• bir ülkenin tarihini kemalizm üzerinden okuyup bitirmek sadece bir yöntem hatası değil, aynı zamanda bir ahlak sorunudur. ne kemalizmmiş yahu. yani eleştirel bakıyoruz derken, öyle kapalı devre düşünüyorsunuz ki miyopluktan ufkumuz daralıyor.

    bir ülkenin (cumhuriyetin) kuruluşuna bakıp sadece sorun gören yeryüzündeki yegane toplum olabiliriz. tüm ülkelerin kuruluş süreci, birlik sağlama süreci acılıdır. inişler çıkışlar olur, kifayetsiz muhterisler çıkar, büyük insanlar çıkar, vasatlar çıkar. olur bunlar yani. olsun iyidir anlamında söylemiyorum. eşyanın tabiatı denen şey böyle bir şey. doğrularla yanlışlarla ilerlenir. ama malum liberal gruptan kişilerde de görülen öyle net bir olumsuz önyargı var ki yazılanları kuramsal temelli bir analizden çıkarıp bir tür ergen hezeyanına çeviriyor. bildiğin öfkeyle, nefretle, husumetle yazıyorlar. anlamak için, çözümlemek için değil, yıkmak, yok etmek için hınçla ve bayağı çarpıtarak yazıyorlar. bunu anlayamıyorum.

    ha bire aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum, zaten etsem de çok bir etkisi olmaz, kafalar gitmiş. ama yine de iki kelime yazayım.

    okuduğum bir cümle: akp, kemalizm tabuları ve sistemi üzerinde (ona tepki olarak) yükseldi. bu kemalizm nedir allah aşkına? böyle geniş geniş atıp tutarken azıcık da anlatın lütfen. ha bire bir kemalizm lafı dönüyor. bağlama bakıyorum, her yere yapıştırılıyor. bir bakalım kim bu kemalistler.

    kore'ye asker gönderdi (takviyeli birlik, asker öldükçe tamamlamak için yerine yeni asker gönderildi. askerin değeri sent cinsinden ölçülüyordu bir araştırın bakalım, kaç sentti.). ülkeyi küçük amerika yapacağım dedi. her mahallede bir milyoner olacak dedi. ne oldu? sanayi yatırımları azaldı. kendisi toprak ağasıydı. tarımsal büyüme ve bütçe açığına dayalı bir ekonomik modelle ülkenin içine sıçıp 1957'de tarihimizin gördüğü en büyük devalüasyonu yaşattı. 6-7 eylül olaylarının olmasına izin verdi, yağmalanan dükkanlar, evler derken ülke vatandaşları ülkeyi terk etti, mallarına yağmacılar kondu. tahkikat komisyonu kurdu. komisyon zararlı faaliyetleri soruşturacaktı ve ne hikmetse gazetecilere ve muhalif partiye odaklanmıştı. komisyon üyelerinin tamamı iktidar partisindendi ve hapis vs dahil komisyon kararları katiydi, temyiz edilemezdi. böyle bir komisyon tarafından yargılanmak ister miydiniz? bugün o günler size çok uzakta anlaşılmaz geliyor olabilir ama gazete arşivlerinde biraz dolaşın da nasıl berbat bir dönem olduğunu görün. demokrat parti, oyları azalınca içindeki despot canavarı anında saldı. iktidarı kaybetmemek için muhalafeti silmek isteyen bu muhteşem demokrat kimdi? adnan menderes. biliyorsunuz kendisi baş kemalist tabii.

    bu adnan menderes, sanayide gerilemeye neden olup tarımsal büyümeyi sağlarken bir şey unuttu. abd, tarımda makineleşmeyi sağlayacak hibeleri ve yardımları yaptı. sonra? tarlada çalışan ırgat işinden oldu. menderes elbette bu insanlar için sosyal politikalar düşündü değil mi? tabii tabii çok düşündü. 1950'ler bizim on yıllarımızı karartan ve 1990'larda tepe noktasına çıkan kontrolsüz iç göçün başladığı dönemdir sevgili romalılar. iç göç üç büyük şehir ve sonra da batıdaki sanayileşen şehirlere doğru tam 50 yıl hız kesmeden devam etti. 2000 yılına kadar 20 milyondan fazla insan küçük şehirlerden, kasabalardan, köylerden kalkıp yer değiştirdi.

    1960'lara gelelim, değişen bir şey yok. adalet partisi iktidarı. ülkemizdeki en özgürlükçü anayasanın hazırlanması kaderin garip cilvesiyle bir askeri darbeyle olmuştur. hakikaten bu absürdlükle bu dünyaya fazlayız diye düşünüyorum bazen. dp'nin devamı olarak çıkan adalet partisi bu özgürlükçü anayasaya hayır dedirtmek için propaganda yapmıştır. daha sonra iyisiyle kötüsüyle ülkenin 30 yılına damga vuracak olan, bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz, benzin vardı da ben mi içtim, kerhaneleri kapatalım da halk bizi mi siksin, dün dündür bugün bugündür, 70 sente muhtacız, tencerenin götüremeyeceği iktidar yoktur gibi sözlerle tanıdığımız süleyman demirel ap'nin başına geçti. inönü'yle koalisyon kuruldu. inönü bir darbe teşebbüsünü engelledi. sonra 65'de adalet partisi iktidar oldu. dp'den de sağa kaydılar. çok kemalistlerdi. tüm dünya özgürlüğe giderken 1968 yılında demirel, aç kurtlarını sürekli aleyhine açılan davalardan kurtulmak için bağımsız milletvekili olan, sonra işçi partisi'ne katılan çetin altan'a saldırttı, meclis oturumunda. silahların çekildiği mecliste, linç girişiminde altan'ın gözü kısmen hasar gördü. bunu yaptıran demirel biliyorsunuz kemalizmin kalesiydi. en çok imam hatip açan başbakan olmakla övünen kişi.

