• olayların düz akışıyla izlenmesi halinde, karakterlerin kendi yaşamı adına bir önceki sekansta böbürlendiği her ne varsa elinde patladığının görülebileceği, böylece düşünce tarzlarının kendi dönüşü olmayan yollarını hazırladığını düşündürten, irreversible adının verilmesiyle tadına tad katılan film.

    bilmiyorum dikkat ettiniz mi ama film ilerledikçe bir önceki sekansta izlediği vahşet ve drama o kadar da çarpıcı gelmiyor insana. kaçımız tecavüz sahnesini gördükten sonra dağılan kafanın bunu hakettiğini düşünmedik? kaçımız metrodaki patetik konuşmanın ardından partide hatun kişisi eski kocaya vermeyince bıyık altından gülmedik? peki peki ya o yatak odası diyaloglarına ne demeli? hatun kişisi "mal benim değil mi, istediğim yerden veririm, istersem veririm, istediğime veririm" diye sevgilisini terslememiş miydi? yine partide başka hatunlara yavşarken hatun kişisi hakkında "o zaten orada duruyor, o zaten benim, ben şimdi biraz da şunların tadına bakayım" diyen de terslenen o sevgili değil miydi...?

    sondan başa anlatım, seyircinin her travmayı önyargısız izleyebilmesini ve dolayısıyla ekrandaki şiddeti "nedensiz şiddet" olarak algılamasını sağlıyor. bu da filmin gücüne güç katıyor, çünkü aslında herşeyin bir nedeni var ve hiçbir yol da dönüşü olmayan değil. sadece nereye varmak istenildiği belki soru.... bilemiyorum, abartmış da olabilirim.
  • en guzel sahnesi örnekteki gibidir; altgecitte kizin tecavüze ugradigi sirada, arkada bir kimsenin gecitten gecmek icin yeltendigi ve ardindan tecavüz hadisesini gorunce gidiym mi kaliym mi tereddütüyle n'apacagini bilemedigi o siluetiyle bize gozuktugu film.
  • ilginc bir anekdot olarak; filmi izledigim sinemada insanlar tecavuz degil de vincent cassel'in pipisinin filan gorundugu yatak sahnesinde tekli ciftli terkettiler bolgeyi. bu sayede yonetmenin mesazlarini basindan belirledigi filme ben de bir tane ekleyebilir miyim: halkimiz ozelde tecavuze degil, mustehcenlige karsidir, ozel hayata saygi taraftaridir. yani, ornegin tecavuz sahnesi bir porno film karesine donusmeye calissaydi, muhtemelen terketme yogunlugu o dakikalarda artardi.
  • tecavüz sahnesinden sonra monica bellucci nice türk erkeğinin fetiş objesi olmuştur, bakmayın burda duyar kasmalarına.
  • şu kadar yıl geçti, şu kadar incelenmesi yapıldı, biri de çıkıp aga bunlar ilk 5 dakikada ne konuşuyorlar allasen, ne alaka demedi.öyle garip bir film.
  • esas mide bulandiran sey, icerik degil de kameranin dakikalarca 360 derece donmesi; ne gordugunuzu anlamadan mideniz kalkiyor.
    bir de bir takim anafikirler cikarmak soz konusu:
    - gecenin bir yarisi paris'in alt gecitlerinde bir basiniza dolanmayin.*
    - bir partneriniz olsa da hayatta yalniz oldugunuzu asla unutmayin!
    - hala size asik oldugunu iddia eden basiretsiz eski sevgililere ise hic guvenmeyin.
  • uc farkli tip erkek ve bunlarin siddetle iliskisi hakkinda alttan alta gonderme yapan filmdir. ilkel ve hayvani icguduler sahibi olan ile egitilmis ve medenilesmis insan arasindaki catismanin da bir gostergesidir.

    --- spoiler ---

    en son izledigimden beri epey bir vakit gecti, o bakimdan fazla da detaya girmeden anlatacagim.

    ana bayan karakterin film suresince iletisim halinde oldugu uc erkege bakalim: eski erkek arkadasi, simdiki sevgilisi ve tecavuzcusu, tenya.

    eski sevgilisi bir profesordur. oldukca entellektuel ve "medeni" bir adamdir. yatakta ve iliskide hep karsi tarafi memnun etmeye calistigi icin kadini baymistir.

    simdiki sevgilisi ile iyi bir cinsel hayatlari var (bunu filmde de gorebiliyoruz). adamin hafiften bencil tavirlari da olmasina ragmen kadin karakterimiz ona asiktir. eski sevgili kadar entellektuel ve yontulmus degildir ancak birbirlerini iliskide iyi ya da kotu bir sekilde karsilikli memnun ediyorlardir.

