• "je vais vous révéler en peu de mots un grand mystère de la vie humaine. l'homme s'épuise par deux actes instinctivement accomplis qui tarissent les sources de son existence.deux verbes expriment toutes les formes que prennent ces deux causes de mort : vouloir et pouvoir " der antika satıcısı raphael de valentin'e romanın başlarında. anlamı şudur : "size biriki kelimeyle insan hayatının büyük bir sırrını açıklayacağım. insan iki şeyle tükenir, içgüdüyle oluşan bu iki şey onun varlığının kaynaklarını kurutur. bu iki ölüm nedeninin aldığı bütün biçimleri iki eylem özetler : istemek ve yapabilmek."

    honoré de balzac'ın 1831 tarihli bu romanı her ne kadar en ünlü eserleri, daha doğrusu şaheserleri arasında sayılmasa da, ve özellikle yazarın şöhretini büyük oranda borçlu olduğu derin karakterler yaratma yönünden zayıf bir çalışma olarak sayılabilse bile, belki de ilk bakışta konusuyla insanı en çok çeken ve bazı kısımlarını saymazsak en kolay okunabilen kitabı olarak gösterilebilir. türkçeye tılsımlı deri olarak tercüme edilmiştir ancak belki tam tercümesi "eşek derisi" olmalıdır. chagrin kelimesi yanılmıyorsam türkçedeki "sağrı" kelimesinden türemiştir ve yabani eşeklerin sağrısından yapılan deriye verilen isimdir. bunun yanında orjinal fransızca adda bir kelime oyunu olduğunu da söylemek gerekir zira aynı zamanda chagrin acı,pişmanlık anlamına da gelir.

    balzac'ın üç kısıma ayrılarak incelenen la comédie humaine serisinin felsefi kısmının ilk örneği olan roman, genç yaşında başından geçenler yüzünden intihar etmeye karar veren yoksul marki raphael'in hikayesidir. tam öleceği esnada gson dakikalarını geçirmek için girdiği bir antikacı dükkanında dükkan sahibi ona sihirli bir deriden bahseder. bu deriye sahip olan, her istediğini gerçekleştirecek güce de sahip olacaktır. ancak elbette bu karşılıksız değildir. şöyle ki, gerçekleşen her istek sonrası söz konusu deri küçülecek, ve derinin sahibinin hayatı da bununla beraber kısalacaktır. raphael anlaşmayı kabul eder.

    kitap kendi içinde 3 bölüme ayrılır. ilk bölüm "tılsım", raphael'in deriyi elde edişini ve ilk dileğini gerçekleştirmesini anlatır. ikinci bölüm "kalpsiz kadın" raphael'in hayatına girmiş iki kadının ve raphael'i intihara sürükleyen geçmişinin bir özetidir. bu iki kadından biri onu masumca seven temiz kalpli pauline, ikincisi ise raphael'in aşık olduğu soğuk ve duygusuz rus kontes feodora'dır. bu iki karakterden biri ideali, masumiyeti, saflığı diğeri ise toplumun bütün kötü yanlarını temsil eder. üçüncü ve son bölüm ise "cançekişme"'dir.

