• tehlikeli noktalar içerir ama. birincisi fazla tevazü kibirden gelir. ikincisi bazen bu kendinle dalga geçme olayında etraftaki bir kısım insanlar sizin bu huyunuzdan cesaret alıp sizinle dalga geçebileceklerini sanabilirler. işte benim kendimi bırakıp karşıdakinle dalga geçmeye başladığım nokta orasıdır. ben geçerim kardeşim sen sus. hayır benim söyleyebildiğim şeyleri senin de söyleyebileceğini nereden çıkardın. ne münasebet. bu arada en iyi becerdiğim şeydir söylemeden edemeyeceğim yalnız kendimle ve dalga geçtiğim özelliklerimle çok barışık olduğumdan ve kendimi çok sevdiğimden değil, sadece başkalarından önce söylemiş olmak için. ay itiraf gibi oldu bu entry. silmem gerekecek.
  • hayata daha renkli ve geniş bir bakış açısıyla bakabilmektir. kendisini eleştirebilen insan, objektif, empatik olabilen insandır. bal dökülüp yalanasıdır.
  • (bkz: neyzen tevfik)
  • insanı has insandan ayıran yetenektir kanımca ve kendisiyle dalga geçemeyen adam gözümde beş para etmez bi insan müsveddesinden daha değerli değildir.

    yıllar önce bi tanıdığım birini kötülemek için onun hakkında şunu demişti, “dikkat et, kendisiyle asla dalga geçmeyen biridir o”.

    kendisiyle dalga geçemeyen kişi bunu başkalarının yapmalarına da izin vermez. bırak dalgayı şaka yollu dokundurmalara bile bozulur ve bu bozulması alınganlık ya da sitem düzeyinde olmaz. kesinlikle karşılık vermeye çalışır, kendisiyle ilgili yapılan her espriyi aşağılama çabası olarak görür ve çirkefleşir.

    brick hep genelliyorsun insanları sen de diye suçlanıyorum, gerçi bu genelleme mevzusu da ayrı konu, başka başlıkta tartışılır, ben genellemelere zaten o kadar karşı biri değilim ama şu an yaptığım genellemeyi hepsinin üstünde bile görürüm. neden derseniz ben bu genellemenin bi istisnası ile karşılaşmadım bugüne kadar. kendisiyle dalga geçmeyen, ama buna rağmen has, iyi bi adam var mı gerçekten? ben görmedim ne yalan söyleyeyim..

    bunun sözlüğe uyarlanmış hali de entry’lerinde kendisiyle dalgasını geçmek, yazdıklarında malzeme olarak kendisini kullanmak ve kendisi üstünden mizah yaratmak olarak şekilleniyor. aslında farklı bi açıdan yaklaşırsak bu tip bi davranışı megalomanca bile bulabiliriz, böyle bi istisnası var madalyonun diğer tarafının da. öyle ya, neden sürekli kendisinden bahsediyor ki adam. hem sürekli kendisiyle dalga geçmesi, kendisiyle dalga geçtiği şeyleri farazi kabul ettiği ve bu şeylerin kendisinde bulunmadığı alt metnini de içermiyo mudur aslında?

    sürekli quasimodo kadar çirkin olduğunu söyleyen biri, orta karar bi fiziğe sahipse aslında büyük olasılıkla kendisine çirkin diyerek, bunu abartarak kendisinin aslında o kadar da çirkin olmadığını ima ediyordur belki de.. bak bunla karşılaştım evet.

    ya da kendisiyle çok dalga geçen insanın kompleksli bi karakter sahibi olma olasılığı da var tabii ki. belki de kendisiyle dalga geçerek bu tip şeyleri başka insanlardan duymayı, bu yüzden üzülmeyi engellemeye çalışıyordur. belki dediği şeylere kendisi de inanıyordur.

