• türkçe kalmayı başarabilmiş güzel bir adlandırmadır. maden suyunun yeryüzüne çıktığı kaynağa kaynarca, maden sularından yararlanmak üzere kaynarcaların çevresinde kurulan tesislere de genel olarak kaplıca ya da ılıca denmektedir. kaplıca teriminin kökeni, kaynarcanın üzerine hamam yapılması nedeniyle türetilen kaplı ılıca terimidir. içilebilen kaplıcalara ise içmece denilir. ılıcanın anlamı ise, suyu sıcak olarak yerden çıkan hamamdır.
  • yer altindaki magma tabakasina fay kiriklari vs sayesinde ulasan yeralti sularinin isinarak tekrar yer ustune cikmasidir. bu sayede elde edilen enerjiye de jeotermal enerji denilir.
  • 3 yaşından, ilkokul 3. sınıfa kadar hayatım köyde dedelerin yanında geçtiği için, diğer akranlarımın “tatilde deniz kenarına gittik şöyle yüzdük böyle gezdik…” maceralarının aksine benim tüm tatil anılarım kaplıcalardan ibarettir…

    ulan insanın hep mi bir bahanesi olur… kış gelmeden kemikleri ısıtalım hop kaplıcalara… ay bel fıtığına iyi geliyormuş hop başka bir kaplıcaya… ay kemik erimesine bire birmiş hop bambaşka bir kaplıcaya… cilde iyi geliyormuş (lan zaten pörsümüşün babaanne ya… torununa yapma bari…) hop gene yeni bir kaplıcaya… millet antalya’da aspendoslar, pamukkale’de traverten gezer, biz izmit’te zart hamamı, ankara’da ballıca kaplıcaları geziyoruz anasını satayım…

    yaş ortalamasının 70 skalasında dolaştığı ortamlarda tek çocuk olmak nasıl bir şeydir bilir misiniz ? herkes çocuk görür sürekli akıl verir, soru sorar, verdiğin cevabı beğenmez sürekli gene öğüt verir… gene bir şey söylersin çocuk der, dediğini hiç iplemez böyle mal gibi kalırsın karşısında… hep tek yönlü iletişim… bir de buna kaplıca ortamı ekleyin…. ekleyin ekleyin… zorlayın zihninizi… sürekli yarı çıplak pörsümüş bedenler… elde soda-gazoz… normal geğirme katsayısını 4’le çarpın bir de… adam 2 nasihat arasında 3 “gurkkk… estafurullah…” çekiyor…
    ha bir de hem erkek cinsi hem de kadın cinsine dair çok derin psikolojik yaralar bıraktı bu ortamlar bende… bunlardan sıyrılmam yıllarımı aldı…

    erkekler tarafına ilk girdiğim zamanlarda aklımda kalan en unutulmaz görüntü sürekli dize kadar sarkmış taşaksonlarını alıp avucuna keseleyen dedelerdi… yaw arkadaş bakıyorum benimki ceviz kadar, adamlarınki dize kadar… soracak kimse de yok etrafımda ki bu “benimki neden böyle küçük, büyümeyecek mi lan acaba ?” işkillenmemi savuştursun… bir gün dayanamadım dedeme gittim sordum… dede direk kontrayı bastı… “oğlum ayıp bakma insanlara öyle… hem seninki de küçük kalsın ne olacak…” alla alla neden küçük kalsın lan benimki ? ulan bir çocuğun rol modeli elindeki sarkmış taşaksonlarını keseleyen dede olur mu ya… zaten keselenmeyi sevmem ben çok o dönemlerde… diğer arkadaşlarımın denizde yüzme anlarını düşünüp atıyordum kendimi kaynar kaplıca hamamlarına, böyle çırpına çırpına yüzmeye çalışıyordum 15 saniye kadar… bir çıkıyordum servise hazır ıstakoz gibiyim kıpkırmızı… sonra da alıp keseyi yarım saat benim cevizleri keseliyordum… ha sonra büyüdü tabi bizim cevizler haliyle… arada hamam gidince kendiminkine bakıp o günlerdeki sıkıntılarım geliyor aklıma… dönüp kendime diyebilseydim keşke “oğlum bırak kalsın böyle büyüyünce başa bela bunlar” diye…