    1971'de bu anayasa bu ülkeye fazla diyip askerler muhtıra verdi. anayasayı kırpa kırpa bir hal oldular. haklar kısıtlandı. bir karar verelim, hangi askerler kemalist acaba? 1974'e kadar bir türlü doğru dürüst hükümet kurulamadı. 74'te ecevit erbakan koalisyonu ve petrol krizi, kıbrıs barış harekatı, ambargo. sonra yine bozulan hükümet. milliyetçi cephe hükümeti kuruldu, başta demirel. o da olmadı. 77'de ecevit aldı. kanlı bir mayıs oldu falan. bu arada ha bire insan ölüyor sağ-sol davasına. bahçelieveler katliamı falan da cabası. 79'da yine hükümet bozuldu, demirel aldı. 70'ler boyu bir türlü istikrarlı hükümet kurulamadı ve darbe. biliyorsunuz demirel kemalist, erbakan kemalist, nihat erim kemalist. yüzde 40'ın üzerinde oy almasına rağmen dışardan destek olmadan hükümet kuramayan ecevit'i kemalist sayalım hadi, o da iki yıl kesintisiz başbakan olamadı bile. ya gensoru verildi, ya koalisyon ortağı işi bozdu, ya ara seçimde milletvekili sayısı düştüğü için kendi istifa etti. ne kemalizm ama değil mi? sağcı askeri darbeyi planlıyor, sağcı demireli, aşırı sağcı erbakanı, kukla erim'i ve ortanın solundaki ecevit'i içine alıyor.

    80 darbesini anlatmama gerek var mı bilmiyorum. hepsi kemalist çocuklar. solu dağıtıp sağcı ve tarikatçi ve demirel'in müsteşarı ve darbe hükümetinin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı özal önderliğinde neo-liberal kapitalizme geçmek için ülkeyi resmen iki yıl mağaraya kapattılar. biliyorsunuz çok kemalist biridir özal. enflasyon yüzde yüzü ilk kez 1980 yılında geçmiştir. daha sonra da benim memurum işini bilirli, papatyalı döneme girildi. özal kendi zenginlerini yarattı, prens deniyordu o pis heriflere. birinde bile alın teri, hakkaniyet, emek yoktu. aynı bugünkü durum anlayacağınız. ama biliyorsunuz özal nakşibendi bir kemalisttir. ağabeyi de milli selamet partisi eski milletvekili kemalist korkut özal'dır.

    sonra darbeyle yasaklanan partilere af çıktı, bu partiler seçime girdi. yine başladık demirel, erbakan falan diye. 90'lar bugün bile içimi ürperten tansu çiller ve mesut yılmaz kombosunu gördü. dyp, anap, shp, refah partisi arasında gitti geldi doksanlar. refah bir seçimde kendini aşıp 95 seçimlerinde yüzde 21 ile birinci parti oldu. tam bir kemalist oldukları için dyp'yle koalisyon kurdu. sonra meşhur 28 şubat 1997'deki milli güvenlik kurulu ve post-modern darbe diye adlandırılan irticai faaliyetlere karşı alınan kararlar ve istifa. ecevit-mhp- anap koalisyonu, abdullah öcalan'ın yakalanması, bahçeli'nin koalisyonu bozması falan filan. 2002 akp.

    yahu ülkeyi baştan sona sağ partiler yönetti ve hepsi de cumhuriyetin kurucu değerleriyle falan pek ilgilenmediler. nasıl bir şakasınız lan siz? demokrat parti, adalet partisi, milli nizam partisi, milliyetçi hareket partisi (köylü partisi'nden devşirme), milli selamet partisi, doğru yol partisi, refah partisi, anavatan partisi. bunların alayı sağcı parti ve türkiye'yi bunlar yönetti. 60 darbesi hariç kalan darbeler daha sağcı olun, daha otoriter olun, daha baskıcı olun, daha sol karşıtı olun bu ne sünepelik diye yapılmış darbelerdir. bu darbeciler git gide daha sağcı olurken, chp ortanın soluna kayarken, nasıl oluyor da hepsi birden kemalist falan oluyor?

    foucault'un adını gören gelmiş 2020 türkiye'sinden hepsine kemalist diye basıyor damgayı. niye? darbeciler kendilerine meşruiyet bulmak için biz bunu atatürk devrimleri için yapıyoruz demiş. ben de yarın cinayet işleyip ekşi sözlüğün gücü adına diyeyim, sözlük katil olsun. kendine meşruiyet arayan her haltı söyler de niye biz bunu kabul etmek zorundayız? evren bile atatürkçülük diye bir şey uydurup kendine meşru bir zemin oluşturmak istedi. atatürk'ü putlaştıran evren ve darbe hükümetidir. ilkokulda evren mevren diye ezberlerdik de ordan biliyorum. ama bu 80 darbecilerinin esas yaptığı neydi? bir, 24 ocak kararlarıyla duman edilen insanları silah zoruyla evde tutmak. iki, komünizm karşıtı abd planını uygulayıp ülkeyi islam eksenli bir muhafazakârlığa geçirmek. hayatında yeşil kuşak nedir duymamış insanlar gelip böyle kemalist tabu, din baskısı falan diyo bir de. afgan mücahit denen şey nedir acaba? abd'yle ne alakası var? neden eski sovyetlerin güney cephesi baştan aşağı fanatik islamcılarla dolu. nerden çıktı bu 20. yy. islami terör dalgası? taliban neyin devamıdır? çok zor değil bu parçaları birleştirmek. ama belli olmaz ben yazayım. abd, komünizmin dini inancı güçlü toplumlarda taban bulamayacağına inanıyordu. katolik polonya'dan papa çıkarıp sovyetlere karşı dini kullandı. aynı taktik müslüman ülkeleri daha da dindarlaştırarak devam etti. ışid vs. sorunlarının kökeni komünizmle mücadele stratejisine gider. milyarlarca dolar döktüler bu işler için. türkiye'de cemaat de böyle başladı, tarikatların yeniden güçlenmesi de böyle oldu. açın biraz okuyun, komünizmle mücadele derneklerinden kimler çıkmış, şimdi nerdeler, ne işler yaptılar.

