri, yeni ufuklar kesfetmeleri çogu kere mümkün olmayacaktır. öyleyse sunu tespit edelim: hakikatini arayan; gelismek, perdeleri açmak; sistemi okumak isteyen; öncelikle temel baglantılarından sıyrılmalı, kendini bagımsız, öz, yalnız, salt degerlendirmeyi hareket noktası seçmeli. baglantısız ve yalnız oldugunu hissetmek bu isin temeli:
    - yarın zorunlu olarak terk edecegin her seyi bugün suur boyutunda ihtiyarınla terketmedikçe, onlardan bagımsızlıgını elde etmedikçe, gerçek kimligine ulasamazsın!.
    - kıyamette ana-baba, evlattan; koca, karısından kaçacaksa, kur’ana göre... cennetteherkes aynı yasta olacaksa... dünya yasamı gerçekte yalnızca saniyeyle tanımlanırsa...
    bundan ne çıkar?!...
    - yalnız geldin, yalnız gideceksin ve dahi uykun hep yalnız geçiyor... yalnızlıgının bilincindemisin ve yalnızlıga hazır mısın?..
    - neye baglanırsak ondan kopmanın acısını ve ızdırabını duyacagız. allah yalnızcakendisine baglanmamızı istiyor, kendisine teslim olmamızı istiyor!..
    - yalnızlıgı tatmadan asla vahdete eremezsiniz!..
    - yalnızlık, allah’a mahsustur, derler... niçin?.. düsündün mü hiç?..(1)
    kendini arayısta anne-baba, evlad u ıyâl, mal-ürünler hep ayak bagı ve perdedirler!..
    sınav öncelikle bunlarla baslar ki; kisi yalnız olan öz varlıgına yol bulabilsin! baglarından kurtulabilenler hakikate kosmuslar… hz.muhammed (s.a.v)i düsünün… yetim dogmus, altı yasında anneden öksüz, sekiz yasında hâmîsi dedesinden mahrum kalmıs. yusuf(a.s)ı hatırlayın… küçük yasta kuyuya atılısı ve 40 sene süren baba hasreti. musa(a.s)ın hayata baslangıcındaki mahrumiyetlerine ragmen firavun sarayında cesurca atıldıgı mücadeleyi düsünün.
    * * *
    ana-baba ve diger yakın baglardan kurtulalım, derken bunlara sırt çevirmeyi, terk etmeyi ve yüzüstü bırakarak basını alıp gitmeyi mi kastediyoruz? hayır!.. kastımızın ne oldugunu gavsiyye açiklamasindan bir bölümle açalım:
    “yâ gavs!... kullarımın faziletlisi ve sevgilisi onlardır ki; evlâdı ve ana-babası olup dakalbi onlardan fârigdir! eger, ana babası ölse hiç hüzün çekmez!. kulum bu mertebeyeve menzile eristiginde, benim indimde “ana-babasız ve evlâdsız”(lem yelid ve lem yûled)ve “ve lem yekûn lehu küfüven ehad” olur!”
    normal bir insanın, elbette ki ana-babası ve çocukları vardır ve kendisinin, bunların birparçası olması hasebiyle de onlara büyük baglılıgı mevcuttur. kezâ çocuklar yönünden de böyle...
    ancak burada belirtiliyor ki, kisi bu tür bagımlılıktan da kendini kurtarmalıdır... ancakburada kavranılması gerekli ve hattâ zorunlu olan su husus mevcuttur... onlardan yâni ana-baba ve çocuklardan kopmak, kalbinden onları atmak demek; fiilen onları terk etmek demek degildir!...
    bilâkis, onlara elinden gelen her türlü hürmet ve sevgiyi gösterip; her türlü hizmeti bedeninle onlara verirken; kalbinde de allah’tan gayrına yer vermeyeceksin demektir!.(2)
    demek ki; yetimlikten maksat; allah’tan gayrının gönülde yer isgal etmemesi imis!...
    vahdet yasamına giden yolda lem yelid sirri; ana-baba baglantılarından, ve lemyûled sirri da, evlat-ürün baglarından kalben sıyrılmakla yasanırmıs!..
    * * *
    yetimin bir manası da saklı-korunmus, emsalsiz cevher demek. en kıymetli inci için; dürr-i yetîm tabiri kullanılır. biz, bizdeki o yetim boyutunu kesfettigimizde bazı kazanımlara hak elde etmis olacagız. ayette “yetimken barındırılmak” ifadesi oldukça sırlı.
    demek; yetim olanlar barındırılıyor. demek, mahrumiyetleri olan kollanıyor. demek; yetimligini fark edenin etrafında koruyucu bir kalkan, rabbânî bir hisar olusuyor!...
    dayanaklarından kopanlar kollanmadı mı tevhid sürecinde?!... ibrahim’i nemrut atesinden koruyup selamete çıkaran kim?!.. meryem’i onca baskı ve asagılanmalarda kollayan, yusuf’u kuyuda koruyan, sarayda onca entrika, desise arasında barındıran kim?!... musa’yı firavun’un kucagında büyüten kim?... muhammed’imizi müsrikler elinde
    büyüten, sonra da alemlere rahmet kılan kim?!...
    sizi ve bizi korumaz, barındırmaz mı sanırsınız?.. koruyacak, barındırarak büyütecek elbet!.. koruyacak ve asama asama nefs mertebelerinde gelistirecek olan sadece o!..
    fakat bir sartla; yetimligimizi fark ettigimiz ölçüde, baglarimizdan siyrildigimiz derecede, özümüzde cevher misali sakli inciyi bulabildigimiz ölçüdebarinacagiz; gelismek üzere kollanacagiz…
    yetimligimizi fark ettik… kalbimizi sair sevgi ve ilgilerden de sıyırıp bosaltmaya çalısıyoruz. ama küçük bir saskınlık yasıyoruz. yolumuzu nasıl bulacagız?.. devam edelim okumaya.

    7. ve vecedeke dâllen fehedâ. seni yol bilmez, sasirmis bulup da yol göstermedi mi?
    kendini aramak üzere özüne dönen; terk ettigi baglantılar sonrasında ufak bir saskınlık yasar. yönelis istegi var. yol bulma arzusu hat safhada. istiyak ve sevk zirvede. ancak gidilecek yol, yönelecek kıble nerede?!..
    kıble arayısına girenlerden kimi tenzih, kimi tesbih çukurlarında el-mudill tecellisini yasarken sırat-ı mütaskim nasıl bulunacak?.. dalalettten kurtulus hidayetle olusuyor.
    el-mudill esmaı el-hâdî esmaı ile dönüsüm yasatıyor. iyi de dalalet nasıl hidayete dönüsecek?!..
    anahtar soru burada. simdiye kadar iç alemine(enfüsüne) yönelen insan, simdi dıs dünyaya (afaka) yönelecek ve turunu böylece sürdürecek. ibrahim(a.s)ın önce yıldızlara, sonra aya, sonra günese bakısı ile sistemde deveran edenin farklı ama tek-bir mekanizma oldugunu fark edisini kur’andan okuduk. yine; ”düsünenler için ayetlerimizde
    ibretler vardır” seklindeki ayetlerde geçen ayetlerimiz ifadesinin rabbul alemiynin sistemdeki çesitli tecellileri oldugunu da biliyoruz.
    allah rasûlü, allah adıyla isaret edilen’in yaratmıs oldugu sistem ve düzenin isleyismekanizmasına baglı olarak, gereken bilgileri sana duyurmus… senin, bu bilgileridegerlendirip, geregi sekilde yasaman, sana allah hidâyetinin ve rasûl sefaatinin ulasması demektir.(3)
    düsünen, akleden, özüne yönelen insan rahmet nazarı ile kainata baktıgında her seyin
    onu tesbih ettigini görecek!.. lem yelid ve lem yuledi fark edenin ve lem yekun lehu kufuven ahadi seyridir hidayet! zatı için denk benzer-misil düsünmek muhal olan teki; allah’ı fark edistir hidayet!.. korunmak, barındırılmak isteyene ulasır hidayet. "kuskulanilabilir hiç bir yani olmayan o kitap, korunmak isteyenlere hidâyettir..." (bakara-2)
    hidayet, bir mekânın kabulüne mazhar olmak degil, yola koyulmak, aydınlıgın izinisürmektir.insanın kendi ısıgı ve iç atesiyle kendi istikametini bulmasıdır hidayet. mühtedininkimsenin ısıgına ya da koltuk degnegine ihtiyacı yoktur. çünkü o hızını kendinden alır.ulasma, varma ya da gelme durumu degil, modern lügatlerin yabancısı oldugu ‘erme’
    halidir. hidayete ermek! herkesin u dönüsü yaptıgı bir dünyada “hû dönüsü’’negeçmektir.(4)
    kimi özünden bir yönelisle bulur hâdi’sini kimi de arayısı sonucu karsısına çıkarılan bir mahalden yansıyan tecelli ile!..celaleddin-i rumi’ye sems, kadı mahmud’a üftade,harun resid’e behlul dâne adı altında görünen; el-hâdî esmaıdır.bu mahallerden yansıyan duha ile yönlendirilirler sirat-i mustakime. onlarda ikili iliski gibi görünen hidayettir. çünkü;
    ikinin, teklige yönelisinin adıdır ask!(5)
    “ask” yasanmadan; “ask” ugruna tüm varlık feda edilmeden, “vahdet” yasantısı kesinlikle açıga çıkmaz!(6)
    * * *
    hidayete ön hazırlık olarak yasanan saskınlık esnasında da nice tecellileri seyreder insan.
    önce bela-kahır olarak gördüklerinin daha sonra hikmetini kavrayacak, altında yatan sebebi çözdükçe hayranlıgı artacaktır. yusuf’u mısır sultanlıgına, (firavun benlik egemenligindeki mulhime nefsin, mutmainneye dönüsmüs huzuruna) götürmek üzere kıskançlık-terk-hasret-dıslanma-gurbet-zindan ve hatta iftira safhalarının kademe
    kademe hidayetin açıga çıkısı oldugunu da sezecektir!..
    madem ki hakikatine yönelen korunmakta, madem ki saskınlık hidayetin zeminini olusturmakta; yasanan her mana, her olay, kemalat binasını yükseltmek için konulmus tuglalardan baska bir sey degil. hidayet bulan kimsede daha neler olusur, görelim.