    ilk sözlerden de anlaşılacağı üzere balzac eserde insan hayatını insanın istekleri, arzuları ihtirasları ile bunları gerçekleştirme çabaları ile özetlemiş, hayatı bu açıdan incelemeye çalışmıştır. raphael bu ikisi arasındaki süreyi, yani istemek ile yapabilmek arasındaki çabaları sıfıra indirebilecek bir büyüye kavuşunca hayatı birdenbire anlamını kaybeder, çünkü hayat bu çabadan başka bir şey değildir. hakketmediği ve bir çaba göstermeden elde ettiği herşey onun ömrünü kısaltır. tılsımlı deri aslında her insan için gerçek olan durumun basit bir göstergesinden başka bir şey değildir. ihtiraslara kapılmadan, basit ve sade bir hayat yaşamak ise bazılarımız için, hayatımıza mal olacak olsa bile, mümkün olamaz. ve öyle arzular vardır ki, ölümümüze sebep olacağını bilsek bile içimizden atamayız.
  • freud'un okuduğu son kitap imiş.
  • rivayet odur ki paul cezanne, bu kitapta balzac'ın bir masa örtüsünü tanımlarken yaptığı "yeni yağmış kar gibi beyazdı" tasvirinden etkilenerek tüm gençliği boyunca "bu yeni yağmış kardan masa örtüsünün resmini yapmak istediğini" söylermiş.
  • balzac’ın ilk romanı olarak geçen tılsımlı deri, vadideki zambak romanına ön hazırlık niteliği olarak düşündürtse de bir noktadan sonra ayrı bir metne dönüşmektedir.
    aile sevgisinden yoksun felix burada karşımıza raphael olarak çıkar.
    yalnız raphael onun daha bilgiç halini yansıtır, daha ilkeli, daha saf tabii bir yerden sonra kırılma başlar.
    bilim tutkusu ve yoksulluk arasında bocalayan raphael bu boşluktan kurtulmak için intihar etmek ister. intihar etmesi şu sözlerle açıklanır:

    ‘gündüz vakti intihar etmek ona çok sıradan geldi, soylu yaşamının değerini bilmeyen bu toplum’a teşhis edilemeyen bir ceset bırakmak için gece yarısı ölmeye karar verdi.’

    babasının katı disipliniyle büyüyen raphael’i bıçak sırtı yaşamından alıp bir müddet kurtaran antikacıdır. lakin onun bu kurtuluşu sadece zamanı uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. tabii bir de bütün arzularını yerine getirmiş olarak kurtuluşa erecektir.
    arzu ettikçe ömrü kısalacaktır. ömrü kısaldıkça arzularından vazgeçmeye başlayacaktır. en başa dönecektir.

    bu olanların başat sebebi kibirden yaratılmış şehvetli korselerin sahibi foedora’dır.
    ‘bir kadın troyalı helene, ister homeros’un galatea’sı kadar güzel olsun, ufacık kusuru varsa duygularımı harekete geçiremez.’
    işte foedora kusursuzdu. peşinden koşan genç erkekler, saray sahibi kır saçlı erkekler…
    raphael de ona aşık olmuştu. kendinden emin hareketlerine, kibrine, bedenini dirileştiren korsesine, kaz tüylü yatağına değin.
    foedora olmadan yapamaz olmuştu. onun için her şeyi yapıyordu. tılsımlı deri’den kaynaklı parasal sorunlar çekmediği için büyük harcamaları sorun etmeden yapıyordu.

    ‘aşırılık, sevgili dostum tüm ölümlerin kraliçesidir’
    foedora’ya gösterdiği aşırı ilgi onu daha da ölüme yakınlaştıracaktı çünkü istekleri tılsımlı deriyi küçültüyordu.

    bir sabah uyandığında anladı foedora’nın sevgiye layık olmadığını.
    bu karar sonrası sevgiyi bulacaktı.
    pauline idi o kişi. biricik pauline, cefakar pauline.
    raphael aç, sefil zamanlarında pansiyonda kalırken, ona hizmette bulunan pansiyon sahibinin kızı pauline.
    raphael ona piyano dersleri vermişti.
    işte şimdi kocaman kız olmuştu.
    üstelik ta o zamandan beri raphael’i sevdiğini söylüyor.

    foedora’dan, etrafındaki dalkavuklardan tiksiniyordu raphael artık. samimiyetsizlik burjuvazinin eylem tarzıydı. raphael o güruha ait değildi, geç de olsa anlamıştı.

    ‘’milyonerler için darağacı ve cellatlar yoktur.
    - evet diye karşılık verdi raphael, ‘onlar kendi kendilerinin cellatlarıdır.’’