    o zaman elimizde ne var,
    kendisiyle dalga geçemeyen beş para etmez adam
    kendisiyle dalga geçerek kendisini yücelten megaloman adam
    kendisiyle dalga geçerek komplekslerini sergileyen adam

    ee has adam kim peki? şu yukarda son iki kademe arasında yer alan, ne kendisini övme, ne kendisini yerme amacı gütmeden işi kararında götüren adam. böyle biri olmaya çalışıyorum, yazdığım entry’lerde kendimle dalga geçiyor, ama övünmemeye ya da kompleks sergilememeye çalışıyorum.

    başarabiliyorsam ne mutlu bana, başaramıyorsam da koy götüne rahvan gitsin…
  • aman başkaları alay etmesin.. varsa bi açığım ilk ben dalga geçeyim ki başkalarına fırsat vermeyeyim hesaplarıyla da yapılabilir..

    özellikle kalabalık bir grubun sizinle alay etme arzusuyla yanıp tutuştuğu bir ortamda "erkekseniz teker teker gelin" tavrını takınmak yerine "uydum kalabalığa" diyerek herkesle birlikte kendine vurun abalıya muamelesi yapmak yoluylada tezahür eden bir beceri..
  • sürekli olarak ve genelde aynı konuda yapılması kompleksin belirtisi olan hadise
    (bkz: metin şentürk)
  • dunyadaki en etkili savunma mekanizmalarindan biridir.

    hayatin buyuk kismini kendiyle dalga gecerek yasayan bir insansa kisi, sanirim altinda bi sekilde kendi olumsuzlugune, zarar gormezligine inanmak yatiyor. bu tamamen benim kicimdan uydurmam da olabilir, mesleki bir bilgiye dayandirmiyorum*. ama bana oyle geliyor ki, gulerek basa cikma yolunu seciyorsaniz en zor seyle bile, ah ne komik degil mi hahhayy diyebildiginiz her sey sizi guclendiriyor ve saniyoruz ki her seyle boyle basa cikilir, istemeden olmek soz konusu degildir nasilsa. hatta biraz iyi hissettiginizde tirmandirmaya basliyosunuz, nietzscheye cak koc diyosunuz filan, oyle bi haller bu haller.

    bu tip insanlarin basini cekenlerden biri de benim. parmakla gosterilesi bir kendimle dalga gecme egilimim var. durdurmayi da denedim, ama artik nasil bi esigi gectiysem, baktim sorunlarla istesem de ciddi olarak basa cikamiyorum, biraktim denemeyi. hos, ise yariyor da cogu zaman, ama islemedigi yerler var. hayat gecen hafta ogretti ki, bu mekanizmanin viz gelip tiris gidecegi, elinde dagilacagi bir yer varsa acil servis odasi. ve iste hayatin bize cak koc dedigi noktada, artik kime cak koc ayagi atilir bilemiyorum.

    iki hafta once sali gecesi ilk uyariyi gonderdi midem. ama midem oldugu hakkinda fikrim bile yoktu o anda. uykusuzluk, bol kahve, cay, kola, sigara derken dersten cikip eve geldikten sonra sol kolum uyusmaya basladi. kolay panik olan bi insan degilim, bekleyeyim gecer dedim. gecmek bir yana, bes dakika sonrasindan sol kolumun agrisindan duramamaya basladim. asprin aldim, oksurmeye zorladim kendimi (bkz: kalp krizi sirasinda yapilmasi gerekenler), on dakika icinde gecti. panik atak miyim diye gecti aklimdan ama nefeste hicbir hizlanma yok, sadece uyusma ve agri. herhalde dedim cok yordum bunyeyi, dinlenmem gerek.

    ikinci fasilsa, bir hafta once arkadasimin arabasindayken geldi. saga cek dedim, ben iyi degilim. gogus kafesimde oyle bir agri var ki kipirdayamiyorum, agrinin oldugu noktanin sirtimdaki simetrik noktasi da ayni siddette agriyor. ilk defa midemin kaynadigini da o zaman hissettim. nasil denk gelmeyse artik, arabayi cektigimiz yer eczanenin onu, hemen iceri girip tansiyon olcturduk, hem kalp ritmi hem tansiyon cok normal.

