• asik veysel in sadik yari
  • gecenin bir vakti insanın başını bir duvardan diğerine çaldıran, türk şiirinin en zirvelerinde gezinen örneklerinin biri.

    sizi önce şuraya alalım zira orada andığım şeyin üstüne inşa edeceğim bu entriyi:

    (bkz: #72164105)

    peki, veysel ne yapıyor da benim başımı duvardan duvara çaldırıyor, nasıl oluyor da ben bu kadar kafayı yiyorum? vaktiniz varsa sizi biraz uzun bir gezintiye çıkarayım. normalde pek iddialı olmam böylesi konularda ama okuduğunuza değeceğine inanıyorum.

    hadi başlayalım.

    -

    veysel şiirine "dost dost diye nicesine sarıldım / benim sadık yarim kara topraktır" diyerek başlıyor. burada klasik bir güzelleme görüyoruz: başkalarına meyil ettimse de bir yarim vardır ki hepsinden ötedir. burada bize iki şeyi söyler veysel. öncelikle der ki nicesine sarılmakla hata ettim (veya ediyorum) zira sadık olan yarim kara topraktır esasında. alttan, gizlidense şunu der: bana sadık olan yar kara topraktır, nicesini de kapsayan da odur zaten. toprak varken nicesine meylederek hata ederim. bu ikinci manayı bize hemen ardındaki beyitle verir: beyhude dolandım, boşa yoruldum / benim sadık yarim kara topraktır.

    böylesi bir giriş, önceki entride de dediğim üzere, şiirin bir güzelleme olduğunun habercisi. ama veysel güzelleme yapmak yerine başka bir yere gider. ikinci dörtlüğü şu şekilde sunar bize:

    nice güzellere bağlandım kaldım,
    ne bir vefa gördüm, ne faydalandım,
    her türlü isteğim (ey yar) topraktan aldım,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    burada, lütfen, toprak kelimesini allah ile değiştirin ve bir daha okuyun:

    nice güzellere bağlandım kaldım,
    ne bir vefa gördüm, ne faydalandım,
    her türlü isteğim (ya hak) allah'tan aldım,
    benim sadık yarim yüce allah'tır.

    demeye çalıştığım şeyi anladığınızı sanıyorum. fakat öncesinde veysel'in aklına, benim anladığım kadarıyla, ufak bir gezinti yapalım.

    veysel'in alevi olduğu açık. alevilere ve şiaya pek de sıcak bakmayan sivaslı bir arkadaşımın sözünü anayım: sivas'tan it çıkar adam çıkmaz - veysel hariç. veysel'i son türk büyüğü, uzun ince bir yoldayımı anadolu'nun gayrıresmi milli marşı sayma sebebim bu. uzun ince bir yoldayıma burun kıvırabilen, sözlerini bilmeyen, sevmeyen;nasıl ya yozgat diye gezen beyinsiz sürüsünü kenara bırakıyorum (tabi bu arada atatürk'ü hariç tutuyorum. hehe), ne bir kürt, ne bir sünni, ne bir kadın, ne bir zengin, ne bir elit... görmedim (örneklerde veysel'in olmadığı kimlikeri andım. siz dilediğiniz kimliği anabilirsiniz ve sunduğum hariciler haricinde bir kişi bulamazsınız).

    işte bu veysel klasik islam kalıbına sığmaz. ve zaten aynı şekilde esas yunus emre de sığmaz mesela. konuyla çok dolaylı alakalı bir entri için şuradan buyrun:

    (bkz: #74022976)

    şimdi. veysel islam kalıbına sığmaz o ki, bu şiiri bir toprak güzellemesi olarak okuyabildiğimiz gibi benim sunduğum şekilde, veysel'in toprağı ilahın veçhesi olarak gördüğü anlamıyla da okuyabiliriz. ve bunu yaptığımızda şiirin geri kalanı bambaşka yerlere ulaşmaya başlar ki benim başımı duvardan duvara vurduran kısmı bu. islam'la derdiniz olsa da batınilikle biraz alakanız varsa, benim anladığım kadarının dahasını kendiniz görerek daha da başka aşka gelebilirsiniz işbu güzellemeyi okuduğunuzda veya dinlediğinizde.

