• kıskanç olarak, dört kez acı çekerim:
    kıskanç olduğum için,
    kıskançlığımdan dolayı kendimi suçladığım için,
    kıskançlığımın ötekini incitmesinden korktuğum için,
    bir bayağılığın beni tutsak etmesine boyun eğdiğim için: dışarıda bırakıldığım, saldırgan olduğum, deli olduğum ve sıradan olduğum için acı çekerim.
    barthes
  • farklı türleri için bkz.:
    (1) gıbta: onda var; bende de olsun.
    (2) hased: bende yok; onda da olmasın.
    (3) buhl: bende var; onda olmasın.
    (4) şuhh: onunki benim olsun.

    tersi yöndeki hisler için bkz.:
    (1) sehâ: bende var; onda da olsun
    (2) isâr: benim değil; onun olsun.
    (3) cûd: bende yok; ama onda olsun.
    (4) fakr: onda yok; bende de olmasın.

    (bkz: türkçenin yetersiz bir dil olması /@derinsular)

    tema:
    (bkz: osmanlıca /@derinsular)
  • arkadaşlarımızı niye kıskanmıyoruz?

    halbuki arkadaşlarımız da güvenimizi istismar edebilir ve bize zarar verebilirler, kendilerine başka arkadaş bulup ertesi gün arkadaşımız olmaktan çıkabilirler. neden arkadaşlarımızla ilişkimizde bu ihtimallerin daimi tedirginliğini taşımıyoruz?

    çünkü çocukluktan itibaren arkadaşlık ilişkileri nispeten daha sağlıklı gelişiyor. arkadaş sayınızın çetelesi tutulmuyor. aileniz gelip size olacağınız arkadaşı seçmiyor. arkadaşlığın başlangıcı ya da bitişi üzerinden toplumsal konumunuza ayar çekilmiyor. arkadaşlık "kutsal" bir kurum değil. tamamen bireysel iradeyle gelişen organik bir şey. arkadaşınla istersen ortak da olabiliyorsun, istersen bayramdan bayrama da görüşebiliyorsun. kimse size arkadaşınızla görüşme sıklığınız, yakınlık seviyeniz üzerinden not biçmiyor. karşı cinsle arkadaşlık dışında toplumun neredeyse sonsuz saygısı var. arkadaşlık ilişkisindeki sınırları taraflar belirliyor ve o sınırlar aşılırsa tartışılıyor, kavga ediliyor, gerekirse arkadaşlık sonlandırılıyor.

    tüm bunlara rağmen arkadaşlarımızı kıskanmıyoruz. kıskansak da bu asla zehirli seviyelere varmıyor. "acaba şu anda kimle görüşüyordur, benim kuyumu kazıyor mudur" diye kendimizi yiyip bitirmiyoruz. arkadaşımızın kıyafetini övebiliyor, dalga geçebiliyor, fikrimizi söyleyebiliyor, ancak ona ne yapacağını dikte etmiyoruz. arkadaşımızın yanlışlarını onlarla konuşabiliyor, ama bunu onun alanına tecavüz etmeden yapabiliyoruz. belki romatik ilişkilerimizdeki aldatılmaların on katı yüz katı arkadaş kazığı yemişizdir, ona rağmen içimizi kemiren o toksik kıskançlık tedirginliği olmadan yaşayabiliyoruz.

    yani sağlıklı ilişki altyapımız var aslında.

    romantik ilişkilerimizde ise bağlılık ve güven olgularını bireysel irade yerine dini hükümlere, törelere, adetlere, aile ve mahalle baskısına, kalıp varsayımlara bağlayınca o bağlılığın gerçekliği zayıflıyor. bu vaziyetten doğan şüphe, korku ve endişe de her diyaloğa, her harekete az çok nüfuz ediyor, zehri her yere bulaşıyor.

