• olumuyle sozlukteki yerini almasi ise en yazik olan sanatci
  • genç yaşta aramızdan ayrılan senin benim gibi bir insan. aramızdan biri, yüzünü filmlerinde her gördüğümde içimi ısıtan adam.

    az önce kasaba filminde kendisini izlerken filmdeki dedesiyle yaşanan diyalog içimi burkmuştur.

    --- spoiler ---

    m.e. toprak: öldükten sonra kendi toprağına gömülmek falan. ne önemi var ki bunun
    dede: yok yok olmaz. daha gençsin. ölüme uzaksın da öyle konuşuyorsun. hiç olur mu? ölüme yaklaşınca insan düşünüyor. ruhen de hazırlanıyor. yoksa dayanılmaz, inanmak lazım değil mi?

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    kasaba filminin çekildiği dönemler...tatil için yola çıkmıştım. filmi epey merak ediyordum.''bakayım, ne yapılıyor?'' diye içimden geçirerek sete uğradım. üç beş gün kalır, yola devam ederim diyordum ama epey zaman sette kaldım. ilk kez o zaman tanıştık mehmet emin'le.

    çok neşeli, çok heyecanlı bir adamdı. aklındakileri coşkuyla bağırarak anlatırdı. sürekli etrafını gözlemleyen, gözlemlerinden komik enstantaneler çıkaran, bunları da anlatıp kahkahalar patlatan bir adam... neşesiz olduğunu çok az gördüm. sıkıntılı zamanlarında bir köşeye çekilir, kendini göstermez, konuşmaz ve suratını asardı. bana biçtiği rol de abilik rolüydü bir nevi. filmlerdeki çalışmalar esnasında beni sevip sayar, sözüme kıymet verirdi.

    ankara film festivali'nde seçici kurul ikimize birden özel ödül verecekti. ben zaten ankara'da yaşıyordum, ama tantanadan çok hoşlanmadığım için festivale pek takılmıyordum.

    mehmet emin'in ankara'ya geldiğini biliyordum. festivalin son günlerinde, ölümünden iki gün önce, eşiyle birlikte bize oturmaya geldiler. o akşam her zamankinden daha neşeliydi. festivalle ilgili komik şeyler anlatıyor, ardı ardına komik şeyler patlatıyordu. biraz takılayım dedim mehmet'e. daha önce antalya film festivali'nden bir ödül almıştı, o ödülün de desteğiyle mehmet'i biraz rahatsız etmek istedim. ''nedir bu halin? bu ödüller seni uçurdu be mehmet!'' dedim. ''abi'' dedi: ''sabahtan beri ben ne anlatıyorum, dalga geçiyorum bu festivallerle, bu komedilerle, duymuyor musun?'' mahsustan açtığım bir konuydu ama çok güzel savunmuştu kendisini. mehmet ödüllerin büyüsüne kapılıp, havalara girecek bir adam değildi. o gece de bana bu durumu çok güzel izah etti. ödüllerin gelip geçici olduğunu biliyordu. memleketinde bir işi vardı, seramik fabrikasında çalışıyordu ve yaşadığı kasabayı da seviyordu. kasaba filmindeki kahraman gibi ''ben çıkayım, büyük şehre gideyim'' gibi bir derdi de yoktu.

    epey oturduk o akşam evde, üç beş saate kadar... kalkmaya yakın ''ne zaman dönüyorsunuz?'' diye sordum. yarın bütün gün festivalde olduklarını, gece de yola çıkacaklarını söyledi. '' sabaha da eve varırız abi '' dedi. o an içim cızz etti, içimde tuhaf bir korku ve ürperti hissettim. kasaba ve mayıs sıkıntısı'nın çekimlerinde fark etmiştim; mehmet'in arabalara karşı büyük merakı vardı. araba kullanmayı çok seviyordu. fakat bana göre; son derece atak ve kötü araba kullanıyordu. zaman zaman benden araba istediğinde, isteksizce verirdim arabamı ve uyarırdım mehmet'i: ''mehmet sen hiç hoş araba kullanmıyorsun, dikkatsiz kullanıyorsun, lütfen daha dikkatli ol! diyerek. içimde her zaman bir korku vardı. o akşam da ''gece araç kullanacağım'' deyince yeni de araba almıştı, sanki içime doğmuş gibi ''yapma, uykusuz uykusuz bu kadar yol gidilir mi? bütün gün yorgun olacaksın, gitme!'' deyivermiştim.