    dönelim cumhuriyete. 1945'te nüfusun yüzde 78'i (bu kez açtım baktım tuik raporuna) kırsal kesimde ve okuma yazma oranı, kuruluş dönemi yüzde 8'den 1945 itibariyle anca yüzde 30'a çıkmış, bunlar da ekseriyetle şehirde. bunun anlamı şu: kemalizm memalizm yok arkadaşlar. yok ulus inşasıymış da bilmem neymiş. şehirde kim varsa, şehirlerin yakın çevresinde kim varsa, olduğu kadar. yaşadığımız şey hakikaten bir mucizedir. orda gitmediğimiz, görmediğimiz köy var, at, eşek, katır sırtında giderse iki öğretmen gidiyor o kadar. yüzyıllarca orta çağa mahkum edilmiş anadolu'da ideolojik dönüşüm okumayı-yazmayı öğretmekten ibaret. açın bakın cumhuriyet dönemi istatistiklerine, gıdım gıdım artmış her şey. çoğu köy cumhuriyete geçildiğinden habersiz, radyo falan gelince öğreniyor. duyan da bire bir markajla insanlara ulus devlet aşısı yapıldı zanneder. aksine, köy nüfusu dünyadan bihaber olduğu için iç göçten sonra şehir kültürünü tamamen kontrole alabilmiştir. zaten bu o iddia edilen dönüşümün olmadığına da bir işaret. başaramadıkları için mi, erişemedikleri için mi, böyle kati bir amaç olmadığı için mi, orasını bilemiyorum.

    cumhuriyet nedir desen anlayacak insan yok ortada. o kadar boş konuşuluyor ki bazen umudum kırılıyor. bir, ulus inşaa etmek elbette önemli. imparatorluk dağılınca üç kıtadan birbirine benzemeyen tonla insan gelmiş, bir ülke kurmuşsun. bunları birbirine bağlayacak bir ülkü sunman lazım. bu ülkü, savaştan yenik çıkmış ve işgalden yeni kurtulmuş fakirlikten kırılan bir ülkede zenginlik olamayacağına göre, bir gelecek tasviri olacak elbet. ikincisi, bütün dünya aynı şeyi yaparken, türkiye niye yapmasın? kırsal nüfus ağırlıkta olduğu için tam anlamıyla yapamadı gerçi ama o ayrı mesele. önlemler sertti evet de ne olacaktı ki? biz ülke kuruyoruz ama çok da iddialı değiliz, otorite boşuklarını buyrun siz doldurun diyecek halleri yok.

    akp'yi bugün getiren şeyin cumhuriyetin kuruluş dönemiyle o kadar da ilgisi yok. 1950'lerden itibaren popülist sağ hükümetlerin fakir halka ha bire zenginlik vadetmesiyle ilgisi var. vadettiler ama bunun için planlı programlı bir şey yapmadılar. hatta icabında kanunu çiğnemeyi hoş gören, gecekonduları görmezden gelen, buraların oy deposu olduğunu fark eden özal'la birlikte ver oyunu al tapunu kampanyası yaptılar. ortanın solundaki iktidarların vaatlerini dinleyenler avanta göremediği için sağ popülizme meyletmiştir. bugünkü yağma düzenini kuranlar bizzat demokrat parti ve ardılı partileridir. hatta chp falan fazla namuslu bulunduğu için hor görülmüştür. inasnlar hızlı bir şekilde zenginleşip toplumsal sınıf atlamak istiyordu. chp bunu vadetmediği için dışarda kaldı. istanbul'da 2000'e geldiğimizde şehir nüfusunun çoğu göç edenlerdi ve hazine arazisinde kaçak oturuyorlardı, kaçak çalışıyorlardı ve sağ partiler seçime kadar kılını kıpırdatmıyor, seçimde her türlü vaadi veriyorladı. yahu, sol partilere oy vermesi gereken gecekondular silme sağa oy verdi. din diyanet değil, tapu, af ve zenginleşme umuduydu. istediklerini de aldılar. istanbul boğazının sırtlarındaki gecekondular tonla kanunsuz zengin yarattı, çalışıp kazanmaya çalışanlar avcunu yaladı. sonra o gecekondular da yavaştan mafyanın eline geçti zaten.

    kendisi de ruhsatsız (kaçak yani) bir yapıda yaşayan erdoğan televizyonlardan bu durumu gururla haykırarak seçildi. kemalizm diye sayıklayıp durmayın yani. bu ülkenin sağ ağırlıklı olmasının nedeni sağ partilerin her zaman kanunların çiğnenmesini sorun etmemesi, ha bire seçim öncesi imar affı çıkarıp oy satın almasıdır. mütedeyyinler falan vergi affı, ceza affı, imar affı falan filan görünce dini, kul hakkını falan anında unuttular.

    doğru ya da yanlış chp'nin 1940'lardaki politikası köye temel eğitim ve mesleki eğitimi sokup köy-kent farkını azaltmak ve köylüyü kente göç etmeye mahkum etmemekti. sonraki iktidarlar ne yaptı, herkesi istanbul'a tıktılar. dini kaşıdılar, komünizmle mücadelede abd ne kadar koyu dinci ve milliyetçi istediyse o kadar koyulaştılar. akp, radikal tavırlarla iktidar olamayacağını gördüğü için değişim dönüşüm retoriğine başladı ve nadir rastlanacak bir oy dağılımıyla yüzde 9 küsurla meclis dışında kalan partiler sayesinde yüzde 34 oy alıp, 550 sandalyeli mecliste 363 koltuk aldı. ikinci parti de baykal'ın chp'si. üçüncü parti yok. o mecliste türkiye'nin yüzde 46'sı temsil edilmemiştir. yüzde 46 diyorum, temsil edilmemiştir. akp avrupa birliği'ne tam üyelik, ekonomik krizden çıkış ve 3y vaadiyle geldi. 3y neydi biliyor musunuz? yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar. dünyanın en kısa fıkrası.

    saçma sapan tabu, mit, ulus devlet inşası, vesayet, düzen müzen diye kalıp cümlelere başlamadan biraz tarih okuyun. işin kötü tarafı adam akıllı cumhuriyet dönemi eleştirisi de yapılamıyor bu sığlık yüzünden.
  • tanımı vatanseverliktir. çünkü özünde vatanını sevip onu yüceltmek yatar.

    bakmayın şu anda yaratılan sahte havaya ve "kemalizm öcüdür" diyerek dolaşan tayfaya. bunların kim oldukları, neyin tarafında oldukları ve neyin karşısında olduklarına göz atsanız yeter zaten tanımını yapabilmeniz için.