    bu arada ben mutemadiyen dalga geciyorum durumla. oturup sabit duran tansiyon aletinin kollugunun icine kolunuzu sokup dugmeye basiyorsunuz, tansiyonunuzu soyluyor alet ve basinda da duran kimse yok. maria diyorum, bunu turkiye’de ya da yunanistan’da dusunebiliyor musun, domates almaya giderken bi posta olctur, donerken bi posta, bi daha cik yarim saat sonra bi daha olctur, basinda kuyruk olurdu aletin. guluyorum, ama iyi degilim. allahtan “eve gidicem ben hayir”larimi dinlemiyor ve acile gidiyoruz. bir bes dakika hemsireyle gorusuyorum, bekleyin cagiricaz sizi hemen diyorlar. o arada ben ilk bes dakikada hemsirenin sordugu ayrintinin bokunu cikartan sorulardan bahsedip guluyorum, ama yavas yavas moral cokmeye basliyor. bir bes dakika sonra iceri aliyorlar nihayet, koridorda duran yataga yatiyorum.

    bundan sonraki yarim saatte bin tane adam geliyor. nasil yanar donerli, nasil sen sakrak bi saglik sistemidir belli degil. her gelen kendini tanitiyor, herkes pur nese, goren der ki fame mi cekiliyor burda. doktor hasta bakiciyi tanitiyor, hasta bakici doktora saka yapiyor, bu arada bana yardim eder misin dedigi ikinci bi kisinin yardimiyla elimin ustunden soktugu serum ignesinden tup tup kan aliyor hastabakici. testler yapilicak, birazdan biri sizi ekg icin almaya gelicek, bu arada size kokteyl verelim diyorlar. nedir diyorum kokteyl, hastabakici yesil yuzlu bi canavara donusturucek sizi adli tipik amerikan esprisini yapiyor. hah-hah da diyorum, nedir cidden bu kokteyl? iste biraz kas gevsetici, biraz agri kesici, karisik bi serum diyor, gogus kafesinizdeki agriyi alicak. amerikaliyla amerikali olup, hadi diyorum o zaman, sikilmistim bu ogrenci modundan yesile donmek ilginc olabilir, hastabakiciyla karsilikli kahkaha atiyoruz. zinhar aci yok rocky.

    serumla birlikte once ellerim gevsiyor, sonra yuz kaslarim. ne on dakika oncesinde bes tup kan alicaz, ekg, gogus rontgeni dediklerindeki sakinlik abidesi kuyrugu dik tutan modumdan eser kaliyor, ne durumla dalga gecislerimden; yattigim yerde basliyorum aglamaya. bi deneme yapiyorum, aysecik misin kizim diyorum kendime, guleyim diyorum bir iki; yok, zinhar olmuyor, boncuk boncuk yas dokuyorum koridordan gecenlerin amerikali “seni gormuyorum” kisisel mesafe anlayislari sahitliginde. durayim diyorum duramiyorum, hay babasini ne kokteylmis guzel kardesim diyorum ama bana misin demiyor damarlarimdaki kokteyl, bir esyaymisim gibi yatiyorum oyle, elimi sikacak halim yok.. simdi kendimden gecsem diyorum, dilimi anlayan bir allahin kulu yok burda. derken aklima anneannem geliyor, son zamanlarinda elinin ustundeki igneyle hastane odasinda sessiz yatislari, eski nesesinden eser kalmayisi.. boyle bir yalnizlikti herhalde hissettigi diyorum. dramatizede oyle bir noktadayim ki degil kendime, bu dunyadaki hicbir seye gulecek halde degilim. bir dalga daha geliyor, daha da aglamaya basliyorum ki, ekg’yi cekicek doktor geliyor.

