• bu noktaya ulaşılmasında mukavemetinin yanında materyalin yorgunluğunun da önemi var bildiğim kadarıyla. metal yorgunluğu gibi. ya da ruh yorgunluğu diye bir şey uyduralım biz şimdi mesela. bir adam vardı diyelim, o kadar garip bir hayat yaşamıştı ki o sıradan görüntüsünün içinde, deli gibi, yıkıla kalka, tozun, toprağın, hayatın içinde, bata çıka ama illa ki tekrar ayakta. her defasında daha güçlü ama daha yorgun, hiç eskimemiş sanılıyor çünkü o hep ayakta yine. o yüzü hiç buruşmuyor adamın, dudakları sarkmıyor. sanılıyor ki hep, canı yanmıyor onun, fark etmiyor kimse, sadece ağlamayı bilmiyor adam. tek bildiği şey yaşamak onun çünkü, taze bir merakla saldırıyor hayata tekrar, öğrendiği her yenide, yeni bir hayat kuruyor kendine de, ışıklarını söndürdüğü evlerden, önceki hayatlarını omuzuna vurup çıkarken sessiz bir veda ile her ışıkta yükünün biraz daha ağırlaşmasına şaşırıyor aslında, bilmiyor o da, ağırlaşan yükü değil, yoruluyor ruhu sadece. sonra sıradan bir sabah ya da güzel bir akşam üstü belki bir sarhoşluğun en çakır keyfinde "çıt", kırılıyor. kalkamıyor düştüğü yerden, ağır basıyor artık biriktirdiği hayatlar, taşıyamıyor onları, kalkmak istemiyor lan adam, bıkmış artık. tekrar düşecek kalkarsa biliyor, herkesin yıkılıp salya sümük ağladığı o yerde olmak istiyor herif artık, kaç kere ayaklarının dibe değdiğini, kaç kere kendini yukarı attığını saymak istemiyor artık. binlerce kez bükülüp dayandığı o noktada kırılıyor adam, direnemiyor bu kez, materyal yorgun lan anası sikilmiş materyalin, hor kullanılmış, yorulmuş oğlum işte, çok yorulmuş. ölmüyor yine de, ölmeyi öğrenmemiş çünkü. bildiği tek şey yaşamak onun.
  • dışarısı çok sıcaktı. ellerimle yüzümü kavuran güneşi engellemeye çalışıyordum ama nafile. bir ileri gidiyorum bir geri. şantiyede çalışmanın böyle bir avantajı var. bir saat öncesinde tuvalete gitmeyi unutacak kadar çok çalışırken, bir saat sonrasında kendinize dışarıda biraz turlama fırsatı verebiliyorsunuz. kimse sizin nereye gittiğinizi merak etmiyor. çünkü burası şantiye; herkes her yerde olabilir.

    biraz yürümeye ihtiyacım var. son zamanlarda hayatımda olanları sindirmek, biraz düşünebilmek için. çünkü "yürüye yürüye, yaza yaza, kavga ede ede bulacağız tanrımızı" diyor nuri bey. tanrıyı arıyorum. çok uzaklarda olmadığı öğretildi bize. ama uzaklaşılan da bir şey olduğu yazıyor kitaplarda. kafam karışık. biraz umutsuzum. biraz sabırsız. sabrı arıyordum aslında ben dışarı çıktığımda. bu edebiyat merakı, bu özentilik beni bu hale getirdi. nerede bu sabır. ön cepler, arka cepler, çakmak cebi. ateş arar gibi bakınıyorum. yok. şu köşede mi? yoksa diğer tarafta?

    prefabrik binanın arkasına doğru dolanıyorum. işçi koğuşlarını söküyorlar. nerede olduğumu hatırlıyorum tekrar. şantiyedeyim. şantiyede sabır arıyorum. sahi neden söküyorlar koğuşları? toprak kayıyor dediler. daha güvenli bir yere alınacaklarmış. ben bu mikro ve makro düzeydeki dengeler arasındaki geçişleri kafamda oturtamıyorum arkadaş. kaç yaşına geldim. iyi bir okulun mühendislik fakültesinden mezun oldum ama anlayamıyorum. mesela toprak dururken bir konteyner koyunca kaymıyor. sonra bir tane daha koyuyorsun yine kaymıyor. sonra bir tane daha.. derken işçiler orada kalmaya başlıyor. 10 tane, 20 tane ve 30 tane daha. öyle ya. işçi ucuz. 10'ar 10'ar toplanıyorlar kamplara. içimdeki sosyaliste dur diyorum. derken toprak kaymaya başlıyor. nasıl oluyor?

