• bir nevi preemptive strike. insanın geçilebilecek dalgaları peşin peşin kendi geçerek hayata dalga geçebileceği malzeme bırakmamasının en güzel yolu. ilk vuran kazanır. şimdi hayat düşünsün. ayrıca sorunlara eğlenceli bir gözle bakarak daha katlanılır hale getirmek için de bire bir.

    insanın kendisiyle dalga geçmesi kendinin farkında olan, kusur ve hatalarını bilen ve bunları kabullenen insanın tüm bu olumsuzluklara hakim olduğunu ve onlarla başa çıkabilecek durumda olduğunu hem kendine hem çevresine göstermesidir. kendi kendisinin arkasında olduğunun, utanılacak bir şeyi olmadığının ilanıdır bir bakıma. kompleksiz olmaktır. "evet, tüm bunlar var, ama bunlara rağmen buradayım" demesidir. 8 mile filminde eminem bunu çok güzel yapıyor. diss atışmasında rakibinin kendisi hakkında söyleyebileceği bütün olumsuz şeyleri kendi sıralayarak karşısındakine söyleyecek laf bırakmıyor.*
  • dunyadaki en etkili savunma mekanizmalarindan biridir.

    hayatin buyuk kismini kendiyle dalga gecerek yasayan bir insansa kisi, sanirim altinda bi sekilde kendi olumsuzlugune, zarar gormezligine inanmak yatiyor. bu tamamen benim kicimdan uydurmam da olabilir, mesleki bir bilgiye dayandirmiyorum*. ama bana oyle geliyor ki, gulerek basa cikma yolunu seciyorsaniz en zor seyle bile, ah ne komik degil mi hahhayy diyebildiginiz her sey sizi guclendiriyor ve saniyoruz ki her seyle boyle basa cikilir, istemeden olmek soz konusu degildir nasilsa. hatta biraz iyi hissettiginizde tirmandirmaya basliyosunuz, nietzscheye cak koc diyosunuz filan, oyle bi haller bu haller.

    bu tip insanlarin basini cekenlerden biri de benim. parmakla gosterilesi bir kendimle dalga gecme egilimim var. durdurmayi da denedim, ama artik nasil bi esigi gectiysem, baktim sorunlarla istesem de ciddi olarak basa cikamiyorum, biraktim denemeyi. hos, ise yariyor da cogu zaman, ama islemedigi yerler var. hayat gecen hafta ogretti ki, bu mekanizmanin viz gelip tiris gidecegi, elinde dagilacagi bir yer varsa acil servis odasi. ve iste hayatin bize cak koc dedigi noktada, artik kime cak koc ayagi atilir bilemiyorum.

    iki hafta once sali gecesi ilk uyariyi gonderdi midem. ama midem oldugu hakkinda fikrim bile yoktu o anda. uykusuzluk, bol kahve, cay, kola, sigara derken dersten cikip eve geldikten sonra sol kolum uyusmaya basladi. kolay panik olan bi insan degilim, bekleyeyim gecer dedim. gecmek bir yana, bes dakika sonrasindan sol kolumun agrisindan duramamaya basladim. asprin aldim, oksurmeye zorladim kendimi (bkz: kalp krizi sirasinda yapilmasi gerekenler), on dakika icinde gecti. panik atak miyim diye gecti aklimdan ama nefeste hicbir hizlanma yok, sadece uyusma ve agri. herhalde dedim cok yordum bunyeyi, dinlenmem gerek.

    ikinci fasilsa, bir hafta once arkadasimin arabasindayken geldi. saga cek dedim, ben iyi degilim. gogus kafesimde oyle bir agri var ki kipirdayamiyorum, agrinin oldugu noktanin sirtimdaki simetrik noktasi da ayni siddette agriyor. ilk defa midemin kaynadigini da o zaman hissettim. nasil denk gelmeyse artik, arabayi cektigimiz yer eczanenin onu, hemen iceri girip tansiyon olcturduk, hem kalp ritmi hem tansiyon cok normal.