    merhaba diyor ben heather, el sikisiyoruz. hala elimin ustunde duran igne canimi yakiyor elini sikarken, igneye her bakisimda aglamak istiyorum. koridorlarda yururken acikliyor heather, ekg ve ciger filmi cekicez, bakalim kalp mi diye, sonra ismim heather soylemis miydim diyor tekrar. iste bu noktada paranoyaya sardirmaya basliyorum. bu kadar tesadufi bos konusma olamaz diyorum, kotu bi hastalik var bende tevekkeli kadin tutuldu. artik kokteyl kafasi mi, yoksa kafayi mi siyirdim iyice acil psikolojisiyle, aklima bile gelmiyor ki kadin beni almaya geldiginde koridordaki yatakta yatmis agliyordum ve sadece bu goruntu amerikalilar icin kafayi kirdiginiza guzel bir ornek. allahim diyorum, olucem ben tamam, ama acaba hastaligim ne?

    neden supheleniyorlar acaba oyununa basliyorum hemen ardindan, ki listede yok yok. kesin kalbimle ilgili bi sorunum var diyorum once, ordan akciger kanserine atliyorum, ahh bok vardi 23 yasinda sigara icmeye baslayacak diyorum, ne tur bi gerizekaliyim ben? saatler gectikce listeye bir tek cocuk felci ihtimalini eklemedigim kaliyor, kendimle dalga gecme felsefeminse yerinde yeller esiyor. o yatakta iki saat daha yatip sonuc bekliyorum ve olu olup diriliyorum.

    nasil becerdiyse iceri girmeyi -ki nasil becerdigi malum, tipik yunanliligiyla- bi bakiyorum maria basimda. maria diyorum bende kotu bi hastalik var, maria sakiz cigneyip saga sola bakiyor bu esnada. bu dunyada saglik gibi bi sey yok diyorum. bunu ingilizce diyorum cidden, birebir ceviri, maria senin doktorun kici sahaneymis diyor karsilik olarak. kalpse eger diyorum, mesela kalbim delikse bile tip ilerledi di mi, olmem hemen bi on sene yasatirlar diyorum, bak diyor maria, bankonun tepesinde tum hastalarin soyadlarinin yazili oldugu elektronik paneli gosterip, her hastanin karsisinda yazan rakamlar kac gunleri kaldigi, senin 220 gunun varmis, hadi gene iyisin. savunma mekanizmalarimin kalanlarini da ben birakiyorum ki, ellerimden kaysinlar. fakat benim adima onlari tutan biri var yanimda, simdi o geceyi dusundukce kelimelerle ifade edemeyecegim bicimde minnettar oldugum.

    uc kusur saatin sonunda guzel kicli doktor geliyor, sonuclar gosteriyor ki diyor, reflu baslangici var. kendine iyi bakarsan bu bir ayda, kronige cevirmez, gecer. gerisini pek dinleyemiyorum bile, utanmasam adamin boynuna sarilip opucem. guzel kic nedeniyleyse, iki gozum onume aksin. sonucta ilk iki gun travmatize olmus durumda kaliyorum, kisa kisa kedi gotunu gormus yara zannetmis seanslari duzenliyorum odamda kendi kendime. annem zaten apayri bi kafada, oscarlik performanslar sergiliyor, ki o ayri bi entry konusu. ne zaman ki telefonda turkiyedeki bir arkadasa hayatim reflu olmusum, bunu islatir miyiz diyorum, o noktada kendime gelmeye basladigimi anliyorum.

    bir hafta sonunda her uc kisinin birine koyulan stres, kafein ve nikotinin tetikledigi bir mide rahatsizligi icin bu kadar drama yaratmam komik gelmeye basliyor. yine de uzun sure dalga gecemiyorum bu gercekle. ve bunu yapamadikca acik bir yara gibi rahatsiz ediyor bu gercek beni.