    ‘dansözlere gamsızca altınları fırlatırken, aç ailesi yiyecek bekleyen bir işçinin yevmiyesi için pazarlık yapardık.
    egoizmin bu temel yasasına tabii olan bu zenginler, şölenlerini tehdit edecek, keyiflerini kaçıracak olan yoksullara aynı şiddeti uygularlar.’

    bunun sonucunda da raphael’i cinayet işlemeye maruz bıraktılar.

    fantastik bir roman gibi görünen ama o merhalede dolaşmayan, edebiyatın en derin noktasına kalem çalan, ruhu okşayıcı betimlerin kitabın sonuna değin devam ettiği, hazzın doruklarda, merakın ise kor ateş haline döndüğü, kelimelerin yutulduğu, sayfaların hızlıca eskitildiği, raphael ve pauline’nin eşsiz aşkını, foedora’nın sıradanlığını, narsistliğini ve hayatın hiçbir şeye karşılık satın alınamayacağının romanını okumak insanı biraz daha büyütecek. bir burjuva eleştirisi olarak yazılmış en iyi romanlardan.

    --- spoiler ---

    tahitili birkaç genç kızın uzun mayolu, büyüleyici görüntüsü karşısında alev alev yanan hayal gücü, doğanın sade yaşantısını, gerçek edebin iffetli çıplaklığını, insanın
    doğasında var olan tembelliğin keyfini, serin ve düşler içinde akan bir derenin kenarında, lezzetli meyveler veren bir muz ağacının gölgesinde, toplumsal baskıların uzağında sürdürülen bir yaşamı resmetti.

    *

    ince bir zevkle döşenmiş salonlarda seçkin tablolar dikkatimi çekti. her odanın, tıpkı varlıklı ingiliz'lerinkiler gibi kendine özgü bir karakteri vardı, ipek kaplamalar, süslemeler, mobilyaların tarzı önceden düşünülmüş uyumlu bir görünüm
    arz ediyordu. kapısı kanaviçe'li perdelerle gizlenmiş tuvalet odası, kumaştan pervazları, duvar saati ve desenli halılarıyla gotik tarzda döşenmişti; oymalı kahverengi kirişlerden oluşan tavan göze zarif ve orijinal görünen tavan tekneleri
    sergiliyordu, ağaç kaplamalar özenle işlenmişti, vitrayları renkli ve süslü pencereler bile bu muhteşem dekorasyonun bütünlüğünü bozamıyordu. modern, küçük bir salonun görüntüsü beni şaşırttı, kim bilir hangi sanatçı yeteneğini göstererek fazla şatafata yer vermeden bize özgü böyle ince, hoş, tatlı bir dekor hazırlamıştı. tıpkı bir alman baladı gibi aşk dolu ve sade bir görünüm sergileyen bu salon, nadir bulunan çiçeklerin hoş kokular yaydığı, 1827 stiline uygun şekilde hazırlanmış sakin bir köşeyi andırıyordu