    bu arada ben mutemadiyen dalga geciyorum durumla. oturup sabit duran tansiyon aletinin kollugunun icine kolunuzu sokup dugmeye basiyorsunuz, tansiyonunuzu soyluyor alet ve basinda da duran kimse yok. maria diyorum, bunu turkiye’de ya da yunanistan’da dusunebiliyor musun, domates almaya giderken bi posta olctur, donerken bi posta, bi daha cik yarim saat sonra bi daha olctur, basinda kuyruk olurdu aletin. guluyorum, ama iyi degilim. allahtan “eve gidicem ben hayir”larimi dinlemiyor ve acile gidiyoruz. bir bes dakika hemsireyle gorusuyorum, bekleyin cagiricaz sizi hemen diyorlar. o arada ben ilk bes dakikada hemsirenin sordugu ayrintinin bokunu cikartan sorulardan bahsedip guluyorum, ama yavas yavas moral cokmeye basliyor. bir bes dakika sonra iceri aliyorlar nihayet, koridorda duran yataga yatiyorum.

    bundan sonraki yarim saatte bin tane adam geliyor. nasil yanar donerli, nasil sen sakrak bi saglik sistemidir belli degil. her gelen kendini tanitiyor, herkes pur nese, goren der ki fame mi cekiliyor burda. doktor hasta bakiciyi tanitiyor, hasta bakici doktora saka yapiyor, bu arada bana yardim eder misin dedigi ikinci bi kisinin yardimiyla elimin ustunden soktugu serum ignesinden tup tup kan aliyor hastabakici. testler yapilicak, birazdan biri sizi ekg icin almaya gelicek, bu arada size kokteyl verelim diyorlar. nedir diyorum kokteyl, hastabakici yesil yuzlu bi canavara donusturucek sizi adli tipik amerikan esprisini yapiyor. hah-hah da diyorum, nedir cidden bu kokteyl? iste biraz kas gevsetici, biraz agri kesici, karisik bi serum diyor, gogus kafesinizdeki agriyi alicak. amerikaliyla amerikali olup, hadi diyorum o zaman, sikilmistim bu ogrenci modundan yesile donmek ilginc olabilir, hastabakiciyla karsilikli kahkaha atiyoruz. zinhar aci yok rocky.

    serumla birlikte once ellerim gevsiyor, sonra yuz kaslarim. ne on dakika oncesinde bes tup kan alicaz, ekg, gogus rontgeni dediklerindeki sakinlik abidesi kuyrugu dik tutan modumdan eser kaliyor, ne durumla dalga gecislerimden; yattigim yerde basliyorum aglamaya. bi deneme yapiyorum, aysecik misin kizim diyorum kendime, guleyim diyorum bir iki; yok, zinhar olmuyor, boncuk boncuk yas dokuyorum koridordan gecenlerin amerikali “seni gormuyorum” kisisel mesafe anlayislari sahitliginde. durayim diyorum duramiyorum, hay babasini ne kokteylmis guzel kardesim diyorum ama bana misin demiyor damarlarimdaki kokteyl, bir esyaymisim gibi yatiyorum oyle, elimi sikacak halim yok.. simdi kendimden gecsem diyorum, dilimi anlayan bir allahin kulu yok burda. derken aklima anneannem geliyor, son zamanlarinda elinin ustundeki igneyle hastane odasinda sessiz yatislari, eski nesesinden eser kalmayisi.. boyle bir yalnizlikti herhalde hissettigi diyorum. dramatizede oyle bir noktadayim ki degil kendime, bu dunyadaki hicbir seye gulecek halde degilim. bir dalga daha geliyor, daha da aglamaya basliyorum ki, ekg’yi cekicek doktor geliyor.

    merhaba diyor ben heather, el sikisiyoruz. hala elimin ustunde duran igne canimi yakiyor elini sikarken, igneye her bakisimda aglamak istiyorum. koridorlarda yururken acikliyor heather, ekg ve ciger filmi cekicez, bakalim kalp mi diye, sonra ismim heather soylemis miydim diyor tekrar. iste bu noktada paranoyaya sardirmaya basliyorum. bu kadar tesadufi bos konusma olamaz diyorum, kotu bi hastalik var bende tevekkeli kadin tutuldu. artik kokteyl kafasi mi, yoksa kafayi mi siyirdim iyice acil psikolojisiyle, aklima bile gelmiyor ki kadin beni almaya geldiginde koridordaki yatakta yatmis agliyordum ve sadece bu goruntu amerikalilar icin kafayi kirdiginiza guzel bir ornek. allahim diyorum, olucem ben tamam, ama acaba hastaligim ne?