    tenya ise rumuzundan da anlasilacagi uzere anal olarak, hayvanca yasamaktadir. escinsel iliskilerinde ya da bayanlarla olan iliskilerinde hep alan taraf kendisidir. sikicidir. ilkeldir. sadisttir. karsi tarafin memnuniyetini sallamaz. sonucta vahsi tecavuz sahnesi de adamin ne kadar siddet egilimli oldugunu gostermektedir.

    simdi... hikayenin sonunda, filmin basinda ne olur? en yontulmus, medeni, entellektuel adam kendini kaybeter ve sadist, ilkel adam sandigi sahsi kafasini, ardarda, daha da siddetlenen darbelerle ezerek oldurur.

    --- spoiler ---

    film butun olarak modern insanin abuk haline ve bunun beraberinde gelen rezillige ve mide bulantisina isaret etmektedir.
  • dayanamiyorum hissini bu kadar yogun bir sekilde hissederek izlenebilecek cok az film vardir* * aslinda 5 cumleyi asmayacak bir konusu var filmin. anlattigi oyku cok sert ama kullandigi sinema dili de bir o kadar sert. kameranin hareketi, devamliligin belkemigi olarak kullanilmis ses ogesi, çinlama, dönme.. zip zip ziplayan kamera en gormek istemediginiz seyleri 15 dakikaka kipirdatmadan gosteriyor. filmden ciktigimda feci sekilde basim donuyordu, tokat ne kelime bir araba dayak yemiş gibiydim begendim mi , bilmiyorum..*
  • gaspar noe'nin seyircilerin siddete dayanikliligini olctugu film... "bu sahneleri inatla seyrettigime gore ben mi manyagim, yoksa cektigi icin yonetmen mi manyak?" diye dusunduren film...
  • dönüş(üm) var!

    üzerinde kapsamlı olarak düşünülmesi gereken, çok katmanlı, pek çok açıdan yeni ve önemli bir film. arjantin doğumlu yönetmen (aynı zamanda yazar, görüntü yönetmeni, aktör ve yapımcı) gaspar noé’nin dönüş yok (irreversible) adlı filmi filmekimi’nde gösterildikten sonra gösterime girdi. ‘karşı karşıyayız’ derken, dönüş yok, bir anlamda izlemesi zor sahneler içeren, yani bazı duygulanım süreçleriyle baş etmeyi göze almayı gerektiren bir film. filmini ‘aversion therapy’ olarak da niteleyen noé’ye göre, film, tecavüze ya da şiddete eğilimi olanları yatıştırıyor. eleştirmenler filmin toronto ve cannes festivallerindeki gösterimlerinde, özellikle tecavüz sahnesinin pek çok seyircinin salondan çıkmasına neden olduğunu belirtiyor. film, filmekimi’nde gösterildiğinde istanbullu seyirciler de benzer tepkiler gösterdi. bu tepkileri ancak (amerikan savaş filmlerini kendi filminden daha tehlikeli bulan) yönetmenin filmdeki şiddet unsurlarını nasıl ve hangi bağlamda kurguladığını kendimize sorarak anlayabiliriz.

    dönüş yok’u öncelikle iki açıdan değerlendirmek gerekir. bunlardan birincisi kurgu ve montaj tekniği açısından içerdiği yenilik, ki geçen sene istanbul film festivali’nin en ilgi çeken filmi akıl defteri’nde de olay örgüsü sondan başa bir anlatımla kurgulanmıştı. christopher nolan, akıl defteri’nde hafıza üzerinde temellendirilen bir hikâyeyi yine hafızanın sinematografik yansımalarını kullanarak kurgulamıştı. dönüş yok’un kurgusunun sondan başa bir çizgide ilerlemesinin de filmin hikâyesiyle kesişen çeşitli açılımları var. bu kurgu tekniğini özellikle tercih eden yönetmen, bu yaklaşımının seyircinin filmin başındaki şiddetin nedenini - film boyunca yavaş yavaş - anlamasına ve filmden (u)mutlu düşüncelerle ayrılmasına neden olduğunu belirtiyor. şiddet görüntüleriyle başlayan filmin, sonlara doğru belki de sinema tarihine yakın dönemin en güzel aşk sahneleri olarak geçecek görüntülerle bittiği düşünüldüğünde, yönetmenin ‘süreç’ üzerine çok düşündüğünü ve bizi kendi algılama ve yorumlama süreçlerimizle baş başa bıraktığını görüyoruz.