    "kemalizm, faşizmdir, tek adam kültüdür" diyenler bugün kendi tek adamlarını, kendi faşizmlerini yaratan;

    "kemalizm oportünistliktir" diyenler bugün kendileri fırsatlar denizinde yüzen;

    "kemalizm modası geçmiş bir ulusalcı anlayıştır" diyenler bugün kendi ulus devletini kurmak için fırsat bulduğu her anda türkiye cumhuriyeti'ne saldıran kişilerdir.

    vatanı sevmenin, vatansever olmanın modası geçmez. kemalizm vatanını sevmektir. 1920'lerde ve 1930'larda altın çağını yaşamış bir anlayıştır. o dönemin ruhunu ve bu ruhu içselleştirmenin önemini kavrayamayan adamın kemalizmi anlaması da mümkün değildir.

    vatanı satmak, peşkeş çekmek, bölmek vs. söz konusu olunca el ele kol kola giren dinciler, liboşlar ve kürtçüler yukarıdaki tanımı alıp kullanabilirler.
  • şimdi ilber ortaylı çıksa gelse "tarih bilmek önemlidir, hepiniz cahilsiniz" derdi. fakat son çeyrek yüzyılda tarih bilmeden "teori bilen", tarih hakkında konuşan, iddialı tezlerle ortalığa dökülen ve aşırı özgüvenle sağ sola çatmakta sakınca duymayan, ne dediği de anlaşılmayan tarih ve siyaset trolüne o kadar sık rastlıyoruz ki insan ortaylı'ya bile hak verecek duruma geliyor. genelde hevesli otantik liberaller arasından çıkan bu tür kanaat trolleri kendince anlatı oluşturan, ortalığa salan ya da uygun mecralara şavullayan kimlikler olarak yayılıyor, birçok insanı da etkisi altına alıyor, önemli sanılıyor, dahası taklit ediliyor. iki senede ekonomi, siyaset, politika vs. öğrenip doçent profesör vs. oluveren kişilerden köşe yazarı ve televizyon yorumcusu yapıveren memleketin fakir düşünce iklimi, hadi televizyonları ve gazeteleri geçtim özellikle internet sitelerinde teorik kestirmecilğe, agresif polemikçiliğe de büyük bir özgüven sağlıyor.

    1930'larda kemalizmin lafi geçmiyordu, aslında kemalizm sonradan icad edildi vs. diye şaşkınlıklar sergilemeden önce kavramın ilk kez kullanıldığı 1935 chp programını, öncesindeki 34 darülfünun "inkilap dersleri"ni, 1930'ların başındaki faşizm, sosyalizm ve kemalizm tartışmalarını, ülkü dergisi'ni, şükrü kaya'dan, falih rıfkı'ya, yakup kadri'den recep peker'e, mahmud esat'tan celal bayar'a ve ali çetinkaya'ya dönemin kurucu figürlerinin, burhan asaf ve diğer kadrocuların tutumlarını yazdıklarını ve tartışmalarını bilmek, öğrenmek, kemalizm'in kuruluş sürecinde bu figürlerin oynadıkları rolü bilmek kuşkusuz sizi "bilmeden bilen" bir şaşkın gibi görünmekten kurtarır.

    kemalizmin bir dünya görüşü, bugün anladığımız anlamda bir siyasal ideoloji olmadığı ve çok zayıf bir düşünsel, siyasal ve ideolojik temele sahip olduğu; ulusalcılığın ya da milliyetçiliğin değişik varyantlarının öne sürdüğü türden total ve herşeye kadir bir kemalizm ideolojisi olmadığı türünden gerçekler ayrı davadır; ama kemalizm vardır, yoktur, doğmadır, teoridir, ideolojidir, siyasettir diye ortalığa dökülmeden önce kemalizmin ittihat ve terakkiyle olan ideolojik ve siyasal ilişkilerini, 1920'lerin sonlarından itibaren 1930'lar boyunca yaşadığı ideolojik kuruluş sürecini bilmek ve 1930'ların tartışmalarına gözatmak önemlidir. şurada konuya girmek için yeterince başlangıç kaynağı yıllardır duruyor. http://ata-arsiv.boun.edu.tr/htr/htr.htm
  • ipleri emperyalist batılı güçlerde olan gerici odaklarca başta devrimcilik ve laiklik olmak üzere temel ilkeleri hedef tahtasına koyulan türk tarihinin en ilerici ve özünde en yerli siyasal hamlesi ve felsefesidir.

    ilericidir, çünkü yüzlerce yıldır egemenlik kurduğu topraklardan geriye bugün bakıldığında geride sadece kan ve göz yaşı bırakabilmiş osmanlı devleti'nden bir ulus devlet inşa edip bu devletin hala ortadoğu ve islam coğrafyasının en yaşanılır ülkesi olmasını sağlamıştır. iddiama karşı olanlar lütfen en güçlü dönemindeki osmanlı devleti haritasını eline alsın ve bugün osmanlı devleti'nin bu haritada yer alan ülkelere hangi değerleri ve hangi medeni düşünce sistemini miras bıraktığını değerlendirsin. daha dikkatle bakarsanız bu topraklarda hala savaşların devam ettiğini, halkın büyük kısmının cehaletle yaşamayı erdem saydığını, hiçbir bilimsel ve sanatsal ilerlemenin olmadığını görebilirsiniz.

    kemalizm yerlidir, çünkü dönemindeki diğer siyasal hamleler gibi kaynağı farklı ülkelerde pişip burada servis edilmiş değildir. söz gelimi döneminde rusya topraklarında yönetim biçimi olan sosyalizm, temelleri almanya'da karl marx tarafından öne sürülen ve temeline ekonomiyi ve sınıf mücadelesini ele almış bir felsefeyken kemalizm türkiye'de sadece bu toprakların temel ihtiyaçlarına ve ilerici hamlelerine zemin hazırlayan özel bir anlayışla oluşturulmuştur.