    neden supheleniyorlar acaba oyununa basliyorum hemen ardindan, ki listede yok yok. kesin kalbimle ilgili bi sorunum var diyorum once, ordan akciger kanserine atliyorum, ahh bok vardi 23 yasinda sigara icmeye baslayacak diyorum, ne tur bi gerizekaliyim ben? saatler gectikce listeye bir tek cocuk felci ihtimalini eklemedigim kaliyor, kendimle dalga gecme felsefeminse yerinde yeller esiyor. o yatakta iki saat daha yatip sonuc bekliyorum ve olu olup diriliyorum.

    nasil becerdiyse iceri girmeyi -ki nasil becerdigi malum, tipik yunanliligiyla- bi bakiyorum maria basimda. maria diyorum bende kotu bi hastalik var, maria sakiz cigneyip saga sola bakiyor bu esnada. bu dunyada saglik gibi bi sey yok diyorum. bunu ingilizce diyorum cidden, birebir ceviri, maria senin doktorun kici sahaneymis diyor karsilik olarak. kalpse eger diyorum, mesela kalbim delikse bile tip ilerledi di mi, olmem hemen bi on sene yasatirlar diyorum, bak diyor maria, bankonun tepesinde tum hastalarin soyadlarinin yazili oldugu elektronik paneli gosterip, her hastanin karsisinda yazan rakamlar kac gunleri kaldigi, senin 220 gunun varmis, hadi gene iyisin. savunma mekanizmalarimin kalanlarini da ben birakiyorum ki, ellerimden kaysinlar. fakat benim adima onlari tutan biri var yanimda, simdi o geceyi dusundukce kelimelerle ifade edemeyecegim bicimde minnettar oldugum.

    uc kusur saatin sonunda guzel kicli doktor geliyor, sonuclar gosteriyor ki diyor, reflu baslangici var. kendine iyi bakarsan bu bir ayda, kronige cevirmez, gecer. gerisini pek dinleyemiyorum bile, utanmasam adamin boynuna sarilip opucem. guzel kic nedeniyleyse, iki gozum onume aksin. sonucta ilk iki gun travmatize olmus durumda kaliyorum, kisa kisa kedi gotunu gormus yara zannetmis seanslari duzenliyorum odamda kendi kendime. annem zaten apayri bi kafada, oscarlik performanslar sergiliyor, ki o ayri bi entry konusu. ne zaman ki telefonda turkiyedeki bir arkadasa hayatim reflu olmusum, bunu islatir miyiz diyorum, o noktada kendime gelmeye basladigimi anliyorum.

    bir hafta sonunda her uc kisinin birine koyulan stres, kafein ve nikotinin tetikledigi bir mide rahatsizligi icin bu kadar drama yaratmam komik gelmeye basliyor. yine de uzun sure dalga gecemiyorum bu gercekle. ve bunu yapamadikca acik bir yara gibi rahatsiz ediyor bu gercek beni.

    ufaktan baslamaya calisiyorum espriyle bahsetmeye, goruyorum ki halen nietzsche’ye cak koc diyecek cesaretim yok, uzaktan selamlar deyip geciyorum simdilik. ilk defa bu kadar net anliyorum ki, bu zamana kadar var olus nedenini cok da anlayamadigim kendimle her firsatta dalga gecislerim, her firtinada kendime attigim can simitleriymis. kendimi biraz biliyorsam, bir sure sonra yorulmaya basladigimda yine destek cikmaya basliyicam kendime. hos, yemekten once almam gereken antiasidi restoranda yemek geldiginde kafama diktikten sonra kendi kendime gulmelerim iyiye isaret olsa gerek.