    lisede sayısal öğrencisi olduğumuz için felsefe dersini sadece müfredat gereği göstermelik düzeyde öğrendik. ilk iki saat ders yapıldı, sonra herkes soru çözmesi için serbest bırakıldı. gerçi daha fazlasını verselerdi de almazdık. yerimiz dardı. o dönem sınıfa gelen hoca şöyle bir şey anlatmıştı. buraya bir çuval pirinç döksek, sonra içinden bir pirinç alsak yine yerde bir çuval pirinç var deriz. sonra bir tane daha alsak, yine bir çuval pirinç var deriz. peki ne zaman, hangi pirinci aldığımızda yerdeki birikinti artık bir çuval pirinci temsil etmiyor olacak? tabi hoca bunu bir felsefi akıma bağlayıp oradan anlamadığımız bir yerlere götürmüştü. bende kalan kısmı, bana yetti.

    bugün pozitif bilimler diplomam, lisede aldığım iki saat felsefe dersi ve okuduğum 3-5 edebi eserle, bir şantiyede, prefabrik bir binanın kimsenin uğramadığı arka tarafında şu sorunun cevabını arıyorum. bu sabır denilen şeyin içinden ne kadar alınca artık sabır olmaktan çıkıyor? insan, bir acı, bir acı daha yükleniyor da, içindeki toprak hangi acıdan sonra kayıyor. peki insanın kırılma noktası nerede?

    nereden kırılınca insana bakıp artık ona artık insanlıktan çıkmış diyoruz? insanlıktan çıkan insanları kim kırıyor, kim parçalıyor?
  • "ilk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. böyle durumlarda “biraz zaman” her şeyi daha da beter ediyor. bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. ikimiz de yere serilmiştik o gece. öyle bir kafaydı işte."

    emrah serbes
    afili filintalar
  • materyalin mukavemeti bu kırılma noktasına ulaşılmasını güçleştirir ama bu gecikme her haltın bir kırılma noktası olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. kimi zaman geç ulaşırsınız bu noktaya, kimi zaman erken ulaşırsınız.

    genellikle kırılma noktasına ne kadar geç ulaşırsanız kırılanın tamir edilmesi de o kadar zahmetli olur.

    bizim bi tahta vardı mesela. bir çukurun üzerine koymuştuk, üzerinden yürüyorduk çukuru geçmek için. bazen de yük oluyordu işte elde. dayanıyordu ama tahta. bir gün çocuklar zıpladı üzerinde. çok zıpladılar ama. kırılmadı bir türlü. bunu gören büyüklerden birisi "oo ne kadar sağlam tahtaymış ya" dedi ve gidip üzerinde zıplamaya başladı. tahta esnedikçe esnedi, esnedi. ama kırılmadı. sonra arkadaşlarını çağırdı büyük adam. "gelin gelin, kırılmayan tahta var ne de güzel eğleniyorum sallanırken siz de gelin, siz de eğlenin" dedi arkadaşlarına. arkadaşları da geldi, hep birlikte zıplamaya başladılar. onlar zıpladıkça tahta biraz daha çöktü, çöktü, çöktü. sonunda üzerinde bir sürü yük varken dayanamadı ve paramparça oldu. taşıdığı bütün yükler yerlebir oldu. hepsinin kolları, bacakları, kafaları kırıldı, yaralandılar.

    bir materyal sizin büyük çabalarınıza rağmen kırılmamak için mücadele ediyorsa, sırf sınırlarını görebilmek için kırmaya daha fazla zorlamayacakmışsınız demek. bırakacakmışsınız, güçlü kalsın.

    sonra biz o tahtaya ne yaptıysak bi daha tutmadı.
    tutkalladık olmadı, yamaladık olmadı, destek attık altına üstüne, çivi çaktık, iple bağladık, yalvardık, yakardık...

    o tahta bir daha hiç eskisi gibi olmadı. kırılmadan önce taşıyabildiği yükün yarısını bile taşıyamadı kırıldıktan sonra.

    zaten darmadağın olup etrafa saçılan değerler de bir daha o çukurun üzerinden karşıya geçmeye cesaret edemediler.

    aslında kıranlar da bir kere kırdıktan sonra bir daha kendilerine tahammül edilemeyeceğinin farkındaydı.