    8. ve vecedeke ’âilen feagnâ. seni yoksul bulup zengin etmedi mi?..
    yoksulluk, salt mâlî anlamda fakirlik degil. tasavvuf literatürüne fakr olarak geçen halin batıni anlamı üzerine tefekkür edelim. allah rasülünün
    "fakr"ımla iftihar ederim"!.diyerek isaret ettigi "allah" varlıgı yanında "hiç"ligine isaret de mevcuttur!... bahsi geçen "fakr" da yanlıs olarak bildigimiz fakirlik diye anlasılmıstır; ki hiç ilgisi yoktur bu anlayısın,isaret edilen husus ile!.. fakîr parası-pulu, malı-mülkü, evi-barkı olmayan anlamında kullanılmaz tasavvufta. "fakr" hâli "yokluk" hâlidir!. fakîr de, "yokluk" hâlini yasayan kisidir. mutlak bilinçli kulluk ancak "fakr" ile tamam olur!. "fakîr"; “allah’a sıgınmıs, garîb, zavallı, “ene” si yok olmus kul” demektir; ki tasarruf edeni allah’tır!..(7)
    yetim olarak ayak baglarından kurtulan, özünden hidayete ulasan kimse fakr; yokluk halini yasamaya baslamıstır. yoklugu hissedis, gönlü isgal eden unsurlardan bir bir arınmak, kemale aday olmaktır. fenâyı hisseden bekâya namzet olur! var sandıgı her seyden geçen kisi; derin bir yalnızlık ve bosluk yasarken aynı zamanda
    zenginlestirilmenin kapısına gelmistir.
    fakr halini bi hakkın yasayan insan; ganî esması mucibince zengin edilmeye, donatılmaya hazırdır artık.
    eger kisi, bes duyu esaretinden ve sartlanmaların olusturdugu kabullerden arınıp, vehminin kabul ettirdigi göresel benlikten kurtulabilirse, görür ki kendisi yoktur, sadece allah vücud sahibidir!. nitekim, bu yoklugunu idrak etme sadedinde de "fenâfillah" deyimi kullanılır. bunun mânâsı, allah’ın varlıgı yanında kendi yoklugunu hissetme ve yasama halidir. "fenâ fillah"yani allah varlıgı yanında kendi "yok"lugunu yasama mertebesi; ki "velâyet" dahi burada baslar.(8)
    fakr halini yasayanın elde edecegi zenginligin ne oldugunu bir de hadislerden okuyalım:
    "bir kul yararlı çalısmalar ile bana yakîn elde eder. artık ben o kulumun görür gözü, isitir kulagı, söyleyen dili, tutan eli yürüyen ayagı olurum."(h.s) bundan daha muhtesem bir zenginlik olabilir mi?.. fakr halinde hakkın su beyanları tecelli eder: “o’nun emri, bir seyi dileyince ona sadece "ol!"demektir. o da oluverir.”(yasin-82) olusturma kuvvesinin tecelligâhı fakr yasayanlardır.
    benlikleri ve buna baglı arzu, istek, sehvetleri kalmamıstır. onlar artık yepyeni bir zat hüviyetiyle açıga çıkarlar: “o gün yer baska bir yerdir, gök de!..” (ibrahim-48)
    . . .
    dolu arsaya bina yapılmaz. dikenli, taslı arazi temizlenmeden bostan ekilmez. eski ekin biçilmeden yeni tohum atılmaz. gecekondu yıkılmadan gökdelen insa edilmez. anladık mı?...
    gayrından yoksul olmadan allah’a ermek mümkün degil!... her seyden bosaltırsak gönlümüzü ne mi olur? “yoksul bulup da zengin etmedi mi” sırrı mucibince fenâda kemali; bekâ sırrının zengin, çok boyutlu tecellilerini kusanırız.
    * * *
    bu ay, askın sultanı mevlana’mızın seb-i arusu ile dügün söleni, sem’â nesvesi yasadık.
    yoksulken zenginlestirilmeye bir de mevlana askınca nazar edelim:
    kamıs, ney olana dek neler çeker?... köklerinden koparır, boynunu vururlar. güneste kurutur, hatta yetinmez bir de fırına atarlar. bununla da kalmayıp bıçakla içini bosaltirlar! salt hale gelse de rahat bırakmaz, 7 delik oyarlar!.. sonra ehil bir nefes üfürünce hu sesini isitiriz kamıstan!... kamıs, artık kamıslıktan çıkmıs, vahdet terennüm
    eden neye dönüsmüstür.
    ne anladık?.. köklerimiz biçilecek, baglarımız kopacak… içimiz, varlık atfettigimiz her seyden bosalacak. nefs mertebeleri adedince açılımlar elde edecegiz. bosalan özümüze hakkın nefesi dolacak. dolacak ki; özümüzdeki hu yu bulalım! ona ruhumdan üfledim ayetindeki üfleme tabirine bir de bu cihetten bakın!.. içi dolu olana üfürülmez!.. fakrı yasayan, allah’tan gayrından bosalandan çıkar hakkın nidası!..
    . . .
    yetimken barındırıldık. yol bilmezken yola yönlendirildik. yoksulken zengin edildik.
    kusandıgımız bu hallerle vahdet yolculugumuzda daha ne gibi seyirlere sahit olacagız?
    hiçlik okyanusuna karısmak için daha neler lazım?!..
    notlar:
    1- dosttan dosta: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dost/
    2- gavsiye açıklaması: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/gavs/
    3- sistemin seslenisi: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/sistem/
    4- http://www.milligazete.com.tr/…=writersnews&id=3662
    5- dosttan dosta: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dost/
    6- mesajlar: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/mesajlar/
    7,8- kavramlar/fakr-fena: www.allahvesistemi.org

    duha suresini okumayı sürdürüyoruz.
    birinci bölümde suuru perçinleme ve acziyeti hissedisle birlikte rabbimizi tanımayı, ikinci bölümde ümit bahseden ahiret kavramıyla bütünleserek, paylasmakla rızaya erilecegini gördük. üçüncü bölümde yetimlik, fakr, hidayet, fena ve beka sırlarına dair ipuçları yakalamaya çalıstık.
    son bölüm surenin en can alıcı sırrını saklıyor. taradıgımız tefsir ve açıklamalarda bulamadıgımız o sırrı son ayetin son kelimesinde hissettik. ama önce ilk iki ayeti anlamaya koyulalım ki; sondaki mesajı hazmetmek kolay olsun.

    9. fe emmel yetîme fe lâ teghar: öyle ise, sakin yetime kahretme
    (horlama)! fa-i takibiyye dedigimiz bir edatla baslıyor ayet. takip edatı fenin, emmâ ile birlesip fe emmel seklinde gelisi; türkçe’mizde “bunun üzerine”, ”o halde” gibi anlamlar tasır. yani su denmek istenir; ”bak ey dinleyen kisi sana sunları sunları anlattık, bunları bunları kavradın, o halde haydi geregini yap!..”
    sure akısına dönecek olursak hitap su; berrak aklın, temiz suurun, arınmıs bakısınla, acziyetinin farkında olarak rabbinin daima seninle oldugunu ögrendin. özündeki yetim boyutunu açabildiginde degerli bir sıgınak elde edecegini, hidayetle sırat-ı mustakime yönlendirilecegini, fakrı yasadıgında zengin kuvvelerle donanacagını da kavradın. o halde
    tüm bunları biliyor, hissediyorsan sunu derhal yapmalı, hemen hayata geçirmelisin! iste 9.ayetle birlikte neleri uygulama planına koymamız, fiile dönüstürmemiz gerektigini okuyacagız.
    “sakın yetime kahretme!..” ne demek acaba? zahire göre “yetim çocukları kolla, onları dıslama!” anlamı açıkça okunuyor. fakat biz özde düsünme açısından ayete yaklastıgımızda “yetime kahretme” ne demek?!.. dısarıdaki yetim degil herhalde kastedilen!.. özüne yönelen için, dısarısı var mı ki?..
    teghar ifadesi el-kahhar isminden fiil. kahhar; kahreden, zorla hükmü altına alan, kudreti karsısında herkesi, her seyi perisan eden, güçsüz kılan demek. yetim ifadesinin de kök baglantılarından sıyrılmıs, yalnızlıgını hissetmis, özünden hakkın sesini duymaya hazır hale gelmis insan oldugunu geçen yukarıda isledik. ayeti bu çerçevede okuyalım:
    sakin ola ki;sende sakli yetim boyutunu, özün hitabini, beseri yaklasimlarla bastirma,ezme, açiga çikisina engel olma!.. vicdaninin sesini bastirip, nefsinin hükmü altina verme!…
    diyeceksiniz ki, insan içinden gelen o sesi bastırır mı?.. her insan halife sırrı ile yaratılmısken, herkes o görevi icra edecek donanıma sahipken niçin ortalıkta zalimler, gafiller, namertler, merhametsizler cirit atıyor?!.... esrefi mahlukat olan insan savaslar, entrikalar, ayak oyunları ile neden seytanın oyuncagı oluyor?..
    ne acı ki; herkeste yetim boyutu olmasına karsın çogunluk bastırmayı, kahretmeyi seçiyor. o boyut hakkı sesini haykırıyor ama dünyevi menfaatler, nefsi tercihlerle büyük bir kitle onu kahrediyor!.. daha dogrusu el-kahhar(c.c), sisteminin isleyisi için çogunlugu perdeli kılmayı uygun görüyor!...
    adına vicdan denen o boyut daha önceki bölümde isledigimiz el- vacid esmaı ile dogrudan baglantılı. nedir vicdan? insan niye onu bastırır? vicdanı bastırır, kahredersek ne olur, dinlersek neler gelisir?..
    - vicdanın sesi, hakkın seslenisidir!..
    - "vicdan", "insan"da bulunan ve hak ile batılı ayırt eden muhakeme gücünün adıdır!.
    - yargıcınız, vicdanınızdır!.
    - cehlin bürüdügü vicdanlarda, hakkın seslenisi duyulmaz olmustur!.
    - vicdanınızla gerçekçi bir biçimde sohbet edin! pahasını ödeyemeyeceginiz en büyük aldatma, kendi kendinizi aldatmadır!
    - "vicdan"ına hesap vermekle, allah‘a hesap vermis olacaksın!.
    - elinizi vicdanınıza koyunuz ve kimsenin duymayacagı bir sekilde kendinize gerçegi itirafediniz... hazır mısınız ölüm ötesi yasama?...
    - ne yapman gerekiyorsa, ilmin neyi öneriyorsa, vicdanından gelen seslenis neyse onudinle!..(1)
    vicdanını, yetim boyutunu bastırma, bırak konussun, dinle ondan gelecek hitabı!.. sen zaten 9. ayete gelene kadarki asamalara iman etmis, yasamayı niyete almıssan dogal olarak o sesi duyacaksın!.. ya içinden gelecek o hitap, yada içinden duyamadı isen karsına çıkacak bir aynadan!.. bazen bir kitap olacak sana seni anlatan, bazen bir dost
    gönlün sefkat eli. yeter ki bırak kendini özüne, özünün sesini sana tercüme edecek ”allah ’ın dininin yardımcısı” kutlu mahallere!.. vicdanının sesini dinleyen yasar vecd halini!.. o sesi dinleyen geçer kendinden!..
    bıraktın, dinledin, yeterli mi? degil… daha neler yapmalısın?... okuyalım.