    serefinize kaldiriyorum bu antiasidi demeliyim her firsatta belki. zira baska turlu yasamayi bilmiyorum ben.
  • kibir yok huzur vardır.
  • 2 senenin sonunda sunu farkettim ki, almanlar bunu beceremiyor. boyle bir durtu hissetmiyorlar ve yapildiginda da anlayamiyorlar tam olarak. o frekansi tutturamiyor adamlar, cok ilginc buldugum bir sey yasandi, bir hediyelik esya dukkaninda bir amerikali arkadasla orada calisan yaslica bir kadina bir sey danistik, mini bir sohbet basladi. arkadasla ingilizce konustular, kiz kendi milletini kucumser mimiklerle dedi ki, ben almanlari para ve butce konusunda takdir ediyorum. cunku amerikalilar her gordukleri guzel seyi alma egiliminde oluyorlar. biraz aptal olduklarindan herhalde, almanlarsa neye gercekten ihtiyaci varsa sadece onu aliyor- ki dogru, buna ben de adapte olmaya calisiyorum. kadin evet evet dedi, hosuna gitti tabii ki, sonra aksandan anlayamamis olacak ki aynen soyle sordu: "siz nereden geliyorsunuz, buyuk britanya'dan mi?"

    kiz sasirdi, yoo amerikadan geliyorum dedi. bu defa da kadin sasirdi, ha oyle mi tamam iyi alis verisler dedi ve gitti. anladi ama tam olarak frekansi tutturamadi olayin. kendisi aynisi yapmaz cunku. amerika'yi kucumsuyorsa kesin baska yerden geliyordur diye dusundu... ne garip sey.

    ben de bir eczanede aldigim 7 8 kilodan bahsediyordum, catlak onleyici krem rica ettim. kadin bir sey var ama hamileler icin dedi. "ben de hamile sayilirim, 6 aylik hamile sayilirim hem de" gibi bir laf ettim. cok sasirdi, guldu guldu guldu. cok ictenlikle guldu ama. cok nadiren duyuyordur cunku boyle seyleri. genel olarak bu kafada degil onlar. kotu degil elbette, kendine bile objektif yaklasmak iyi bir sey ama bence boyle seyler de guzeldir, icten gelir, samimi gelir, kalbimi isitir benim... ne bileyim be. bi farkliyiz iste. sabah sabah evimi ozledim, duygusallastim gene.
  • kendini aşırı ciddiye alan birinin anlayamayacağı şeydir.

    kendisiyle dalga geçebilen, kendisini seven kişidir ve ne mal olduğunu bilir.
    aşırı ciddiye alansa kendisinde sevilecek birşeylerin olmamasından korkar, aramaz bile bu yüzden.

    hem, kimselere bırakmadan, insanın kendisiyle dalga geçebilmesi kadar eğlenceli ne var allahaşkına?
  • tehlikeli noktalar içerir ama. birincisi fazla tevazü kibirden gelir. ikincisi bazen bu kendinle dalga geçme olayında etraftaki bir kısım insanlar sizin bu huyunuzdan cesaret alıp sizinle dalga geçebileceklerini sanabilirler. işte benim kendimi bırakıp karşıdakinle dalga geçmeye başladığım nokta orasıdır. ben geçerim kardeşim sen sus. hayır benim söyleyebildiğim şeyleri senin de söyleyebileceğini nereden çıkardın. ne münasebet. bu arada en iyi becerdiğim şeydir söylemeden edemeyeceğim yalnız kendimle ve dalga geçtiğim özelliklerimle çok barışık olduğumdan ve kendimi çok sevdiğimden değil, sadece başkalarından önce söylemiş olmak için. ay itiraf gibi oldu bu entry. silmem gerekecek.
  • bu hususta selçuk erdem ustamızın bir karikatürü akla gelir. bir inek ve bir köpek sohbet etmektediler..
    inek: -önemli olan kendine gülebilmektir. ben mesela çok gülerim kendime.
    köpek: -bende çok gülüyom ineklere...
  • bir olgunluk belirtisidir. eğer yanında bir de acı bir gülümseme varsa, o vakit tadından yenmez işte.
  • ortamda başkalarının geçeceği dalgaları pasifize etmeye yarayan şeydir.
  • az önce metrobüs merdivenlerinden bavulumla birlikte yuvarlandıktan ve arkamdan "ayyyyyy" diye teyze sesleri yükseldikten, üstüne üstlük elimdeki istanbul kartın 5m mesafeden, fiyyyyy diye yavaş çekim süzülerek, şlaks diye metrobüs yolunun ortasına yapışması sonrasında benim de gerçekleştirdiğim eylem.

    metrobüs yolunun ortasından, şoföre "1 saniye" işareti yaparak istanbul kartımı alıp bana veren süpermen teyzeye de teşekkürlerimi bir borç bilirim.
hesabın var mı? giriş yap