    uzatmadılar sonra.

    gittiler.

    kıracak başka materyaller bulmaya gittiler.
  • hayat güzergah değiştirgeci.
    hayattaki kırılma noktaları, sadece bir şeyler yaptığımız yerlerde değil, bir şeyler ya da hiçbir şey yapmadığımız yerlerde de belirir. çünkü istemek kadar istememek de bir tercihtir. kırılma noktasından geçerken insan, "paaaat!" sesi gelir içerden, bir ya da birden fazla. her kırılma nokasında insan en az bir tane olasılık kapısını kapatır. çünkü bir insana tüm olasılıkları açık bırakmak, kırılma noktasına varan hemen hemen hiçbir insan için mümkün değildir. her kırılma noktasında geçtiğinde insan, içi biraz daha kararır, bir pencere daha örülür içerden. çünkü bir kapı hem dışarıya hem içeriye kapanır her zaman.
  • hayatın yol ayrımları, dönemeçleri.

    "evet" yerine "hayır" dediğimde, konuşmak yerine sustuğumda, a yolunu değil b yolunu seçmiş olacaktım. şimdi yürüdüğümden başka bir yolda, o yolun getirdiği başka ayrımlarla karşılaşacaktım. belki daha mutlu, belki daha mutsuz ama kesinlikle başka bir hayat yaşayacaktım. bir çok alternatifin içinden birini seçip "işte bu" denen tercih hayat diye yaşadığım(ız). başka bir hayat mümkün(dü) oysa.
    o konuşmayı hiç yapmasaydım, o cümleyi başka türlü kursaydım nasıl olurdu hayatım deli gibi merak ediyorum. bundan sonraki tercihlerim için de geçerli bu merak. hayat kısa, alternatifler sonsuz, bütün yollar ölüme çıkıyor.

    hiç adil değil.
  • bir suredir su an bulundugum noktaya nasil geldigim uzerine dusunuyorum. yasam benim icin bir yolculuk. ben yasami boyle goruyorum en azindan. bu yuzden de bir irmaga benzetiyorum hep. denize kavusmak isteyen bir irmak gibi durmadan ilerliyorum. zamanin gecmesi kacinilmaz olsa da ilerlemek, en azindan cok ileri gitmek zorunda degiliz ama. soz gelimi, siz bulundugunuz noktada kendinizi cok guvenli hissedebilir ve oradan ileri gitmeyebilirsiniz. guvenli bolgenizi, o bolgenin icinde size rahatsizlik veren seyler olsa bile, terk etmeyebilirsiniz; cunku bildiginiz sorunlar bile bilmediklerinizden daha fazla guven verir. bilinmeyen, insanlari cogunlukla korkutur ve sirf bu korku nedeniyle cogu insan iyi bildikleri bir yere saplanip kalirlar. bu, yanlis ya da dogrudur demiyorum. var olan bir durumu tanimliyorum yalnizca.

    guvenli bolgesinden cikacak kadar cesur degildim ben de. gerci ben guvenli bolgemin cogu insaninkinden farkli olduguna inaniyorum; ama ortak hayaller tasiyan, yasama iliskin beklentileri benzer olan insanlarin sahip olduklari kaygilar da benzer oluyor ve siz bunlari tasimasaniz, hatta hicbirini istemiyor olsaniz bile bu kaygilarin arasinda kalinca "bunu ben de istiyor muyum? bunu ben de istemeli miyim? gercekten istedigim nedir?" diye dusunmeye basliyorsunuz ve kafaniz karisiyor. tek bir dogru ya da tek bir yanlis olmadigi halde cogunlugun dogrusu ya da yanlisini icsellestirmeye basliyorsunuz. icsellestirdiginizi saniyorsunuz belki de; cunku icinize sinmiyor. icten ice biliyorsunuz bunu; ama o kafa karisikligi icinde ne yapacaginizi da bilmiyorsunuz.