    kemalizmi daha önceki dönemlerdekitanzimat gibi modernleşme adı altında günü kurtaran politikalara benzetenler aslında kemalizmin ne olduğunu hiç anlamamıştır. kemalizm var olan kurumların ayakta kalabilmesi adına politika üreten bir sistem değildir. çağın şartları gereğince yıkılması gerekeni yıkar, yeniden inşa eder.
  • debe eki : birçok kişi sormuş, ne demek istiyorsun diye. ya arkadaş gayet açık değil mi, 17 senedir komadaydın da yeni mi uyandın? chp kk ile dönüştürülmedi mi? bizzat kk açıklamadı mı geçen "30'ların chp'si değiliz" diye. dönüştürülen chp ucube bir şey oldu, "dar kıyılara sıkışmayacaz, anadoluya açılacaz" dediğiniz kurguda sıçıp sıvadınız. siyasal islamcıları meclise soktunuz ve mecliste iki tane akp yarattınız. bak sezginlere cananlara bekaroğluna yüksel taşkına hiç girmiyorum bile. aldığınız oy "statükocu, 30'lar" dediğiniz chp'nin aldığı oydan daha düşük. chp çatısı altında meclise giren gerçek "fırkalı" vekil sayısı ise 20 falandır, gerisi hep mış gibi yapanlar. sjwliğe göz kırpan, dünyadaki ötekici sol liberal ibişliği taklit eden şeye halk tevecvüh eder mi sandınız? y-chp sizin temsiliyetinizi gasp etmiş, size hayal satmıştır. dolandırıldınız. inandınız ve dolandırıldınız. aslında bu son olaylardan da bağımsız bir bitiştir. yani ex akplileri meclise sokmasaydınız da farketmezdi. chp, seküler bir türk milliyetçiliği üzerinden yürümelidir, ana kilit parti olmalıdır, manevra alanını genişletebilmelidir. akp bu ülkeyi liboşların, sjwlerin değil kemalistlerin elinden aldı. akp ile mücadelede ana unsur bu olmalıdır. herkese mavi boncuk dağıtarak kendiniz değersiz bir taşa dönüşürsünüz. "ama o zaman şunlar bunlar oy vermez" diyorsun değil mi, peki şimdi de ben vermiyorum? ve yüzde 25'ini alıp oturuyorsun kenara. yani bütün bu tartışmalar en başta yapıldı ve bitti. dediniz ki "chp bilmemnelerin partisi, biz her kesime açılacaz, yallah vatan partisine" işte bu ötekicilerin gazına gelip kemalistleri tasfiye etmenin bedeli de bugün görülüyor. dolandırıldınız. tutmadı. işlemedi. yürümedi. sonuç ortada sonuç, sanki daha denenmemiş, en başındaymışız gibi hala "siz küçük olsun benim olsun istiyorsunuz, biz herkesi anlayacaz" diyorsunuz siz bize sınav mısınız lan? sattığınız hayallerin patladığı noktadayız. temsiliyetiniz sıfır olduğu gibi, devlet kadrolarından da dışlandınız. pazarda halk falan yuhalıyor sizi. işte işin finali bu, elinizde kalan bu.

    ekonomi, pandemi, deprem ve
    20 yıllık yıpranmış iktidar karşısında aldığınız %25.

    kemalizm ise ilk ingilizler tarafından işgal kuvvetlerine direnenlere takılmış addır. "mustafa kemal'in etrafında toplananlar"a kemalist diyorlardı. yani mandacılar, zararlı cemiyetler, etnikçiler, saltanat ve saray, müstemleke aydını liberaller falan vardı o ortamda, bir de kemalistler vardı. hah, işte o "taş kırılır ve tunç erir, fakat türklük ebedidir" sözünü doğrularcasına atatürk'ün, bugün de chp suyunu arayan toprak gibi öz iradesini aramakta, onu çağırmaktadır. listesinde "kemalizm dışlayıcıdır" diyen adamlar, pkk'nın kurulduğu köyden fotoğraf atanlar, pkk kurucularını ananlar olduğu sürece bu çağrı daha da şiddetlenecektir.

    (bkz: y-chp/@puura)
    (bkz: seküler milliyetçiliğin yükselişi/@puura)
    (bkz: chp'de ulusalcılar ile demokratların savaşı/@puura)
    (bkz: chp'nin işgal altında olması/@puura)
    (bkz: bahriye üçok/@puura)

    ***
    bugün itibarı ile y-chp'yi yenmiş, tuş etmiştir.
  • ahmet taner kışlalı siyasal sistemler- siyasal uzlaşma ve çatışma adlı kitabında şöyle anlatıyor:

    "e)kemalizm

    kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. ama, liberalizm ve sosyalizmden farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. bu nedenle de, kemalizmi iyi değerlendirebilmek için, geri kalmış ülke devrimlerinin gelişmiş ülke devrimlerinden farkını anlamak gerekir:

    (bkz: devrim/#18268389)

    mustafa kemal, tıpkı lenin gibi, birinci dünya savaşı'nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal-siyasal düzeni yaratarak süreçleri harekete geçirmiştir. lenin, rus ordusunun perişan olması sayesinde, küçük, ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; mustafa kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. lenin'in rusya'nın koşullarına uydurmağa çalıştığı marksist ideoloji -yukarıda değindiğimiz nedenden dolayı- dogmalaşırken; mustafa kemal, liberalizm ve sosyalizmden yararlanarak türkiye'nin koşullarına göre oluşturmaya çalıştığı devrimci ideolojinin dogmalaşma olasılığını önlemeye çalışmıştır, ideolojik kalıplaşmanın hızlı bir değişim süreciyle bağdaşmayacağını vurgulayarak, bir anlamda "sürekli devrimcilik" anlayışının öncülüğünü yapmıştır. bazılarının ileri sürdüğünün tersine, kemalizmin ideolojisi vardır, ama "öğreti"si (doktrini) yoktur.