    *

    bir pencerenin aralığına gizlenip, gidip geldiğini, oturup sohbet ettiğini ve yanına çağırdığı erkeğe sorular sorup, bir kapı pervazına yaslanarak dinlerken
    yüzündeki tatlı ifade ve elbisesinin narin dalgalanışlarıyla arzuları tahrik ettiğini gözlemlediğimde, onun gerçekten erdemli bir kadın olup olmadığı konusunda içimde şüpheler uyandı. bugün aşktan uzak duruyormuş gibi görünse de, geçmişte fırtınalı maceralar yaşamış olduğu anlaşılıyordu: deneyimli bir şuhluk tüm davranışlarına yansıyor, konuştuğu kişinin karşısında düşmek üzereymiş gibi bir duvara yaslanıyor, ama çok anlamlı bir bakış onu ürküttüğünde hemen uzaklaşmaya hazırmış gibi görünüyordu. kollarını hafifçe kavuşturup, bakışlarıyla dinlermiş gibi göründüğü
    sözcükleri adeta soluyor ve duygularını teveccühle dışavuruyordu. körpe ve kırmızı dudakları bembeyaz bir tenin üzerinde göz alıyordu. kumral saçları, ifadesi sözlerine ince anlamlar katan ve turuncuya çalan rengi floransa taşının ince damarlarıyla bezenmiş gibi görünen gözlerini daha çekici kılıyordu. nihayet elbisesinin altından beliren korsesinin en çekici hatları seçilebiliyordu. bir rakibesi birleşmiş gibi
    görünen kaşlarının kalınlığında kusur bulabilir ve yüzünü çevreleyen minik tüyleri kınayabilirdi. yine de bedeninin her yanında tutkunun izlerine rastlanıyordu. bu kadının italyanları andıran gözkapaklarında, milo'nun venüs'üne yaraşır güzel omuzlarında, yüz hatlarında, biraz kalın ve hafifçe gölgeli üst dudağında aşk sözcükleri yazılıydı. bir kadından çok romana benziyordu. evet, bu kadınsı
    zenginlikler, yüz hatlarının uyumlu bütünlüğü, bu zarif endamın uyandırdığı tutkular, sürekli bir tedbirlilik ve olağanüstü bir alçakgönüllülük ile tezat oluşturuyordu. bu
    benlikte şehvetin izlerini görebilmek için benimki kadar derin bir gözlem yeteneğine sahip olmak gerekiyordu. aşkın şefkat dolu ifadesi uykusunda bile yüzüne yansıyan
    karısını izledi. yüzü kendisine dönük olarak sevimli bir çocuk gibi uzanmış olan pauline, düzenli aralıklarla soluk alıp verdiği yarı açık ağzını ona doğru uzatmış, hâlâ ona bakarmış gibi görünüyordu. inci gibi beyaz, küçük dişleri, üzerine hafif
    bir gülümsemenin yayıldığı körpe dudaklarının güzelliğini açığa çıkarıyordu. daha canlı görünen teninin rengi günün aşk dolu saatlerindekilere oranla daha beyazdı. kendini güvenle kollarına teslim etmesinin zarafeti, aşkın büyüsünü
    çocuksu bir uyuyuşun hayran olunası saflğıyla harmanlıyordu. gündüzün toplumsal baskıları, en rahat tabiatlı kadınların bile ruhlarının naif enginliklerini dışa
    vurmalarını engellerken, uyku adeta çocukluk çağlarındaki delişmenliklerinin açığa çıkmasını sağlıyordu. pauline, aklın henüz art düşüncelerini davranışlara, gizli ihtiraslarını bakışlara yansıtmadığı o kutsal ve semavi varlıklar gibi
    utanılacak bir şey yapmamanın huzuru içindeydi. yüzü yastığının ince patiskası üzerinde tüm canlılığıyla belirirken, dağınık saçlarına karışan iri dantel saçaklar ona muzip bir hava veriyordu. uzun kirpikleri, gözlerini parıltılı bir ışığın
    yanıltıcı yansımasından korumak ya da kaçamak ama şehvetli bir arzuyu bastırmaya çalıştığında iç âlemine çekilmesine yardımcı olmak istercesine yanaklarına doğru uzanıyordu. bir saç tutamı ve kurdele düğümü ile çevrelenmiş kırmızı, beyaz,
    şirin kulaklarını gören bir sanatçı, bir ressam ya da bir ihtiyar aklını kaybedebilir, bir ruh hastası sağlığına kavuşabilirdi. tüm duyuları geçici olarak kapalı bir halde, himayenizin dinginliğiyle uyurken düşünde size olan sevgisiyle
    gülümseyen, sessiz dudaklarını son bir öpücük istermişçesine uzatan bir sevgiliyi izlemek kadar büyük bir mutluluk olabilir mi? size her şeyden çok güvenen, yarı çıplak olmasına rağmen aşkın mantosuna sarınmış, şehvet kaosunun ortasında
    bile saflığından bir şey kaybetmemiş bir kadına bakmak, dağınık giysilerini, sizi mutlu etmek için aceleyle çıkardığı ipek çoraplarını, sınırsız bir aşkın kanıtı olan çözülmemiş bir kemeri hayranlıkla seyretmek insana tarif edilemez duygular
    yaşatmaz mı? bu kemer şiirin adeta cismanileşmiş bir ifadesiydi: artık ortada korunması gereken değil, size ait, sizinle bütünleşmiş bir kadın vardı, ona ihanet etmeniz kendinize de zarar vermeniz anlamına geliyordu.
    --- spoiler ---