    aradan iki gün geçmişti ki, öğlen vakti telefonum çaldı. sadık incesu arıyordu: ''haberin var mı?'' dedi, ''yok'' dedim. sesi çok kötüydü. kötü bir haber vereceği içime doğmuştu: ''ne oldu?'' diye sordum ''mehmet emin'' dedi, başka da bir şey demedi. ''trafik kazası mı yaptı?'' ,''evet'' , ''yaşıyor mu?'', hayır dedi, sadık.

    o an iki gün önce evimizde yaptığım konuşma aklıma geldi: mehmet'e gösterdiğim tepkiyi düşündüm. malum keza gerçekleştikten sonra yıllar geçse de, o an hep aklımda kaldı. kendime sorup durdum: '' neden mehmet'i vazgeçirmek için daha fazla çaba göstermedim?'' diye... cenazesi için yenice'ye gittik. epey bir kalabalık vardı. defnedildikten sonra herkes dağıldı. sonra başkalarından duydum, mezarının başında genç bir arkadaş; başını ellerinin arasına almış, çömelmiş, uzun süre de kalkamamış mezarı başından. o kişi mehmet emin'in ankara'dan dönüşte arabada birlikte seyahat ettiği çocukluk arkadaşıymış. o da o sırada ankara'daymış, çan'a dönmek için birlikte yola çıkmışlar. mehmet dönüşte eşini eve bırakmış. arkadaşı ''ben giderim'' diye ısrar etmesine rağmen, mehmet onu yenice'deki evine bırakmak istemiş: ''buraya kadar beraber geldik, seni evine ben bırakacağım'' demiş.

    mehmet emin çok dost canlısı, arkadaşları için fedakarlık yapmayı seven bir çocuktu. o gece de ''yorgunsun, eve git'' ısrarlarına rağmen, arkadaşını yenice'deki evine bırakmış. dönüşte de yorgunluktan uyuyakalmış ve malum kaza işte böyle gerçekleşmiş.

    mehmet emin dostları için yaşayan, cesur ve gözü pek bir çocuktu. küçüklüğünde de mahallede kendisinden yaşça küçük olanların hamiliğini yapar, onları koruyup kollarmış. bana hep anlatırdı; balıkesir'de iki yıllık pazarlama bölümünde okurken en büyük derdi arkadaşları için girdiği kavgalarmış, daha çok da kız arkadaşlarını korumak için kavgalara girermiş. silah ve bıçakların çekildiği kavgalar anlatmıştı bana, ciddi ciddi başını belaya soktuğunu da söylüyordu. anlattığına göre bütün bu kavgalara da çevresine abilik yaptığı için giriyordu.

    uzak filminin çekimleri sırasında, sahnemin olmadığı bir akşam yanıma geldi.hafif buruk ve sıkılmış bir hali vardı. ''ne oldu mehmet?'' dedim. ''abi sorma, öyle bir sahneydi ki altından kalkamadım.'' dedi. bahsettiği sahne tramvaydaki taciz sahnesiydi; tramvayda yan yana oturduğu kıza bacağıyla sürtünmesi gerekiyordu. çekimler esnasında çok rahatsız olduğunu, sürekli terlediğini söyledi ve: ''bugüne kadar rol aldığım en zor sahneydi.'' dedi. çünkü mehmet emin'e çok tersti bu tip şeyler...

    mehmet emin söz konusu olunca ''neden o gece tembellik yaptım da mehmet emin'i caydıramadım?'' diye düşünürüm. yıllar geçse de, o an içimde hep acı bir keşke olarak durur.