    10. ve emmes sâile fe la tenhar: öyleyse isteyeni de azarlama!
    “isteyeni, dilenciyi azarlama” ifadesini de özde düsünecegiz. dısarıda dilenci falan yok, ne varsa içimizde, her ne arar isek özümüzde bulacagız!.. hakikat yolcusunun metodu bu!..
    isteyen-dilenci kim?.. ayetteki orijinal ifade sâil… sâil sadece dilenen-isteyen degil, aynı zamanda soran-sorgulayan demek! tenhar, azarlama demek oldugu kadar nehar,kelimesinin anlamı geregince aydinlik manasına da geliyor. ayeti okuyalım: sendekisorgulama mekanizmasinin önünü kesme!.. aklina düsen sorulari bastirip onlardan gelecek aydinligi söndürme-ilmi kesme!..
    “soru, ilmin yarısıdır” buyurdu allah rasülü. soru ilmi, ilim sorgulamayı getirecek. bu bizde neleri açar?..
    -soru sormayan beyin için "allah"a giden yol, kapalıdır!
    -neye inandıgınızı sorunuz kendinize... ardından da "ne kadar?" deyin.!
    -yönelisinizin, kime ve niye oldugunu sorun kendinize. isabetinizin isareti, huzurdur.
    -soru sormak, düsünce ve muhakemenin sonucudur.. soru soran toplum insanca yasamaya baslar!.
    -toplum, huzur ve saadeti, düsünmek ve soru sormakla elde eder!..
    -her an, ne yaparsan yap; niye yapıyorum sorusunu sormaya alıstır kendini!..
    -sorgulamak, düsünebilme yetenegi olan beyinlere has bir özelliktir!.
    -süphecilik ve vehim yasamınızı cehennem ederken; arastırmacılık, sorgulama, ilim ile cennetinizi genisletir.(2)
    ilk vahyin hemen gelmedigini, oku hitabına karsılık rasülümüzün; ”ben okuyanlardan degilim, neyi okuyayim?” sorusu ile kur’an inzalinin basladıgını hatırlarsak sorunun önemi daha net anlasılacaktır.
    vicdanın sesine kulak verdik, sorularımızın cevabı için ilim arayısına giristik. vahdet hali için bunlar yetiyor mu? geldik en son ve en sırlı ayete.
    11. ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis: o halde rabbinin nimetinihaddis eyle!
    emmâ; o halde manasına gelen bir açıklama edatı. 9. ayet fe emmâ ile basladıgı halde burada bir kere daha emmâ tekrar ediliyor. surenin tamamını toparlayıcı bir emmâ bu. duha suresini okuyabilenin erisecegi menzili görmek için ayeti kelimelere sadık kalarak okuyalım: o halde b harfinin isaret ettigi anlam dogrultusunda rabbinin nimetlerini haddis eyle!..
    bu ayette bi, nimet ve haddis kavramları anahtar.genel olarak tefsir ve tercümeler haddis kelimesini “anlat da anlat, dile getirmeye devam et” seklinde çevirmisler. haddis emrini açmak üzere (ha-de-se) kökünden kelimelerin sözlük anlamlarına bakıp ayeti degerlendirelim:
    ha-de-se:
    - dile getirmek, anlatmak.
    - sükretmek.
    - rasülullah’ın hadislerini nakletmek.
    - yokken var olmak!
    birinci mana; rabbinin sana verdigi nimetleri b sırrı geregince degerlendir ve insanlara
    anlat! üzerindeki nimetleri rabbin adına insanlıga takdim et!.. nimetlerin sükran ifadesi olarak emr-i bil marif-nehyi anil münker(iyiligi tesvik-kötülükten sakındırma)görevlerini icra et!.. bunu yaparken de iyiligi emredecegin, kötülükten sakındıracagın mahal dısarıdan önce kendinsin!... okudugun bu manalar çerçevesinde düsün; kendinde neleri degistirmeli, nelere yogunlasarak yasamalısın?!.. hangi huylar ve özelliklerini frenlemeli, hangi kabiliyetlerini daha iyi biçimde ortaya koymalısın?... fiil olmaksızın, mananın sükrü edâ edilmis olmaz!... fiil; okuyabildigi dogrultuda yasamaktır!..
    “nimetleri anlat da anlat” hitabında devamlılık, asırılık ve hatta abartı da gözlüyoruz.
    sadece anlat demiyor, anlat da anlat derken hem bunu sürekli yap, daim ol, hem de
    yapabildiginin en fazlası ile yap manası saklı!.. yani kulluk icra edilirken hem devamlılık
    hem de en fazlasını yapmak esas!.. rasülullah’ın günde en az 70 kere istigfarı, geceler
    boyu alnını secdeden kaldırmaması bunun için olsa gerek!.. ”kulum bana nafilelerle
    yakiyn elde eder” kudsi hadisini de göz önüne alırsak, nafilelerde hem daimi olmak, hem
    de normalin ötesine geçmek nimetin sükrü için elzem oluyor!..
    ikinci mana; rabbinin sana verdigi nimetleri rasülullah’ın ögretisi(hadisleri)
    dogrultusunda degerlendir!.. üzerimizdeki nimetin degeri ancak ve ancak
    rasülullah(s.a.v) in hadisleri dogrultusunda yasamakla açıga çıkar!.. onun gerek sözlü,
    gerek fiili, gerekse takriri uygulamaları yegane hayat rehberimiz olmalı!.. çünkü; rasüle
    itaat allah’a itaattir.(nisa-80) onun hiçbir uygulaması, sözü yada onayladıkları; beseri
    yön olarak degerlendirilemez. hepsi bir hikmete binaendir!(necm-3/4) rasülullah’ın
    yasamında günü geçmis hiçbir uygulama yoktur!.. çünkü anda yasar
    rasülullah!... asr-ı saadet; 1400 yıl öncesi degil, sizin rasülullah’ın prensipleri
    dogrultusunda yasamaya basladıgınız andır!..
    rasülullah’ın yasamı öylesine kapsamlı, öylesine kusatıcı ki; aklımıza takılıp da onun
    yasamında örnegini bulamayacagımız hiçbir konu yok!.. bunaldıgımız, çözemedigimiz her
    hususun bir sekilde hadislerde dogrudan çözümü, yada ufuk açıcı anahtarı mutlak
    surette mevcut! o nedenle,
    rasülullah’ı merkez almayan bir islam anlayısı; kesinlikle batildir!
    (http://www.ahmedhulusi.org/…/tanrimerkezlidinmi.htm)
    üçüncü mana: bize göre duha suresinden elde edilecek en büyük kazanım ve aydınlık
    bu üçüncü manada mevcut. haddis kelimesinin pek de gündeme gelmeyen anlamı ile
    girelim:
    kelâm ilmi sahipleri allah’ın varlıgı bahsinde hudüs delili baslıgı altında sunu söylerler:
    “her sey hâdistir(sonradan olmadır, yaratılmıstır)… her hâdisin bir muhdise(yaratıcıya)
    ihtiyacı vardır. o muhdis de allah’tır!...” hâdis; sonradan olan diye çevrildiginde hakiki mana tam olarak oturmaz.
    hâdis; sonradan olan degil; hiç var olmadıgı halde var sanılandır!.. buraya dikkat ediniz!.. varlıkta allah’tan gayrı var mı ki, sonradan olanlar bulunsun?!. varlıkta ondan gayrı hiç var olmamıstır! hz. ali(k.v) ye rasülullah’ın; allah var idi ve onunla birlikte
    hiçbirsey yok idi hadisi soruldugunda söyle demistir: “el’an(simdi de) öyledir!...”
    iste havsalayı zorlayan, hayretlere sevk eden sifre: el’an da öyledir!.. bunu diyebilmek
    için b sirri ile manaları kavramak, an bilincini yasamak esas!... nasibi olana!..
    (http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/iman/
    http://www.ahmedbaki.com/…itaplar/temel/temel08.htm
    http://www.ahmedbaki.com/…lar/kendini/kendini04.htm)
    simdi açılan bu kapıdan sızan ısıkla ayeti tekrar okuyalım:

    ve emmâ (o halde) bi (b sirrinin isaret ettigi anlam dogrultusunda) ni’meti rabbike(rabbinin nimetiyle) fe (derhal) haddis (yoklugunu hisset!..)
    hakikat yolculusunun hedefi vahdet, menzili hiçliktir!(3)
    hiçlik deryasına karısan için hissedis yada yasam söz konusu mudur, herhalde ehli bilir.
    (4)
    orada kelam ve tefekkür tükeniyorsa bize de susmak düser!..
    ***
    okuduklarımızı idrak etmek, idrakimizi yasama dönüstürmek nasibimiz olsun!.. duha suresini tefekkür nasip eden rabbul alemiyne sükürler olsun…salat u selam, alemlerin iftiharı allah rasülüne, ashabına ve ehl-i beytine olsun…selam, rahmet ve bereket; yetimligini hissederek hiçlige talip olanlara olsun!...
    notlar
    1,2- dosttan dosta: http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dost/
    3- hiçlik-sıfır: http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/hic.html
    http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/hic2.html
    http://www.sufizmveinsan.com/…ma/sifirhakkinda.html
    4- hedef; zattır: http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/gavs/
    o ve ben: http://www.ahmedbaki.com/…aplar/sistem/sistem36.htm

    inşirah
    (kavramın açılımı ve olusumu)
    gönül huzuru, iç denge, kendiyle barısık olma seklinde çevirebilecegimiz insirah kavramının ne derece önem arz ettigini; kur’an’ın bir suresine isim olmasından anlıyoruz.
    üzerinde genis bir tefekkür seyahati yapmak; yeni mana ve boyutlara açılım elde etme cihetinden elzem görünüyor.
    nedir insirah?
    önce kitapların anası kur’an’a dönelim ve oradan okumaya çalısalım.
    biz senin gögsünü insirah etmedik mi?.. indirmedik mi üzerinden agır yükünü?..
    (insirah-1/2)
    birbirini tamamlayan duha-insirah sureleri insan psikolojisi ve özde düsünme nokta-i nazarından elbette uzun uzun incelemeye, tetkik edilmeye deger sırlı boyutlar içeriyor.

    sure tahlilini ileriki bir zamana bırakıp simdilik sadece insirah kavramını açmaya çalısalım.
    se-ra-ha kökünden gelen insirah; yarılma, kesilip açılma, desilme, cerrahi müdahale anlamlarına geliyor. terim olarak herhangi bir ilmî eseri açıklamaya da serh etmek tabirini kullanıyoruz. ilim veya gönül ehli bir hak sevdalısı, bir kitabı alıyor, cümleleri yararak içlerinden derin-sırlı manalar çıkarıyor.
    rasül, ömrünün farklı dönemlerinde 3 ayrı insirah yasamıs:
    1- süt anne halime’nin yaylasında 2-4 yaslarında iken; çocuklarla oynadıgı esnada cebrail’in gelerek sinesini yarması, kalbini alıp yıkaması ve sonra yerine koyması seklinde tasvir edilen olay.

    2- ilk vahyin gelisi sırasında hira magarasında cebrail’in “oku” diyerek sıkması seklinde uygulanan insirah.