    ufaktan baslamaya calisiyorum espriyle bahsetmeye, goruyorum ki halen nietzsche’ye cak koc diyecek cesaretim yok, uzaktan selamlar deyip geciyorum simdilik. ilk defa bu kadar net anliyorum ki, bu zamana kadar var olus nedenini cok da anlayamadigim kendimle her firsatta dalga gecislerim, her firtinada kendime attigim can simitleriymis. kendimi biraz biliyorsam, bir sure sonra yorulmaya basladigimda yine destek cikmaya basliyicam kendime. hos, yemekten once almam gereken antiasidi restoranda yemek geldiginde kafama diktikten sonra kendi kendime gulmelerim iyiye isaret olsa gerek.

    serefinize kaldiriyorum bu antiasidi demeliyim her firsatta belki. zira baska turlu yasamayi bilmiyorum ben.
  • ephraim kishon'un hikayelerinin bu kadar sevimli olmasının temel özelliği.
  • komik sonuçlarından bi tanesi kendinizle dalga geçerken söylediğiniz şeyleri, sizi bi şekilde sevmeyen insanların koz niyetine kullanmaları.

    biz ad hominem'i severiz. illa ki eleştirileri dillendirilen fikre değil, dillendirenin kimliğine de atıfta bulunarak ederiz. çünkü çok ufak da olsa doğru bi temeli olduğundandır bi türlü bu ad hominem'i yıkamayız. ve tabii ki milletçe en büyük huylarımızdan biri bi şeyi ifradını çıkaracak boyutta abartmak olduğundan sürekli eleştirdiğimiz fikrin sahiplerine de çullanırız.

    hadi buraya kadarına normal diyelim. fakat absürdlükte sınır tanımayışımızın yeni tezahürü, o suçlayacağımız insan hakkındaki olumsuz fikirlerimizin bizzat o adamın kendisiyle dalga geçerken söylediği şeyler dahilinde şekillenmesi.

    yani adam kendisiyle dalga geçerken ne bileyim mesela tipini kötülemiş, bunun üstüne espriler yapmışsa, karşısındaki kişi gün geliyor -o kişiyi hiç görmediği halde- onu fiziksel olarak aşağılama yolunu seçiyor..

    çok mu mantıksız geldi. üzgünüm bu gerçek. şuraya kendimle dalga geçtiğim yüzlerce entry yazdım. kendimi tabiri caizse itin götüne soktum, ama illa ki hep alaycı bi üslubu tutturmaya, elimden geldiğince yazdıklarımın gayrı ciddiyetini göstermeye çalıştım. ve bence de yeterince başardım - iyi yazdım demiyorum, en azından dalgasına yazdığım rahatlıkla anlaşılıyordu.. ama artık o yazdığım yazılarda yarattığım adam olduğum, bu yüzden benim yazdığım bi şeyi eleştirecekleri zaman o yazdığım geyiklerdeki adam olduğum suçlamasıyla karşılaşmaya başladım.

    en son bugün demet şener'in beraber olduğu erkeklerin listesini yayınlayıp, kendisinin bu kadar fazla insanla beraber olmuş olmasının onun aşağılanacak bi özelliği olduğu alt metnini yazan insanlara, aklı fikri cinsel namus gibisinden bence tamamen oksimoron kavrama çalışan insanlara inat 25 yaşına kadar 25 erkekle beraber olmuş kadın başlığını açtım. ve biri de bugüne kadar yazdığım yazılardan çıkardığı fikirle, "bu kadınları istediğin kadar yala, duyarlı erkek pozlarına gir, sana vermezler, abazalıktan kurtulamazsın" minvalli bi entry döktürüverdi.

    ha bi de bizi yeri geldi mi inançlara saygısızlıkla suçlayan kesimin neferlerinden biriydi bu -ki hiç şaşırtmadı-..

    ad hominem'e mi çatsak
    yapılan saygısızlığa mı çatsak
    yoksa kendisine malzeme diye ancak kendimle dalga geçtiğim entry'lerimi kullanmasına mı.. bilmiyorum.
  • bazen ipin ucunu kaçırdığımı düşündüğüm aktivite.
hesabın var mı? giriş yap