    hadi üçüncü dörtlüğe geçelim:

    koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi,
    yemek verdi, ekmek verdi, et verdi,
    kazma ile döğmeyince kıt verdi,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    artık bir ilahtan bahsedildiğinde mutabık kaldığımızı umarak bir noktaya bakmanızı istiyorum fakat önce bir not düşüyorum: halk şiirinde ilk beyit giriştir ve görece önemsizdir, ikinci beyitse esas sözü söyler. burada esas sözümüze bir daha bakalım:

    kazma ile döğmeyince kıt verdi,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    buradan ilahla olan ilişkinin kavga-dövüş temelli olmasının savunulduğunu/sunulduğunu/düşünüldüğünü anlayacak değiliz. veysel bize ilahı bir başına bırakma, uğraş diyor gibi değil mi? fakat şiirin tümünü kapsayan toprak = ilah ve toprak = insan denklemlerini de işin içine katınca şu çıkıyor: at kendine tohumları, dik kendine fidanları. ama uğraş bunun için. uğraşmazsan senden olmaz. "kıt verir".

    ben başımı duvarlara vurmayayım da ne yapayım?

    devam edelim.

    adem'den bu demey' neslim getirdi,
    bana türlü türlü meyva yetirdi,
    her gün beni tepesinde götürdü,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    karnın yardım kazmayınan belinen,
    yüzün yırttım tırnağınan elinen,
    yine ben karşıladı gülünen,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    veysel burada bir şeyi anlatıyor ama ne anlattığını tam anlatamıyorum. ben, bir sonraki dörtlükle beraber ne demek istediğini anlıyorum gibi. yine bir not olsun: şunu açın bir dinleyin. veysel, akıp gitmekte olan bu güzellemede bir garip oyun yapıyor - ki benim aklımı alan bir diğer nokta da bu: kimi dörtlüklerde ilk mısrayı iki kere okurken kimisinde bir kere okuyor. benim anladığımca veysel burada iki/üç dörtlüğü birbirine bağlıyor, onları manaca bir görüyor. yukarıdaki iki dörtlük bunun bir örneği. peki neden bunları manaca bir görüyor? bilmiyorum. demiştim ya, veysel uzmanı değilim. keşke olabilseydim ama o kadar araştırma yapacak imkanım (param) yok. düşündüm kaç kere bir senemi veysel'e gömüp bulabildiğim herkesle konuşayım, kayıtlar alayım, analiz edeyim filan diye ama kim takar veysel'i daha önemli kişiler varken. değil mi?

    bir diğer not: bantın kısıtlı olduğu zamanlarda bu adamlar kayıtlarına önceden elli kere çalışıyorlar ve yaptıkları (ve yapmadıkları) her şeyin bir manası var. bugünkü gibi değil o zamanlar dünya ve bu adamlar bunun bilincindeler. kendilerini belki bir kere sunma imkanları var ve bunu en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar. hani bir kaydında veysel hızlıca "benim kim olduğumu soruyormuşsunuz, aha buyum. anlatma amacım da gelecek nesillere ağzımdan kalması" diyor ya hızlıca, sebebi bu işte. bant bitecek çünkü. uzun konuşursa bant dayanmayacak. hemen kesiveriyor. işte o hesap, her bir tezene vuruşu çalışılmış bir kayıttır bu kayıt. devam edelim.

    işkence yaptıkça bana gülerdi,
    bunda yalan yoktur, herkes de gördü,
    bir çekirdek verdim, dört bostan verdi,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    içimde bir şey akıyor ama ne olduğunu anlatamıyorum işte. az önceki imgeyi tekrar tekrar işliyor veysel: sen kendin için uğraş, "kemale ermeye bak". sen kazmayı vur, acıt canını. korkma, "bir çekirdek verirsin, dört bostan verir" ve bunu "yaptığın işkenceye gülerek" verir.

    al sana tasavvufun dibi. al sana güzellemenin altında bambaşka bir dünya.