    kemalizmin önünde iki aşamalı bir amaç vardı: bağımsızlık ve çağdaşlaşma. bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan milliyetçilik, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri fransız devrimi ve dolayısıyla liberalizmden, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi:

    (bkz: milliyetçilik/#18267887)
    (bkz: cumhuriyetçilik/#18267834)
    (bkz: laiklik/#18267878)
    (bkz: devletçilik/#18267857)
    (bkz: halkçılık/#18267843)
    (bkz: devrimcilik/#18267848)

    geri kalmış ülkelerin genellikle kıt olan kaynakları içinde en bol malzeme insandır. üstelik diğer kaynakları harekete geçirebilecek güç de gene o insan öğesidir. bu nedenle, geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili daha bilinçli bir "yeni insan" yaratmaya yönelik, insanın düşünüş ve davranış biçimlerini değiştirmeye yönelik bir "kültür devrimi" olmak zorundadır. geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulaşırlar.

    hiç kuşku yok ki, mustafa kemal, tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır. dilde, dinde, hukukta, yazıda, giyside, eğitimde, tarihte yaptığı reformlar; bazıları bugün biçimsel görünse bile, inanılmaz boyuttaki bir kültür devriminin, bir bütün içinde çok anlamlı olan parçalarıdır. osmanlı imparatorluğu içinde dili ve tarihi unutturulmuş, kendine güvenini yitirmiş bir halktan, çağdaş, başı dik, kendisiyle gurur duyan bir ulus yaratabilmiş olmanın ne büyük ve zor bir sonuç olduğunu bugün takdir edebilmek zordur.

    napolyon, "süngülerle her şey yapılabilir, ama üzerine oturulamaz." diyor. bunun sosyolojik anlamı açıktır. hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplum kesimlerinin olanaklarını aşamaz. her önder, ne kadar büyük olursa olsun belirli bir toplusal tabana dayanmak zorundadır ve dayandığı, dayanmak zorunda kaldığı o toplumsal tabanın gücünü ne ölçüde harekete geçirebilirse, o ölçüde başarılı sayılır

    mustafa kemal'in, birinci hedef olarak ulusal bağımsızlığı sağlayabilmek için dayanabileceği güçler belliydi: asker-sivil bürokratlar, ulusal nitelikli, ama oldukça zayıf hu kentsoylu kesimi ve büyük toprak sahipleri. bunun dışında güç alabileceği, örneğin bir işçi sınıfı yoktu, ulusal bağımsızlık hareketini örgütleyip sonu gelmeyen savaşlardan yorgun düşmüş anadolu köylüsünü harekete geçirirken bu sacayağına dayanmak zorundaydı. topluma, yirminci yüzyılın sonlarında bile hiçbir islam ülkesinin ele almaya cesaret edemediği dönüşümleri kabul ettirebildi. ama örneğin sıra "toprak reformu"na geldiğinde, başaramadı. çünkü geçmişte dayanmak zorunda kaldığı, hareketinin tabanında yer alan güçlerden biri de "toprak ağaları" idi. kemalizmin başardıklarını ve başaramadıklarını, 1920'lerin türkiyesinin toplumsal-ekonomik koşullarını ve içinde bulunduğu dünyanın özelliklerini göz önüne almadan yapılan bir değerlendirme bilimsel olamaz.

    fransız araştırmacı françois georgeon şunları yazıyor:

    (bkz: françois georgeon/#18267863)

    iranlı muhaliflerden, halkın mücahitleri örgütünün önderi mesut racavi ise bir türk gazetecisine şöyle diyor:

    (bkz: mesut racavi/#18267867)

    ***

    kemalizmin bir ideoloji olarak çerçevesini çizdik" ve kemalist devrim'in temel özelliklerine değindikten sonra, bazı soruları teker teker yanıtlamakta yarar var.
    ilk soru, kavram ve o kavramların anlatılmasında kullanılan sözcüklerle ilgili: "atatürkçülük" demek mi daha doğru, yoksa "kemalizm" demek mi?

    (bkz: atatürkçülükle kemalizm arasındaki farklar/#18268499)

    yanıtlanması gereken ikinci soru da şu: kemalizm için amaç "insan" mıdır, yoksa "devlet" mi? kemalist devlet anlayışı "sivil toplum" özlemi ile çatışır mı, çatışmaz mı?

    faşizmin ve hatta komünizmin tersine, kemalizm için "devlet" sadece bir "araç"tı. kemalist devletçilik, bir ideolojik tercihin değil, toplumsal bir zorunluluğun ürünü idi. ne burjuva sınıfı ne de sömürgeleri olan bir toplumda, altyapıyı da temel sanayii de devlet kurdu. bunu yaparken de, birkaç kuşağın emekçilerini, -batı'daki gibi- ezmedi. tersine, batı'da "kan"la elde edilen hakları, kitlelere "ciddi bir istem" bile olmadan verdi.

    anadolu ajansı bir "devlet dairesi" olarak değil de bir anonim ortaklık olarak kurulduğunda, yıl 1925'ti. anaparanın tümünü devlet koyduğu halde, payların yarısı çalışanlara verilmişti. daha sonra türkiye'de ilk radyoyu da kuracak olan telgraf telefon anonim şirketi 1927 yılında oluşturulduğunda, tüm payları özel kişilerindi, iş bankası bir "özel girişim" örneği olarak kuruldu ve atatürk de paydaşları arasında yer aldı.