    kadınlar kısmı zaten ayrı bir facia… benim hayatımda canlı gözlerle ilk gördüğüm memeyi anlatmak gerekirse; takriben 80-85 yaşlarında bir ninem geldi oturduğum kurnaya… peşatamali çıkardı komple… oturdu… aldı göbek deliğinin ordan 2 göğüsünü, oturup dizinin üstüne attı… vay arkadaş… o sahne hiç çıkmaz aklımdan… ortamda o kadar taş abla var (taş dediysek yaşlar 50 falan ama nasıl taş geliyorlar bir bilseniz…) hepsi giyinip anasını satayım… kesiyorum böyle ucundan görür müyüm diye… yok… hep bu nineler alıp alıp dizlerine koyuyorlar… hep aynı görüntü… uzun yıllar da göreceğim ilk meme o olacağı için ben kadın göğüsü diyince zihnimde hep o sahne çakıyordu haliyle… insanı üremekten soğutur yemin ediyorum… neyse zamanla skalayı güzelleştirebilme imkanımız oldu da atlattık o travmayı da… hatta bazı zamanlar göğüslerinden utanan hatunlar çıkıyor böyle kapatıyorlar ya da yüzlerini düşürüyorlar. ben de dönüp gayet samimi “ya ben yerim onları… ben neler gördüm sen biliyor musun ?” deme hakkını buluyorum kendimde…

    tabi her güzel ve her boktan şeyin olduğu gibi bu serinin de bir sonu vardı… en berbat tecrübemi de bu jübile kaplıcamda yaşadım…

    gene geldi çenesine tükürdüğümün komşularından biri eve… “ya bir kaplıcaya gittik ayaş’ta. öyle şifalı suyu var ki vücutta ne kadar tenya, kurt varsa temizliyor kız...” diye övdü… bizim rahmetli de hiç dayanamaz böyle övülen kaplıcalara… hemen aldı pası gole çevirdi…

    kendimi ertesi gün ayaş yollarında buldum… zamanında tenya ile ilgili bir şeyler okumuştum anımsıyorum gibi ama aklımda nedense bakteri gibi kalmış… ben “deride olan bir bakteri lan herhalde” diye konuyu kafada kapatmıştım aslında… neyse vardık mekana. indik arabadan… hemen bir görevli geldi hoşgeldiniz dedi elimize bir torba lolipop tutturdu… “oha lan mekana bak süpermiş…” dedim… ben de kandım bu aldatmacaya… sınırsız lolipop veriyorlar lan bedava hem de… çocuk kafanızla bunu bir düşünün şöyle nasıl bir duygu olduğunu… neyse lobide bekliyoruz odalar için… şöyle döndüm bir baktım ki askeri gazino gibi 37 ekran bir televizyon karşısında gencinden (60 yaş) yaşlısına (80+) herkesin ağzında bir lolipop, televizyonda konuşan gözlüklü tombiş bir amcayı (ki sonra kendisini çıkardım turgut özal diye biriymiş) ciddiyetle dinleyip, arada bir hararetli şekilde tartışırken ağızlarından çıkardıkları lolipopları birbirlerine sallıyorlar tehditvari böyle… arada birkaç ince zartlama ile g.tünü tuta tuta koşturan dedeler-nineler oldu ben de dayanamadım patlattım kahkahayı ama insanlara bakıyorum hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. “komik aslında niye gülmüyorlar ya. bu dedeler de hep çok ciddiler…” diye geçirmiştim aklımdan…

    neyse odaya yerleştik ama ortamda iğrenç bir koku var… çeşme suyundan geliyor… sonra bana anlattılar ki tenya bağırsaklarda yaşayan bir çeşit parazitmiş ve bağırsaktan bir şeyi dışarı atmanın yolu da “büyük abdestimizi” yapmakmış… yani buradaki şifalı suyun hikmeti sürekli vaziyette insanı s.çtırma suretiyle tenyayı dışarı çıkmaya zorlaması… ulan ben 9 yaşında veledim… günde düzenli 3 kere sıçan bir çocuğum… bana verilir mi bu su ya… bir de iğrenç bir tadı ve kokusu var… çürük yumurtayı alın, 2 aylık bir hayvan leşinin içine koyup 10 gün bekletin, çıkarıp koklarsanız onu bizim suyun yanında gül kokusu gibi kalır. tadını tarif edecek bir iğrençlik bulamadım arkadaşlar kusura bakmayın. bu tat benim “kötü bir tadı tarif ederken kullandığım en yüksek eşiğimdir” çünkü. onun üstüne çıkacak bir şey tatmadım daha… bir de dedem burnuna tıka iç bak daha iyi olur diyor… saol dede yani o kadar değişti ki tadı zemzem suyu gibi şu anda yani… zaten bu lolipopun mevzusu da oymuş… suyu diker dikmez ardı ardına 5 lolipop yiyorsun da anca biraz şeker tadı geliyor böyle… o günden sonra bir daha lolipop da yemedim zaten… ne zaman görsem lolipopu aklıma hep o suyun kokusu ve tadı gelir…