    bir yere daha ulaşıyoruz ama şu anda. insan kısmına odaklanmayı kesip biraz ilaha doğru baktığımızdaysa veysel resmen şunu söylemiyor mu: kulum bana bir adım atarsa ben ona on adım atarım. kulum bana yürürse ben ona koşarım.

    ama bir şey daha söylüyor veysel. diyor ki ilahı "kazma ile yar". korkma, "dört bostan verir". buradaki gizli manayı açıktan başka bir yerde buluyoruz:

    nice alemlere rahmet saçar şu yoksul elimiz.

    rahmeti insan saçabilir mi? saçamaz zira rahman olan allah'tır, kul değildir.

    işte geldik vahdet-i vücuda. demiyor mu veysel "sen kazma ile yar kendini, sonunda ilah olacaksın" diye? tamam acılı olacak ama ahanda mısra:

    işkence yaptıkça bana gülerdi.

    manayı zorluyor muyum diyorum ama yok arkadaş. aha, şiire devam edelim, kendiniz görün:

    havaya bakarsam hava alırım,
    toprağa bakarsam dua alırım,
    topraktan ayrılsam nerde kalırım,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    "topraktan ayrılsam nerde kalırım". daha ötesine hemen ardındaki dörtlükle geçiyor veysel:

    dileğin varsa iste allah'tan,
    almak için uzak gitme topraktan,
    cömertlik toprağa verilmiş hak'tan,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    burada "ben ilah olmazsam başka ne olabilirim" manasının hemen ardından insana dönüyor veysel. "ilahlık senin içine konmuş ki zaten" diyor. fevkalbeşer olan sensin, sen beşer olansın diyor.

    demiyor mu?

    sonrasındaki dörtlük:

    hakikat ararsan açık bir nokta,
    allah kula yakın, kul da allah'ta,
    hakk'ın gizli hazinesi toprakta,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    gavurcasıyla wrap-up yaptı, topladı tüm dediklerini işte. bu kısmı önceki entrimde andığım için geçiyorum ama zirve burada. sonra bir düşüşe geçip karara yaklaşıyoruz.

    bütün kusurları toprak gizliyor,
    merhem çalıp yaralarım düzlüyor,
    kolun açmış yollarımı gözlüyor,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    "kolun açmış yollarımı gözlüyor" mısrasını "hakk'ın gizli hazinesi toprakta", "cömertlik toprağa verilmiş hak'tan", "bir çekirdek verdim, dört bostan verdi" ve "yine ben karşıladı gülünen" mısralarıyla beraber değerlendirin. benim bir şey dememe gerek kaldı mı?

    son dörtlük:

    her kim ki olursa bu sırra mazhar,
    dünyaya bırakır ölmez bir eser,
    gün gelir veysel'i bağrına basar,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    -

    "basit bir güzellemede" üç katman yaratan veysel "bu sırra mazhar" olmamış mıdır?

    boşuna mı demişim ben aşık veysel son türk büyüğüdür diye, cevabını da siz verin artık.
  • bir kayıtta bu türküye başlamadan önce aşık veysel, şu sözleri söylemektir.

    "muhterem vatandaşlar. beni, bir çoklarınız gazetelerde, radyolarda, mecmualarda, ismimi işitip okuyorsunuz. fakat, benim doğumumu memleketimi bilmiyorsunuz. ben lutfen sizlere, kendi ağzımdan anlatıcam. ben sarıkışla'nın sivrialan köyünde, 1894 de dünyaya gelmişim. dünyaya gelişimde herkes gibi değil. annem rahmetli koyun sağmadan gelirken, yol üzerinde dünyaya getirmiş beni. yedi yaşıma kadar ben de herkes gibi koştum, seğirttim, güldüm, oynadım. yedi yaşımda çiçekten iki gözlerimi kaybettim. ondan sonra, dokuz-on yaşımda bu saza başladım. işte devam edip gidiyoruz. yani bunu söylememdeki maksat milletime, evladıma bir hatıra olarak kendi ağzımdan, duysunlar dinlesinler deyi bunu söylüyorum."