    "elalem ne der?"
    "beni aldatabilir mi?"
    "namusuma tehdit olur mu?"
    "saygınlığım zedelenir mi?"
    "buna böyle nasıl katlanacağım?"

    biz türkiye'de yetişmiş gençler de çocukluktan beri karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kuramadığımızdan, kötü ebeveynlerden, korkunçlu hikayelerden, toplum dayatmalarından dolayı bu tarz düşünceleri çözümleyecek zihinsel ekipmanı oluşturamıyoruz. yirmilerinde otuzlarında bile hala olgunlaşmamış ham meyveler gibiyiz. arkadaşlıkta ne kadar iyiysek, romantik ilişkilerde o kadar kötüyüz.

    halbuki iki soruyla her konuyu çözebiliyorsunuz:

    "o kişinin hür iradesine saygım var mı?"
    "o kişiye güvenim var mı?"

    eğer soruların ikisine de evet diyebiliyorsanız diğer soruların önemi olmaması gerekir. eğer sorulardan en az birine hayır diyorsanız da o ilişkiyi devam ettirmiyor olmanız gerekir. ilişki bitirmek zor geliyor, gözünüzde büyüyor, sizi korkutuyorsa da sizin çekingeliğinizin ya da tembelliğinizin mutsuzluk olarak geri dönüşünden de bizzat siz sorumlusunuz; karşı tarafın ne yaptığından bağımsız olarak böyle bu.

    o iki soruyu kendinize anayasa olarak aldığınızda diğer sorular boşa düşüyor. ancak beraberinde bazı önyargıları ve yanılgıları da geride bırakmanız gerekiyor, zira toplumdaki pek çok şey o sorularla uyumsuz aslında:

    - aile baskısı ve dayatmaları
    - toplumsal önyargılar aka elalemin düşünceleri ("o saatte orada ne işi varmış", "o kıyafet doğru mu", "erkek adama yakıştı mı" vs)
    - cinsiyetlere biçilen ayrıcalıklar ("kadınlar korunmalıdır", "hesabı erkek öder", "erkek evin reisidir", "belli işleri sadece bir cinsiyet yapar" vs)
    - kimliğini ilişki üzerinden inşa etmek (kendini en önce "x'in sevgilisi", "y'nin eşi" olarak tanımlamak gibi)
    - ilişkideki tarafların birbirine bir ilişki borçlu olduğunu farz etmek
    - güven ve şüphenin bir arada olabildiğini zannetmek

    vesaire vesaire. bunları çöpe atmayı söylemek kolay tabii, yapması çok zor olabilir. ailesiyle yaşayana, eve çıkış giriş saatleri bile kontrol edilene, sürekli şiddet görene, gidecek yeri olmayana, ekonomik olarak bağımlı kılınmış insanlara böyle konuşmak ukalalık olabilir. bunları zorluklarından münezzeh bir şekilde söylüyorum. bunların olduğu pakette öbürü, öbürünün olduğu pakette de bu olmuyor. işin özü, toplumdaki ilişkilerle alakalı problemlerin çoğu temel eşitlik ve bu eşitliğe duyulan saygı meselesine indirgenebiliyor. toksik kıskançlık da o uzun listedeki maddelerden sadece biri.
  • kiskancligimizin temelinde en derininde bencillikten baska bir sey yoktur.'benim ona sahip oldugum sekillerle ve aynı ayrıntılarla bir baskasi da ona kolaylikla sahip olabiliyorsa,benim ne ayricaligim kalir ki?'
    hic,evet hic..
    sen de öbürleri gibisin.
    tıpa tıp aynı.
    hic bir özel tarafin,hic bir üstünlügün, kıymetin yokmus..

    'bak o da ne guzel sariliyor'
    'bak o da ne guzel opuyor'

    ihanetlerde en buyuk aciyi bu detaylarin hayal edilmesi verir zaten..
  • buyumesine izin verirseniz sonu olmayan 2 duygudan biri... digeri icin (bkz: vicdan azabi)

    midede baslar, gogus kafesinden yukari dogru tirmanir, sah damarinizda zonklayip gozlerinizde bakis olur...
  • göz yakıyormuş.
    bu sabah çok masumane bir haline denk geldim bu duygunun. annesini yeni doğan kardeşiyle paylaşmak zorunda kalan dört yaşındaki yavrucak, kendine hayrı olmayan annesinin ilgisizliğinden muzdarip hastane odasında... herkes onun peşinde pervane ama onun gözü annesinde. "annem artık hep hasta mı olacak?" diye soruyor babaannesine sessizce. sonra yeni doğanı emzirmesi için anneye getiriyorlar. bizimki gözlerini tavana kaldırıyor. "salih" diyorum, "bak bakayım bana ne oldu?", "bilmiorum ki" diyor, "bu ara çok gözlerim yanıyor.."
  • hakkinda tarih boyunca yazilmis ve yazilacak olan tonlarca duygusal disavurumlari, acilimlari, laga lugayi bir kenara birakirsak ve iki dakika oturup neden kiskaniyorum diye merak edersek, kisinin saglikli ureyebilmesi icin bir nevi sigorta oldugunu gorururuz.