    (bkz: atatürk kültür dil ve tarih yüksek kurumu/#18267870)

    bütün dünyada katılımcı demokrasinin, özerk kurumların moda olduğu bir dönemde mi yapıldı bunlar?

    tam tersine... her şeyin devletin içinde olduğu, aile dahil hiçbir kurumun devlet denetimi dışında kalamadığı, faşizmin ve komünizmin yükselme döneminde ve bu yöndeki telkinlere karşın yapıldı! atatürk'ten 27 mayıs anayasasına, türkiye'ye bağımsız ve demokratik kurum anlayışını kemalistler getirdiler. daha dünyada "sivil toplum" anlayışının bulunmadığı bir dönemde, son derece yoksul ve eğitimsiz bir toplumda, baskıcı geleneklere karşın, geleceğin "sivil toplum"unun tohumları birer birer atıldı.

    oysa aynı dönemde, max weber bile demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: (bkz: max weber/#18362995)

    tüm yurdu bir ağ gibi saran halkevleri ve halkodaları, oldukça bağımsız ve demokratik bir yapıya sahiptiler. köy enstitüleri, bugünün yükseköğretim kurumlarında bile olmayan "katılımcı" ve demokratik bir ortam yaratmıştı. trt'den üniversiteye kadar özerkliğin savunuculuğunu, hep kemalizm geleneğini sürdürenler yaptılar. eli sopalı devlet özlemi ile askersel yönetim dönemlerini değerlendirmeye çalışanlar ise hep kemalizm karşıtlarıydı.

    bir başka önemli soru da, kemalizm ve demokrasi ile ilgili: bazılarının öne sürdüğü gibi, gerçekten de kemalizmin içinde "demokrasi" yok mu? atatürk gerçek bir diktatör müydü?

    ünlü siyaset bilimci maurice duverger'nin kemalist "tek parti" yönetimini özenle incelediğini biliyoruz. duverger, bu yönetim biçiminin, mutlak baskı rejiminden ulus egemenliğine geçişi sağlamak, demokratik rejimin gerektirdiği ortam ve koşulları hazırlamak ve sonunda tam bir demokrasiyi gerçekleştirmek amacına yöneldiği görüşündedir:

    (bkz: demokrasinin bir atatürk ilkesi olmaması/#18267872)

    mustafa kemal, halk tarafından seçilmeyi ve "başkanlık sistemi"ni niçin istemedi? tbmm genel kurulu, cumhurbaşkanlığı süresinin 7 yıl olmasını, mustafa kemal'in meclisi dağıtma yetkisine sahip kılınmasını ve başkomutanlık yetkisi taşımasını acaba nasıl reddetti?

    (bkz: atatürk döneminde türkiye'ye gelen bilim insanları/#18268604)

    (bkz: atatürk'ün pasaportu var mıydı/#18267875)

    atatürk'ün sağlığında yaptıkları, yapabildikleriydi. yani o günkü türkiye ve dünya koşullarının elvermesi ölçüsünde, düşündüklerini gerçekleştirme olanağı bulabilmişti. kemalizmi tüm boyutlarıyla kavrayabilmek için, sadece atatürk'ün yapmış olduklarını değerlendirmekle yetinemeyiz; neler yapmak istediğini, toplumu nereye götürmeyi amaçladığını da incelememiz gerekir.

    mustafa kemal'in demokrasi konusundaki düşünceleri açısından en zengin kaynak, kendi yazdığı ve 1930'lardan başlayarak yeni kuşaklara da okutulan "yurttaşlık bilgileri" kitabıdır.

    (bkz: medeni bilgiler/#18363017)

    insanların düşüncelerini serbestçe söyleyebilmek ve yayınlamak haklarını savunuyor. "toplantı yapma" ve "basın özgürlüğü" üzerinde özellikle duruyor. ve şöyle diyor:

    (bkz: basın özgürlüğü/#18267880)

    atatürk, "vicdan özgürlüğü"nü de, "düşünce özgürlüğü"nün bir parçası olarak görüyor ve sınırlarını şöyle çiziyordu: (bkz: din ve vicdan özgürlüğü/#18267882)

    tarih boyunca bütün devrimler "kanlı" olmuştur. ama insanlık tarihinin rastladığı en "köklü" en "cüretli" devrimlerden birisi olan kemalist devrim, inanılmayacak ölçüde az kan dökülerek gerçekleştirilmiştir. (bkz: istiklal mahkemeleri/#18268552)

    "atatürk diktatör müydü?" sorusunun yanıtını, kendisi ölümünden üç yıl önce vermişti:

    (bkz: atatürk diktatör müydü /#18363027)

    kemalizmi gereği gibi değerlendirebilmek için, oluştuğu ortamı iyi bilmek ve gözden uzak tutmamak gerekir. o ortamı şevket süreyya aydemir güzel özetliyor:

    (bkz: şevket süreyya aydemir/#18267889)

    toplum, batı'da çağdaşlaşmanın itici gücünü oluşturan iki temel sınıftan da yoksundu: ne gerçek anlamıyla bir kentsoylu (burjuvazi) sınıfı vardı, ne de örgütlü bir işçi sınıfı. dışarı ile ilişki içerisinde ticaret yaşamında etkili olan kesim ise, daha çok müslüman olmayan azınlıklardandı. ve işgalci güçlerle işbirliği yaptıkları için, kurtuluş savaşı'nın sonunda çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.

    daha önce de belirttiğimiz gibi, mustafa kemal'in önce bağımsızlığı sağlamak, sonra da çağdaş bir toplum yaratmak için dayanabileceği güçler belliydi: öncelikle sivil ve asker bürokrasi (yani subaylar ve memurlar), bir ölçüde de, ulusal nitelikli küçük tüccar ile büyük toprak sahipleri. ordu'nun zaten varoluş nedeni bağımsızlıktır. osmanlı'nın "çöküş" döneminde çağa ilk açılan kurum olmak zorunda kaldığı ve neredeyse "örgütlü" tek gücü oluşturduğu için, "başlangıçta" kemalist devrim'in en büyük desteği olması kaçınılmazdı. ama atatürk "askeri" bir sistem kurmak niyetinde değildi. daha gencecik bir subay iken, ittihat ve terakki'nin ünlü selanik kongresi'nde, "ya üniformamzı bırakın ya da siyaseti" diye haykırmıştı. kurduğu devlette orduyu siyaset dışında tutmak için bilinçli bir tutum izledi. kralların ve sivil cumhurbaşkanlarının bile törenlerde üniforma giydikleri bir dönemde, iki istisna dışında, savaş meydanlarında kazanmış olduğu mareşal üniformasını bile taşımadı. halkın karşısına hep sivil çıkmaya özen gösterdi.