    istediğini gibi bize hatıra olarak bıraktı. biz de şimdi bu sözleri dinliyoruz...
  • hiçbir coverı orjinal versiyonunun yerini tutmayan, dinlendiğinde insanı kendine getiren, farkına vardıran, hatırlatan şahane eser. adam yapmış arkadaş.
  • sözlerini de yazayım tam olsun

    dost dost diye nicesine sarıldım
    benim sadık yarim kara topraktır
    beyhude dolandım boşa yoruldum
    benim sadık yarim kara topraktır
    nice güzellere bağlandım kaldım
    ne bir vefa gördüm ne de faydalandım
    her türlü istediğim topraktan aldım
    benim sadık yarim kara topraktır
    koyun verdi kuzu verdi süt verdi
    yemek verdi ekmek verdi süt verdi
    kazma ile döğmeyince kıt verdi
    benim sadık yarim kara topraktır
    adem’den bu deme neslim getirdi
    bana türlü türlü meyva yetirdi
    her günü beni tepesinde getirdi
    benim sadık yarim kara topraktır
    kanın yardım kazmayınan belinen
    yüzün yırttım tırnağınan elinen
    yine beni karşıladı gülünen
    benim sadık yarim kara topraktır
    işkence yaptıkca bana gülerdi
    bunda yalan yoktur hekes de gördü
    bir çekirdek verdim dört bostan verdi
    benim sadık yarim kara topraktır.
    havaya bakarsam hava alırım
    toprağa bakarsam dua alırım
    topraktan ayrılırsam nerde kalırım
    benim sadık yarim kara topraktır.
    dileğin ver ise allah’tan
    almak için uzak gitme topraktan
    cömertlik toprağa verilmiş hak’tan
    benim sadık yarim kara topraktır.
    hakikat ararsan açık bir nokta
    allah kula yakın kul da allah’a
    hak’ın hazinesi gizli toprakta
    benim sadık yarim kara topraktır.
    bütün kusurlarım toprak gizliyor
    merhem çalıp yaralarım düzlüyor
    kolun açmış yollarımı gözlüyor
    banim sadık yarim kara topraktır.
    her kim ki olursa bu sırra mazhar
    dünyaya bırakır ölmez bir eser
    gün gelir veysel’i bağrına basar
    benim sadık yarim kara topraktır.
  • 10 yaşında bir bebeydim. evimizde, tıpkı bugün gibi o günlerde de, deli gibi türkü dinlenirdi. ama, ne işse, veysel adını bilmiyordum hala. illa ki dinlemişimdir türkülerini önceden ama "aha bu veysel'dir" denilerek denk gelmemiştik daha.

    detayları önemsiz, ermeni bir türkçe hocam vardı. evet ermeni. evet türkçe. ve o öğretti bana kara toprak'ı. okudum, deliye döndüm. o gün bugündür, sevda şiirleri de dahil, böylesine muhteşem bir güzelleme dinlemedim ben. kafayı yedim. bildiğin el kadar bebeyken kafayı yedim. hemen koştum, veysel'in "dostlar beni hatırlasın" adıyla basılmış bir kasetini bulup satın aldım. daha da aşık oldum veysel'e.

    sonradan, aklım başıma gelip kıyas yapabilir halde olunca, fark ettim ki aşık olmak azmış bile. aşık veysel, bugün hala inanır ve savunurum ki, son türk büyüğüdür. veysel, adını aldığı karani olan gibi, "bizim veysel"dir.

    unvanın büyüklüğüne bakar mısın? bizim veysel. ötesi yok. bana "bizim murat" deseniz ne yapacağımı, sanki başka zaman şaşmıyormuşum gibi, öyle bir şaşarım ki o kadar olur sanırım.