    kiskanclik, milyonlarca yil boyunca, es seciminde bir bokluk oldugunun, bu sekilde dogru duzgun cocuk yapip yetistirilemeyeceginin farkedildigi anda yapilan kimyasal bir uyari gibidir, bize de bu surecten miras kalmistir. ustune 1500 tane siir yazsaniz da olayin ozu budur, kimse kusura bakmasin.

    fakat bu onu daha az ilginc yapmaz, nitekim hakkinda yapilan her arastirma ve ogrenilen her bilgi bence muthis merak uyandirici. ornegin abd'de 90larin basindan beri yapilan bir dizi deneyde, insanlara eslerini iki durumda hayal etmeleri istenmis. ilkinde baska biriyle degisik seks pozisyonlari denerken ve atesli atesli sevisirken, ikincisinde de bir yabanciyla derin, duygusal ve uzun donem bir bag olustururken. sonra insanlara bunlardan hangisinin daha kotu oldugu, kendilerine gore kabul edilemez oldugu sorulmus. her testteki oranlar farkli ama genel olarak erkeklerin yuzde 50sinden fazlasi seksi daha kotu bulurken, kadinlarin sadece yuzde 20si bu secenegi secmis. abd disindaki ulkelerde de, kulture gore oranlar degisse de (bazi yerlerde erkeklerinki yuzde 20ye kadar geriliyor ama kadinlar da yuzde 5 oluyor) erkek - kadin farki hep bariz.

    bunun da olasi bir aciklamasi, erkeklerin kaynaklarini kendi sandiklari ama aslinda baska bir erkegin olan bir cocuk icin harcamalarinin en buyuk korkulari olmasi. kimse baskasinin geni yayilsin diye emegini harcamaz. o yuzden de kadinin baskalariyla yatip kalkmasi erkek icin buyuk sorun. halbuki kadin icin erkegin sagda solda surtmesi, evine barkina yemek getirip cocuguna bakabildigi surece ikinci planda. asil tehlike ise erkegin baska birine duygusal olarak baglanip, kaynaklarini da o kadindan olan cocugu icin harcamaya meyletmesi.

    tabii ki hicbir faktor, hicbir sonucu tek basina aciklamaz, o yuzdne de gerizekali genellemeler yapmanin manasi yok ama bu evrimsel aciklamalar yerindelerse hala sahip oldugumuz sartlandirmalarin buyuk kismini belli onlara borcluyuz
  • ofise yeni gelen kadın 10 parmak klavyeyi flash hızında kullanıyor ve tuşlara da hulk gücüyle basıyor. tabii bu esnada da beynimde thor'un oluşturduğu şimşekler çakıyor sinirimden. o sese dayanamıyorum!!!

    az evvel, 1.5 yaşındaki bir bebeğin önüne koyulan bateri misali, klavyemdeki tüm tuşlara maksatsız bir şekilde 4-5 dakika boyunca, aynı o kadının hızı ve gücünde bastım.

    birkaç densiz gözleriyle beni kesiyor haliyle...

    hiç istifimi bozmadım. sanki her tuş parmaklarımla defalarca sevişmiş ve birbirlerinin tüm gizli sırlarını biliyorlarmışçasına, kararlı bir şekilde, bir taraftan tuşlara rastgele basarken, diğer taraftan da ekrana hiç bakmadan bu insanlara selam verdim.

    kadın yarın blöp diye masaya penisini vursun, şaşırmam, sırf yarıştırmak amaçlı yanına da ben vururum kaybedeceğimi fark etsem dahi. öyle bir kıskandım.
  • duyguların en ölümcül olanıdır.

    beni bilen bilir. öyle insan kıskanan biri değilimdir. işte o saçını şöyle yapmış ben yapınca olmuyormuş, ne biliyim öteki benim hep isteyip de alamadığım bişiyi almış vb kıskançlıklarım yoktur. bırak kıskanmayı üzerine cümle kurmuş, içinde hiç geçirmiş insan değilim bu hususlarda.

    ataklarının ne yazık ki hala sürdüğü ağır bir depresyon geçirdim (bu durumda "geçirdim" demek çok doğru olmayabilir elbette) ve bu depresyonun bana şu tip hediyesi oldu: hislerimi fiziksel olarak da hissetmek. evvelde böyle bişi var mıydı, yoktu sanırım. ama şurda 10 aydır falan her türlü hissiyatımın ayrı bir etkileşimi var vücudumda.