    gaspar noé, dönüş yok’u açarken kamera tekniği açısından da farklı bir tutum sergiliyor. nolan’ın akıl defteri’nde yaptığından farklı olarak görselliği, yani görsel estetiği ön planda tutan ve fotoğraf zenginliği içeren karelerini filmin sonuna saklayarak, seyirciyi başlarda başka bir oyunun (pis bir oyunun) içine alıyor. ancak ‘albert camus gerginliği’ diye adlandırılabilecek, morphine ve tindersticks dinleyenlerin sezeceği türden bir baş dönmesini bir oyuna dönüştürüyor. bu transformasyonu tahayyül etmeniz için adeta bir migren nöbetinizin dindiğini düşünebilirsiniz. gaspar noé, içerdiği katartik öğeler açısından psikanalizle ilişkilendirilen hitchcock sinemasının anlatım unsurlarını da kullanıyor. hitchcock sinemasının temelini oluşturan, seyircinin gerilimini artırarak onu oyunun içine dahil etme numarasını gerçekleştiriyor. bulanık, sürekli dönen, sanki acemi bir kameramanın kamerayı sallayarak çektiği ve son derece gergin, gerginliği giderek artıran görüntüler... aslında filmin ilk karesine (migren yerine) bir çeşit kusma, daha sonra ilerleyen sahnelere mide bulantısı dersek, film ilerledikçe bir kusma sürecinin nasıl işlediğini yani midemizin neden bozulduğunu anlatıyor. ama hitchcock’tan farklı olarak noé seyirciye bunu bir farkındalık unsuru olarak da sunuyor; çünkü seyirci film henüz bitmeden, gerilimin yerini bir tür görsel haz duygusunun almasıyla başka bir algı düzeyine geçebiliyor.

    filmin teması ve hikâye unsurları da psikanalitik göndermeler içeriyor. öykü anlatımıyla ve karakter seçimiyle yapılandırdığı filmini kurgu tekniğiyle yıkan/bozan yönetmen, intikam, tecavüz, cinayet gibi temaları kullanarak, bireyin agresyon ve entropi içeren, bilinçaltında bastırılmış taraflarına, yani içgüdülerine dikkat çekiyor. psikanalitik yaklaşımın temelinde yatan id-ego-super ego zincirlemesini film boyunca akışa yansıtan yönetmen, filme katartik bir sahneyle başlayarak, film boyunca egonun iç ve dış dünyayla savunma mekanizmaları üzerinden kurduğu ilişkilerin altını çiziyor. filmin sonunda ise, stanley kubrick’in 2001 uzay macerası’na gönderme yaparak sizi süper egonuzla baş başa bırakıyor. noé’nin bu noktada, ‘seyirci filmden mutlu düşüncelerle ayrılıyor ‘ demesi son derece dikkat çekici.
    dönüş yok, seyirciyi tedirgin eden tarafıyla david cronenberg’le de karşılaştırılıyor.
    gerçekçilik, inandırıcılık ve oyunculuk açısından başarılı olan tecavüz sahnesi filme damgasını vuruyor. bir çok eleştirmen, sadece hikâyede tecavüz sahnesinin gerekli olmadığını düşündükleri için değil, aynı zamanda da sahnenin 10 dakika kadar sürüyor olmasından dolayı bu sahneyi sorguluyor. yüksek dozda şiddet içeren crash’e dayanmak, cronenberg fantastik bir dil seçtiği için daha kolay; çünkü noé buna -gerçekçi anlatımıyla- izin vermiyor.

    gaspar noé sevgilisine tecavüz eden bir adamı, bir arkadaşıyla birlikte bulup ‘cezalandıran’ bir karakteri anlattığı filminde, iyi bir fransız filmi yapmanın bütün inceliklerini filminde buluşturarak, felsefeye yakın duruyor. determinizmin keskin bir dille vurgulandığı metin, olayların ve durumların birbirlerine ‘trajik’ bir dille bağlanmasıyla seyirciye kader, adalet ve ahlak kavramlarını düşündürüyor. filmde sevgilileri canlandıran vincent cassel ve monica bellucci’nin birlikte yaşıyor olduğu düşünüldüğünde, aşk sahnelerinin izleyeni büyüleyen elektriğinin tesadüf olmadığı rahatça söylenebilir. son kareler ise uyarıcı nitelikte; bunlar gerçekti ya da değildi ama siz bu filmi izleyerek bir şey(ler) gördünüz, izlediniz, öğrendiniz. bundan kaçış yok.dönüşeceksiniz.
hesabın var mı? giriş yap