    4 gün boyunca takriben günde yirmi kere sı.maya gitmişimdir. bir de odamız en üst katta anasını satayım… merdivenlerden bir adım atsam direk boşaltacam olduğum yere öyle bir ishal yapıyor namussuz… o nedenle 4 günüm alt kattaki umumi tuvalette geçti… benim de büyük katkılarımla 6-7 haneli bu umumi tuvalette “s.çmık dedeler senfoni orkestrası” tarihinin en genç üyesi olarak onur ödülünü alıp kaplıca hayatımı zirvede noktaladım…
  • türkiye'de maalesef islami kesimin eline düşmüş bir kültür. kadınların ayrı erkeklerin ayrı girdiği havuzlarda haşemalı falan tiplerle beraber takılıyorsun. sevgilinle eşinle ailenle beraber sefasını sürmek için tek seçenek içinde kendi kaplıca havuzu olan villalar oluyor. onları kiralaman lazım.

    avrupa'daki kaplıcalar öyle değil tabii. değişik sıcaklık seviyesindeki havuzlar kapalı ya da açık havada bulunabiliyorlar. üzerinden buharlar tüten sular kemiklerinize kadar ıstırken beraber geldiğiniz insanlarla güzel zaman geçirebiliyorsun. çıplak girsen bile cinsel hiçbir şey olmuyor, millet birbirine bakmıyor. bazılarında mayo/bikini zorunlu bazılarında değil. orası kendi keyfine kalmış.

    almanya'nın baden-baden ve çevresindeki bad wildbad gibi şehirler kaplıca tesisleriyle meşhurdur ve kesinlikle önerilir.
  • genç yaşta gidince eşe dosta alay konusu olmanıza sebep olan yerdir. fakat ben bayılıyorum. böyle sıcak suda durayım, hamam, sauna ne varsa gireyim o masaj senin çamur banyosu benim ne zıkkım varsa yaptırayım deliriyorum resmen. 4 gün sonunda da pammuk gibi oluyorsunuz efendim. içim geçmiş galiba yahu.
  • ankara beypazarı arasında, beypazarına 15km kala beyter beypazarı kaplıcaları vardır (varimiş yani), dutlu tahtalı diye bilinirmiş yer olarak da.. bu kaplıcayla buluşmam, geçen haftasonu annemi kaplıcaya götürecek babamın evde olmaması nedeniyle, vazifenin üstüme kalmasıyla gerçekleşti.

    iki dağın ortasında bi vadi içinde, hepsinin iç dış renklerinin beyaz alçı olduğu bodrum köy evlerini hatirlatan baya bi pansiyon ve de bir otel ile bakkal ve bla bla dan oluşan sessiz, acaip kafa dinlenebilecek, booolca kuş seslerinin eşlik ettiği mekanı görünce, ohh be ya şu ileri yaş insanları da işini bilio deyip takdir ettim.. takildik ettik sora ertesi sabah mekana adını veren kaplıca kısmına indik. kapı kapı içinden geçip 45 derece suyun olduğu kısma girdik.. bu kisma girmemizle goruntu karsisinda yine mi ya diye gecmise donen zihnimi toplayip, ne oluyor bitiyora bakabildim.. bi sürü kilolu, üstsüz, vucutlari çok katlı otopark gibi teyze ve nine kayniyo ortalik (hey gidi küçük hanim seni de görcez 50den sonraaaa)!!..
    neyse kendi geleceğimi bırakıp olaya bak diye dusunerekten, hepsini şaşkınlıkla incelemeye koyulmuş, benden başka mayo, bikini neyim giyen yok mu ya derken, iceri bir kaç mayolu teyze bide uzun şort ve tişörtlu şenşakrak bi kiz girdi ve bu kız tarafından hemen bakış altına alındım. ben de onlara bakıyodum nine olmayan birileri geldi die.. akabinde, icerigi napion, nerden geliyon, neyn var olan merhabalaşmaya geçildi yeni gelenlerle içerdeki nü teyzeler arasında..
    sonrasında yeni gelen şortlu tişörtlü gelinle (gelin oldugunu merhabalasma sirasinda ogrendim) aramda aşağıdaki diyalog yaşanır ve ben görürüm ki "yalan dünya" nın ay be anam be tülayı aynı ses tonu ve aynı kelime ve vurgularla gerçekmiş anam be ya!:

