• birçokları için alt tarafı bir şarkı,
    her tarafı kördüğüm olmuş şahsım içinse en güzel mey.

    14 yıl valizimle yan yana yaşadım.
    kusursuz bir göçebeyim.
    herkesten ayrı 14 yıl...

    bu yılların yarısı çocukluğumun sonuna, diğer yarısı yetişkinliğim en başına denk geliyor.

    bu yıllar boyunca biriktirdiklerim;
    yatılı okulların soğuk iklimi, yatılı okuyanların sıcacık kanı,
    birkaç kez ciddi sağlık sorunu,
    iki adet pertlik araç kazası, iki adet istifa,
    bir koca ihanet, akabinde bir koca ayrılık, uzun yıllardır tercih ettiğim ve hala ısrarla koruduğum 'yalnızlık',
    birden çok kez insan kazığı,
    milyon hayal kırıklığı, milyardan çok kahkaha, çilingir sofraları, ucu kaçan ay sonu hesapları,
    uzadıkça uzayan bir üniversite,
    kilometrelerce yol,
    ömürlük haneme yazdığım iki yol arkadaşı, iki candan insan evladı,
    cenazesine gitmek zorunda kaldığım, benden önce gitmemesi gereken beş dünya güzeli varlık,
    cenazesine bile yetişemediğim bir arkadaş,

    ameliyatını üzülürüm diye haber vermeyen bir baba,
    ameliyattan sonra adımı sayıklayan bir baba.
    (onun ameliyatta olduğu saatte, limanda bir aracın tepesindeymişim, servo motor silecekleri niye tetiklemiyor diye kafa patlatıyormuşum, dünyadan haberim yokmuş, bunu anladığımda ölmek istedim.)

    birlikte azıcık ama azıcık hatıramız olan bir anne, annelerin en yalnızı.
    ölümlerden dönen, dönüp yüzümüzü güldüren bir anne,
    işe yaramaz bir çocuktan, en azından yazan bir ben çıkaran bir anne, benim annem.

    gecelerce içilen sigaralar, sarhoşluklar, şiirler,
    söke söke edindiğim, kendisini beğendiğim bir kariyer,
    ve şimdilik cevabını boş bıraktığım birkaç soru...

    bu yukarıda saydıklarımın biraz dahası var ama daha da dökmeye gidersem entry hayırlara vesile olmayacak şahsım adına.
    ama şarkıyla olan bağını anlatmak için en azından o kadarını dökmem farzdı.

    insan ne ile yaşar, diyorlar. ben özleyerek yaşadım.
    ama öyle böyle değil, dibine kadar özleyerek...
    sonra öyle bir hal aldı ki bu özleme işi,
    birilerini sevmekten korkar oldum çünkü sevince özlüyor insan.
    sebepsiz özlüyor üstelik.

    şimdilerde sabahları evimde uyanıyorum,
    yıllar sonra, tamamı bana ait ve kalıcı olan bir odada,
    birbirine hala aşık iki güzel insanın yanı başında uyanıyorum.

    istanbulla yeniden tanışıyoruz ama çabuk ısındı aramız,
    ben onun kalabalığına göz yumuyorum, o da benim deliliklerimi ört bas ediyor.

    tanımadığım ama gelmesini umut ettiğim bir sevda var,
    istanbul un bir kuytusunda gizli. ona şiirler yazıyorum.
    tanımıyorum henüz kendisini, büyük ihtimalle hiç tanışmıyoruz.
    onun da yalnızlığı saçlarından çekiştirince, gidip bulurum onu artık.
    ya da o gelir bir haziran vakti.

    zamanla geçiyor eski hüzünler, yanıma kar değil de "hayat" kaldı o günlerden.
    çok güzelleşen bir hayatım olduğunu hatırlıyorum artık bu şarkıda,
    hayalleri olan bir hayat, yüzüme geri koşan gülmelerim,
    saçlarım uzuyor deli gibi, sefadan diyorlar, ooh diyorum...

    bundan birkaç yıl önce hayal ettiklerim, şu an bugünümü oluşturuyor.

    "benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar onları karanlıkta bembeyaz izleriyle görüyorum" diyor attila ilhan,

    benim özlemlerim, 14 yıllık yalnızlığım, emeğim; beni ben yaptı.
    ben kendisinden razıyım.

    ve...

    "öyle uzak ki yerim
    uzakları aşıyor
    bütün özlediklerim
    benden ayrı yaşıyor"
  • sarı veledin boğazına kimsenin yetişemediği dizi. kahvaltıda iki kişilik omleti gömdü yanında bi kilo sütle, konağa gitti burnunu fırına dayayıp keki beklerken çikolata sosunu hüpletti, sonra da keki indirdi mideye, tosun ya.
  • tutabilir mi tutamaz mı bilemiyorum gerçi fox'un dizileri genelde tutuyor ama ben farklı bir konuya değineceğim diziyle ilgili.

    bilenler vardır elbet ama ben diziyi izleyince bende direk yonca-onuk çağrışımı yaptı. bunu neden yaptı? hemen söyleyeyim. kaan onuk ki kendisi çok genç yaşta bir trafik kazasında öldü. kaan onuk idealist genç ve parlak bir beyindi. ilk hayali yüksek hızlı ve yüksek hareket kabiliyeti olan hücum botlardı. bu hayali gerçekleşti. yonca-onuk tersanesinde imal edilen hücum botlar bugün sahil güvenlik'in silahlı ve silahsız olarak tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor.

    bununla birlikte birçok ülkeye bu hücumbotlar ihraç ediliyor. muazzam bir başarı. gurur verici.

    ve sonra arabalar. asıl tutkusu olan arabalardı kaan'ın... kendisi genç yaşta ölünce göremedi ama yonca-onuk tersanesi araba üretti. üstelik de çok iyi şekilde yaptılar bunu.