    bir toplumsal hareketin ya da o hareketi yönlendirenin başarısını, hareketin "toplumsal tabanı"nın özelliklerine bakarak ölçmek gerektiğini daha önce de vurgulamıştık. kemalizmin, dayanmak zorunda kaldığı toplumsal tabanın olanaklarını çok aşan noktalara kadar ulaşabildiğini kabul etmek, tarihsel gerçeklere saygının bir gereğidir. ama 1990'larda kemalist olabilmek, 1920'lerde var olmayan, ama kemalist devrim sayesinde ortaya çıkan yeni "ilerici" güçleri harekete geçirebilmekle olanaklıdır. kemalizmin "sürekli devrimcilik" özü budur.

    kemalist devrim'in karşısına, tutucu güçlerin çıkması kaçınılmazdı. (bkz: birinci türkiye büyük millet meclisi/#18267893)

    gerçi "tek parti"nin içinde ideolojik bir çoğulculuğa izin veriliyordu. (bu diğer tek parti örneklerinde "düşünülmesi" bile olanaksız bir durumdu.)
    (bkz: tek parti iktidarı/#18363047)

    sonsöz olarak şunu söyleyebiliriz: kemalizm, akla ve bilime, gerçekçiliğe, insancıllığa, özgürlüğe ve sürekli devrimciliğe dayalı bir "çağdaşlaşma ideolojisi"dir.
    ___
    okunabilirliği arttırmak adına bazı kısımlar ayrı entryler olarak uygun başlıklara aktarılmıştır.
  • "ülkenin 93 yıllık kanseridir. faşizmin türkiye versiyonudur ve ülkenin geri kalma sebeplerinden biridir."

    kemalizm'in tek eksiği eğitimi sana kadar getirememiş olmasıdır. mustafa kemal'in ömrü yetmedi.

    ait olduğum, aydınlanmacı ideoloji.
  • osmanlı'nın şeriatı eşcinsellere süper özgürlükler verirken kemalizm bir anda gelerek eşcinsel haklarını yerle bir etmiştir.

    ulan o çok sevilen lenin-stalin bile eşcinselliği hastalık, hatta devlete karşı işlenen bir suç olarak görüyordu. ya kapitalizm? keza amerika da aynı şekilde.

    ergen isyanını geçtiniz yemin ediyorum. temelsiz eleştirilerinizle artık komik bile olamıyorsunuz...
  • birinci dünya savaşı yapılır. osmanlı savaşı kaybeder ve teslim olur. teslim olmayan birileri vardır: mustafa kemal önderliğindeki askerler ve halk. yani türk milliyetçileri. ingilizler bu teslim olmayan türklere "kemalist" adını verir. türk milliyetçilerinin hakim olduğu bögleye ise "kemalizm etkisinde". görsel
    kemalizm budur. savaşın kalbinden çıkan bir milli güvenlik doktrinidir.

    kemalistlerin iki unsuru vardır.
    -satın alınamazlar
    -milletlerine aykırı gördükleri hiçbir işin içinde olmazlar

    biz türk milliyetçileri kendimize milliyetçi diyorduk. kemalist demiyorduk. bize bu ismi ingilizler (işgalciler) verdi. bu topraklarda gözü olanların (yetmez ama evetçilerin, liberallerin, dincilerin, teröristlerin) nefretlerini "kemalizm" kelimesi üzerinden ifade etmelerinin sebebi budur. "kemalizm" sözcüğü düşman jargonudur.
    örnek: görsel

    1970'lerde, bir kısmı boğaziçi üniversitesini de kuran bir grup akademisyen, "kemalizm" ifadesinin 1930'larda bir grup chpli tarafından icat edildiğini söyledi. yalandı. yalan olduğu için yayılması gerekiyordu. ve yayıldı.

    ne kadar eskiye götürebiliriz tespit edememekle birlikte 1980'lerden sonra, bu aynı grup akademisyen, "ulusalcılık" ifadesini kemalizmin yerine kullanmaya başladı. onun da tarihi şudur. (bkz: #146436794)

    bunları bilmeden türkiye'de yapılan seçimleri de anlayamazsınız. onu da anlatalım.

    türkiye'nin sadece kurtuluşu değil, mayası da kemalizmdir. yani bu ülkenin aslı milliyetçidir. islamcılık ve sekülerlik bir detaydır. ana muhalefet olduğu iddiasında bir parti kalkar da canan'la, sezgin'le, "kemalizm ırkçıdır" diyenleseçime girerse elbette kaybeder. çünkü karşı taraf milliyetçilik iddiasını sürekli sıcak tutuyor (milliyetçilik iddiasından koptuğunda seçim kaybetmişti). yanına islamcılığı da koyuyor ama seçmen için islamcılık bir detay. seçmenin seçtiği türk milliyetçiliği. islamcılık değil. o aklınızın fikrinizin ermediği, açıklayamadığınız mhp oyu bu bilinçle veriliyor. açıklayamıyorsunuz çünkü tarih bilmiyorsunuz.

    liberalizm ise kemalizmin tam zıttı yerdedir. ümit özdağ'ın ifadesiyle ingiliz işbirlikçiliğidir. memleketin çıkarlarına karşıdır, hatta türklerin çıkarı olamayacağını savunur. liberalizm türklerle savaş halinde olan kim varsa onun özgürlüğünü savunmak demektir. görsel

    t: türklerin milli güvenlik doktrini.

    debe edit: (bkz: #154527273) (bkz: #154558389)
  • okullara dayağı getiren düşünce sistematiği. çünkü atatürk "ben de okurken hocamdan dayak yedim; yeni nesil de mutlaka dayak yemeli" şeklinde beyanat vermiştir.

    dayı, bak; senin sorunun kemalizm ile değil; senin sorunun rejimin temeliyle. senin kemalizm meselen kemalizm değil; sen rejimden nefret ediyorsun. kemalizm senin için sadece yıkılması gereken bir duvar. çünkü 1930 yıkılırsa 1920'yi de yıkabileceksin. çünkü böyle öğrettiler sana. sen bu yüzden nefret dolusun ve nefretin aklını engellediği müddetçe asla ciddi bir cevap alamayacaksın. çünkü argümanların aklının değil nefretinin ürünleri...
hesabın var mı? giriş yap