    3- mi’rac arifesinde isra(gece yürüyüsüne) çıkmazdan önce kabe’de dua ederken uygulanan insirah.

    bu 3 insirahın zamanlamaları ve uygulanma biçimleri nasıl bir mana fısıldar, bu da inceden inceye düsünülmeli!...
    altını çizmek istedigimiz nokta; insirahın sanıldıgı gibi birden bire islerin düzelmesi, hayat konumunun yükselmesi, maddi sıkıntıların bitivermesi, acının birden bire sevince dönüsmesi olmadıgıdır!..
    insanımız iç huzuru yada feraha çıkmak deyince, maddi-sosyal konum itibarı ile yokustan düze çıkmak, âmiyâne tabirle köse dönmek, hayatının en büyük sansını kucagında bulmak gibi bedensel rahata dönük manalar anlıyor. oysa insirah bu degil!... insirah; tamamen gönle, evrensele, ukbâya, ebediyete dönük bir kavram.
    bu çerçevede kelime kökündeki manadan da istifade ederek insirahı anlamaya çalısalım.
    lügat anlamından girersek insirah; bir ameliyat!... ameliyat ise; bıçak, acı, kan, igne, uyusma, kendinden geçme, var olana müdahale, dokuyu bozma, organı degistirme, iç bünyede mevcut cerahati, irini, uru söküp alma demek!..

    kolay mı ameliyat? güle oynaya ameliyat masasına yatan gördünüz mü hiç?.. o halde insirahın manası bizim bildigimiz türden bir rahata kavusma degil. ya ne öyleyse?..

    cebrail; cebbar isminin mazharı.. cebbar ne demek esma-i hüsna’dan okuyalım:
    el-cebbâr kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan; diledigini zorla yaptırmaya muktedirolan... bu ism-i serif cebir maddesindendir. cebir, "kırık kemigi sarıp bitistirmek, eksigibütünlemek" mânasına geldigi gibi, "icbar etmek", yani, "zorla is gördürmek" mânasınada gelir. bu mânaya göre allah teâlâ cebbâr’dır. yani, kırılanları onarır, eksikleri
    tamamlar, her türlü perisanlıkları düzeltir, yoluna kor. cebbâr’ın ikinci mânasına göre de; allah kâinatın her noktasında ve her sey üzerinde diledigini yaptırmaga muktedirdir. hüküm ve iradesine karsı gelinmek ihtimali yoktur.
    evet okuduk degil mi?. simdi çıkaracagımız sonuçlar mı? maddeleyerek çözüme gidelim:
    1- insirah; bir ameliyattır.
    2- her ameliyatta bıçak, acı, sızı, yara olur.
    3- ameliyatı yapan doktor hastaya sormaz, bildigini okur. acıta acıta yapar diledigini!..
    4- dertten arınmak isteyen; gönüllü yatar doktor önüne.
    5- ameliyatsız dert, cerahat, ur atılmaz bünyeden.
    simdi iç huzuru ve hakikati kusanarak selamete erme manasına olan insirahın nasıl gelistigini tespite çalısalım.
    1- size cebir uygulanacak, cebrail’iniz gelecek:
    cebrail vahyi getirirken ve gönlüne insirah verirken sıktı rasülü. öylesine sıkılır bunalırdı ki simasından terler akar, bedeni binlerce volt cereyan verilmisçesine titrer dururdu. hakiki huzura ermek için birileri veya bazı olaylar sıkacak sizi. is kaybı, yakının ölümü, uzun süreli bir hastalık, iflas, dıslanma, asagılanma olarak sıkacak sizi cebrail. böyle bakarsanız olaylara, her sıkıntı; yeni manalar için bir ameliyat size. her sıkıntı; gönül huzurunuza kapı açacak bir esik aslında.
    2- belanız gelecek ve mutlaka acıtacak:
    evet, acısız ameliyat yok. belalarla sınanacak, acı duyacaksınız. duyacaksınız ki; geceyarısı seccadeler ıslansın!... acıyacak ki; simdiye kadar acı verdiklerinizin halini bilebilesiniz. yoksa nasıl anlayacaksınız hayatı?..
    deneneceksiniz!... tutundugunuz degerlere bıçak sokacaklar. itibar, makam, söhret, unvan ne varsa yara alacak. çünkü bunlar sizin urlarınız. onlarla yasamak güzel görünse de sizi tüketen seyler onlar! haktan perdeleyen örtüler. o örtüleriniz yırtılacak, paramparça edilecek!..
    3- doktorunuz bulacak sizi:
    kendi kendine evde yatarken olmayacak bunlar. doktorunuz bir gün mutlaka karsınıza çıkacak. mevlana’ya sems, yunus’a taptuk, mecnuna leyla kisvesi ile gelen insirah uzmanı, bir sekilde size de gelecek. seveceksiniz, bel baglayacaksınız ona. ama benliginize nester saplayan da o olacak. sizi sevdigi için yapacak bunu. önce anlayamayacak; acımasız, hatta gaddar bulacaksınız onu. acı geçip yara kapandıktan sonra size verdigi hazineyi fark edeceksiniz. tesekkür edeceksiniz, minnetle önünde egileceksiniz belki ama isi bitince çekilecek o. yada “benden bu kadar haydi gündelik hayatına dön” diyerek kibarca kovacak sizi. tıpkı taptuk’un yunus’a yol verisi gibi!..
    4- gönül verirseniz insirah olur:
    doktoru sevmeden, güvenmeden bıçak altına yatılır mı? seveceksiniz onu… asık olacaksınız hatta. tıpkı geçmis erenlerin mürsidlerine, masuklarına kapıldıkları gibi. gönül vereceksiniz, teslim olacaksınız.
    böyle olunca o, hakikat nesteri ile girecek nefsinize. benliginizde ne varsa bir bir deserek çıkaracak. ask narkozu ile uyusan gönlünüz katlanacak bu acıya. uyanınca acıyacak, kıvranacaksınız. bazen “ne acımasız doktormus, cerrah mı kasap mı, ben bunu nasıl sevdim, nasıl da güvendim?..” diyeceksiniz.
    o günlerde fark etmeyeceksiniz belki ama sonraki günlerde sizi ameliyat eden cerrahın kendi odasında acınıza agladıgını, sızınızı aynıyla duydugunu ögreneceksiniz. “iyi ki güvendim, iyi ki sevdim” diye bir kere daha sevineceksiniz.
    yunus’u “sen dünya kokuyorsun!” diye kovalayan taptuk, günlerce aglamıs, yunus hasretinden âmâ olmustu. mevlana’yı bırakıp giden sems, sam sokaklarında nice günler acı ve elemle deli divane misali dolanmıstı.
    5- insirah; hakikat yolunda mecburi istikamettir:
    insan kolayı sever. surup içmek varken igne vurulmak istemeyiz. kolay yoldan saglıgına kavusmak elbette iyidir. fakat hakikat yolunun zorunlu bir dönemecidir insirah..
    kolay yolu olsa rasüle uygulardı allah!... 3 kere insiraha ugradı rasül. 3 yasında iken yarıldı kalbi. 40 yasında cebrail kaburgalarını çatırdatırcasına sıktı insirah için. gecenin bir yarısı mirac öncesi yine mescid-i haram’da yasadı.
    rasülün bu yasadıklarını kendi hayatınızda düsünün. cebrail hangi suretlerde sizi sıkarak insirah vermek istedi, yada hala istiyor, iyice bir düsünün!..
    o halde geçilecek bu geçit. hiç kaçarı yok dostlar! yol devam etsin, menzile erilsin diye geçilecek!...
    * * *
    kendimi zaptedemedigim, uzattıgım için bagıslayın.
    insirah istiyor musunuz? cebbar isminin sizde tecellisini istediginizin farkındasınız degil mi? kırıkların onarılmasını, eksiklerinizin zorla tamamlatılmasını istiyorsunuz.
    bir gönül ameliyatı istediginiz!... acısız, agrısız, sancısız ameliyat yok. fakat siz yine de isteyin. korkmayın. bu ameliyatın cerrahı; rahim’dir. merhametinden ameliyat eder sizi.
    önce ask narkozu ile uyusturur, sonra benlik adına ne illet varsa söküp alır içeriden.
    insiraha erenlerden olmanızı diliyorum…

    bir ümittir yasamak
    (kur’anda ümit ve motivasyona dair ayetler)
    insirah kavramına yaklasımımızı okuyan bazı dostlar, acı ve sıkıntıyı öne çıkaran karamsar bir tablo ortaya koydugumuzu düsünebilirler. aslında insirahın gönül huzuru veren bir açılım oldugu, bir takım belalar sonucu geldigi genel manada kabul gördü. günlük hayatta yasadıklarımız, öze erenlerin hayatları, özellikle asr-ı saadet yasamı da bunun çok açık delili.

    insirahın hemen pesine ümitle ilgili bazı noktalara deginmek yerinde olur sanırız. fazlaca karamsar görünen tabloyu böylelikle renklendirmis olalım. söze, bir kardesimizin insirah kelimesinde hissettikleri ile girmek istiyorum.

    söyle diyordu:
    “bu kavramın telaffuzu dahi içime huzur veriyor. insirah derken sanki bir selale çagıltısı, deresırıltısı, çiçek bahçesi ferahlıgı duyar gibiyim.”
    evet, kelime hakikaten böyle bir his veriyor. bu; ümit ve güven hissidir. insirah suresinde ve kur’an’ın diger ayetlerinde bizleri yasama baglayacak, hayata tutunmamızı saglayacak nice ümit motifleri yüklü. insirahın getirisi olarak kur’an’ın ümit konusunda fısıldadıgı manaları seyretmek umarım içimize ayrı bir nese ve sevinç katar.

    diyelim basınıza istemediginiz bir olay geldi. yıkık, perisansınız. kimse ile görüsmek istemiyorsunuz. çogunluk size küsmüs gibi. yalnızsınız. herkes benden uzak, herkes bana kırgın düsüncesi içinde çöküntü yasıyorsunuz. yalnızlıgınızın karanlık magarasına su ayet bir günes gibi doguyor: “rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı”(duha-3)

    kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin. rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gam!.. bu ne büyük ferahlık degil mi?..
    * * *
    basınızda agır bir dert var. sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor. sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. iste o an ayet yetisiyor imdada: “demek ki, zorlugun yanında birkolaylık mutlaka var! zorlugun yanında bir kolaylık muhakkak var!” (insirah-5/6)

    garantiyi veren allah!.. hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık gelecegi “mutlaka” ifadesi ile pekistirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor. ayet; kolaylıgın zorluk içinde saklı oldugunu, çözümün sorunda gizli oldugunu da fısıldıyor. bu manayı duymus olan niyazi mısri(k.s) söyle demis: “derman aradım derdime, derdim bana dermanimis”
    * * *
    yakup, oglu yusuf’u yitireli 40 yıl olmus. bedeni bu ıstıraba dayanamamıs da gözleri kör olmus. ama hala ümit içinde evladını bekliyor.

    kardesler mısır’dan kervanla dönünce:
    ”kervanda yusuf kokusu alıyorum” demis yakup. ogulları acı acı gülerek: ”baba, 40 yıl geçti, hala mı ümit, hala mı yusuf?. geç bunları geç” demisler.

    yakup’un cevabı ümit dolu:
    ”allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz; çünkü allah’ın rahmetinden ümidini kesenancak kafirler güruhudur." (yusuf-87) basınıza gelen hangi sıkıntı yakup’unkinden daha agır olabilir ki?...
    * * *
    günah ve hatalarınız diz boyu. insanlara karsı mahcup oldugunuz gibi, allah’ın sizi affından da tereddüde düstünüz. geri dönüsü olmayan isyan çukurundan çıkamayacak gibi hissediyorsunuz kendinizi. iste hem teselli hem ümit size:
    “ey kendilerinin aleyhine asırı giden kullarım! allah’ın rahmetinden ümidinizikesmeyin. süphesiz allah bütün günahları affeder. çünkü o, çok bagıslayan, çok merhamet edendir.” (zümer-53)
    * * *
    maddi sıkıntınız hat safhada. yoksul düstügünüzü hissediyorsunuz. iflas ettiniz.
    sıfırı tükettiniz yani. nasıl ayaga kalkarım düsüncesi içinde bogulurken ayet size yeni bir ümit veriyor: “eger yoksulluktan korkarsanız, allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. süphesiz allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (tevbe-28)
    * * *
    bir yakınınız ölümcül hastalıkla yataga düstü. doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar.
    çogu kere onu nasıl teselli edeceginizi dahi bilemiyorsunuz. gerçek ortada iken moral vermeye çalısmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size. ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz. eyyub nebi var kur’an’da…

    hastalıkların, dertlerin en agırına müptela olmus ama sıhhate kavusmus. onun hali size dayanak oluyor:“kulumuz eyyub’u da an, o zaman rabbine söyle nida etmisti: ‘bakbana, mesekkat ve acı ile seytan dokundu!’ ve ona, bütün ailesini ve beraberlerindebir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahsettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun. (sa’d-41/43)