    http://www.onuk.com/
    http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=92255
    https://www.google.com.tr/…jkahucvbokhwxyaleqsaqigq

    gelelim bununla kördüğüm dizisinde kurduğum bağlantıya;

    eleman gemi inşa sektöründe koskoca bir holding'te yönetim kurulu başkanı,
    ama araba sevdalısı tıpkı kaan onuk gibi,

    bir trafik kazası var, ölen kendi değil ama yeğeni. (kaan ölmüştü)
    firma büyük bir holding tıpkı yonca-onuk gibi,

    eleman yönetim kurulu başkanı ama tek sevdası arabalar tıpkı kaan onuk gibi.
    ve elemanın sonradan oğlu olduğunu öğrendiği çocuğun adı kaan.

    ben mi denkleştirdim bilemiyorum ama bu kadar da denk gelmez ki arkadaş.
  • her seferinde hamburger siparişlerini domatessiz vermek yerine, domatesleri hamburgerin içinden elleriyle çıkaran gerizekalı baba ve oğulun yer aldığı dizidir.
  • *ibrahim çelikkol'dan ittire ittire bi don draper çıkaracaklar, araba sürüşünden tut da pişman oluşuna, vurdumduymaz hallerinden düşünceli pozlarına, kadınlarına kadar. ha gayret.

    *yan rollerin hepsi çok başarılı, çocuk oyuncu dahil. başroller daha az oyunculuk daha fazla albeni sahibi. alican yücesoy ikisi bir arada. dizinin dinamitleri böyle olmalı, yadırganacak bir durum yok ve herkes rolüne oturmuş görünüyor, henüz üç bölüm geçmesine rağmen.

    *konu klişe olsa da işlenişini çok sevdim. tüm karakterlerle empati-antipati-sempati üçgeni kurmayı sağlıyorlar. herkes suçlu olduğu kadar masum.

    *bir de atmosferi renkle tasvir etmem gerekirse; füme, gri, dumanlı bir renk sanki. yüzlerdeki o soğukluk, karakterler arasındaki uçurum o genel pus ingiliz dizisi izliyor hissi veriyor ki tadından yenmez. çekim açıları ballı kaymak. genç karasu'nun modern evi, yaşlı karasu'nun o kasvetli alaturka köşkü... resmen insan sureti.

    *eklemeden edemeyeceğim, uzun zamandır ilk defa bir dizinin müziklerini bu kadar beğendim. kemanlar, piyanolar nasıl sofistike. hariçten kullanılan şarkılar da çok yerinde, geçen hafta ayşegül aldinç'ten bir tek gördüğüm, bu hafta sezen aksu'dan küçüğüm. of diyorum of.

    *o gösterişin, zengin hayatın içinde parlayan tek şeyin kaan ve masumiyeti olduğunu sadece ben düşünüyor olamam.

    *flashbackler olsun, yerli draper olsun ve o görkemli puslu atmosferi soluyan küçük ve zavallı insanlar mad men'i anımsatıyor. yerli bir diziden bu tadı anımsamak bile harika.

    maşallah dediğim üç gün yaşamıyor ama fox'a güveniyorum. hadi bakalım.
  • belçim bilgin'e ne zaman denk gelsem,
    yüzünün kaba hatlarından mı, ışıktan mı, makyajdan mı bilemiyorum ama
    sanki levent kırca tarafından plastik makyajla canlandırılan bir tipleme olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum!
  • sözleri şöyle olan şarkı;

    öyle uzak ki yerim, uzakları aşıyor
    bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor

    ya herşeyim ya hiçim
    sorma dünyam ne biçim
    bir kördüğüm ki içim
    çözdükçe dolaşıyor
  • diziyi falan bilmem de, isot diye bir tamirci çığarı karakter var. dizideki açık ara en iyi oyuncu. sırf bu çocuk için oturdum yerli dizi izliyorum amk.
  • naz elmas oyunculuk konusunda cidden ultra iyiydi.
    ben bir anne olarak, onun çocuğuyla yaptığı tüm konuşmaları çok gerçekçi ve samimi buldum.

    hani naz elmas evet kaan'ı oynayan çocuk oğlum dese inanırım net!
    yemek yedirirken veya onu severken kullandığı cümlelerde tavırlarda bakışlarda duruşta kendimi görür gibi oldum ( eminim bir çok anne aynı şeyi düşünmüştür )

    ve o çaresizliği öyle güzel hissettirdi ki direkt kendimi onun yerine koydum ağladım da ağladım.
    video sahnelerinde, en azından gözü dolmayan olmamıştır.
    kendisini tebrik ediyorum.
    geriye dönüş sahnelerinde belki oynar dizide bir şekilde kalır diye düşünsem de bu videodan sonra senaristler buna gerek duymamışlar yani duymayacaklar tahminimce.

    o değil de bu kaan'ın anneanne nasıl bir model yahu! ne kızı kapıya geldiğinde ne de öldüğünde sıfır tepki. ben de herhal bu didem'in anası evvel zaman önce öldü bu da belki de hiç tanışmadığı üvey anası sandım da kadın yüzdeyüz orjinal anne çıktı ya!!

    editli tanım : belçim bilgin kişisinin doktor naz ı değil her zaman olduğu gibi kendisini oynadığı dizidir, tıpkı beren saat gibi
    ikisi de
    samimi gibi görünmeye çalışırken yapay olanlardan
  • belcim bilgin'in son anda aklına gelen ve çocukları kurtaran muhteşem çözümlemeli sahneleri olmasa, eşiği rahatlıkla aşacak dizi. cekmeyin kardesim böyle aptalca sahneler, küçük dusurmeyin kendinizi.
hesabın var mı? giriş yap