    "tum bunlari yapabildigim icin mutlu olmam gerekirken neden mutlu degilim?" diyordum kendime. bir yerde bir yanlislik vardi ve cozemiyordum. "yasam boyle. sorgulama. yasa gitsin." dediler. nasil aciklayacagimi bilmiyorum; ama bu bir tatminsizlik degildi. simariklik ettigimi de dusunmuyorum. yasamdan cok sey isteyen biri degildim. hic olmadim. benim aklimda baska bir sey vardi. cevremdekilere aciklayamadigim bir sey. sozcuklere dokemedigim, nasil diyecegimi bilemedigim bir sey iste. universiteden mezun olana kadar yasamimda her seyi zamaninda yapmis ve hemen hicbir seyi atlamamistim. universiteden mezun oldugumda ise yasamla bas basa kaldim. "yasama hicbir hazirlik yapmamissin." demisti babam bana. bu sozun babamdan duydugumda bende yarattigi agirligini hala hissederim aklima geldikce.
    aklimda yuksek lisansa devam etmekten baska bir sey yoktu; ama ailem bir ise girmemi, cok gecikmeden evlenmemi ve cocuk sahibi olmami istiyordu. bu isteklerin o zaman uzerimde yarattigi baski muazzamdi. bu satirlari simdi yazarken guluyorum. ailemden, bir zamanlar ait oldugum toplumdan, benden beklenenlerden cok, cok uzaktayim.

    annem ve babamin ogretmen olmalarindan kaynakli olabilir. babamin uzun yillar ozel sektorde calisip islerin ve isverenlerin ic yuzunu bilmesinin etkisi de olabilir. turkiye gibi calkantili ve dengesiz bir toplumda yasiyor olmanin verdigi guvensizlik de olabilir; ama annem ve babamin kendilerine ait dogrulari ve yanlislari vardi ve benim de bunlara gore bir yasam kurmami istediler. en basta boyun egdim, yalan soyleyemem; ama icten ice bir seylerin yanlis oldugunu biliyordum. yuksek lisansta burs aldigim halde babamin israrlariyla ise girdim ki henuz ne istedigimi de cok bilmeden yaptim bunu. yalniz bu noktada annemle babami herhangi bir sey icin sucladigim anlami cikmasin. kimseyi hicbir sey icin suclamiyorum. sonucta hayir demek benim elimdeydi ve dedim sonunda. gerci hayir demek hic oyle kolay degil. deseniz bile kabul gormuyorsunuz bazen; cunku herkes "sizin iyiliginizi" istedigi icin size karsi cikiyorlar. "biz cektik, sen cekme. biz ettik, sen etme. bizim hatalarimizdan ders al." diyorlar. "bir baskasinin hatasindan ogrenilebilecegini kabul ediyorum; ama ben kendim de deneyip gormek istiyorum." dedigimde bile karsi ciktilar. aldiginiz kararlarin her birinin sorgulanmasi demek, sizin kendinize olan guveninizin kirilmasi demek bir anlamda; cunku sizin akliniza guvenmiyorlar demek. ben bunu uzunca bir sure boyle hissettim. "ben demistim." cumlesi kadar sinir bozucu bir cumle dusunemiyorum; cunku inanilmaz bir bicimde guveninizi kirip sizi karsidakine bagimli hale getiriyor. hata yapmaya korkar hale geliyoruz. hata yapmak dunyanin en korkunc seyi oluyor gozunuzde. kendi basiniza aldiginiz bir karar sonucunda yapilan ufacik bir hatada hemen kendinizi suclamaya basliyorsunuz. akliniza, karar verme yetkinliginize, yeteneklerinize, kisacasi kendinize bir turlu guvenemiyorsunuz. bir karar vermeden once baskalarina dansimak elbette iyidir ama, her kararda baskalarina gitmek ve baskalarinin dediklerine gore hareket etmek sizi bagimli bir insan haline getiriyor ya da bagimli bir insan olarak yetistirildiginiz icin boyle davraniyorsunuz da diyebiliriz. bizim toplumumuzun kanayan yarasi. herkesin kendi akli cokmuscasina birbirine akil dagitan insanlarin arasinda kendi yolunu bulabilmek oylesine zor ki... ustelik aldiginiz kararlarin sonuclari ne olursa olsun fikir belirtmek zorunda o insanlar. hata yaptiysaniz da yasami size dar ediyorlar "ben demistim." diyerek. evet, sen demistin. evet, hata yaptim; ama ogrendim. birakin da sonuclariyla bildigim gibi basa cikayim. dunyanin sonu degil.