    (bkz: honore de balzac)
    (bkz: tılsımlı deri)
  • ...
    “insanın en güç katlandığı duygu, özellikle de bunu hak ediyorsa merhamettir. kin, insanı intikam tutkusuyla yaşatan bir iksirdir; ama merhamet duygusu bizi iyice güçten düşürerek öldürür. merhamet, sinsice şefkat kılığına bürünmüş bir aşağılama, şefkatle karışık bir hakaretten başka bir şey değildir.”
    ...
  • sonunda 1965 yılının bi baskısını buldum, mutluyum...
  • 15 gün sonra hazır olması gereken ödevim için lazım olan ama hiç bir kitapçıda bulamadığım şaheser (!) sadece online satışı yapılıyor, kredi kartı kullanmayan bir insan olarak ordan alamıyorum bu yüzden. yakında delirmezsem iyidir...
  • sahibi ahlaksizligin dibine çöktükçe çürüyen dorian gray portresi gibi, hak edilmeden gerçeklesen her bir dilegi sonrasinda cildi kirisan raphael'in öyküsü. ruh ve bedeni iki ayri koldan çalisan bölünmüs kisiliklerin, vicdaniyla nefsi arasinda büzüs büzüs olmuslarin anlatildigi doppelganger hikayelerine iyi bir örnektir.
  • honore de balzac'a, ilk büyük ünü sağlayan, 1831'de yayımlanmış romanın adı. bu eser balzac'ın büyük adam olma düşünü gerçekleştiren ilk eseri olarak da sayılabilir. gizemli.

    bu romanı lise yıllarında okumuş ve çok etkileyici bulmuştum. insan ruhunun derinliklerindeki karanlık noktalarda havai fişek patlatan bir kalem. bence.
  • "bana sahip olursan, her şeye sahip olacaksın. ama hayatın bana ait olacak. tanrı böyle istedi. (...) her isteğinde tıpkı azalacak günlerin gibi ben de kısalacağım." honore de balzac - la peau de chagrin

    "istemek içimizi kavurur ve yapabilmek bizi mahveder; ama bilmek zayıf organizmamızı sürekli bir dinginlik içinde tutar."

    "toplum benimle başındaki şapkasını çıkarmadan konuşan bir alacaklılar güruhu gibi görünüyordu."

    "rahipler, hakimler ve kadınlar giysilerinin tamamını asla çıkarmazlar."

    "yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde ne utanma, ne suç, ne erdem, ne de mantıklı düşünce kalır."

    "bir erkek zaaflarını açıkladığında çok daha güçlüydü."

    "savaş, iktidar, sanat insana sefahat kadar uzak, erişilmesi bir o kadar zor ahlaki yozlaşmalardır. (...) ne de olsa savaş kanın, politika çıkarların sefahati değil mi? tüm aşırılıklar kardeştir."

    "dünya ona aitti, her şeyi yapabilirdi ama hiçbir şey istemiyordu."

    "tüm hastalar gibi yalnızca hastalığını düşünüyordu."

    "yiğitçe karşı konulabilen bir gücün sonu gelmek üzeredir."

    "iran'da, eskilerin equus asinus, yani asya yabaneşeği, tatarların ise kulan olarak adlandırdıkları ve pallas'ın bilim dünyasına kazandırdığı oldukça nadir bulunan bir eşek türü vardır."

    "zaten, kendilerine hayranlık besleyen kadınların, hiç kuşku yok ki aşkta hayal kırıklığına uğramamak adına sergiledikleri ölçülü ve gizemli tavırları hemen belli oluyordu." honore de balzac - la peau de chagrin

    (bkz: faust)
    (bkz: the picture of dorian gray)
hesabın var mı? giriş yap