    -

    bu şiirde gözardı edilen bir nokta var ki beni benden alıyor.

    hakikat ararsan, açık bir nokta,
    allah kula yakın, kul da allah'ta,
    hakk'ın gizli hazinesi toprakta,
    benim sadık yarim kara topraktır.

    bakın veysel bunu diyor. "allah kula yakın, kul da allah'a" demiyor. kul da allah'ta diyor bu adam. açın kendiniz dinleyin:

    https://youtu.be/2cgangdzpj8?t=389

    veysel, hele ki kendi şiirini, yanlış okuyacak biri değil. şivesi vardır ama sözlerinde bir hata yoktur. hele ki böylesi bir hata hiç yoktur.

    bu ne demektir o zaman? şerhini ehil birilerine bırakırım ya, daha veysel konusunda ehil kimseyi göremedim. umudumdur ki benim eksiğimdir. çok kısaca benim anladığım şudur: birlik. nerede allah/kul ikiliği çıkmışsa karşımıza itler çıkmış, nerede birlik çıkmışsa güzellik. bunu islam'la sınırlayarak okumayın. veysel'in islami manada inanan biri olmadığı, en azından benim için (veya bence) açık zira.

    eğer doğruysam, iki beyti arka arkaya okuduğumda bambaşka bir mesaj daha verir veysel:

    "hakikat ararsan, açık bir nokta,
    allah kula yakın, kul da allah'ta.

    her kim ki olursa bu sırra mazhar,
    dünyaya bırakır ölmez bir eser."

    muhteşem değil mi?

    -

    dayanamadım birlik dediğimi açayım.

    veysel diyor ki allah kula yakın, kul da allah'ta. güzel. kul topraktan. hakk'ın gizli hazinesi de toprakta. burada kolayca hemfikiriz. ama bir adım daha atalım. kulun alındığı toprak toprakta. ve kul allah'ta.

    toprak allahtır çıkarımını tek ben mi yapıyorum? bunu düşününce olanca güzelleme bambaşka bir boyuta erişmiyor mu?

    -

    ekleme: entriyi okuduysanız ve bir şeyler eksik kaldıysa filan şuna bakın. çok daha uzun ama okuduğunuza değeceğine eminim. hoş, her halükarda harcadığınız vakte değeceğine eminim, o ayrı gerçi:

    (bkz: #75468379)
  • fazıl say "ilk şarkılar" konserinde bu eseri icra etmiş ve eseri kısa bir zaman önce "gezi'de kara toprağa verdiğimiz çocuklara" adamıştır.

    dinleyip, kara toprağın 7 kat altına girmek üzere...

    http://www.youtube.com/watch?v=rfrwq1gk25a
  • az killi humusu bol toprak.killi şistli veya feo2 li toprak kırmızıya çalar biraz
  • a brief history of time'da stephen hawking'ın alıntı yaptığına göre einstein'ın genel görelilik kuramını anlayabilecek kapasitedeki bilim adamı sayısı ilk çıktığı zamanda 3 kişiymiş. bunun böyle olduğuna inanmış bir gazeteci, kimlerdir diye öğrenmek için profesör eddington ile röportaj yapmaya gitmiş. profesör gazeteciye cevap olarak "ikinci kişi benim de 3. kişiyi şimdi anımsayamadım" demiş. buna koşut olarak, kara toprak'taki anlaşılabilirliği irdelediğimizde, kara toprak şiirini ya da türküsünü ya da koçaklamasını 3-5 kişi dışında kimse yazamaz gibi geliyor insana. aslında, buradaki 'toprak' imgesi, sayısız renklerle donatılmış çağdaş yaşamın alternatifler dünyası içinde çok basit bir öge gibi dursa da 'metafor' ve 'alt metin' konularına kasıtlı olarak yabancı kalmayı seçmiş bir şiirin malzemesi olarak einstein'ın zekası ve aşık veysel'in şiir dili ile karşılaştırabilir. yani 1 kilo pamuk da 1 kilo demir de bir binanın 10. katından aşağıya bırakıldığında aynı hız ile aşağıya düşer fizik kurallarına göre. toprak, ne kadar basit ve sıradan gözükse de ışığın karmaşıklığından farksız değildir doğanın katmanlarında. ismet özel ya da ilhan berk kendi kategorilerinde ortalama eserler vermişlerdir; kategorisi içinde veysel de en iyisini ortaya koymuş olmalı.
  • islam inancına göre topraktan geldiğine inanılan insanın, toprağa olan hasretini, ihtiyacını ve geri dönüşünü mükemmel anlatan bir aşık vesyel eseridir.
hesabın var mı? giriş yap