    dunyanin sonu degilmis. gercekten degilmis. universiteden mezun olduktan sonra yuksek lisansa basladim. bir yil sonra ailemin israrlariyla ise girip kendime eziyete basladim. yuksek lisansimin ilk yilinda aldigim istatistik dersinden de kaldim. bu benim icin dehset verici bir durumdu. bu bazilariniz icin "ee ne var bunda?" diyebilecekleri bir durum olabilir; ama ben o zamana kadar hicbir dersten kalmamistim. ustelik cok da calisip kaldigim bir dersti. her sey istatistik dersiyle basladi. sonra yuksek lisansimi 2 yilda bitiremeyecegimi fark ettim. bu da bazilariniz icin "ee ne var bunda?" diyebilecekleri bir durum olabilir; ama benim icin kabullenmesi cok zordu. o zamana kadar her seyimi tam zamaninda yapmistim ve yuksek lisansi 3. yila uzatacak olmak benim icin bir yenilgiydi. o zaman oyle algiliyordum. bu benim yasadigim ilk kirilma noktasiydi; cunku yasamda bazi seylerin her zaman planlandigi gibi gitmeyebilecegini anladim. kendimi o kadar bastirmisim ki bunu kabullendigim zaman bir rahatlama geldi. "olabilir. 1 yil gec bitiririm, sorun degil." dedim kendime.

    bir sonraki kirilma noktasini hicbir zaman evlenip cocuk sahibi olmayabilecegimi fark ettigimde yasadim. bunu fark ettigimde yasama bakisim cok daha farkli bir hal aldi. onceleri canimi cok acitti; ama izledigim yolun digerlerinden farkli olmasi beni korkutmamaya basladi. "bu, benim." dedim kendime. "benim iste. yapmak icin yapamam. emin olmadan yapamam." dedim. bunu kaullenmek biraz zamanimi aldi; ama kabullendikten sonra cok rahatlamis hissetmeye basladim.

    yine de yolunda gitmeyen bir seyler vardi icimde. yapmak istedigim seyler vardi. ben de ulke degistirdim. daha dogrusu, cok uzun zamandir gelmek istedigim bir ulkeye basvurdum ve turkiye'deki yasamimi birakarak buraya geldim. buyuk bir kafa karisikligi icindeydim. yasamda farkli bir yol izliyor olmak beni buyuk bir strese sokuyordu. sonra yasamdan beklediklerimin farkli oldugunu anlayip kendimi oldugum gibi kabul etme sureci basladi. farkli bir ulkede oldugum, gunde birkac farkli dil konusmak zorunda kaldigim icin her gun hata yapiyordum. her yaptigimda bir yanlislik cikiyordu mutlaka. o kadar cok hata yaptim ki hata yapmanin dusundugum kadar korkunc olmadigini fark ettim. hata yapmaya bile alistim. "dunyanin sonu degilmis." dedigim ve hata yapmaya alistigimi fark ettigim o an bir kirilma noktasi daha yasadim. hata yapmak hic de kotu degilmis. hata yapmakta bir sakinca yokmus ki. hatalar yenilgi degil ogrenmenin bir parcasiymis. hata yapmadan ogrenilmiyormus cunku.

    yasadigim her kirilma noktasinda guvenli alanimin disina itilmis oldum. guvenli alanim genislemis oldu bir bakima. gidebildigim her yer guvenli alanimdir artik ve hata yapmaktan korkmayacak kadar cok hata yaptigim icin gidemeyecegim herhangi bir yer oldugunu sanmiyorum artik.

    cok bilmis bilmis de konusmayayim ama, dibe cakilip orada uzunca bir sure can cekistigime inandigim icin artik herhangi bir sorun beni korkutmuyor. kendiniz olmeyi secmediginiz surece herhangi bir sorun sizi oldurmuyormus cunku. en siddetli firtinalar bile sizi savurup atiyor en fazla. karanlik aydinliga kavusuyor. yalnizliga bile alisiyorsunuz. belli bir esigi gectikten sonra daha kotu carpamiyor sizi herhangi bir sey. beterin beteri var ama, siz de daha guclusunuz sonucta. cok kotuyu gordukten sonra iyinin, karanlikta uzun sure kaldiktan sonra isigin anlami degisiyor.

    kirilma noktalari sizi kirmiyor aslinda. esnekliginizi artiriyor. bence bu cok ilginc.
  • hayatın bir sayfasını kapatıp diğerini açarken zorunlu olarak uğranılan geçiş noktasıdır.
    o andan itibaren var olan tüm şartlar değişir ve yeni koşullara uyum sağlama süreci başlar.
  • gücün tükendiği andır.

    "durmadan suçlusunuz.
    durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi gücünüz yok ödemeye"*
  • (bkz: point break)
hesabın var mı? giriş yap