    -yeni gelen şortlu tişörtlü gelin: ay bacım senin ne işin var burda
    -ben: pardon?
    -yeni gelen şortlu tişörtlü gelin: yaw diyomki senin ne hastalığın var, bebe mi olmuyo yoksa?
    -ben: yook hiç bişeyim yok benim, annemle geldim.
    -yeni gelen şortlu tişörtlü gelin: haaa ben de dedim yavrum ya gencecik neyi var kiiiiii dedim.
    -ben: sizin neyiniz var?
    -yeni gelen şortlu tişörtlü gelin: yok be anam be benim de bişeyim yok sayılır, böbrek taşı sadace!
  • sağlık turizmine kazandırılması gereken yerlerdir. ilerde diktatör olursam, doğalgazımız yok çünkü kaplıcalarımız var şeklinde reklam filmleriyle, yazlarımızdan sonra kışlarımızı da turizmin başkentleri haline getirebiliriz. özellikle afyonkrahisar ilimizi sağlık turizminin başkenti ilan ederdim ben olsam. üniversite okuduğum yıllarda oruçoğlu tesislerine az gitmedik arkadaşlarla. sülalecek ise gazlıgöl kaplıcaları favorimizdi. denizli ilinin karahayıt bölgesinde de harika kaplıcalarımız bulunmaktadır. konya'nın ılgın ilçesinde de kaplıcalara gidilebilir rahatlıkla. özetle kaplıca cenneti ülkemizde, en azından yılda bir kez kaplıcalara gitmek gerekmektedir. cennet vatanı bize vatan kılan alparslan dedemize ve vatan uğrunda şehit ve gazi olanlarımıza ve vatanımız için zerre miktarda olsa faydalı olanlara selam ediyorum. ülkemizin değerini bilelim çünkü dünyanın en güzel coğrafyasında yaşıyoruz.
  • yazın gidilmesi saçma olan yerler, özellikle su kaynakları veya havuzlar dışarda ise gerçekten kendinizi kaynatmayı ya da sıcaktan bayıltmayı düşünüyor olmalısınız gitmek için. dışarısı 30 derece suyun sıcaklığı 35 derece ve güneşin altında insanın başka bir amacı olamaz, bence. bir de kükürt kokusu var, tabii tam bayılmaya uygun.
  • arkadaş yaşlanıyoruz ya. bir süredir çenenin altından sol omzuma kadar yayılan ve ne yaparsam yapayım geçmeyen tuhaf bir ağrım var. sol taraftaki çene ekleminde çiğneme esnasında ağrı ve arada bir yutkunma güçlüğü de oluyor. ayıptır söylemesi tıptan az biraz anlıyorum ama semptomları kafamda bir türlü sınıflandıramıyorum. kulak burun boğaz, ortopedi, diş hekimi hiçbir syey bulamadılar. en son kendi kendime muayenede şişkin bir lenf düğümü tespit ettiğim için "acaba lenfoma olmasın lan" deyip dahiliyeciye gittim, kan tahlili ve ultrason problemsiz görünüyor. ama neredeyse hiç geçmek bilmeyen bir ağrıyla yaşıyorum aylardır resmen. bugün kaplıcaya gittik bizimkilerle. önce aşırı bir çarpıntı oldu, çıkışta ise ağrım epey azalmıştı. fakat bu defa da çarpıntı geçmiyor tam olarak. bir şeyi düzeltirken başka bir şeyi bozuyoruz anasını satim. neyse, yeni adresim belli oldu. bir de kardiyolog yoluna düşelim bakalım :))

    eskiden kaplıcalara "yaşlı eğlencesi" olarak bakardım ama artık düzenli gitmeyi düşünüyorum. vay anasını be... neyse, gideyim de takma dişlerimi suya koyayım...
  • kılçıklı ve sert kabuklu bir buğday türü. bazı yörelerde iza adıyla da bilinir.
hesabın var mı? giriş yap