    * * *
    olayları, gelismeleri yorumlamakta, tavır belirlemekte zorlanıyorsunuz. bazen her sey lehinize giderken, bazı dönemlerde de yıgınla aleyhinize gelismeler oluyor.
    aslında allah sisteminde lehte yada aleyhte düzenlemeler söz konusu degil.
    sadece olması gereken; olması gerektigi en uygun vakitte gelisiyor. ama yine de bazı seyleri yediremiyorsunuz kendinize. bir tutamak arıyorsunuz. ayet el veriyor size: “olurki, siz bir seyden hoslanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. olur ki, siz bir seyiseversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. allah bilir, siz bilmezsiniz. (bakara-216)
    . . .
    insirahın bela ve acı ile geldigini ögrendikten sonra hafif içleri kararan okurlarım, simdi nasılsınız? ümit ve enerji dolu öyle degil mi? yasam sevinci ve coskumuz hat safhada!..
    rabbimiz allah, rasülümüz muhammed(s.a.v), kitabımız kur’an, yolumuz sırat-ı müstakim!... bizden bahtiyarı yok dünyada!.. her ne olursa olsun, ne yasanırsa yasansın zafer ve basarı bizim. bunu da kafadan söylemiyoruz, kur’an konusuyor: vel akıbetü lilmüttakin(kasas-83); akıbet(hayırlı son, güzel sonuç) müttakiler(takvayı kusananlar,
    korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!...

    gönlünü genisletmedik mi?
    (insirah suresi yorumu)
    rasülullah (s.a.v) efendimizin vahyin kesintiye ugradıgı süreçte iç daralması yasadıgı, bunalımlar hissettigi ve bunun üzerine duha suresinin inzal oldugunu gün isigina yemin olsun baslıklı serimizde ayrıntılı biçimde islemistik. duha suresi, rabbinin kendine darıldıgı, terk ettigi zehabına kapılan rasülullah’ı teskin-teselli babında nâzil olmus; onun
    sahsında bize melekelerimizi, iç dinamiklerimizi fark ettirmeye yönelik ayetlerle yeni bakıs açıları sunmustu.
    duha’nın hemen pesine nazil olan insirah suresi, adından da anlasılacagı üzere gönül huzuru, iç ferahlıgı, yükün hafiflemesi, zorlukların geçiciligi, çözümün yanı basımızda oldugu gerçeklerine dair kesin-açık müjdeler içeriyor. duha suresine daralmaya karsı teskin diyecek olursak, insirah suresi teskinden öte ferahlık garantisidir. bu dogrultuda okumaya çalısalım:
    insirah suresi (mekke’de nazil oldu. 8 ayettir) bismillahirrahmanirrahim.

    1- elem nesrah leke sadrak: senin için gögsünü genisletmedik mi?..

    rabbin seni ne terk etti, ne de darıldı(duha-3) ayetinden sonra bu surenin “gögsünü (gönlünü)genisletmedik mi?” seklinde bir hatırlatma ile baslaması dikkatlerimizi nesrah kelimesinin mastarı insirah kavramına çekiyor. insirahı anlamamız, ayeti hem de surenin genel mesajını çözümlememize yardımcı olacak.
    nedir insirah?.. se-ra-ha kökünden türeyen insirah lügat anlamı itibariyle; ”yarmak-eti bıçakla ikiye ayırmak-kapalı olanı açmak-dar olanı genisletmek” anlamlarına gelir. buradaki bıçakla yarma sadece açma, bölme amacıyla degil, genisletme, bünyeye sıkıntı veren zararlı uru çekip çıkarma anlamına. buna göre insirah; insanın içini sıkan, gönlünü daraltan unsurların bir ameliyatla çıkarılması ve tedavi edilmesini içerir.(2)
    allah rasülü(s.a.v) in ömründe 3 kez insirah yasadıgı hadislerle bildiriliyor. onun muhatap oldugu insirah ameliyelerini, hakikate talip olan bizler hangi hallerde ve nasıl yasarız, olaylara göz atarak tetkik edelim:
    1- süt anne halime’nin yaylasındaki insirah:
    henüz 3-4 yaslarında bir çocukken cebrail (a.s)ın hz. muhammed’in gögsünü yardıgını, nurdan bir tas içinde yıkadıgını efendimizin süt kardesi seyma(r.a) rivayet ediyor. oyun oynadıkları esnada olusan bu hal üzerine çocukların korkarak kaçıstıgı, tedirgin olan halime’nin çocugu mekke’ye getirerek dedesi a. muttalib’e teslim ettigi bildiriliyor.
    olay, yaylada ve çocukken yasanmıs. yayla-köy; hayatın en saf, en basit tarzda yasandıgı yerlesim birimleri. hakikate yönelen insan, özünde öncelikle safiyâne-temiz duygular ve iman nuruyla ısıldayan berrak aklın getirisi sonucu içini kemiren perdelerden sıyrılmaya hazırlanır.

    öze dönmek; bazı engelleri asmayı, yüklerden kurtulmayı, iç hastalıklardan temizlenmeyi niyete almaktır. iste böylesi bir hal yasandıgında ilk insirah cereyan eder. bu insirahın hz.halime’nin yanında yasanması da halime ile sembolize
    edilen halîm esmasını çagrıstırdı bize. halim; insanlara karsı yumusak, fiillere karsı olgun davranmayı saglayan kuvvedir. halim esması kiside açılmadıkça, sistemi kavramak,sünnetullahı okumak ve sindirmekten söz edilemez! halim esması, ön yargılardan, sartlanma, perdeli bakıslardan sıyrılıp yorumsuz seyir yasatır.(3)
    allah rasülünün halime’den süt emmesi oldukça manidar!.. hakikat yolcusunun ilk ve öncelikli gıdası; halimlik olmalı. halim sıfatı yeterince hazmedildigi, sindirildigi takdirde hakikati kavrayacak alt yapının temeli atılmıs olur.
    2- hira magarasında ikra’ ile gelisen insirah:
    39 yasında iken hira magarasında cebrail’in ikra’ ile, kemiklerinin çatırtısını duyacak tarzda sıkma hissettigini bizzat allah rasülünden ögreniyoruz.
    ikra’ ilk açılım, ilk kesif. ikra’nın sadece okumak manasına gelmedigini, arap lisanında dogum yapmaya da ikra’ kullanıldıgını önceki yazılarımızdan birinde zikretmistik.(4)
    hira; dıs dünyadan, kesret aleminden, çokluk bakısından öze-teke yönelmenin sembolü. hakikat yolcusu, öze dönüsü esnasında bir süre yalnızlık yasayacak, sonunda nasibi kadarı ile kendinden bazı manaların dogusuna sahit olacaktır. o güne degin anlayamadıgını anlar, göremedigini görür, hissedemedigini hisseder hale gelmektir okumak!.. içinde yasadıgı, bir parçası ve unsuru olmasına ragmen bir türlü anlayamadıgı sistemin ruhunu kavramaktır okumak!.. iste bu kavrayıs sıkma seklinde ifadesini bulan insirah neticesinde gelisir.
    hira’daki sıkmanın 3 kere olusu, 3. defada okumanın gerçeklesmesi; esma-sıfat ve zat boyutlarının ikmali ile 3 asama sonunda hakikatin kiside açılacagını düsündürüyor. esma (kavramları ögrenerek sevmek), sıfat(ögrendiklerini benimseyerek, hâl’e dönüstürmek), zat (inandıgını bütün özellikleriyle kendinde yasar olmak) hakikat yasamının üç önemli basamagıdır. kamil manada bu boyutların hakkını veren kimse okuyabilir.
    3- mi’rac gecesi mescid-i haramda yasanan insirah:
    mi’rac gecesi isra yolculugu öncesinde mescid-i haram’a gelen allah rasülü, burada cebrail’in gögsünü yarıp kalbini zemzemle yıkadıgını açıklıyor.
    kabe; nazargâh-ı ilahidir. beytullah; hakk’ın nazar ettigi gönüldür. zemzem, kabe altından geçerek onun manasını-feyzini özünde barındıran su…
    mi’rac isra ile vuku buldu. geceleri rabbine yönelen kul; secde ile mi’rac edecek!.. bu mi’ rac için önce tevbe edecek, niyaz edecek, yakaracak, el açacak, hakikatten gafil oldugu için aglayacak, sinesinden bosalan göz yasları ile hem iç sıkıntısından hem de yüklerinden arınacak, tabiri caizse beseriyetini ulviyetle yıkayacak.

    arınısın delildir gözyasları!…kabe için zemzem ne ise; gönlüne dönen insan için gözyasları da odur, o derece kıymetlidir... iste hadisi serif: ”cehenneme haram olan iki seyden biri sehitlerin kanı, digeri ihlaslı müminin göz yaslarıdır” gözyasları ile yapılan tevbe, paha biçilmez bir insirah saglar.(5)
    . . .
    rasülullah’ın yasadıgı 3 insirahı, haddi asmamaya özen göstererek özümüzde hissettigimiz biçimde gözlemlemeye çalıstık. insirah yapılırken, bıçakla yarma, sıkma, cebrail’in bulunusu gözden kaçırmamamız gereken önemli keyfiyetler.
    cebrail, akl-ı küllün mazharı. akıl boyutunu öne çıkardıgımız cebrail isminin dogdugu kök; cebir!... cebir; cebbar esması ile açıga çıkar. ”baskı uygulama, diledigini zorla kabul ettirme, kemigi sarıp bütünlestirme, onarma, eksigi tamamlama” anlamları cebbar’dan türeyen cebrail isminde mevcut… buna göre cebrail islevini sıkarak, baskı uygulayarak, zorlayarak yerine getirmekte.
    her insirahta cebrail’e isaret olunması, insirahların sıkıntı-belalarla birlikte gelistigi, açılımların biraz da insanı acıtarak olustugu gerçegini fısıldıyor. tespit ettigimiz bu hakikate uzaklarda delil aramaya gerek yok. en büyük delil; allah rasülü ve sahabe-i kiramın bin bir türlü çileye katlandıgı asr-ı saadet dönemi!..
    bela ve sıkıntının hakikate yönelenlere daha çok gelecegi, hakikati zirvede yasayan nebilerin-rasüllerin en fazla belaya muhatap kimseler oldugu kur’an kıssalarında ortaya konuyor. evliyaullahın yasamına baktıgımızda da agırlıklı olarak çile ve ıstırap görürüz.

    ”tuzu kuru, isi tıkırında yasayıp da hakikate eren yoktur” desek, herhalde ileri gitmis olmayız.
    . . .
    bu açıklamalardan sonra surenin ilk ayetine yönelebiliriz.
    “biz senin gögsünü açmadık mı?” ey bunalan, daralan, hayıflanan kulum!.. biz senin gönlünü hakikate açmadık mı?..
    burada özüne yöneldigi halde zaman zaman bunalım yasayana gelen hitap; sıradan insanların ugramadıgı bir hali yansıtıyor. insirah herkese uygulanmaz… insirah uygulanmak; çok özel bir nasip ve talih meselesi!...