    çok üzülünce parmak uclarımdan kollarımın köküne kadar sızı hissediyorum mesela. daha detay vermek, örnek vermek gerek tabi ama o başka bir entrynin konusu.

    peki kıskanınca ne olur? kıskanınca göğsüm sıkışır benim, böyle boynuma kadar biz acı çizgisi yükselir. sıcaklık ölçtüğümüz cıva termometlerinde kırmızı çizgi yükselir ya, aynen öyle göğsümden boynuma doğru... nefes alışlarım insan üstü yavaşlar, soğuk ter titreme ve her şeyden bir anda soğumak da cabası.

    sevgililik müessesesinde kıskançlıkta elime su dökülebileceğini sanmıyorum. zira sevdiğim her şeyi kamyon şöförünün kamyonunu sahiplenmesi kadar sahiplenir mutlu etmek için gözünün içine bakar, onun derdinin korkulu ruyası olurum.

    "bana güvenmiyor musun?" lafı var ya, hah, onun cevabı "güvenmiyorum"dur. güvenmiyorum a.q. burda karnın tok sırtın pek altın kuruyken dışarda kimbilir kimlere göz süzüyor kimlerle cilveleşiyorsundur. hele ilişki zaman doldurmuşsa, ben diyen adamın cebinden kırdığı cevizlerin kabuğu çıkar.

    ha o "kalede kaleci var diye şut çekmeyecek miyiz ihihihihihih" kızlarını ise hiç saymıyorum zaten, gayet feministim lakin kızlar o mevzuda iki dakka rahat durun. adam yarini bırakıp sana yüzünü döndüğünde sen küçük egonu tatmin ediyorsun da işte onu hiç öyle yapmasan çok daha iyi olur. ayıp bi yerde.

    senin aldatmasından şüphe ettiğin adamla niye berabersin? diye sorun bana şimdi. hadi sorun. cevap "seviyorum" "öküz gibi aşığım" "kurban olurum lan ben ona" seviyelerinde bir yanıt almanız olası bu durumlarda. kaldı ki ben aldatmayacağını da bilirim. benim kıskançlık boyutum çok daha üstlerde bir seviyede. derdim aldatması da değil, o kendi bileceği bi puştluktur.

    bu arada kıskançlık özel alanlara girme hakkını vermez. telefon karıştırmak, mail bakmak, facebook ya da türdeşlerini kontrol etmek kıskanmak bahanesi değildir benim gözümde. o kezban işidir. kıskanmak çok çok çok daha beteridir.

    safım, salağım ama bi kadın bi adama nasıl gözle bakar anlarım. o bakışı yakaladığım kadınla "merhaba/allahaısmarladık" dışında laf edilmesi yasaktır. o kadın "arkadaş/dost/kanka" kontejyanından olsa dahi her türlü etkileşim yasaktır. o kadınla yanında benim olmadığım herhangi bir ortamda bulunmak da yasaktır. tesadüf olsa bile yasaktır. eğer ben bir bir kadını yasaklamışsam, o kadın her koşulda "kesinlikle tehlikeli ve yasaktır".

    ha nooldu, şaka yaptığımı düşündü, benden bu tip bişi beklemiyor diyelim. işte arkadaşıydı, muhabbet ettiler gülüştüler eğleştiler falan filan. naaparsın, diye sorun. olay mı çıkartırım sandınız? çıkartmam. ortamı terk ederim. hem de böyle güler yüzle, tatlı dille gayet medeni ve sıfır imasız "iyi akşamlar" dileyerek çıkar giderim. zira göğsüm sıkışmaya başlayıp, ellerimin titremesi ve bişi boynumu sıkıyor gibi olduğundan bi süre ordan uzaklaşmam yürümem unutmaya çalışmam gerekir.

    sonrası ilişki askıya alınır, bitebilir de...

    kıskanmakta bir markayım, bunu ilan edip böylesine yazmakta da bir beis görmüyorum. şimdi hepiniz "kezban" diyerek çok kötü butonuna çökeceksiniz eminim.

    bilmenizi isterim ki, gerçekten kezban olsaydım, bu tip tehlikeli ve yasaklanmış kadınları ruhum bile duymazdı.
  • sevgilerinde hirsli, tutkulu insanlarin sevdiklerinin ilgisizligine ya da baska insanlara gosterdigi ilgiye dayanamama durumu
hesabın var mı? giriş yap