    --- spoiler ---

    muzaffer özdemir'in iç burkan yazısı.
  • nuri bilge ceylan'in yegeni, kasaba, mayis sikintisi ve uzak filmlerinin basrol oyuncusu. bugun 28 yasinda bir trafik kazasinda hayatini kaybetmis. yazik...
  • kendisini oyuncu olarak görmediği için ve rol yapmayı bilmediği için, çok iyi bir oyuncuydu. çok da güzel bir yüzü vardı. nuri bilge ceylan hem yeğenini hem de oyuncusunu kaybetti. allah ona iki kere sabır versin.
  • bir çok oyuncunun ağzı sulanarak baktığı bir ödülün sahibi olabilmiş ancak bunu görme şansına sahip olamamış insan
    gerçi görse de alır ödülünü sessiz sakin evine dönerdi ama...
  • nuri bilge'nin ödülü aldığı gece aklıma düşen güzel insan. o gün hayatını kaybetmeseydi belki bugün dayısı* ile görürdük onu da. böyle insanların vakitsiz ölümü üzüyor insanı, tam ilk hedefine varmışsın ve sen o günleri göremeden gidiyorsun dünyadan. sanırım bir insanda tanımadan bu kadar sevilir ancak. herkesin anlattığı o tevazu, o mütevazılığı ile insanın içini sıkıyor.

    filmlerden tanıdığımız gibi kaderi kötü, bakışı kederli olan insan. her aklı adıma geldiğinde filmde o soğuk kış gününde balkona çıkıp sigara içerken istanbul'u seyredişi geliyor.

    allah rahmet eylesin.
  • yalnızlığın en soğuk, belki de en olması gerektiği gibi anlatıldığı filmlerden biriydi uzak. insanın içinde varolan yalnızlığın kendisine en zıt olanın tuttuğu aynanın çıplaklığında vücut bulmasıydı. yalnızlığımız değerlidir. çoğu zaman sarılırız ona zarar gelmesinin korkusuyla, bize zarar geleceğini bile bile. tıpkı samsun sigarası gibi. bu bağımlılığı ne kadar inkar etsek de yüzümüze çarpan tokat bazen bir explosions in the sky şarkısı olur, bazen de uzaktan gelen bir adam. geldiği diyarlar kadar uzak kişiliğinde yalnızlık adlı kesişim kümesi öyle çarpıcı parıldar ki, dostunmuşçasına yakın hissedersin. konuşacak çok şeyin yoktur. ama bakışacak bir dünya gözlerin vardır. beyazın üstündeki siyah gibi. ve hepimiz biliyoruz ki sevgili dostlar, artık ne yaparsak yapalım eskisi gibi beyaz olamaz o sayfa.

    tüm bu hislerin arka fonu eşliğinde izledim bugün uzak'ı ilk kez. daha sonra olağanı gerçekleştirmek üzere nete girip bir iki yorum okuyayım dedim. cannes da ödül almış. ne güzel! ikincilik ödülüymüş ama olsun en iyi erkek oyuncu ödülü bu filme gelmiş; mehmet emin toprak. haketmediğini kim iddia edebilir ki? derken bir şey daha okudum, acı bir şaka. bu ödülü kazanıp aramızda olmayan ilk oyuncu...

    bugün kendime yeni bir arkadaş edindim. ve hemen ardından kendisini kaybettim. oysa belliydi hayatıma aniden girecek kadar deli, aniden çıkacak kadar uzak olduğu. çok uzaklarda da olsa ne kadar yakın olduğunu bildiğim dostumadır bu ağıtım. seni tanımak güzeldi.
  • corriere della sera gazetesi göre, cannes film festivali tarihinde ilk kez ölmüş birine verilen ödülü kazanan aktör
  • uzak filminin bir sahnesinde yeğenine aldığı oyuncakla oynarken attığı orjinal kahkaha ile aklımda yer edebilmiş oyuncu insan. bir de bu adama küfür etmek ve sigara içmek çok yakışıyormuş..
    toprağı bol olsun..
hesabın var mı? giriş yap