    öyle ya, insanların geneline bakınız! kaçta kaçı hakikate talip oluyor?... çevrenize bakınız, günlük yasamın girdaplarından sıyrılıp kaç kisi gerçege yönelebiliyor?.. dini yasadıgını söyleyen, kendini mümin olarak tanımlayanlardan dahi; rasülullah ögretisini yerli yerince kavramıs kaç kisi var?!..

    siz buna talip olmussanız bahtiyarsınız! siz özünüzdeki urları atmak üzere ameliyat istediniz. hakikate talip olarak ameliyat masasına yattınız. kendinizi chek-up ettiniz ve eskiye ait bilgiler, alıskanlıklar, âdetlerden kurtulmak istiyorsunuz. istemeniz, zaten cenab-ı hakkın vermesi demek!.. ”kulun ey allah’ım demesi, allah’ın buyur kulum demesi ile aynıdır” buyurdu mevlana’mız… insirahı, gönül genisligini hakikatinize yönelerek isteyen sizsiniz.
    “senin gönlünü genisletmedik mi?”... istedin de vermedik mi?... istemenin vermek, duaedebilmenin icabet, niyazın yegane nimet oldugunu fark et artık!..
    . . .
    nesrah kelimesi leke ile zikredilmis. leke; senin için, sana özel, senin lehine, senin faydana, senin yararına demek! kul bela ve sıkıntı ile daralma yasadı degil mi? hemen o belanın lehine oldugunu fark etmeli…bir annenin bile evladı aleyhine davranmayacagını kabul eden insan aklı; rabbimizin kulları aleyhine hüküm verecegini nasıl düsünür?!...
    haasaaa!.. o halde haktan gelen her sey lehimize. bela ve sıkıntılar da… lehimize oldugunu düsünebildigimiz ölçüde belanın nimete, acının neseye dönüstügünü gözleyecegiz.
    bunun yolu mu?.. olayların, fiilerin kendisine degil, ilerisine, arka planına, olusabilecek ihtimallere bakmak. bunalımdan bu bakısla çıkılacagını duha suresinde ögrendik: ”sonrası, senin için öncesinden mutlaka hayırlıdır”(duha-4) bu bakıs aynı zamanda; hikmetten kudrete tasıyan algı biçimidir.
    . . .
    ayetin özünde genislemenin zaten verildigine de dikkat edelim. bunalıyor, daralıyorsunuz ve bu esnada size bir hitap geliyor; ”genisletmedik mi?” dikkat edin, genisletecegiz, genisletiriz degil, olup bitmis, gerçeklesmis bir genisleme ve huzura isaret ediliyor.

    daraldıgınızı sanırken daralmanın genisleme oldugu zikrediliyor. ve kesin garanti verilerek soruluyor; genisletmedik mi?... darlık düsünürken, o darlık sebebiyle genislemenin yasanıp bittigini ögreniyorsunuz. ne muhtesem bir müjde degil mi?...
    . . .
    sadr kelimesine de deginmemiz elzem. genisleyen sadr; zahiren gögüs kafesi; kalp ve akcigerin bulundugu mahal olsa da batında isaret edilen; iç huzuru ve sükûn hali. musa(a.s) firavun’a giderken “rabbim sadrıma insirah ver” diye dua eder. en’am 125. ayette “allah kimi hidayete erdirmek isterse sadrını islam’a açar, kimi de saptırmak
    isterse sadrını daraltır” buyrulmaktadır. sadrın genislemesi; iman ve itaatin açıga çıkısı ile olusan açılımdır ki; hayata bakıs 180 derece degisir. önceleri dar açılı degerlendirmeler yapan, kayıtlı yasayan kul, iman ve teslimiyetle genis bir degerlendirme perspektifi elde eder. kimi zaman hayret ve hayranlıkla “önceleri nasıl da kapalı ve tıkanık yasıyor musum?” demekten kendini alamaz.
    . . .
    nesrah kelimesi biz insirah ettik anlamına çogul kalıbı ile kullanılmıs. kur’anda cenab-ı hak bazen ben, bazen de biz kalıbı ile hitap eder. tek olan zat’ın pek çok vasıfları yönüyle hükmünü ortaya koyması biz seklindeki ayetlerle ifadesini bulur. bu çerçevede insirah; allah’ın esma ve sıfatlarını tecelli ettiren bir kavram. insirahın biz kalıbıyla gelisi; kozmik aleme yansıyan zat’a ait islev ve kuvvelerin hakka adanan kimseye yardımcı, destek güçler olarak açıga çıkacagına da isaret eder. bir düsünürün tabiri ile “kendini allah’a adayan kimse; evrenin tamamının destegini almıs demektir.” biz hitabına melekut aleminin dahil oldugunu söylersek, ne demek istedigimiz daha net anlasılacaktır.
    . . .

    bazı kullarda sadrın genislemesi diger bir kul aynasından yansır. hz. mevlana, kitaplara sıkı sıkıya tutunup vaazlar, dersler verirken, hz.sems onların tamamını suya atarak söyle der: “yeter satırdan konustugun, artık sadrdan konus!...”
    celaleddin hoca diye bilinen mevlana’nın askın sultanı hz. mevlana’ya dönüsümü sadrının sems tarafından insirah edilmesi ile baslar. kitaplarını kaybettigi için üzülen, daralan mevlana, gönlünden fıskıran siirler, beyitler ve hikmetli sözlerle ilahi askın ebedi pınarıdır artık!..

    * * *

    burada insirah suresinin ilk 3 ayetini islemeyi niyete almısken, konu epeyce genisledi ve ancak bir ayeti okuyabildik. rasülullah’a insirah hakkında sorulan bir soruyu nakledip, diger ayetleri ilerideki satırlara bırakalım. bu sorunun cevabında rasülullah’ın insirahı nasıl açıkladıgını birlikte ögrenelim:
    en’am suresi 125. ayet okununca sahabeden biri sordu:
    -serh-u sadr (insirah) nasıl olur, gögüs açılır mı ya rasülallah?
    -evet, açılır.
    -insirahın alameti nedir ya rasülallah?
    -aldanma yurdu; dünyadan uzaklasmak, ebediyet yurdu; ahirete yönelmek vegelmezden önce ölüm için hazırlanmaktır!...(6)
    1- duha suresi: http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/gunisigi.html
    http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/gunisigi2.html
    http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/gunisigi3.html
    http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/gunisigi4.html
    2- insirah: http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/insirah.html
    3- halim,hilm: http://www.allahvesistemi.org/
    ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/hilm/
    4- ikra’: http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/kelimeden.html
    5- gözyasi: http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/biraz.html
    6- http://www.kuranikerim.com/telmalili/insirah.htm
    insirah suresi ilk ayeti tetkik ederken “gönül genisletilmesi”nin nasıl bir keyfiyet
    oldugunu açıklamaya çalıstık. simdi 2. ve 3. ayetlerde insirahla olusacak halleri, kisiye
    getirilerini okumaya gayret edecegiz.
    2,3- ve vada’nâ anke vizrake. ellezi enkada zahrake: yükünü senden kaldirmadik mi? ki o(yük) belini bükmekteydi. kaldırılan yük, belin bükülmesi, agırlıgın giderilmesi ile isaret edilen manaları görmek üzere kelimeleri anlam boyutlarına göre degerlendirmek ilk önceligimiz. kur’anda hiçbir kelimenin rastlantısal olmadıgını, görünüste aynı manaya gelse bile bir ayette baska,digerinde baska kelime seçilisinin hikmetler sakladıgını biliyoruz. iste bu nedenle kelime seçimi kadar durdugu yerin de mühim oldugunun altını çizelim ve kavram köklerine bakalım:
    (vada’na) va-da-a: kaldırmak, borcu tamamen silmek, yeni bir hüküm koymak, suçu üzerinden atmak, indirmek, bir seyi yere bırakıvermek, tevazu göstermek.
    (vizrake) ve-zi-ra: agırlık, bir yükün altına girip yüklenmek, günah, deligi veya yarıgı kapamak-tamir etmek, vezirlik, töhmet, örtü giyinmek.
    (enkada) ne-ka-da: ahdi bozmak, saglam isi yıkmak, yıkıntı-enkaz, kemigi kırmak, mafsalları çatırdatmak, tenakuz, zıtlık, iki görüsün çatısması-ikilem.
    (zahrake) za-he-ra:sırt, bir seyin dısa dönük yüzü, görünüs, zahir.
    iki ayetin mana çatısını olusturan 4 kelimenin köklerini ögrendikten sonra birlikte tefekkür edelim: “senin yükünü kaldırmadık mı?” “öyle bir yük ki; belini bükmekte idi” ilk ayetteki müjdenin bir benzeri burada da mevcut. hakikat yolcusu agırlıklar altında ezildigini, bunaldıgını düsünürken gelen hitaba bakınız; “yükünü kaldırmadık mı?..” yüküm
    agır, dediginiz anda aslında yükten kurtuldugunuz söyleniyor!.. ne ilginç degil mi?...

    bakalım, vahdete adanan, öze dönen kimse ne tür yüklerden kurtuluyor?
    “kendini veziri kabul ettigin seyleri kaldırmadık mı?” simdi kendimize bakalım. yasarken bir takım vezirlikler; yükümlülükler üstleniriz. yükümlülük dedik de, hem vezir kelimesinde, hem de türkçe’mizdeki sekli ile yükümlülük dedigimizde üstlenilen yük manası açıkça mevcut.
    durduk yerde neleri üstlendigimizi kendimden yola çıkarak açayım. esime göre koca, ogullarıma göre baba, amirime göre memur, maiyetimdekilere göre amir, anneme göre ogul, yegenlerime göre amca, mahalleliye göre komsu, okuyanlara göre yazar, hocalarıma göre talebe!.. vesaire vesaire!.. sonu gelmez kalabalık halinde vezirlik zinciri…

    aslında her biri özgün teki temsil eden bizler, çevreye; daha tasavvufi tabirle kesret alemine ait yükleri üstlenmisiz! bulundugumuz konuma göre herkesin bizden talepleri var. hepsinin hakkını vermek, adil biçimde yetismek kolay degil. ne yapalım, hepsini silip atalım mı? evlad u ıyale, ise güce bos verip daglara mı çıkalım?
    hayır. bu yüklerin hepsi kalktı, hepsi düstü!.. vahdete yönelmekle oldu bu. nasıl mı?..

    önceleri kendimizi göreceli tanımlarken tasavvufi bakıs bizi bir tek tanıma götürdü:
    abdiyyet; kul olmak!.. var mı ötesi?.. yok… kullugumuzu fark ettigimiz gün, ne baskalarına paralanırcasına kosacagız, ne de hayatımızı tüketecek adanmıslıklara girisecegiz. sadece kullugun hakkını verecek, sadece allah’a adanacagız!.. bunu beynimizde basardıgımız an müjde gelecek: es olarak, ana-baba olarak, toplumsal-ailevi konum olarak üstlendigimiz yükümlülüklerin hafifletildigini görecegiz!.. delil mi? iste ayet:
    ve leyansurannallahu men yensuruhu, innalahe lekaviyyun aziz allah’a yardım eden kimseye mutlak surette allah yardım eder!.. süphesiz o güçlüdür, izzet sahibidir. (hacc-40)
    sadece allah’a adanır, onun dinine yardımı (sünnetullahı okumayı-okutmayı) gaye edinir, kullugun hakkını verirsek; yüklerimizin hafifletildigini, islerimizin kolaylastırıldıgını hayretle müsahede edecegiz!.. bakın bu konuda askın sultanı mevlana ne buyurmus: “dinderdini kendine tek dert yapanın; allah diger dertlerini alır!”
    . . .
    “kaldırmadık mı?” ifadesiyle süphe ve tereddüde mahal bırakmayacak derecede kesinlik bildiriliyor. bir kısmını almak, azaltmak, borca mühlet vermek falan degil. kelimenin tam anlamı ile yere atarcasına yükün tamamen bertaraf edilmesi!..
    az önce de zikrettigimiz gibi öze dönen kimse, ruhunu sıkan, içini daraltan bir takım kaygı-tedirginlik-ödev-endiselerden kesinlikle sıyrılıyor. zaten çokluk bakısından teke yönelmek, kalabalık vehminden sıyrılıp zatının farkındalıgına adanmak hakikatin özü ise; çokluk düsüyor, her sey teklesip birlesiyor. ayrı-gayrının kalmadıgı külfetsiz, yüksüz bir hayat; gönül huzuru demek.
    . . .
    kaldırılan yüklerin vasıflanısı da dikkat çekici. nasıl yük? belini büken, sırtını agrıtan, töhmet altında bırakan!..
    tasavvuf ehli dini terimleri okurken sıradan insanların zahir kalıplarını yıkarak derin anlamlar sezmis. sadr; avama göre kisinin bagrını, gögsünü ifade ederken; tasavvuf ehli; gönül demis. sadr, iç alemin, ruhun, gönlün, maneviyat dünyamızın sembolü. bedenin ön tarafındaki sadr; adeta ahiret boyutumuzu çagrıstırıyor. sadrı evvelki bölümde açmıstık. simdi zahrı anlamaya çalısalım. zahrake ifadesi; bedenin arka kısmı olan sırtı ve beli ifade ediyor. zahrımız; bedene, beseriyete, dünyaya dönük yanımız.

    dünyevi islerde sırt-bel geçen deyimler kullanırız:
    -patron üstüme çok geldi, sırtımdan ter aktı.
    -koca bir ailenin yükü sırtımda.
    -halkın derdini omuzlamısım kardesim.
    -geçim derdi belimi büktü.
    bel, sırt aynı zamanda cinsel-sehevî-nefsî çagrısımlar için de kullanılıyor. sehvet; arapça’ da tüm dünyevi arzuları bildiren bir kelime oldugu halde türkçe’ye sadece cinsel istek olarak geçmis. bel, sadece cinsel arzunun degil, bütün beserî arzuların sembolü.

    bel, sırt; ayakta kalabilmenin de ölçüsü. beli bükülenden hayır gelmiyor. dirayetli kisiyi tarif sadedinde; alnı açık, bası dik, gözü pek diyoruz. islâmî literatüre göre söyleyecek olursak; kiyam halini ortaya koyabilmek için, belin saglam, sırtın dik olması sart!..
    sehvetine; beseri arzularına hakim olamayan, ahseni takvim serefini koruyamayan; kıyam edemez!..
    . . .
    bu yük ne yapıyor? enkada ifadesi ile anlıyoruz ki; yıkım getiriyor, daraltıyor, yıpranmıslık içeriyor. insanın belini büken en agır yük, ”enkada” kelimesinde isaret edilen tezatlar görmek-ikilemde kalmak-iki görüs arasinda karar verememektir. bu hal ruh dünyasını paramparça eden ciddi bir çeliski. daha açıkçası; sirk hali! azabın en büyügü ikilik; stresin en yogun yasandıgı nokta gayrı görmek; sirke düsmek!..

    insirah yasayan; sirk yükünü atarak, arınmaya aday olacak. sirk kalkmadıkça, belini dogrultmak, rabbul alemin huzurunda kıyama durmak imkansız!..
    kıyama durmadıkça da ne tekbir alabilirsiniz, ne de fatiha okuyabilirsiniz! namazı oturarak kılanlar da var, demeyin sakın! kılınan namazdan özge, yasanan halden bahsediyorum!.
    . . .
    “enkada” size enkaz kelimesini çagrıstırmadı mı?.. bel büken, yıkıntılar dolu bir agırlık. arsanızda gecekondu enkazı varsa kaldırmadan yeni bina kuramazsınız! eski bilgiler, adetler, sartlanmıslıklar, perdeler, kalıplardan olusan enkazla isgal edilmis bilinç arsanız!.. insirahla bilinç arsanızı temizliyorsunuz, kur’an ve sünnet ruhu ile yeni bir yapı insa etmek için!.. vahdet yolcusu sırtından enkazın kaldırıldıgını hissederek sevinmeli.
    . . .

    zahr, dıs yüz demekti. dısa dönüklük idi. sırtınızdan yük kalkısı ile dıs dünyadan içe, öze dönüyorsunuz. insirah sadrın; için; özün ameliyatı. o ameliyatla birlikte dıs dünyanın sanal mesguliyetleri düstü bilincinizden.

    . . .

    vizr kelimesinin “örtü” oldugunu ögrendik. insirah ile örtülerden kurtuldugumuzu, bilinci, suuru kapatan perdelerin kesinkes yandıgını fark ediyoruz. kafir; gerçegi örten demek.
    hakikati perdeleyenlere kafir diyor kur’an. mümin oldugu halde gaflet eseri küfre düsenler için; perdelerin kalkısına insirahlar vesile oluyor.
    ibrahim bin edhem’in dünya-saltanat örtüsünü damdaki adam, aziz mahmud hudai’nin makam örtüsünü hz. üftade kaldırmıstı… insirah bir ameliyatsa; operatörü kamil mürsiddir. nasibi olanı, saati geleni bir sekilde bulur onlar.
    vakti gelmisse isteyip istememenizin hiçbir ehemmiyeti yoktur. onlar bilir isini!.. hak, onlarla görür isini!..
    . . .
    “vada’na” tevazu kavramının da kökü. yük kalkmasının en belirgin ölçüsü tevazu. agır yük sirkin dısa yansıması; benlik!.. her ne surette, her ne nam ve kisve altında olursa olsun benlikten arınmayan; santim mesafe alamaz! bildikleri, tekrarladıkları, yorumladıkları olabilir ama yasam haline dönüstürdükleri henüz olusmamıstır. sıcakla
    soguk, yazla kıs aynı anda yasanmadıgı gibi, sirkin tezahürü benlik ile; hakikati seyir bir arada bulunmaz!.. “vada’na” hitabına muhatap olarak insirah yasayan; benlikyükünden soyunur; yüce zevatin nurlu elbisesi tevazuu giyinir.

    kıssalarından ibret sahneleri desifre etmeye çabaladıgımız allah dostlarının en belirgin hali; tevazudur. tevazu; basarılı geçen insirah operasyonu sonunda kavusulan hakiki sıhhattir!..

    * * *

    sirkin kulluga engel teskil eden agırlıgını atabilen; özündeki nuru fark etme bahtiyarlıgını yasar. bundan sonrası, kulluk halinde istikrar göstererek kemalat basamaklarında yükselmektir.

    yükseltici unsur ne?...
    yükselen neler kesfeder?...
    ona neler kolaylasır?..
    insirah yasayan kimsenin gönlünün genislemesi ile birlikte üzerinden vehim, benlik, kaygı v.b. kesret alemine ait yükleri attıgını açıklamıstık. agırlıklarından kurtulan insanın yükselisi nasıl gerçeklesir?.. simdi bunu görmeye çalısalım:

    4- ve rafa’nâ leke zikrake: senin için, senin zikrini yükseltici kilmadik
    mi? bu ayette anahtar kelime zikrake kısmındaki zikir olmasına ragmen tefsir ve meallerin büyük çogunlugunda zikrake; ”senin sanın, senin ünün, senin ismin” seklinde çevrilmis; ”senin sanını yükselttik, senin ismini yücelttik” anlamlarından hareketle dıs dünyaya dönük yorumlar yapılmıstır. biz, öze dönerek zikri okumaya gayret edelim.
    kisiyi maneviyat basamaklarında yükseltici unsur; zikirdir. kur’anda 250 ayette zikir kelimesi geçer. kur’an ve hadisleri tetkik ettigimizde zikrin birkaç anlama geldigini görürüz. bunlardan baslıcaları;
    1- kur’an-ı kerim.
    2- namaz
    3- cuma namazı
    4- ilim
    5- ögüt
    6- vahiy
    7- tesbih, tehlil ve tekbir
    modern bilimin verileri de kabul etmektedir ki, beyinde bazı devreleri açan; bakıs açısınagenislikler getiren paha biçilmez bir çalısmadır zikir. zikir, inanarak yada inanmayarakyapılsın, nasibi olan her kiside istenen bazı fonksiyonları açmakta, hızlı bir degisim vegelisim olusturmaktadır.(1)
    - zikir; karanlıklardan aydınlıga çıkarır.(ahzab 41-42-43)
    - allahü tealayı zikredeni o, yüksek makamda bulunan topluluklara zikreder.
    (bakara-152)
    - zikir; zikreden erkek ve kadınlar için bagıslanma vesilesidir. (ahzab-35)
    - zikir; amellerin en hayırlısı ve en temizidir.
    “sahibiniz olan allah nezdinde, amellerinizin en hayırlı ve en temizini, derecelerinizi en yükseklere çıkaracak olanını, altın ve gümüs sadaka vermekten daha hayırlı olanını, düsmanlarınızla karsılasıp siz onların boynunu onlar da sizin boynunuzu vuracak sekilde savasmanızdan da daha hayırlısını haber vereyim mi? dediler ki; evet haber ver ey allah’
    ın rasûlü! rasûlüllah (s.a.v): allah’ı zikretmektir, buyurdu.” (tirmizi)
    - zikir; hayatın serefi, yasamın kıymetidir. “allah’ı zikredenle zikretmeyenin misâli, yasayanla ölünün misalidir.”(h.s)
    . . .
    “hatırlama, anma” manası zikrin kök anlamı. ”hafıza-i beser nisyân ile malüldür” sözünü biliyoruz. insan; unutmak gibi bir illete sahip. unutmak yerine göre nimet yerine göre illet. insanın dünya yasamında unuttugu, örtüldügü yegane hakikat;
    kulluk… ister kur’an okumak, ister hadis dinlemek, ister tesbih etmek, isterse salih amel islemek manasına alınız, zikir; halifetullah sırrını icra etmek üzere yaratılan insana asıl vazifesini, unuttugu yaratılıs gayesini hatırlatan ve ona yönlendiren çalısmalar bütünüdür. zikir, kisinin gündemini sadece allah’a tahsis ederek dini yasaması; sistemi okumasıdır!..
    iste bu çerçevede maddi-manevi yükselisimiz zikre baglı. zikrin fonksiyonu rafea fiili ile bildirilmis. rafea yükseltmek demek. mirac mucizesinin ikinci asamasında rasulullah’ın ref ’ ref’(yükseltici) adlı keyfiyeti bilinmeyen bir binek kullandıgını hatırlayınız!.. o halde ibadetlerimiz mi’rac amacına matuf ise; zikrimiz; boyutlar asıracak ref refimiz olmalı!..

    zikrin, ref ref oldugu sırrı bu ayetle açılıyor.

    5- fe inne maal usri yüsran inne maal usri yüsran: bundan dolayizorlukla birlikte kolaylik vardir. süphesiz zorlukla birliktekolaylik vardir.
    insirah olayının sekli ve asamalarından sonra yasanacak açılımlar neler? kisi insirah yasadı, gönlü genisledi ve zikir haline de devam ediyor. neyi fark edecek?..
    surenin ana temasını olusturan insanın iç dengelerini kurması, huzur duyması, rahatlaması, psikolojik anlamda doygunluga ermesi neyi fark etmesi ile gerçeklik kazanır?

    sizi üzen konuları düsününüz. bazılarına kötü, bazılarına iyi deriz. bazı hadiseler lehimize, bazıları aleyhimize görünür. haktan gelenleri bela-nimet, lütuf-kahır diye ikiye ayırır, bedelini stres çekerek öderiz. ikilik; sirk, sirk zaten azap. öyleyse azaptan çıkıs yolu ne?...
    allah sisteminde iyi-kötü, güzel-çirkin, bela-nimet, lütuf-kahır gibi degerlendirmelertamamen insana göredir, allah’a göre degil! zaten onun katında görecelilik muhaldir!(2)
    göreceli bakan bizler için ayet muhtesem bir sır veriyor: “her zorlukla birlikte kolaylık vardır.” açalım; kolaylık zorlugun içinde saklı!.. az daha açalım; kolaylık; zorlukzannettigimiz seyin taa kendisi!.. zorlukların çaresi; o zorlugun içinde ve onunla birlikte zaten mevcut!..
    son yıllarda sirketlerin fazlaca önemsedigi kisisel gelisim seminerlerinde anahtar bir cümle var: çaresizseniz; çare sizsiniz!.. çaresizlik; sıkıntı ve bunalım; çözümün ve ferahlamanın kapısında oldugunuzun müjdecisi.

    insanlık; en bunalımlı dönemlerinde yeni liderlerini kesfeder. milletler, en dar anlarında çözüm üretmeyi hızlandırırlar. sirkin zirveye çıktıgı mekke’de dogar islam günesi… küfrün, isyanın, günahın tavan yaptıgı cografyadan çıkar allah rasülü(s.a.v)… firavun’un zulüm ülkesinde yetisir musa… kuyudan, köle pazarından, zindandan ruhunu damıta damıta sultan olur yusuf!.. mogol istilası altında baskı ve fakirlikle inleyen anadolu; üç evrensel insan çıkarır: hz.mevlana-yunus emre-hacı bektas veli!..
    kisi için de durum aynıdır. her sıkıntı rahmettir. rahmet; yagmur misali zahiren yıldırım, simsek, fırtına ve gürültü kopararak gelse de nice çorak araziler suya kanacak, nice bahçelerde çiçekler açacak, nice bereketler fıskıracaktır.
    basınızda bir zorluk var öyle mi?.. bedeninize, kisiliginize ıstırap veren olayları arzınıza inen yagmur diye düsünün. arz; malum bedeni boyut. arzınıza yagmur yagıyorsa semanızdan sizde ne açılımlar gelisecek acele etmeden seyredin!..

    yıldırıma, simsege bakarak degerlendirirseniz acınız artarak sürecek. yagmura ve getireceklerine kenetlendiginizde sükûna erecek, hatta keyif alacaksınız yasananlardan!..
    . . .
    ayetin zahirî cümle örgüsünden okudugumuz derin bir mana daha var: zorluk anlamına gelen usr kelimesi el takısı ile kullanılırken; kolaylık anlamına gelen yusr kelimesi takısız kullanılmıs. el takısı gelen kelime belirli ve tek bir anlamı bildirir. el takısı olmadan kullanılan kelime ise bütün bir cinse samil olup, sınırsız, sonuz mana içerir. el usr: bir tek zorluk. yusran: kolaylıklar bütünü…
    bu ne mi demek?.. tek bir zorluk için sadece bir degil, birden fazla çözüm; bir bela için birden fazla nimet var demek! nerede?.. yine o zorlugun, yine o belanın içinde. ne muhtesem bir mana degil mi?..
    bu manayı fark eden öze ermislerden niyazi mısrî (ks.) ye kulak verelim:
    derman aradım derdime, derdim bana derman imis
    burhan aradım aslıma, aslım bana burhan imis.
    . . .
    zorlukta kolaylıklar saklandıgını, belanın nice nimetlere gebe oldugunu daimi olarak seyredebilmek mümkün mü?... yasamımızın tamamında bunu basarmak neye baglı?...
    notlar
    1- http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dua/
    2-http://www.sufizmveinsan.com/konuk/gorece.html

    7- fe izâ feragte fensab:öyleyse bos kaldiginda hemen yorul.
    bu ifadeyi degerlendirirken vakit, zaman kavramlarını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. kur’anda zaman ve akısına dair pek çok sure mevcut. iste bazıları:
    - asr(zaman) suresi
    - dehr(zaman üstü an) suresi
    - fecr(sabah vakti) suresi
    - leyl(gece) suresi
    - duha(kusluk vakti) suresi
    - sems(günes) suresi
    - kamer(ay) suresi
    zaman; çogu kere gaflete düstügümüz hayati bir unsur. zaman kavramını insanoglu yeterince degerlendirebilmis olsa; 60-70 yıllık dünya karsılıgında ebedi yasamını cehenneme çevirmezdi. insirahın; gönül ferahlıgının dogrudan ilintili oldugu bir kavram; zaman…
    insan bosluga düsmek tabir ettigi anlarda stres-bunalım-buhran ve depresyon tabir edilen haller yasıyor. günah ve isyan bataklıgına sürüklenisi; hakikatten perdelenisi ile birlikte bosluk anlarını fırsat bilen cinnî-nârî-seytâni yapıların nefse hükümranlıgını davet ediyor. azabı da iste o an start alıyor.
    . . .
    islam; hayatın hiçbir alanında bosluk bırakmamıstır. her ise besmele ile baslamak; ayakkabı giymekten yemek yemeye, dısarı çıkmaktan sohbet etmeye kadar hemen hemen her fiile karsılık bir dua bulunması bosluk bırakmama amacına matuf. mümin; 24saatini allah’a göre ayarlayan insandır!
    24 saatini allah’a göre ayarlayan kiside bosluk kavramına yer var mıdır?...
    bir zamanlar televizyon ekranlarında tanısmaların vazgeçilmez cümlesi suydu:
    ”bos zamanlarımda kitap okur, müzik dinlerim.” sonra bazı mütefekkirler söyle dediler:
    “kitap okumak bos vakit eylemi degildir. kitap okumak baslı basına vakit ayırmayı gerektiren bir istir.” tefekkürümüzü daha da ileri götürecek olursak ister kitap okumak, ister müzik dinlemek, isterse dinlenmek için olsun, müminin hayatında bos vakit kavramına yer yoktur!..
    ayete dönelim. ”bos kaldıgında yorul” niçin beyan olundu? ana temamız gönül huzuru, iç ferahlıgı ise ayetten anlayacagımız su; ne zaman kendinde bir bosluk hissedersen hemen bir ise koyul ki nefsinin eline düsüp seytana yem olmayasın!..
    günlük hayatında bosluk anı bırakma!.. mutlaka bir seyle mesgul ol.
    kitap okumayı disiplin haline getiren degerli bir büyügüme nasıl bu kadar dinç kalabildigini sormustum. aynen söyle dedi:
    -sıradan insanlar; çalısırlar ve dinlenirler. sıradanlıgı asma cesareti gösterenlerseyorulduklarında yeni bir ise koyularak dinlenirler!...”
    yeni bir ise koyularak dinlenmek!... ne kadar ilginç degil mi?... islam’ın çalısma disiplini de budur zaten. rasülullah’(s.a.v)e göre hiçbir anımız bos olmamalı. bos vakit; nefsin pençesine düsülen vakittir. iste o büyük zatın meshur duası:
    allahumme la tekilniy ila nefsi, tarfete aynin ve la ekalle min zalik: “allah’ım!göz açıp kapayıncaya kadar veya ondan daha az bir süre için dahi olsa beni nefsimin eline bırakma!”
    bütün tarikat disiplinlerinde 24 saate yayılan zikir ve virdlerin zorunlu olusunun bir amacı da hayatımızda bosluk bırakmamak olsa gerek. bosluk olusunca ne olacagını imam-ı safii(r.a) den ögrenip diger ayete geçelim:“kendini hak ile mesgul etmezsen; bâtıl seni istila eder!...”

    8- ve ilâ rabbike fergab: ve ragbetin rabbine olsun!
    evet, bu ayetle gönül genisligini tahlile çalıstıgımız insirah suresinin sonuna geldik. son mesaj; hafızamıza atılan bir çentik olacak ve silinmemek üzere kazınacak inseallah.
    ragbetin rabbine olsun!... niçin böyle buyurdu dersiniz?...
    ragbet gösterdiginiz seyleri bir düsünün hele! yada söyle diyeyim; önceliklerinizi geçirin aklınızdan. sizin için neler önemli?... hayatınızı neye adadınız?... insanların günlük konusmalarına biraz kulak verelim:
    - ben kendini çocuklarına adamıs bir anneyim!
    - ailem için canım feda, hayatımı onlara adadım.
    - kelimenin tam anlamı ile iskolik biriyim kardesim. isim; her seyim. kendimi isime adadım.
    - kendimi çevreye adadım kardesim. herkese kosarım.
    böylesi söylemleri çogaltmak mümkün. insanlar ana gayelerini, ragbetlerini belli alanlara teksif etmisler. hakikatte dogru mu yapıyorlar acaba?..
    belki sasıracaksınız ama adandıgınız seylerle sirkin en âlâsını yasıyorsunuz!
    hepsi hakikatten perdeleyen ragbetler bunlar. ve unutmayın; adandıklarınızla geleceksınavınız!... evlada mı adandınız, onlarla sınanacaksınız!.. insanlara mı adandınız; onlarla deneneceksiniz!.. esinize mi adadınız kendinizi; imtihanınız yanı basınızda sürecek!...
    iyi ama ne yapalım ki, dediginizi duyar gibiyim. ne mi yapalım?...
    sadece, ama sadece allah’a adanalım!... gayrından geçip, gayrına sadece hak ettigi ölçüde kıymet verip, gündemimizi isgal etmelerine izin vermeksizin sadece ve sadece allah’a adanalım!... bunu ayet söylüyor: ragbetin; adanmıslıgın; bütün kuvvelerin ve isteklerin sadece rabbine yönelik olsun! her yaptıgını allah adına, allah namına yaptıgın suurunda ol!... besmeledeki ‘b sırrı’ nın vermek istedigi yasam biçimi bu olsa gerek!...
    allah’a adanmadıkça hakiki gönül genisliginin yasanmayacagını da bilelim.
    eskilerin meshur deyisini bilirsiniz. hani mezar taslarına yazdıgımız, günlük hayatta unuttugumuz o manidar cümle: allah bes, baki heves!... (allah bize kâfi; kalanı, gayrısı bos heves)
    * * *
    benlik yükünü sırtından atarak gönül genisligini tatmıs, zikirle yükselmis, zorlukta nice kolaylıklar saklı oldugunu fark etmis, ‘an’ bilincini bosluk bırakmaksızın yasayan, sadece ve sadece allaha ragbet edenlere selam olsun!
    --- mehmet doğramacı ---
  • 5. ve 6. ayetlerinde "her zorluğun ardında bir kolaylık vardır" derken; 7. ayette "boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul" diyerek zoru kolay kılmanın anahtarını verir. yorulmadan, mücadele, mücahede etmeden müşahede edil(e)mez, şahit olun(a)maz bu sırlara.
  • okunduğunda rahatlatan suredir.

    bismillahirrahmanirrahim

    1. elem neşrah leke sadrek

    2. ve vada'na 'anke vizreke

    3. elleziy enkada zahreke

    4. ve refa'na leke zikreke

    5. feinne me'al'usri yüsren

    6. inne me'al'usri yüsren

    7. feiza ferağte fensab

    8. ve ila rabbike ferğab
  • içi sıkılan ve göğsünün orta yerinde bir yumruk hissedenlerin gönüllerini açan, genişleten, ferahlatan, diliyle ve anlamıyla da etkileyici olan sure..
hesabın var mı? giriş yap